Bölgesel Radarda Suriye Nerede Duruyor?

Gazze krizi, odağı bölge ülkeleri için 2011 yılından bu yana pek çok komplikasyon yaratan Suriye üzerinden almış olsa da beş dinamik, önümüzdeki süreçte bölgesel spot ışıklarının yeniden Suriye üzerine döneceğine işaret ediyor.

suriye israil filistin savaşı

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e dönük gerçekleştirdiği saldırı ve Tel Aviv’in Gazzeli sivillere dönük gerçekleştirdiği orantısız, kasıtlı ve sivil-savaşçı ayrımı gözetmeyen vahşi saldırılarının üzerinden 2 aydan fazla bir süre geçti. İsrail’in saldırılarında şu ana dek 20 binin üzerinde insan hayatını kaybetti ki bunların arasında 8.000’den fazla çocuk da bulunuyor. Ayrıca saldırılar 50 binden fazla insanın da yaralanmasına neden oldu. Binlerce insan ise hâlâ enkaz altında. Kısacası İsrail saldırganlığı sonucu Gazze tarumar edildi. Dolayısıyla her alanda korkunç bir felaket yaşayan Gazze doğal olarak uluslararası medyanın gündemini uzunca bir süredir meşgul etti, ediyor. Ne var ki, benzeri pek çok insanlık dramında tecrübe edildiği üzere, Gazze’deki savaş uzadıkça uluslararası medyaya yaşanan durumun vaka-i adiyeden gibi lanse edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı da izahtan vareste. 11 Eylül saldırıları gibi küresel bir hadise hüviyeti taşıyan Rusya’nın Ukrayna işgalinin son dönemlerde epey bir gündemden düşmüş olması bu durumun bir örneği. 

 

Bölgesel Savaş İhtimali Odağında Suriye

 

7 Ekim sonrasında Gazze krizi Ortadoğu’da bölgesel bir savaşı tetikler mi sorusu sorulduğunda akla gelen ilk ülkelerden birisi Suriye idi. Suriye’nin İran ile çok uzun yıllara dayanan ittifakı, İran destekli milislerin Suriye’deki yoğun varlığı ve İsrail’in işgali altında bulunan Golan Tepeleri’ne Suriye’den yapılması muhtemel saldırılar gözleri bu ülkeye çevirmişti. Ancak şu ana kadar Suriye, Gazze krizinin etkilerinden kendisini olabildiğince uzakta tutmaya çalışan bir tablo çizdi. 

 

Bunlarla birlikte, Gazze krizi haricinde spot ışıklarının uzunca bir süredir üzerine tutulmadığı Suriye’nin önümüzdeki zaman diliminde -Gazze krizi bağlamı dışında da- bölgesel radara girme ihtimali artıyor. Bu duruma sebebiyet veren çeşitli göstergeler ise şunlar: 

 

İran Destekli Milislerin ABD ve İsrail Hedeflerine Dönük Saldırıları

 

İran Gazze krizine doğrudan doğruya müdahil olmasa da bölgedeki vekil güçleri üzerinden savaşa müdahil olmuş durumda. Irak’tan Lübnan’a, Yemen’den Suriye’ye kadar İran’ın devlet dışı proksileri İsrail’e karşı şimdilik ‘kontrollü’ bir mücadele içinde. Bu minvalde Suriye’de konuşlu ABD birliklerine Gazze krizi sonrasında Suriye’den defalarca saldırı yapıldı. Özelde ABD’nin genelde Batı’nın İsrail’e Gazze krizinde verdiği koşulsuz destek nedeniyle, İran destekli milisler Washington’ı Tel Aviv üzerindeki baskıyı artırarak bir ateşkese ikna etme amacıyla bu yola tevessül etmiş görünüyorlar. 

 

Bunun yanı sıra gerek Golan Tepeleri’ne gerekse de İsrail’in Eilat şehrine Suriye’den küçük ölçekli saldırılar gerçekleştirildi. Ancak bu saldırılar İsrail’i İran destekli milislere farklı bölgelerde karşılık vermeye zorlasa da Tel Aviv’i Gazze krizinde bir ateşkese zorlayamadı. Bu saldırılara İsrail, Suriye’de Şam ve Halep havalimanlarını vurarak karşılık verdi. Daha önemli bir gelişme ise Aralık ayının son günlerinde yaşandı. İran Devrim Muhafızları Ordusu mensubu Tuğgeneral Razi Musevi Şam’da İsrail’in düzenlediği bir saldırıda öldürüldü. Musevi’nin İran’ın Suriye’deki en üst düzey komutanı olarak lanse edilmesi saldırının önemini gösteriyor ki İran Musevi’nin öldürülmesi nedeniyle İsrail’e intikam tehdidinde bulunmakta gecikmedi. Önümüzdeki süreçte Suriye’de gerilimin artabileceğine dair ilk gösterge bu. 

 

Ürdün’ün Suriye’deki Uyuşturucu Tacirleriyle Mücadelesi 

 

Suriye’de gerilimin yükselmesine sebebiyet verebilecek ikinci gösterge Ürdün’ün Suriyeli uyuşturucu tacirleriyle/kaçakçılarıyla giriştiği mücadele. Suriye’nin güney komşusu Ürdün, 2011 yılında Suriye’de savaşın patlak vermesinden bu yana yaşanan krizlerden en kötü etkilenen ülkelerden birisi olageldi. Ülke örneğin yüzbinlerce Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. 2011 sonrasında Suriye ile ipleri koparan ilk başkentlerden birisi olan Amman, son yıllarda Şam rejimi ile ilişkilerini normalleştirdi. Daha doğrusu Ürdün Suriye ile ilişkilerini normalleştirmekle kalmadı başka ülkelerin de rejimle normalleşmesi için bir nevi diplomasi yürüterek teşvikte bulundu.

 

Amman yönetiminin Şam ile ilişkilerini düzeltmek istemesinin ardında ekonomik sebeplerin yanında Suriyeli sığınmacıları ülkelerine geri gönderme ve Suriye’den Ürdün’e olan uyuşturucu trafiğini durdurma gibi arzular vardı. Ne var ki bu faktörlerin hiçbirinde Ürdün ciddi bir başarıya ulaşamadı. Uyuşturucu akışını durdurma konusunda ise Ürdün’ün yaşadığı tam bir trajedi ve hayal kırıklığı oldu. Hizbullah ve Suriye rejimi ile iltisaklı uyuşturucu tacirleri/kaçakçıları Ürdün’e ürettikleri bir tür uyuşturucu olan Captagon’u sokabilmek için metotlarını sürekli olarak yenilediler. Son olarak, uyuşturucu yüklü drone’lar vasıtasıyla Ürdün’e uyuşturucuyu sokmaya çalıştılar örneğin. Zaman zaman Ürdün ordusu ile uyuşturucu kaçakçıları arasında çatışmalar yaşandı ki bu çatışmalarda kaçakçılardan bir kısmı öldürüldü. Aralık ayının ikinci haftasından itibaren ise Suriye’den Ürdün’e silah ve uyuşturucu sokmaya çalışan kişiler ile Ürdün ordusu arasında saatlerce süren çatışmalar yaşandı. Çatışmalar Ürdün’ün Suriye’nin güneyinde uyuşturucu tacirlerinin bulunduğu alanları bombalamasıyla nihayete erdi ki mezkûr bombardıman türünün ilk örneği de değildi. Mayıs ayında da yine Suriye’nin güneyine dönük hava saldırıları gerçekleştirmişti Ürdün ordusu. 


Yaşanan son olaylar sonrasında bazı kaçakçılar Ürdün ordusunca öldürüldü, dokuz uyuşturucu taciri sağ ele geçirildi. Bahse konu çatışmalarda Ürdün ordusundan bazı kişiler de yaralandı. Ürdünlü yetkililere göre bu olaylar neticesinde 5 milyondan fazla Captagon hapı ele geçirildi. Uyuşturucunun yanında Ürdünlü yetkililerin ele geçirdikleri arasında otomatik silahlar ve anti-tank roketleri gibi silahlar bulunuyor. Dikkate değer bir nokta da şu: Yaşananlar nedeniyle Ürdün yönetimi uyuşturucu kaçakçılığı konusunda İran’ı net bir şekilde suçladı. 

 

İdlib’e Dönük Saldırılar ve HTŞ’nin SMO ile Mücadelesi 

 

Suriye’yi gündeme taşıyacak bir üçüncü dinamik de İdlib konusu. El Kaide’nin eski kolu Nusra Cephesi’nin Suriyelileşmiş/yerelleşmiş hâli olan Hey’et Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) kontrol ettiği ve 4 milyondan fazla sivilin yaşadığı bölgeye dönük saldırılar gerçekleşiyor. Her ne kadar İdlib aralıklarla hedef alınsa da Ekim ayından bu yana ve Gazze krizinin patlak vermesinden sonra rejim ordusu, Rus uçakları ve İran destekli milislerin gerçekleştirdikleri saldırıların yoğunluğu arttı ve onlarca sivil saldırılarda hayatını kaybetti, yüzlerce kişi de yaralandı. 

 

Bunun yanında HTŞ uzunca bir süredir kontrol ettiği alanları büyütme derdinde ve bunun için de rakibi Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ile zaman zaman karşıya geliyor. Örneğin Eylül ayının sonlarında HTŞ Fırat Kalkanı bölgesinde müttefikleri yoluyla SMO ile bir güç mücadelesine girişti ve bazı bölgeleri kısa bir süreliğine kontrol etti. Daha sonrasında gerilim Türkiye’nin araya girmesiyle biraz yatışsa da taraflar arasındaki problemlerin nüksetmesi küçük bir kıvılcıma bağlı.

 

Bunlara ek olarak, son dönemlerde HTŞ’nin içerisinde yaşanan bir kriz de Kuzeybatı Suriye’de güvenlik durumunu kötüleştirmişe benziyor. Nusra Cephesi’ni kuranlardan biri olan ve HTŞ’de örgüt lideri Ebu Muhammed el-Cevlani’den sonra 2 numara olarak bilinen Iraklı Ebu Maria El Kahtani HTŞ tarafından birkaç ay önce görevinden alınmıştı. Kendisinden uzunca bir süre haber alınamayan Kahtani’nin öldüğüne dair medyaya bilgiler yansıdı. Ölüp ölmediği, öldüyse hangi koşullar altında öldüğü veyahut örgüt tarafından infaz edilip edilmediği şu an için muamma. Kahtani’den sonra HTŞ içerisinde üst düzey bir noktada bulunan Ahmed Zakur ise örgütten ayrıldığını duyurdu ve HTŞ’nin eylemlerinden uzak olduğunu ilan etti. Zakur ve kendisine bağlı olan bazı kişiler daha sonra Halep kırsalındaki Azez’e kaçtı. Zakur’un Halep’e gitmesindeki temel saik oralı olması ve mensubu bulunduğu Baggara aşiretine sığınmaktı. Bunun üzerine örgüt lideri Cevlani destekçileriyle Zakur’a sadık kişiler arasında Azez’de yoğun çatışmalar yaşandığını gösteren görüntüler sosyal medyaya yansıdı. Çatışmalarda sivillerin yaralandığı da duyuruldu. Zakur’un akıbeti üzerindeki sır perdesi de henüz aralanmış değil. Ancak burada açık olan bir şey var ise o da Kuzeybatı Suriye’de suların durulmayacağı. Fırsatını bulduğu ilk anda HTŞ’nin SMO ile bilek güreşine kaldığı yerden devam edeceği ve Türkiye destekli muhaliflerin idaresindeki alanları kendi desteklediği Kurtuluş Hükümeti kontrolü altına almak isteyeceği ortada.

 

Dünya Gıda Programı (WFP) Suriye’ye Verdiği Desteği Kesiyor

 

Nüfusun yüzde 90’ından fazlasının fakirlik sınırı altında yaşadığı ve ülkenin en az yüzde 70’inin insani yardıma ihtiyaç duyduğu Suriye’de Dünya Gıda Programı’nın (WFP) milyonlarca insana sunduğu destek hayat kurtaran bir işlev görüyordu. Ancak WFP finansman problemleri nedeniyle 2024 yılının başında Suriye’nin genelinde genel gıda yardımı programını sona erdireceğini ilan etti. Daha önce de Suriye’ye verdiği yardımı tedrici bir şekilde azaltan WFP’nin desteğinden son olarak 2,5 milyon insan faydalanıyordu. Ukrayna krizi sonrası donörlerin Ukraynalı mültecilere destek vermek zorunda kalmaları, Gazze krizi nedeniyle yüzbinlerce insanın insani yardıma muhtaç hâle gelmesi ve Suriye savaşının çok uzun bir süredir (I. ve II. Dünya savaşlarının toplamından fazla) devam etmesi nedeniyle donörlerde yaşanan yorgunluk WFP’nin son kararına yol açmış durumda. Milyonlarca insanın insani yardımdan mahrum bırakılacak olması Suriye’de ciddi bir insani krizi tetikleme ihtimali taşıyor. Zaten çok yüksek işsizlik ve enflasyon oranları sebebiyle sayısız insan kaçak yollarla Suriye’yi terk edip Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalışıyordu uzunca bir süredir. WFP’nin son kararıyla daha çaresiz bir noktaya ve fakirliğe sürüklenecek insanların Suriye’den ayrılma trendine hız vermesi hiç de uzak bir ihtimal değil. Dahası artık kaybedecek bir şeyi olmayan bu insanların Suriye’de kalsalar dahi içerisinde bulundukları acı koşullar sebebiyle çeşitli problemler yaratabilme ihtimalleri olduğu da açık. Suriye’yi bölgesel radara yeniden sokacak dördüncü dinamik de bu. 

 

Kuzeydoğu Suriye’de Yaşanan Gelişmeler

 

Suriye’yi tartışmaların odağına alması muhtemel beşinci faktör/dinamik de Suriye’nin kuzeydoğusunda yaşanan bazı gelişmeler. Ülkenin geri kalanına göre kontrol ettiği doğal kaynaklar, verimli tarım alanları ve ABD’den aldığı maddi/siyasi destekle daha iyi bir durumda olduğu görülen Kuzeydoğu Suriye’deki PYD/SDG kontrolündeki alanlarda son dönemde çeşitli siyasi adımlar atılıyor. Rakka’da düzenlenen bir dizi toplantı sonucunda kısa bir süre önce PYD/SDG kontrolündeki alanlarda anayasa hüviyeti taşıyan yeni bir ‘toplumsal sözleşme’ kabul edildi. Bunun yanı sıra PYD’nin kontrolündeki idari yapı adını bir kez daha değiştirerek ‘Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ adını aldı. Son gelişmelerle yönetimin idari yapısı da yeniden yapılandırıldı. Toplumsal sözleşmenin yenilenmesi meselesi yeni bir konu olmamakla beraber sürecin SDG ile Arap aşiretleri arasında yaşanan ve aralarında sivillerin de olduğu çok sayıda insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan çatışmalardan kısa bir süre sonrasında nihayete erdirilmiş olması dikkat çeken bir husus. 

 

Bu değişikliklere ek olarak SDG’nin siyasi kanadı olarak bilinen Suriye Demokratik Konseyi de eş başkanlığa iki yeni ismi seçti. Her ne kadar seçilen eş başkanlardan Mahmud Meslat’ın Türkiye’nin desteklediği muhalif yapılara yakın ve daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüş bir kişi olduğu iddia edilse de Ankara’nın, Kuzeydoğu Suriye’de yaşanan gelişmeleri ‘PKK’nın devlet inşası projesinde hızlanma, kökleşme ve konsolide olma’ olarak okuması kuvvetli bir olasılık. Nitekim Türkiye sınır ötesi operasyonlar konusunda Suriye ve Irak’ı tek bir dosya olarak ele alıyor. Irak’ta Aralık ayının sonunda PKK ile yaşanan çatışmalarda 12 Türk askerinin hayatını kaybetmesi sonucu Türkiye’nin Suriye’de PYD kontrolündeki alanları defalarca hedef alması örneğinden de görüleceği üzere bu trendin önümüzdeki süreçte devam edeceği görülüyor. Zaten uzunca bir süredir Türkiye hem Suriye hem de Irak’ın içlerinde Türkiye sınırlarına yüzlerce kilometre uzakta olan Süleymaniye ve Deyrizor gibi bölgeler de dahil olmak üzere kendisine tehdit gördüğü alanlarda PKK mensuplarına MİT aracılığıyla operasyonlar düzenliyor. Dahası, Kuzeydoğu Suriye’de Türkiye PYD kontrolündeki alanlarda özellikle altyapı ve PYD-SDG’ye gelir kaynağı sağlayan petrol alanlarına dönük saldırılarını artırmış durumda. Kuzeydoğu Suriye’nin Türkiye için ‘terör’ parantezine sıkışmış olması dolayısıyla Türkiye’nin bu bölgeye dönük yaklaşımında yakın vadede bir değişiklik de beklenmiyor. 

 

Hülasa, Gazze krizi, odağı bölge ülkeleri için 2011 yılından bu yana pek çok komplikasyon yaratan Suriye üzerinden almış olsa da yukarıda bahsedilen beş dinamik önümüzdeki süreçte bölgesel spot ışıklarının yeniden Suriye üzerine döneceğine işaret ediyor.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.