Bir Yaman Çelişki: Fiziksel Erişilebilirlik, Haklar ve Engelliler
Konutundan çıkamayan, konutu ile okul arasında intikal problemi yaşayan ve son kertede okula giremeyen veya girdikten sonra bina içerisinde intikal ve ihtiyaçlarını görme problemleri yaşayan bir engelli vatandaşın akranlarıyla beraberce eğitim almasından, herhangi bir amaçla şehir içi veya şehirler arası seyahat edebilmesinden veya okullara oy kullanabilmek amacıyla gitmesinden; Anayasa’da sayılan bu haklardan faydalanabildiğinden bahsedilebilir mi?
Engellilik; tıp, mimari, ekonomi, sosyoloji, hukuk gibi birçok disiplin tarafından ele alınmaktadır. Engelliliğe dair çalışmaların odaklanması gereken iki nokta olduğu kanaatindeyim. Bunlar erişilebilirlik ve ayrımcılıkla mücadeledir. Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazının konusu erişilebilirliktir. Hatta onun da bir veçhesi olan fiziksel erişilebilirliktir. Umulur ki 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde hak temelli perspektiften yoksun, engelliliği ajitatif bir unsura dönüştüren siyaset ve bu tavrın kamusallaşmasını sağlayan Türk basınına olması gerekene dair bir katkı yapılmış olur.
Nedir Bu Erişilebilirlik?
Öncelikle “Nedir bu erişilebilirlik” diyerek başlayalım. Erişilebilirlik, erişebilirlik, ulaşabilirlik gibi farklı isimlendirmeler yapılsa da 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun’un 3’üncü maddesinin f bendinde erişilebilirliğin tanımlandığını görüyoruz. Bu hükme göre erişilebilirlik; “Binaların, açık alanların, ulaşım ve bilgilendirme hizmetleri ile bilgi ve iletişim teknolojisinin, engelliler tarafından güvenli ve bağımsız olarak ulaşılabilir ve kullanılabilir olması”dır. Türk Standartları Enstitüsü tarafından çıkarılan TS 9111 numaralı standartta ise ulaşılabilirlik “Herkesin, istediği her yere ve her hizmete ulaşabilmesi ve bunları kullanabilmesidir.” Ayrıca “Ulaşılabilir yapılı çevre, yaşamın tüm alanlarındaki hak ve hizmetlere ulaşabilmeyi ve bunlardan yararlanabilmeyi sağlar”. 2010 yılında T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı ulaşılabilirliği, yaşamın tüm alanlarındaki hak ve hizmetlere ulaşabilmek ve bundan yararlanabilmek olarak tanımlamıştır.
Yukarıda verilen tanımların fiziksel çevrede hayata geçebilmesi için şehirdeki iki nokta ve bunlar arasındaki tüm bağlantı ve aktarmaların kesintisiz bir şekilde erişilebilir olması gerekir. Peki ne menem şeydir bu erişilebilirlik? Ne işe yarar? Olmazsa ne olur? Okuyucunun aklında canlanabilmesi için bir örnekle somutlaştırmaya çalışayım. Fiziksel engelli bir vatandaş açısından düşünecek olursak binaların asansörlü olması, bu asansörlerin yeterli genişlikte olması, tuş kombinasyonlarının ulaşılabilir bir yükseklikte olması, merdivenlerin olduğu yerlerde rampaların da bulunması ve bu rampaların eğimlerinin kullanmaya elverişli olması, kaldırım başlangıç ve bitiş noktalarında tekerlekli sandalyenin inip kalkabileceği rampaların bulunması, kaldırımların tekerlekli sandalyenin geçebileceği genişlikte olması, kaldırımdaki ağaç, direk gibi engellerin geçişi önleyecek konumlarda bulunmaması, toplu taşıma araçlarının tekerlekli sandalyeyle binilebilecek bir yükseklikte olması şeklinde kabaca özetleyebilirim. Görme engelli bir vatandaş açısından ise burada zikredilen ağaç ve direklerin kaldırım ortalarında bulunmaması gibi kriterler yine geçerlidir. Ek olarak asansör tuş takımlarının Braille olarak da bulunması, hissedilebilir yüzey veya benzeri uyarıcıların bulunması eklenebilir.
Perspektif Yokluğu ve Sonuçları
Bir nebze ürkütücü bulduğunuzu, “adam sende” dediğinizi duyar gibiyim. Sahi zor mu bunlar? Yine somutlaştıracak olursak; asansör kapılarının 10 cm daha geniş olması, tuş takımının 5 cm daha aşağıda olması gerçekten zor mu? Kime nasıl bir külfeti olabilir? Braille ile kat numaralarının yazılı olması çok mu maliyetli sahiden? Peki merdivenin bir bölümünün hem de daha az malzeme kullanılarak rampa olarak yapılması, rampanın dimdik değil kullanılabilir eğimde olması, ağaç ve direklerin kaldırımların ortasına değil kenara konması kıyamet olmasa gerek. Hissedilebilir yüzeylerin ağaç ve direklere doğru gitmek yerine güvenli bir şerit halinde döşenmesi inanın hiç de zor değil. Yeter ki erişilebilirliğe dair bir ihtiyacın varlığı kavranıp buna dair politika geliştirilebilsin. Daha yapım aşamasında planlansa ekstra bir maliyete gerek dahi duyulmaksızın bunlar gerçekleştirilebilir. Kaldı ki hiçbir çekince koymaksızın tarafı olduğumuz BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme, 2005 yılında çıkardığımız 5378 sayılı Engellilere Dair Kanun ve sair alt mevzuat bunu bir zorunluluk olarak düzenlemiş durumda. Bunun gereğini yapmak sosyal bir hukuk devleti olmanın da gereği. Ayrıca artık şehir hakkı diye bir şey var. Yahut hepsini boş verin, vergileri tüm vatandaşlardan alıp sonra şehirleri yetişkin, genç, sağlam erkeklere göre dizayn eden merkezi ve mahalli idarelere çocuk, yaşlı, engelli ve kadınların da olduğunu hatırlatmak lazım galiba.
Gereği yapılmayınca açık veya kapalı mekânlara erişemeyen engelli vatandaşlar sosyalleşememekte ve fiziksel çevrede kendi ihtiyaçlarını karşılarken yardım istemek durumunda kalmaktadır. Bu durum ise bilhassa iş hayatında istenmeme veya dışlanabilme gibi ayrımcı sonuçlar da doğurabilmektedir. Çünkü erişilebilir olmayan fiziki çevre, engellinin iş göremez aciz bir varlık olarak görünmesine hizmet etmektedir. Ne yazık ki erişilebilirliğin olmadığı ortamlarda sorunu çevrede değil engellide gören yaklaşımın toplumsal bir karine olduğu vakıadır. Bu tarz muamelelerin doğal sonucu olarak engelli birey kendini otokontrole tabi tutmakta ve toplumsal gelişmelere dahil olamamaktadır. Sonuç olarak ise engelli birey, psikolojik, sosyolojik ve ekonomik problemler ile savaşmak zorunda bırakılmaktadır. Oysa ta 30 Mayıs 1997’de TBMM 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ek 1’inci maddesiyle erişilebilirliği düzenlemişti. Ben o zaman beş yaşındaydım. Hâlâ bu meseleleri tüm yakıcılığıyla konuşuyoruz. Bu süreçte daha ne kanunlar, yönetmelikler, standartlar çıkarıldı. Mesela 2010 yılında Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yapılan değişiklikle herkesin kanun önünde eşit olduğu ve hatta bu eşitliğin hayata geçirilmesi için engellilere ilişkin alınacak ilave tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamayacağı hüküm altına alındı. Sahi bu düzenlemenin üstünden de 13 yıl geçmiş. Anayasa 61/2 maddesi ise “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatlarına intibaklarını sağlayacak tedbirleri alır” diyor. BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ile ülke olarak taahhüt ettiğimiz yükümlülüklerimize ise hiç girmeyeyim…
Anayasal Öneriler
Son bir örnek ve öneriyi sizlerle paylaşarak yazıma son vereyim. Konutundan çıkamayan, konutu ile okul arasında intikal problemi yaşayan ve son kertede okula giremeyen veya girdikten sonra bina içerisinde intikal ve ihtiyaçlarını görme problemleri yaşayan bir engelli vatandaşın akranlarıyla beraberce eğitim almasından, herhangi bir amaçla şehir içi veya şehirler arası seyahat edebilmesinden veya okullara oy kullanabilmek amacıyla gitmesinden bahsedilebilir mi? Böyle bir durumda eğitim hakkı, seyahat özgürlüğü ve seçme hakkı ne oluyor acaba? Engelli vatandaşların Anayasa’da sayılan bu haklardan faydalanabildiğinden bahsedilebilir mi?
Anayasa tartışmalarının yapıldığı bu günlerde bir öneri de bizden.
Anayasa Madde 23: Engelliler dışında herkes yerleşme ve seyahat özgürlüğüne sahiptir.
Anayasa Madde 42: Engelliler dışında hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz.
Anayasa Madde 67: Engelli olmayan vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.
“Böyle şey olur mu?” diyebilirsiniz. Bir hukukçu olarak ben de olamayacağını biliyorum. Peki sorunlar anlatılırken “ama”lı cümleler kuran kişi ve kurumlar, fiili durumu buradakine dönüştürüp yukarıdaki teklife karşı çıkmanız; sonra da 3 Aralık’ta salonlarda, sosyal medya, gazete ve televizyonlarda şov yapmanız yaman bir çelişki değil mi? Fiili durum bu veya buna çok yakın. Miş gibi yapmak yerine sahici bir şeyler yapmak isteyenler beri gelsin…