Bismarck ve İttifaklar Sistemi

On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında uluslararası sistem, bir saat mekanizmasında olduğu gibi, farklı fonksiyonlara sahip, ancak eşit dişlilerden oluşan bir çark olarak tasavvur edilmekteydi. Bismarck ise uluslararası sistemi ve devletler arası ilişkileri, Darwin’in evrim teorisinden hareketle, norm ve kuralların şekillendirdiği bir alan olarak değil, tersine güçlü olanın kazanacağı bir kıyasıya rekabet sahası olarak tasavvur ediyordu.

Bismarck ve İttifaklar Sistemi

Bismarck dönemi, Almanya’nın idari, siyasi, kültürel ve ekonomik tarihi açısından son derece önemli gelişmeleri içermesi ve sonraki birçok dramatik gelişmeyi de hazırlaması bakımından -hem Almanya hem Avrupa hem de dünya tarihi için- bir dönüm noktasıdır. Bu özelliğinden dolayı bugüne kadar söz konusu dönem hakkında ve Demir Şansölye Bismarck üzerine pek çok tartışma ve neşriyat yapılageldi, bundan sonra da yapılacaktır.[i]

 

Bu devrin göze çarpan en önemli hususiyetlerinden bazıları şunlardır: Alman krallık ve beyliklerinin Prusya önderliğinde bir imparatorluk çatısı altında birleştirilmesi, Almanya’nın tarım toplumundan sanayii toplumuna dönüşerek İngiltere’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmesi, siyasi ve askeri bakımdan ise Avrupa’da Fransa’nın yerini alarak kıtanın en büyük kara gücüne dönüşmesi.[ii]

 

Öncelikle Bismarck’ın siyasal hedeflerine, serüvenine ve Almanya tarihindeki yerine kısaca değineceğiz. Asıl konumuz olan Bismarck’ın ittifaklar sistemini ise, ki bu siyasi ve askeri denge oluşturma çabalarını da içerir, iki aşamada tartışacağız: İlkin 1871’e, yani Alman İmparatorluğu’nun kuruluşuna kadar olan dönemi, ikinci aşamada ise Bismarck’ın görevden alındığı 1890’a kadar olan süreyi ele alacağız.

 

İki dönem de Bismarck’ın diplomatik başarı ve dehasını ortaya çıkarması bakımından önemlidir. Ancak bu iki dönemde iki farklı Bismarck ile karşı karşıyayız:

 

Birincisinde, Viyana sonrası oluşan dünya düzenini yıkan muhafazakâr bir ihtilalci görürüz. Savaşarak önce Prusya’nın Almanya üzerindeki hegemonyasını tesis eden, hemen akabinde ise gevşek bir konfederasyon olan Alman Birliği’nin güçlü bir imparatorluğa dönüşmesinin mimarı olmuştur. Dış politikada askeri güç kullanımı ile sonuç alan, içeride ise otoriter bir siyaset uygulayan, liberal iktisat ve serbest ticaret yanlısı bir Prusya başbakanıdır.

 

İkincisinde ise kurduğu ittifaklarla Alman tarihinde o ana kadar yaşanmamış uzun bir sulh döneminin temellerini atan, ‘barış’ ve statüko yanlısı[iii] bir devlet adamı olarak karşımıza çıkar. İçeride ise müdahaleci, korumacı, sosyal emperyalist[iv] ve yine bir hayli otoriter bir siyaset gütmüştür bu dönemde.

 

Bismarck’ı ve ittifaklar sistemini irdelememizin temelinde sadece tarihsel bir merak yatmamaktadır. Asıl amacımız, Georg Lukacs’ın[v] işaret etmiş olduğu gibi, şimdiyi, yani günümüzdeki uluslararası güç ilişkilerini tarihsel bir sorun olarak tanımlamaya, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktır.

 

Muhafazakâr İhtilalci

 

Peki, Bismarck kimdir? Demir Şansölye deyimi nereden gelmektedir? 1 Nisan 1815’de, Viyana Kongresi’nin sonuçlandığı yıl, dünyaya gelen Bismarck’ın tam adı Otto Eduard Leopold von Bismarck-Schönhausen şeklindedir. Soylu bir aileden gelen Bismarck, kişiliğinde Prusyalı disiplinini, soyluluk gururunu ve Lüterci Protestan inancını birleştirir.1865’de Kont, 1871’de Prens, 1890’da ise Lauenburg Dükü payesini alır.

 

1847’de Federal Meclis üyeliğine seçilen Bismarck, 1848’deki ayaklanmalarda devrimin askeri güç kullanılarak bastırılmasını savunur ateşli bir şekilde. 1859’da St. Petersburg’da, 1862’de ise Paris’te Prusya büyükelçiliği görevlerinde bulunur ve bu dönemde Rus Çarı II. Aleksandr ve Fransız İmparatoru III. Napolyon – Charles Louis Napolyon Bonapart – ile iyi ilişkiler geliştirir. 1862’de ise Prusya Başbakanlığı görevine getirilir. Bismarck, Kuzey Alman Birliği[vi] ve Alman İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk şansölyesidir. Almanya ve Avrupa siyasetinde 28 senelik uzun bir döneme damgasını vurmuştur.

 

Siyasal ve sosyolojik olarak muhafazakâr olan Bismarck’ın iç politikadaki hedeflerini üç başlık altında toparlayabiliriz: Birincisi, Prusya monarşisini koruyup kollamak ve güçlendirmektir; ikincisi, monarşinin ve taşıyıcısı soyluların ayrıcalıkları ve toplumsal konumlarının korunması, üçüncüsü ise liberaller ve demokratların parlamentarizm yönündeki katılım ve güçlenen işçi sınıfının iktidara ortak olma taleplerinin engellenmesidir.

 

Dış politikadaki temel iki hedefi ise Avusturya İmparatorluğu’nun Alman Birliği[vii] üzerindeki etkisini kırarak Prusya hegemonyasını kurmak ve Viyana’yı dışlayarak Alman ulusal birliğini tamamlamak. Bismarck bu hedefi ile Metternich Sistemine[viii] meydan okumakta idi. Çünkü Viyana Konferansı sonrasında kurulan devletlerarası ilişkiler sistemi, Prusya için Alman Birliği’nde Avusturya İmparatorluğu’nun küçük partneri rolünü öngörüyordu.

 

Bismarck başbakan oluşunun hemen akabinde bütçe komisyonunda yapmış olduğu konuşmasında bu durumun ancak ‘demir ve kan’ ile değiştirileceğine işaret ediyordu: ‘Dönemin büyük meseleleri konuşmakla ve çoğunluk kararlarıyla değil, demir ve kan ile sonuçlandırılır’.[ix]

 

Alman İmparatorluğunun Kurucusu

 

1848 Devrimi Bismarck’ın iki bakımdan önünü açmış oldu: Öncelikle devrim, o dönemde Federal Meclis üyesi olan genç siyasetçinin kendini konumlandırabileceği, yeteneklerini ve sadakatini Prusya Kralı’na göstererek onun takdirini kazanabileceği bir fırsat yaratmıştı. Bismarck’ın ileride önünü açacak bir başka önemli olay ise, Fransa’da Charles Louis Napolyon Bonapart’ın 1848 Şubat’ında devrimci kargaşaları fırsat bilerek bir hükümet darbesi ile iktidarı ele geçirmesi ve sonrasında kendisini III. Napolyon olarak Fransa İmparatoru ilan etmesi olmuştur.[x]

 

Almanya’daki devrim Bismarck’ı iktidara götüren yolu açmış, III. Napolyon ise uyguladığı dış politika ile onun da karşı olduğu Metternich Sistemi’nin yıkılmasına yol açmıştı. Çatırdayan Viyana düzenine son darbeyi indiren Alman Şansölye, yerine çok boyutlu bir ittifaklar sisteminden oluşan kendi güvenlik mimarisini kurmuştu.

 

Bismarck, soğukkanlılığı, kararlı tutumu ve zeki diplomatik hamleleriyle Almanya’nın milli birliğini tamamlayıp güçlü bir İmparatorluk olarak Avrupa siyasetine ağırlığını koymasını sağlamıştır. Ancak, III. Napolyon bu sürece üç bakımdan katkı sunmuştur. Birincisi, Kırım Savaşı ile Rusya’ya büyük bir darbe indirmişti. Kırım Savaşı ayrıca Avusturya ile Rusya arasındaki ikili ilişkilerde adeta ‘tamir edilemez’ bir hasara yol açmıştı. Avusturya, savaşa katılmamış, ancak Rus sınırında asker bulundurarak, Tuna beyliklerini işgal etmişti. Böylece Rusya ordularının bir bölümünü bu bölgede tutmasına neden olarak Rusya’nın yenilgisinde az da olsa menfi bir rol oynamıştı. Rusya ise bunun rövanşını Avusturya–Prusya savaşında tarafsız kalarak almıştı. Avusturya ile Rusya arasındaki bu gerilim ve çıkar farklılıkları sonraki yıllarda Viyana’nın Berlin yanında saf tutmasının en önemli nedeniydi.

 

İkincisi, Fransa’nın Sardinya-Piyemonte Krallığı ile birlikte Avusturya’ya karşı savaşması, Prusya’nın rakibinin güç ve prestij kaybetmesine yol açmıştı. Üçüncü olarak Fransa’nın hem Rusya hem de Avusturya’ya karşı savaşmış olması, Rusya ve İngiltere’yi Prusya’ya yakınlaştırmıştı. İki büyük güç de hem Danimarka hem Avusturya hem de Fransa ile savaşında Prusya’ya karşı durmadılar. Bunda, bu gelişmelerin dışında tabii ki Bismarck’ın özellikle Rusya’ya karşı ince diplomasisinin de rolü vardı.

 

Bismarck Avusturya’yı güçten düşürerek Alman Birliği’nden dışlama fırsatını 1863’de yakaladı. Olaylar şöyle gelişti: Avusturya İmparatoru Franz Josef, Prusya Kralına Alman Birliği için bir reform planı sunar ve Frankfurt kentinde Alman beyleri ve krallarının katılacağı bir çalıştay önerir. Bismarck bu plana karşıdır ve Prusya Kralını da ikna eder. Aynı yılın Ekimi’nde ise Napolyon’u ziyaret ederek Fransız İmparatorundan, Prusya’nın Avusturya ile olası bir savaşında tarafsızlık teminatı alır.

 

Batı cephesini sağlama alan Prusya, Avusturya ile gerilimi tırmandırmaya devam ederken bir başka kriz de kuzeyde cereyan eder. Danimarka Kralının yürürlüğe koyduğu anayasa Alman Birliği’ne dahil olan Şlesvig ilinin Danimarka Krallığı’na katılımını öngörür. Bu Londra Protokolleri’ne[xi] aykırıdır ve Bismarck bu durumu içeride dikkatleri toplumsal ve siyasi gerilimlerden uzaklaştırmak, dış politikada ise Avusturya ile taktik bir ittifak kurma fırsatına çevirir.[xii]

 

23 Aralık 1863’de Hannover ve Saksonya krallıklarının güçleri Hollstein’ı işgal ederler. 1 Şubat 1864’de ise Prusya ve Avusturya birlikleri Şlesvig iline girerler. Danimarka Kralı askeri yenilgi sonrasında yeni anayasayı geri çeker, Ekim 1864’de Viyana’da imzalanan barış antlaşması ile Danimarka Hollstein ve Şlesvig illerini Prusya ve Avusturya’ya bırakır. Bismarck’ın artık Avusturya’ya ihtiyacı yoktur ve Avusturya ile kozunu nihai olarak paylaşmak için gerilimi artırma yoluna gider.

 

Bu bağlamda, Hannover ve Saksonya krallıklarından sert bir dille Hollstein ilini boşaltmalarını talep ederek bir ölçüde Alman Birliği’ni hedef alır. 1865 Şubat’ında Avusturya’ya karşı yeni talepler ileri sürer. 9 Nisan 1866’da ise gerilimi artırma taktiğini bir adım daha ileri taşır: Genel seçimlerle bir ulusal meclisin toplanmasını ve bu meclisin birlik anayasasını değiştirmesini önerir.

 

Bismarck çok iyi bilir ki, Avusturya’nın genel seçim yapması, çok milletli ve çok mezhepli imparatorluğu çözülme noktasına getireceğinden, Avusturya İmparatoru’nun bunu kabul etmesi imkânsızdır. Bismarck Avusturya’yla savaşmaya kararlıdır. Öyle ki bir gün önce Prusya, İtalya ile bir ittifak antlaşması yapmıştır. Bu antlaşma ile İtalya üç ay içerisinde Avusturya ile olası bir çatışmada Prusya’ya yardım etmeyi taahhüt eder. Hatta savaşı finanse etmek için Köln-Minden tren yolu hattı özelleştirilerek kaynak dahi yaratılmıştır.

 

Nihayet 16 ve 19 Haziran’da Prusya birlikleri, Avusturya’nın müttefikleri olan Hannover ve Saksonya Krallığı ile Hessen-Kassel Prensliği’ne girerler. Sonrasında Avusturya’yı Königraetz Muharebesi’nde yenilgiye uğratan Prusya, 23 Ağustos 1866’da Viyana’yı barış antlaşması imzalamaya zorlar. Bismarck, diplomatik dehasını göstererek ve Prusya Kralına karşı gelmeyi göze alarak Avusturya’dan toprak koparılmasına ve imparatorluğun tahkir edilmesine engel olur. Çünkü ileride Avusturya’ya Fransa ve Rusya’ya karşı müttefik olarak ihtiyacı olacaktır ve ezeli düşman olmasını istemez.

 

Prusya, Almanya içinde güç kazanma mücadelesi verirken, Avusturya gücünü koruma mücadelesi içinde idi. Bismarck, Avusturya’yı yenilgiye uğratarak ilk hedefine ulaşmıştı. Ancak ikinci hedefi, Alman beylik ve krallıklarını Prusya etrafında birleştirmekti. Çünkü ittifak içinde olduğu liberallerin kuzey–güney ayrışmasının aşılması yönündeki ulusal talepleri ile karşı karşıya idi.

 

Ancak burada bir sorun vardı. Güney Almanya krallık ve beylikleri neden bağımsızlıklarından feragat etsinlerdi? Üstelik Güney Almanya Katolik, Kuzey Almanya ise Protestan idi, yani ortada mezhepsel bir ayrılık da vardı. Ulusal birliği tamamlayabilmek için milli duyguların kabarması gerekiyordu. Bunun için de tek çözüm vardı: Bir dış gücün saldırısı karşısında güneydeki krallık ve beyliklerin Kuzey Alman Birliği’nin yanında yer almasını sağlamak ve böylece güçlenecek olan milliyetçiliğin yardımı ile ulusal birliği tamamlamak.

 

Bunun için de Fransa biçilmiş kaftandı, çünkü Fransa ile Kuzey Alman Birliği arasında sınırlar konusunda fikir ayrılığı vardı. Her şeyden önce Fransa, Prusya etrafında oluşan Kuzey Almanya Birliği’nin güney Alman prens ve krallıklarıyla birleşmesine Avrupa’daki güç dengesi Almanya lehine değişeceğinden sıcak bakmamaktaydı. Ancak Almanya Fransa’ya savaş ilan etmesi durumunda saldırgan pozisyonunda olacak, muhtemelen diğer büyük güçler Fransa’nın yardımına koşacak, hatta güney Alman beylik ve krallıkları belki de Kuzey Almanya Birliği safında savaşa girmeyeceklerdi.

 

Almanya–Fransa savaşına giden süreç 1868 yılında askeri bir darbeyle yönetime el koyan İspanyol generallerinin İspanya Krallığı tahtını Hohenzollern hanedanlığının Sigmaringen koluna mensup Leopold’a önermeleriyle başlar. Hanedan yasa ve törelerine göre Leopold’un aynı hanedanın mensubu olan Prusya Kralı I. Wilhelm’in onayını alması gerekmektedir. Prusya Kralı ve Kuzey Almanya Birliği Başkanı, Bismarck’ın ısrarlarına rağmen bunu kabul etmez. Bismarck’ın ısrarının nedeni Fransa ile savaşmak istemesidir.[xiii]

 

I. Wilhelm’in onay vermemesi sonucu Leopold teklifi geri çevirir. Almanya ile Fransa arasındaki gerilim tam yatıştı sanılırken, III. Napolyon, Prusya Kralı’ndan İspanya tahtına hiçbir zaman ve hiçbir koşulda talip olmayacaklarına dair teminat ister. Fransız büyükelçisinin kendisi ile görüşmesinde ısrarcı olmasından sıkılan I. Wilhelm konuyu kapatır ve durumu bildirmek için Başbakan Bismarck’a bir telgraf yollar. Gerilimin böylece yumuşayacağından kaygılanan Bismarck, çareyi telgraf notunu tahrif etmekte bulur.

 

Telgraf üzerinde küçük rötuşlar sonucu Prusya Kralı I. Wilhelm’in notunda Fransız Büyükelçisi Benedetti’nin kral ile görüşmesi küstah ve aşağılayıcı bir biçimde tasvir edilmiş olur. Telgraf notu Bismarck tarafından Alman gazetelerine servis edilir. Fransa hükümeti bu açık provokasyon karşısında sert tepkiler gösterir. Bismarck, Fransız İmparatorunu tuzağa düşürmüştür: I. Napolyon ya olayları sineye çekerek eninde sonunda itibar kaybı sonucu tahtından olacak, ya da Almanya ile savaşacaktır.

 

Fransa 19 Temmuz 1870’te, milliyetçi milletvekillerinin ve savaş yanlısı danışmanların baskısı altında Prusya’ya savaş ilan eder. Böylece Fransa hem Alman hem de Avrupa kamuoyunda barışı bozan taraf olarak algılanır ve yalnız kalır. Dolayısıyla ne Britanya ne de Rusya Almanya’ya müdahale ederler. Avusturya’nın ise Fransa saflarında savaşa girmesi ise milliyetçiliğin kabardığı bir ortamda imkansızdır.

 

Sedan Muharebesi’nde (1870) Fransız ordusunu bozguna uğratan Kuzey Almanya Birliği ve müttefikleri, Paris’i kuşatarak topa tutmuş ve 1871 yılı başında Versay Sarayı’nda Alman İmparatorluğu’nu ilan etmişlerdi.[xiv] Fransa bu aşağılamayı unutmayacak, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’ya dikte edilen barış antlaşmasını Versay Sarayı’nda imzalatarak 1871 yılının rövanşını alacaktı. Versay Antlaşması ise Almanya’da kuvvetli bir rövanşist eğilime yol açmış, Hitler’in iktidara gelmesinde ve İkinci Dünya Savaşı’na giden sürece katkıda bulunmuştu.

 

Bütün bunların gösterdiği gibi, Bismarck’ın Realpolitik‘i, Metternich’in legitimist anlayışının tersine, devletler arası çatışmaların güç kullanımı ile belirlendiği ve güçlü olanın hüküm süreceği fikrine dayanmaktadır. Bismarck ilk olarak Prusya’nın ittifak anlayışını değiştirmişti. Onun başbakanlığına kadar Prusya hükümetleri üçlü Kutsal İttifak’a – Prusya, Avusturya, Rusya – sadık kalmış idi, o ise Prusya’yı farklı ittifak ve iş birliklerine açarak, Prusya’yı büyük devletlere onların aralarında olduklarından daha yakın kılmayı hedefliyordu.

 

Bismarck, Metternich Sistemi’nden uluslararası ilişkileri tasavvuru bakımından da ayrışıyordu. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında uluslararası sistem, bir saat mekanizmasında olduğu gibi, farklı fonksiyonlara sahip, ancak eşit dişlilerden oluşan bir çark olarak tasavvur edilmekteydi. Bismarck ise uluslararası sistemi ve devletler arası ilişkileri, Darwin’in evrim teorisinden hareketle, norm ve kuralların şekillendirdiği bir alan olarak değil, tersine güçlü olanın kazanacağı bir kıyasıya rekabet sahası olarak tasavvur ediyordu.

 

Bismarck’ın İttifaklar Sistemi

 

Bismarck amacına ulaşmış, Almanya’yı ‘kan ve demir’ temelinde birleştirerek güçlü bir imparatorluğa dönüştürmüştü.[xv] Sıra elde edilenin korunmasına, yani imparatorluğun konsolide edilmesine gelmişti. Ancak bu noktada Fransa’da zaman zaman yükselen milliyetçilik ve rövanşizm dalgaları düşündürmekteydi.

 

Alsas-Loren vilayetinin ilhakı ve Fransa’ya getirilen beş milyonluk Frank savaş tazminatı yükümlülüğü, Fransa ile Avusturya örneğinde olduğu gibi ileride kalıcı bir barışın tesisini adeta imkânsız kılıyordu. Öyle ki Almanya’da Fransa’nın kendini yeteri kadar güçlü hissettiğinde Almanya’ya savaş açacağı haklı kaygısı hakimdi. Alman İmparatorluğu Avrupa’nın en güçlü kara kuvveti olmuştu, ancak olası bir üçlü, hatta Fransa ve Rusya’dan oluşacak ikili bir ittifaka karşı tek başına karşı koyacak kadar güçlü değildi.

 

Bismarck demeçlerinde diğer büyük güçleri teskin etme amacıyla Almanya’nın artık doyuma ulaştığını, dolayısıyla sınırlarını genişletme gibi bir amacının olmadığını vurgulamaktaydı.

 

Berlin, Alman İmparatorluğu’nun kuruluşunun diğer devlet ve büyük güçler için tehdit içeren boyutunun ileride savaşa yol açabileceğinin bilincindeydi. Elde ettiği gücü korumak, bunu yaparken de Avrupa güçler dengesini bozmamak ve olası bir büyük savaşı engellemek, içeride ise var olan toplumsal düzeni korumak için önünde üç stratejik seçenek vardı:

 

Birincisi: Diğer büyük güçlerle çatışma riskini asgariye indirmek için onların nüfuz alanlarına riayet etmek ve rekabet halindeki güçlerin etki ve nüfus alanlarını ayrıştırmak. Bu bağlamda örneğin Avusturya’nın etki alanını Balkanların batısı, Rusya’nın etki alanını ise Balkanların doğusu ile sınırlandırmak için çaba harcamıştır Bismarck.

 

İkincisi: Büyük güçlerin çıkarlarını birbirlerine karşı dengelemek, mümkünse onları Alman etki alanının periferisine yönlendirmek. Bu bağlamda Alman hariciyesi Fransa’nın dikkatini Alsas-Loren vilayetinden uzaklaştırmak için Fransa’nın Kuzey Afrika’daki kolonileşme politikasını desteklemiştir. Uzun bir süre ise Rusya’ya gerektiğinde olası bir İngiliz taarruzuna karşı Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını koruma konusunda destek vaat edilmiştir.[xvi] Boğazlar Büyük Britanya için iki bakımdan hayati önem taşımaktaydı. Askeri-jeostratejik olarak Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleyen birer bariyer olarak görmekteydi. İktisadi-ticari bakımdan ise Boğazlar ve Doğu Karadeniz, Hindistan’dan sonra, Orta Asya’ya açılan ikinci kapı idi. Bundan dolayıdır ki Büyük Britanya aynı zamanda Karadeniz’de de etkinliğini artırmak istemekte, bu bağlamda Osmanlı yönetiminden savaş gemileri için Karadeniz’e çıkış izni istemekteydi.[xvii]

 

Üçüncüsü: Hızlı ve önleyici savaşlarla potansiyel rakiplere darbe indirmek suretiyle onların daha fazla güçlenmesinin ve Almanya’ya karşı oluşturabilecekleri koalisyonların ön alıcı güç kullanımıyla engellenmesi.

 

Üçüncü seçeneğe Bismarck itibar etmedi ve Berlin, Birinci Dünya Savaşı’na kadar ön alıcı bir savaşa girmekten imtina etti. Diğer iki strateji ise zaman zaman birlikte, kâh peş peşe, bazen başarıyla bazen de başarısızlıkla uygulandı. Kazanılanı korumaya yönelen Bismarck diplomasisinin temel hedefi Fransa’yı yalnızlaştırarak, Fransa’nın olası bir rövanşist saldırısına maruz kalmamak idi. İkinci hedef ise Almanya’yı sıkıştırabilecek ve olası bir iki cephe savaşına zorlayabilecek Fransa–Rusya ittifakını engellemekti. Hem nüfus hem de ekonomik bakımdan büyüyen Alman İmparatorluğu bütün diğer büyük devletler ile iyi ilişkiler geliştirmek çabası içindeydi. Bu bağlamda farklı ittifaklar kurulmaya ve iş birlikleri oluşturulmaya çalışıldı.

 

Bunların ilki 1873’de hayata geçirilen Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya arasındaki Üç İmparatorlar Ligi idi. Bu ittifak 1878’deki Berlin Kongresi’ne[xviii] kadar sürmüş, kongrenin sonucundan memnun kalmayan ve Bismarck’ı suçlayan Rusya’nın bu ittifaktan çekilmesinden sonra 1878’de dağılmıştı. Büyük Britanya ise Rusya’nın aksine Berlin Kongresi’nin sonucundan memnun kalmıştı.

 

Bunun üzerine Bismarck 1879 yılında Avusturya-Macaristan ile, defansif bir savunma antlaşması olan ve Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam eden İkili İttifak’ı hayata geçirdi. Alman İmparatorluğu ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun ittifakı Rusya’yı tekrar Almanya’ya yakınlaştırdı. Bu, 1881 yılında Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya arasında 1886 yılına kadar sürecek olan ikinci Üç İmparatorlar Ligi’nin kurulmasıyla sonuçlandı.

 

1887’de ise Rusya ile bir teminat anlaşması imzalandı. Böylece, Fransa’yı büyük ölçüde izole ederek iki cephe savaşı tehlikesini savuşturan Almanya, Fransa ile de yakınlaşmanın yollarını aramıştır. Bunda Bismarck’ın iki amacı vardı. Birincisi, Fransa’da olası bir Almanya karşıtı milliyetçi ve intikamcı bir dalganın yükselmesinin önüne geçmek. İkincisi ise olası bir Fransa–Büyük Britanya yakınlaşmasını engellemek. Bu bağlamda Fransa’nın Kuzey Afrika’daki kolonyalist politikaları desteklenmiştir. Büyük Britanya’nın mesafeli durduğu bir Fransa, Bismarck’ın hedeflemiş olduğu üzere, büyük güçler nezdinde yalnızlaşmış ve çevrelenmiş bir ülke olacaktı.

 

Bismarck, yıllarca rakip çıkarlar arasında denge oluşturma ve çıkar çatışmalarını ise daha çok Avrupa’nın çevresine yöneltme politikasını izledi. Bazen de Büyük Britanya’yı Rusya’ya karşı, örneğin Afganistan ve Orta Asya’da olduğu gibi, Fransa’yı Rusya ile – Akdeniz’de – ve Büyük Britanya’yı Fransa ile – Kuzey Afrika ve Hindistan’da Fransız sömürge politikasını, Mısır’da ise Büyük Britanya’yı desteklemek suretiyle – dengelemeye çalışmıştır. Ancak bu politikalar bazen iç dinamiklerin, bazen de beklenmeyen olayların tazyikiyle ciddi darbeler almıştır. Örneğin Bulgaristan krizinde Üç İmparatorlar Ligi’nin dağılması gibi.

 

1885 yılında patlak veren Bulgaristan krizi, Sırbistan–Bulgaristan Savaşı’na yol açtığı gibi, Avusturya’nın Üç İttifaklar Ligi’nden çekilmesine de yol açtı. Ve yukarıda değindiğimiz Bismarck’ın Balkanları iki nüfuz alanına ayırma, yani Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan, Rusya’nın ise Bulgaristan üzerinde etkin olması, politikasını da yerle bir etti.

 

Bismarck, Fransa’yı yalnızlaştırmak isterken, aynı zamanda Fransa’nın büyük güç olarak kalmasını arzuluyordu, çünkü Fransa güçlü donanmasıyla açık denizlerde Büyük Britanya’ya karşı bir denge unsuruydu. Ancak 1885’de Başbakan Jules Ferry’den sonra gelen Fransız hükümetinin Savaş Bakanı Georges Boulanger sert bir rövanşizm taraftarıydı.

 

Bunun üzerine Bismarck, Fransa’yı yakınlaşmaya zorlamak amacıyla İngiltere’ye yakınlaşma stratejisini izler. Almanya bu bağlamda, 1887 yılında Büyük Britanya’yı, Avusturya-Macaristan ve İtalya ile, daha sonra İspanya’nın da katılacağı, Akdeniz Antantı’na ikna eder. Açık hedefi Akdeniz’de statükoyu korumak olan antant ile Bismarck bir taşla birkaç kuş vurmayı amaçlamaktadır: Rusya ile olası bir Şark Sorunu’nda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Almanya’nın müdahalesine gerek kalmadan İtalya ve Büyük Britanya’nın desteğini alması. Böylece Almanya ile Rusya karşı karşıya gelmeyecek ve olası bir Fransız-Rus ittifakına sebebiyet verilmeyecekti.

 

Dağılan Üç İmparatorlar Ligi’nin yerine Bismarck Rusya ile bir teminat anlaşması gerçekleştirmiştir. Buna göre Almanya Rusya’dan olası bir Fransız savaşında tarafsız kalma sözü alırken, Rusya’ya Boğazlar’daki çıkarlarının korunması konusunda teminat veriyordu. Ancak desteklediği ve oluşumunu teşvik ettiği Akdeniz Antant’ında ve dahil olduğu Üçlü İttifak’ta (İtalya ve Avusturya–Macaristan ile) ise Osmanlı İmparatorluğu’na Boğazların korunması konusunda teminat veriliyordu.

 

Bütün bunlar gösteriyor ki, Bismarck’in ittifaklar sistemi barındırdığı çelişkilerin yanında son derece kırılgan ilişkiler ve anlaşmalar üzerinde yükseliyordu. Ayrıca ekonomik gelişmeler, özellikle Rusya örneğinde görüldüğü üzere, Bismarck’ın ittifaklar sistemini bir hayli zorluyordu. Örneğin 1885 yılında tarım vergisinin üç katına çıkarılması, Rus tarım ürünlerinin Almanya’ya ihracatını kısıtladığı için Rusya’da tepki uyandırmakla kalmamış, Rus yöneticilerinin Almanya’nın artık Rusya’yı gözden çıkardığı kanısına varmalarına yol açmıştı. 1887’de ise Rus tahvillerine getirilen bir yasak, Rusya’nın Alman sermaye piyasasından borçlanmasını engellediğinden, Rusya’yı ihtiyaç duyduğu kredileri Fransa’dan temin etmeye itmiş, böylece Fransız bankalarının etkisine girmesine yol açmıştı. Rusya’nın sanayileşmesini ve tren yolu inşasını Fransız kaynaklarıyla gerçekleştirmesi ise adeta 1894’deki Fransız-Rus anlaşmasını aralayan kapı idi.

 

Buna birde sanayileşen Almanya’da farklı çıkar gruplarının baskısı eklenmişti. Örneğin toprak sahipleri hükümetten tarım ürünleri için yüksek ithal vergisi (korumacılık) talep ederken, sanayi grupları ise yabancı sanayilerle rekabette kendilerine yardımcı olunmasını, bu bağlamda Alman iç pazarının yabancı mamullere karşı korunmasını, dışarıda ise yeni pazarların açılması ve korunması konusunda devletin daha aktif bir rol üstlenmesini istemekteydiler. Bu bağlamda Alman İmparatorluğu’nun da Fransa ve Büyük Britanya gibi kolonyalist bir güce dönüşmesi yönündeki fikirler siyasette ve medyada ağırlık kazanmaktaydı.

 

Son olarak, artık Bismarck’ın sınırlandırılmış ve karşılıklı olarak saygı duyulan etki alanları oluşturma yönündeki diplomasisi ile örtüşmeyen ağır sanayi ve banka sermayesinin çıkarları devreye girdi. Bismarck Rusya ile ilişkileri sürdürmek yönünde açıklamalar yaparken, Alman genelkurmay başkanı Waldersee, Rusya’ya akan sermayenin stratejik demiryolu inşaatı için kullanılacağı endişesini dile getiriyordu. Bismarck, Alman Genelkurmayı ve yükselen sermaye grupları arasındaki çıkar farklılaşması ve çatışmaları, Demir Şansölye’nin siyasi konumu için tehlikeli hale gelmişti. Bismarck böylesi bir ortamda 20 Mart 1890’da fikir ayrılığına düştüğü yeni imparator Kayzer II. Wilhelm tarafından istifaya zorlandı.

 

Bismarck’ın Mirası

 

Bismarck diplomasisi mümkün olduğunca çok olasılık ve seçeneğin açık, manevra alanının ise oldukça geniş tutulmasını hedefliyordu. Ancak Fransa’yı çevreleyen bir ittifak ağı kurmasına rağmen, hedefleri arasında sağlam ve uzun süreli bir blok oluşturmak yoktu. Aksine, büyük güçlerin ilişkilerini sınırlı sözleşmelerle akışkan bir durumda tutmak istiyordu. Bu ise onun sistemini kırılgan bir hale getiriyordu.

 

Avrupa barışını koruyabileceğine inanan Bismarck bu isteğini birkaç kez, örneğin 6 Şubat 1888’de, teyit etti. Öte taraftan Alman askeri çevrelerde bir hayli taraftar bulmuş olan önleyici savaş stratejisine karşı durdu. Ancak yine de gerçekçi bir yaklaşımla 1880’lerin sonlarında barışın kısa vadede bozulacağına inanmasa da Alman İmparatorluğu’nun iki cephede savaşmak zorunda kalabileceği olasılığını göz ardı etmedi ve halkı hem maddi hem de manevi bakımdan buna hazırlamak istedi.

 

Bismarck, savaş olasılığının, savaşın kolay göründüğünde artacağına, tersine savaş zor göründüğünde ise azalacağına inanıyordu. Savaş meselesine gerçekçi (realist) bir perspektiften bakıyor, bir devletin askeri bakımdan güçlü olmasının savaş olasılığını azaltacağına, zayıf olmasının ise rakiplerin saldırısına davetiye çıkaracağına inanıyordu.

 

Bismarck’ın halefleri onun politikasını birçok meselede devam ettirdiler. Örneğin bir meselede bir büyük güçten taviz koparmak için, diğer bir meselede onun aleyhine bir siyaset gütmek, hatta baskı oluşturmak gibi. Öyle ki, Alman İmparatorluğu 1898 sonrasında iddialı bir savaş filosu oluşturma, yani Alman deniz kuvvetlerini Büyük Britanya ile rekabet edebilecek bir seviyeye yükseltme stratejisi izlemekteydi. Yine aynı şekilde bu stratejinin arkasında da taviz koparma amacının yattığını söyleyebiliriz. Ancak, bu tür taktikler çoğu kez beklenenin tersi sonuçlar verdi, çünkü halefleri Bismarck’ın uzun süreli deneyiminden ve güçlü içgüdüsünden yoksunlardı.

 

Dolayısıyla, Alman sosyolog Max Weber’in tespit etmiş olduğu gibi, büyük devlet adamı hiçbir siyasi gelenek bırakmadı. Bir anlamda Bismarck’ın mirası halefleri için ağır gelmişti. Henry Kissinger ile ifade edecek olursak, ‘Bismarck’ın trajedisi, onun yeteneklerinin, toplumun onları içselleştirme kabiliyetini aşmasıydı. Bismarck’ın yeteneği ise, özümsenemeyen büyüklüktü.

 

___

[i] Bismarck ve dönemi ile ilgili çalışmaların, hatta sadece monografi ve biyografilerin en önemlilerinin dahi eksiksiz bir dökümünü yapmak imkansızdır. Dolayısıyla burada bazı önemli bulduklarımıza ve örnek teşkil edenlerine, bir de bu yazıda yararlandıklarımıza değineceğiz. Örneğin Norbert F. Pötzl, Bismarck: Der Wille zur Macht (Berlin, 2015), Bismarck’in siyasal serüvenini açıklarken onun güç ve iktidar içgüdüsünü, barındırdığı muhafazakarlık–reformculuk ikilemini ortaya koyması ve neden ‘Demir Şansölye’ olarak adlandırıldığını anlatması bakımından önemlidir. Hans Ulrich Wehler, Bismarck und der Imperialismus (Frankfurt a.M.,) adlı kitabında ise Alman Şansölyesini ve politikalarını Alman emperyalizmi bağlamında çözümlemesi bakımından diğerlerinden farklıdır. Wehler metodolojik olarak iç politikanın dış politikayı belirlediği önermesinden hareket eder. Ayrıca bkz. Lothar Gell, Bismarck: Der weisse Revolutionär, Berlin, 1997.

 

[ii] Daha fazla bilgi için bkz. Hans-Ulrich Wehler, Das Deutsche Kaiserreich 1971–1918, Göttingen: Vandenhoeck & Ruprecht,1977; Christoph Nonn, Das deutsche Kaiserreich: Von der Gründung bis zum Untergang, München: C. H. Beck, 2017.

 

[iii] Bismarck’ın en keskin karşıtlarından olan sosyal demokratlar, Demir Şansölyenin iç ve dış politikasının ayrılmaz bir bütün oluşturduğu düşüncesindeydiler. Bismarck’ın dış politikasının da büyük güçleri birbirlerine karşı kışkırttığı ve Rusya ile Avusturya-Macaristan’daki azınlıkların ve halkların özgürlük taleplerine duyarsız kaldığından dolayı antidemokratik olduğunu iddia etmekteydiler. Bkz. Ernst Engelberg, Bismarck: Sturm über Europa, München: Pantheon Verlag, 2017, s. 757.

 

[iv] Alman tarihçi Wehler (Bismarck und der Imperialismus) Bismarck’ın dış politikasını ve ittifaklar sistemini Almanya’nın sanayileşme serüveni bağlamında ele alır. Ona göre, Alman ekonomisinin gelişimi, geçirdiği sarsıntılar ve buna bağlı olarak gelişen sosyal çalkantılar Bismarck’ı dışarıda yeni pazar arayışlarına, dolaysız koloniciliğe, içeride ise ekonomik müdahaleciliğe ve korumacılığa (sosyal emperyalizm) itmiştir. Bkz. Wehler, s. 22 ve 499–502.

 

[v] George Lukacs, History and Class Consciousness, London: Bibliotech Press, 2017.

 

[vi] Kuzey Almanya Birliği, Prusya’nın Avusturya karşısında kazandığı askeri zaferin ardından, 22 krallık ve dukalığın Prusya önderliğinde 1867’de kurdukları konfederasyonun adıdır. Kuzey Almanya Birliği’nin başkenti Berlin, devlet başkanı Prusya kralı, başbakanı ise Prusya şansölyesiydi. 1871’de Alman İmparatorluğu’na katılan birliğin anayasası imparatorluk anayasasına örnek teşkil etmiştir.

 

[vii] 1815’de Viyana Kongresi’nde, I. Napolyon tarafından 1806’da ortadan kaldırılan Kutsal Roma İmparatorluğu’nun yerine kurulan Alman Birliği, egemen Alman prensleri ve özgür şehirlerden oluşan gevşek ve ademi merkeziyetçi bir konfederasyon idi. Ortak bir yönetimi, para birimi ve ordusu olmayan bu konfederasyon ulusal birlik yanlısı Alman liberallerini hayal kırıklığına uğratmıştı. Birlik 1866’da Prusya’nın Avusturya üzerindeki askeri zaferinden sonra yerini Kuzey Almanya Birliği’ne bıraktı.

 

[viii] Napolyon Savaşları sonrasında 1814 yılında toplanan Viyana Kongresi Avrupa’da devrim öncesi eski siyasal ve toplumsal düzenin yeniden ihyasını hedeflemekteydi. Avusturya İmparatorluğu başbakanı Metternich’in oynadığı etkin rolden dolayı Metternich Sistemi olarak da anılan yeni düzen üç temel prensip üzerine inşa edilmişti: Restorasyon prensibi, yani eski siyasal ve toplumsal düzenin mümkün olduğunca yeniden kurulması; meşruiyet prensibi, yani sadece eski hanedanların yönetiminin meşru olduğu fikri ve devrimci hareketlerin engellenmesi ve bu bağlamda devrimci ayaklanmalara maruz kalan prenslik ve devletlere yardım edilmesi, yani dayanışma prensibi. Metternich sistemi, beşli Avrupa Güçler Dengesinin yeniden kurulmasını, Avrupa’nın Merkezinin, yani Almanya’nın küçük devletlerden teşekkül etmesini ve Fransa’nın etrafında tampon devletlerin (Belçika, Piyemont, Prusya’nın batıya doğru genişletilmesi vs.) oluşturulmasını öngörüyordu. Daha fazla bilgi için bkz. Alexandar Breyer, Das System Metternich: Die Neuordnung Europas nach Napoleon, Darmstadt: Primus Verlag, 2014.

 

[ix] Norbert F. Pötzl, Bismarck, 2015, s. 111.

 

[x] Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Karl Marx, The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, London: Pluto Press, 2002. Marx’ın eseri döneminin Bonapart’ın hükümet darbesi ile ilgili son derece ufuk açıcı çözümlemeleri içermesi bakımından önemlidir.

 

[xi] 8 Mayıs 1852 tarihli Londra Protokolü büyük Avrupa güçleri – Büyük Britanya, Fransa, Rusya, Prusya ve Avusturya İmparatorluğu – ile İskandinav devletleri – İsveç ve Danimarka Krallığı – arasında uluslararası bir antlaşmadır. Protokol, çok uluslu bir devlet olan Danimarka’nın teritoryal statüsünü düzenlemekteydi.

 

[xii] Bkz. Norbert F. Pötzl, Bismarck, 2015, s. 118–133, Engelberg, Bismarck, s. 317–329.

 

[xiii] Öyle ki Bismarck yayınladığı bir bildiri ile Leopold’un İspanya tahtına adaylığını savunur. Karşılaştırınız Pötzl, Bismarck, s. 135.

 

[xiv] Fransa ile Kuzey Alman Birliği arasındaki savaşa giden olayların, savaşın ve imparatorluğun kuruluşunun çözümlenmesinde şu iki eserden yararlanılmıştır: Klaus-Jürgen Bremm, 70/71: Preußens Triumph über Frankreich und die Folgen, Darmstadt: WBG Verlag, 2019 ve Tillmann Bendikowski, 1870/71: Der Mythos von der deutschen Einheit, München: C. Bertelsmann, 2020.

 

[xv] Ulusal birlik meselesi bir hayli tartışmalıdır. Örneğin Hukukçu Hermann Kantorowitz, Bismarck’ın ulusal birliğin tamamlayıcısı olduğu tezine karşı çıkıyordu, çünkü katolikleri, sosyalistleri ve demokratları ötekileştirerek, düşman ilan ederek ve onları siyasi katılım süreçlerinden dışlayarak, milleti birbirlerine güvensiz ve nefret eden kamplara ayırmaktaydı. Bkz. Hermann Kantorowitz, ‘The New German Constitution in Theory and Practice’, içinde Economica, No. 19/1927, s. 37 ve vb..

 

[xvi] Bu konuda bkz. Sean McMeekin, ‘Benevolent Contempt: Bismarck’s Ottoman Policy’, in: Hakan Yavuz/Peter Sluglett, War and Diplomacy: The Russo-Turkish War of 1877–1878 and the Treaty of Berlin, Utah: University Press, 2011, s. 79–97. Örneğin Almanya bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu’na boğazların tahkim ve silahlandırılmasında yardımcı olmak ve boğazlara yönelik olası bir Britanya saldırsını engellemek suretiyle Rusya’yı desteklemiştir. A ‘special German commission was created to revamp Ottoman shore defences and if necessary mine the Dardanelles, in case the British fleet sought to attack Russia via the Black Sea’ (McMeekin, 2011, s. 87).

 

[xvii] Bkz. Friedrich Engels, ‘Worum es in der Türkei in Wirklichkeit geht‘, içinde Karl Marx und Friedrich Engels Werke, Bd. 9, Berlin: Diietz Verlag, 1975: 13–17, s. 15.

 

[xviii] Berlin Kongresi, 1877–78 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) sonrası Balkanlar’daki devletlerarası ilişkileri ve arazi meselelerini yeniden düzenlemek amacıyla 1878’de toplanmıştır. Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğuna dikte ettiği Ayastefanos Anlaşması, Ege denizine çıkışı olan bağımsız büyük bir Bulgar Krallığı’nı öngördüğünden Büyük Birtanya’nın ciddi tepkisini çekmişti. Dolayısıyla kongrenin bir diğer amacı da ufukta beliren bir Rus–İngiliz savaşını engellemekti. Bismarck’ın ‘dürüst aracı’ rolünü üstlendiği Berlin Kongresi’nde Büyük Bulgaristan oluşumu engellenmiş, Büyük Britanya lehine birçok düzenlemeler gerçekleştirilmişti. Bundan dolayı Rusya’da Almanya ve Bismarck’a karşı derin bir kırgınlık oluşmasına yol açmıştı.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.