Boynuz Kulağı Nasıl Geçti?
Sadece “faizle nasıl uğraşılır” lafının altında kalınmadığı görüntüsü vermenin ülkeye maliyeti çok ağır oldu. KKM ödemeleri, vergi ve stopaj indirimi ile vazgeçilen tutarlar yıl sonunda 100 milyar TL’yi bulabilir. Bu, tarımsal destek ödemelerinin üç katı büyüklüğünde veya 5 milyon yoksul haneye bir yıl boyunca ayda 1.500 TL ödemeye eşdeğer bir tutar.
24 Haziran 2018 seçimlerinden bir hafta önce Cumhurbaşkanı’nın “24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” sözü, tüm kampanya döneminin en ses getiren ekonomik vaadi olmuştu.
Bu vaat o gün kulağa hoş gelse de, aradan geçen dört yıla yakın sürede uygulanan kısa vadeli ve yanlış politikalarla faiz ve dövizde ciddi yükselişler ortaya çıktı. 2018 kampanyasının gündemine çok da girmeyen enflasyon ve hayat pahalılığı ise en önemli sorun haline dönüştü.
Hükümet bu sorunlarla başa çıkacak akılcı politikalar uygulamak yerine “faiz sebep enflasyon sonuç” teorisini duyunca kafa sallayacak bakan ve bürokrat arayışları ile zaman geçirdi. Bu sürede dört Merkez Bankası (TCMB) başkanı, üç Maliye bakanı ve beş TÜİK başkanı gördük.
2002 Aralık ile 2018 Mayıs arasındaki 16 yılda üçe katlanan sepet döviz kuru, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ndeki dört yıldan az sürede tekrar üçe katlandı.
Faizlerde dalgalı bir seyir izlense de ihtiyaç kredisi faizleri bugün %26 ile TCMB faizinin %12 puan üstünde seyrediyor.
Ülke risk primimiz ise son 10 yılın en yüksek seviyelerine gelip orada yerleşik hale geldi.
Anlık Veriden Stoka Dönüşüm
Ancak döviz kuru, kredi faizleri ve risk primi anlık veriler. Bu yanlış politikaların en önemli yan etkisi ise kamunun borç stokunda ortaya çıkıyor. Yükselen risk primi ve TL tahvil faizleri, yurtiçi ve yurtdışı borçlanma maliyetini yükselterek borç stokunun reel olarak artmasına neden oluyor. Bu artış gelecek nesillere altından kalkması zor bir tablo bırakıyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin borç stokunda ve ödenecek faizlerde ciddi bozulma yaratması 2019 sonrasında oldu. 2018 sonbaharında yükselen risk primleri ve faizleri, 2019 yılından itibaren ödenecek faiz ve anapara tutarlarının reel olarak yükselmesine neden oldu.
Yukarıda gördüğünüz grafikte mavi çizginin üç yıldan az bir sürede müthiş bir performansla kırmızı çizgiyi yakaladığını göreceksiniz. Buradaki tutar 2019 sonundaki 426 milyar TL seviyesinde iken bu yıl Şubat sonunda 1,35 trilyon TL seviyesine çıkmış. Aradan geçen sadece 26 ayda üç kattan fazla artmış. Enflasyonla TL cinsi büyük rakamları okumak artık zorlaştığı için bunun Şubat sonunda 96 milyar ABD doları eşdeğeri bir tutar olduğunu da belirteyim. Müthiş performans sergileyen mavi çizgi sizce neyi temsil ediyor olabilir? Bu bir şirket hissesinin değeri olsa iki yıllık bir sürede TL cinsinden üç katına çıkan, dolar cinsinden ise %33 artan hissenin çok kuvvetli bir hikâyesi veya kâr potansiyeli olmalı diye düşünürüz.
Mavi çizgi hem finans uzmanlarının hem de ekonomistlerin pek takip etmediği bir veri. Bu veri maalesef Hazine’nin ileriki yıllarda iç borcuna ödeyeceği faiz tutarlarını gösteriyor. Borç stoku verisi çok yakından takip edilirken, bu stoka dahil edilmeyen ileriye yönelik biriken faiz yükü ise pek konuşulmaz.
Grafikteki kırmızı çizgi de borç stokunu gösteriyor. İç borç stoku aynı dönemde 755 milyardan 1,35 milyara yükselmiş. Kısacası iç borç stokunun ileride ödenecek birikmiş faizleri 2019 sonunda stokun neredeyse yarısı iken, sadece 26 ayda borç stokunu yakalamış.
Gelecek ayın verisi açıklandığında muhtemelen birikmiş faiz tutarının iç borç stokunu geçtiğini de göreceğiz. Benzetmek gerekirse, boynuz kulağı geçecek.
6 Nisan’da Perspektif’te yayımlanan “Fare Deliğe Sığmamış, Bir de Kuyruğuna Kabak Bağlamış” başlıklı yazımda enflasyona endeksli tahvillerin yeniden ihracı yoluyla gelecek nesillere aktarılan faiz yükünün nasıl artırıldığını yazmıştım.
Aşağıdaki tabloda artan faiz yükü ile iç borç stokunu beraber görünce durumun vahameti daha net ortaya çıkıyor.
(İleride ödenecek faizlerin bugünkü değeri daha düşük olduğu için borç stokuna eklemek doğru bir gösterim olmasa da, bu faizlerin önemli kısmı gerçekleşmiş enflasyondan kaynaklanmakta. Bu nedenle ödenecek faiz yükünün borca oranını göstermesi açısından bu tablo bir fikir veriyor.)
2018 seçimlerinin yegâne ekonomi vaadi olan “24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” sözünden sonra iç borç stoku ve ödenecek faizlerin toplamı 3,2 katına yükselmiş. Aynı dönemde birikimli enflasyon ise %145 olmuş. Gelecek nesillerin ödemesi veya borçlanması gereken tutar reel olarak çok artmış durumda.
İçi Dışı Bir Borç Yapısı
Tabii ki gelecek nesiller sadece iç borcun yükünü sırtlamayacaklar. Yetkinin verildiği 2018 Haziran ayından bu yana sepet döviz kurunun Türk lirasına karşı üç katına çıktığını gördük. Bu kontrolden çıkan artış, dış borç stokunu ve dış borca ödenecek faizleri de artırdı. Toplam borç stokuna aynı yaklaşımla baktığımızda aşağıdaki tablo ortaya çıkıyor.
Sonuç; sadece dört yılda dörde katlanan borç ve faiz yükü artışı.
Yanlış para ve maliye politikalarının çıktısı maalesef sadece artan borç stoku ve faizleri ile sınırlı kalmıyor.
Kötü Çocuk KKM
Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulaması ile artık yeni bir “kötü maliye politikası çocuğumuz” var. KKM ödemeleri ile Hazine herhangi bir mal veya hizmet satın almıyor, herhangi bir borçlanma da yapmıyor. TL faizi döviz kuruna yetişemezse bütçeden karşılıksız bir para ödüyor. Bugüne kadar Hazine ve TCMB’den ödenen tutarın 15 milyar TL olduğunu biliyoruz. Muhtemelen bu tutar önümüzdeki bir ay içinde 35 milyar TL’yi bulacak. Yıl sonuna kadar ne ödeneceği de belli değil ve riskin ucu açık. Devletin muhasebe gösteriminde KKM ödemeleri “Mevduat ve katılma hesaplarının kur artışlarına karşı korunmasına ilişkin giderler” adı altında bir kalem oluşturularak gösterilmiş. Bunun yerine “Kötü para politikasına ödenen giderler” dense daha doğru bir ifade olabilirdi.
Piyasadaki tüm faizler yükselmesine karşın TCMB faizinin düşük tutulabilmesinin bankacılık sektörü dışında kimseye uzun vadeli bir faydası olmuyor. Ancak bu politika seti için bütçede KKM’ye nakden ödenen tutardan başka maliyetler de var.
Bunlardan ilki, şirketlerin KKM yapmaları için vazgeçilen Kurumlar Vergisi. Bakan yardımcısı bu tutarı 10,2 milyar TL olarak açıklasa da, bunun ilk maliyet olması muhtemel. Şirketlerin yaptığı KKM tutarına bakınca vazgeçilen verginin yıl içinde bunun iki-üç katına çıktığı görülebilir.
Ayrıca TL mevduat faizlerinin enflasyondan kopması ile 2020 yılından bu yana TL mevduatlarında sözde teşvik için stopaj tutarları düşürüldü veya sıfırlandı.
Bunun bütçeye yıllık maliyetinin 25-30 milyar TL civarında olduğu hesaplanıyor.
Sadece “faizle nasıl uğraşılır” lafının altında kalınmadığı görüntüsü vermenin ülkeye maliyeti çok ağır oldu. KKM ödemeleri, vergi ve stopaj indirimi ile vazgeçilen tutarlar yıl sonunda 100 milyar TL’yi bulabilir. Bu, tarımsal destek ödemelerinin üç katı büyüklüğünde veya 5 milyon yoksul haneye bir yıl boyunca ayda 1.500 TL ödemeye eşdeğer bir tutar.
Sonuç olarak 2018 seçimleri öncesi verilen en popüler ekonomik vaadin sonucu devasa borç ve faiz yükü artışı ile bütçede açılan faydasız bir gedik oldu. Dünya yedincisi yüksek enflasyon ve fakirleşme de cabası.
Hayaller Anahtarlar, Gerçekler Üç Haneliler
Son 30 yılda seçim öncesi verilen ekonomik vaatler içinde üç tanesi hafızalarımızdan hiç silinmeyecek. İlki Tansu Çiller’in “Herkese iki anahtar vaadi”. İkincisi Süleyman Demirel’in “Tütüne ANAP ne veriyorsa biz 5.000 lira fazla vereceğiz” vaadi. Sonuncusu ise Cumhurbaşkanı’nın “24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” vaadi.
Her üç vaadin sonunda da vatandaşların payına düşen maalesef üç haneli enflasyon oldu.