Brezilya Seçimlerinin Çağrıştırdıkları
Brezilya’da devlet başkanlığı seçimini İşçi Partisi Başkanı solcu Lula da Silva kazandı. Lula seçim süresince ‘Bolsonaro ne diyecek’ diye düşünmeden, amasız ve fakatsız bir biçimde silahın yerine ekmeği; otoriter yönetimin yerine demokrasiyi savundu. Sizce de bunları, şimdi cesur liderlerin cesaretle Türkiye’de söylemesinin zamanı değil mi?
Popülist sağ siyasetçilerin sosyal güvenlik yerine milli güvenlik politikalarının arkasına saklanarak ölümü çağıran hamasetlerine karşılık insanı öne çıkaran sol siyaset, yaşamı savunur. Onların silahı kutsayan nutuklarına, savaşı yücelten propagandalarına karşı sosyal demokrat bakış ekmek ve barıştan yanadır. Üstelik otoriteryanizmin kıskacındaki bu kimseler kendilerinin militarist tutumlarını eleştirenlere de hemen zulalarından çıkardıkları ve uluorta kullandıkları “ihanet” sözcüğü ile mukabele ederler.
Yeri geldiğinde kimlikler, inançlar üzerinden saldırmayı da ihmal etmezler. Oysaki yurtseverlik kimsenin tekelinde olmadığı gibi sözle olacak bir şey değil ve kimse kimsenin yurtseverliğine değer biçemez. Yanı sıra kimse kimseyi ırkından, inanıcından dolayı ötekileştirme hakkına sahip değildir. Ayrıca sorarım size, ölüm yerine yaşamı, silah yerine ekmeği savunmanın neresi kötü? Çünkü bir silah varsa savaş da vardır; savaş ise yıkımdır. İnsanın kendi türünü yok etmesi, insanın kendi eliyle kurduğu uygarlığı, insanlığı yıkmasıdır.
İnsanın insanla mücadelesi önce silahları ortaya çıkardı, silahlar savaşlara yol açtı, sadece iki dünya savaşında 70 milyon insan öldü, bir o kadarı da sakat kaldı. O yüzden iyi savaş, kötü barış yoktur. Şimdi bu girişten sonra, Brezilya’daki seçimin ilhamıyla Türkiye’den birkaç örnek üzerinden yaşananları irdelemek istiyorum.
Bahçeli’nin Yaklaşımı
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinde Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, “Biz, mecbur kalınmadıkça savaş cinayettir diyen Atatürk’ün izindeyiz. Vizyona bakın. Gözlerim yaşardı. İkinci yüzyıl vizyonu tank, top, İHA, SİHA, vur, kır, öldür, kahramanlık türküleri… Cumhuriyet bunun için kurulmadı. Cumhuriyet medeniyet projesidir. Barış projesidir. Demokrasi projesidir. Eğitim, çağdaşlık projesidir. Onun için kuruldu. Ülkemin geldiği duruma üzülmemek mümkün değil” demiş. MHP Genel Başkanı Bahçeli, ortalama izan ve vicdan sahibi olan kimsenin karşı çıkmak için kendini zorlamayacağı bu sözlere karşı saldırıya geçerek grup toplantısında Seçer’i hedef alan bir konuşma yaptı. İsteyenler iki konuşmanın da tamamını internetten bulabilir.
Lula’nın Sözleri
Bu konuşma ve Bahçeli’nin cevabı 215 milyonluk nüfusu, 150 milyon civarında seçmeni olan Brezilya’da seçimi kazanan Lula’nın sözlerini bana hatırlattı. Brezilya kendine özgü özellikleri olsa da birçok bakımdan Türkiye’yi çağrıştıran bir ülke konumunda.
İktidarda ülkeyi keyfince yöneten bir otoriter rejim ve onun 67 yaşındaki lideri Bolsonaro var. Halkın büyük kısmı açlık ve yoksullukla boğuşurken o bekadan bahsediyor, silahlanmadan söz ediyor, kendisi lüks bir yaşam sürerek gününü gün ediyor. İtiraz edenleri de baskı ve sindirmeyle susturmaya çalışıyor.
Muhalefette ise Bolsonaro’nun yaptıklarını kabul etmeyen ve ona cesurca karşı durup muhalefet eden Lula vardı. Lula’yı çeşitli entrikalarla hapseden Balsonaro’nun yönettiği ülkede yolsuzluk, yasak ve yoksulluk hüküm sürüyordu ve iktidarın ardında biriktirdiği ağırlıklar çok fazlaydı. O yüzden, bizde de arada dillendirdiği gibi, Bolsonaro yenilse bile iktidarı bırakmaz deniyordu. Seçim oldu, yenildi (gerçi yenildiğini kabul etmedi, ama yetkililere devir işlemlerini başlatmaları talimatını verdi) ve seçimi yüzde 50,9 ile alan Lula zaferini ilan etti.
“Silah Öldürür, Biz Hayatı Seçiyoruz”
Sonuç itibarıyla çıkaracağımız ders şu: Birçok söylentiye rağmen Brezilya devlet başkanlığı seçimi oldu ve seçimi İşçi Partisi Başkanı solcu Lula da Silva kazandı, iktidarı 1 Ocak’ta devralacak. Bu sonucun ortaya çıkmasına neden olan, Lula’nın halkı kucaklayan, iktidarın baskılarına ve iftiralarına taviz vermeyen kararlı ve cesur duruşuydu. Lula seçim süresince ‘Bolsonaro ne diyecek’ diye düşünmeden, amasız ve fakatsız bir biçimde silahın yerine ekmeği; otoriter yönetimin yerine demokrasiyi savundu.
Lula, halkının iyi bir yaşam talep ettiğine dikkati çekerek, “Brezilya halkı iyi bir iş, her zaman enflasyonun üzerinde bir maaş, kaliteli bir halk sağlığı ve eğitime sahip olmak istiyor. Silah yerine kitap istiyor. Brezilya halkı umudunu yeniden kazanmak istiyor” ifadelerini tekrar tekrar, altını çize çize kullandı.
‘Vay sen nasıl böyle dersin, etrafımız düşmanla dolu’ diyenlere Lula, birlik mesajı vererek, “Bu ülkenin barışa ve birliğe ihtiyacı var. Halk artık savaşmak istemiyor. Asla kullanılmaması gereken silahları bırakmanın zamanı geldi. Silahlar öldürür ve biz hayatı seçiyoruz” dedi.
Türkiye’yi Çağrıştıran Bir Seçim
Yukarıdaki satırları okuduğunuzda gözünüzü kapatın ve Türkiye’yi düşünün, sanki bizdeki durumu dile getirmiş. Sizce de bunları, şimdi cesur liderlerin cesaretle Türkiye’de söylemesinin zamanı değil mi?
Ne ki bizde muhalefet bu konularda, özellikle silahlanma ve savaş çığırtkanlığı karşısında barışı biraz utangaçça seslendiriyor, kimi zaman hiç ağzına bile almıyor. İktidar ise savaşa karşı çıkıp barış diyenleri teröristlikle suçluyor, hoşlanmadığı siyasileri ve aydınları hapse atıyor, muhalefet ise onları gereği gibi savunmuyor. Hatta kimi zaman iktidarın beka, savaş, silah naraları karşısında ‘ne olur ne olmaz’ diyerek susmanın ötesinde onların dümen suyuna giriyor.
Böyle olursa nasıl inşa edilecek yeni Türkiye? Sözgelimi solcu olduğunu söyleyen biri, yerine göre ben de ülkücüyüm diyebiliyor. Oysa lider bir gruba, kişiye, ideolojiye, sınıfa benzeyerek oy alamaz, öyle düşünüyorsa büyük bir yanılgı içendedir ya da etrafı tarafından yanıltılıyordur. Üstelik böyle davranmanın birçok güçlüğü yanında getireceği sorunlar da var:
1) Eğer lider böyle bir yola girerse günde 10 şekle şemale girmeye çalışmak zorunda kalır.
2) Ona benzeyeyim, şuna benzeyeyim derken kendi olmaktan çıkar.
3) Şu grubun oylarını kazanmak için onlardan görüneyim, bu kesimin oylarını almak için onlara yaranayım derseniz günün sonunda kimseye yaranamazsınız.
4) Ayrıca bir solcu ‘ben ülkücüyüm’ dediği zaman solcular kızar, ‘asıl milliyetçi benim’ dediği zaman liberaller küser veya olmadığı şeye dönüşerek şuyum buyum dediğinde beriki üzülür vb.
5) Ben şunu söylersem AKP-MHP ne der diye tereddüt ederse, gerçek bir değişime öncülük edemez.
Liderin Özelliği
Bence lider kendi olmalı, kendi doğrularını savunmalı, zor durumlarda bile dik durmalıdır, tıpkı Lula gibi. Eğer birileri değişecekse, öncülük ettiği kitleler değişmeli. Çünkü gerçek lider değişimin temsilcisi ve değiştirmenin öncüsüdür. Lider kitle kuyrukçuluğu yapmaz, kitlelere öncülük yapar. Onlara dayanarak, onların enerjisini kullanarak bir hedefe doğru yönlendirir ve değişimi sağlayarak büyük başarı kazanır. Sadece kendi adına değil ülke adına da kazanılmış olur bu başarı. Zaten onu lider yapan, lider dedirten husus da budur. Lider değiştiren, dönüştüren kişidir, topluma bu anlamda güven veren ve umut olan kişidir.
Söz gelimi iktidar ‘ulusal güvenlik’ diyerek silahlanmayı savunuyor. Lider ise silah yerine barışı, ekmeği savunuyor. Bundan imtina etmeyecek, tıpkı Lula’nın Brezilya’da yaptığı gibi halkının çoğu yoksullukla cebelleşen ülkede ‘biz silahı değil ekmeği savunuyoruz’ diyecek. İnsanlarda potansiyel olarak var olan bu duyguyu açığa çıkararak barış, demokrasi özlemine öncülük edecek. Yoksa ben bunu dersem beni yıpratırlar mı (ülkücüler ne der, MHP’liler bozulur, AKP’liler saldırır) diye düşündüğünde kaybetmiş demektir.
Lider, Erdoğan’a, Bahçeli’ye göre kendine ayar vermez. ‘Onlar bu sözlerime kızar mı, beni teröristlerle iş birliği yapar diye topluma şikâyet eder mi’ diye bakmaz. Vatan, millet, Sakarya hamasetinin, onların beslendiği siyaset olduğunu bilir, bundan dolayı beka diyerek halkı kandırdıklarını açığa çıkarır; silahı, şiddeti bir çözüm yolu olarak kutsadıklarını, bunun yanlış olduğunu, doğrunun barışta ve demokraside olduğunun, barış olmadan ekonominin güçlenmeyeceğinin, demokrasi olmadan ülkenin itibarının yükselmeyeceğinin altını çizer, döne döne anlatır. Bunu gizli saklı değil açıkça deklere eder. Eder ki korku iklimine gark olmuş halk bu cendereden çıkabilsin. O nedenle inanca, kökene takılmaz. Takılanların siyaset için ayrıştırıcı ve bölücü davrandıklarını teşhir eder.
Bir Örnek
Mesela zaman zaman Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu ya doğrudan ya da dolaylı olarak dillendirdi. Erdoğan Kılıçdaroğlu’na böyle diyerek kendince muhafazakârları ona karşı cephe aldırmaya çalışıyor. Bu retorik çalışır mı bilemiyorum, henüz bu konuda ortaya konmuş bir araştırma yok. Buna karşılık Kılıçdaroğlu’nun ‘Ben Türkiye’yim, Türkiye’nin toplamıyım’ diyerek kendisine bir kök, bir köken arayanları reddetmesi gerekir. Oysa bazılarının yanlış yönlendirmesi ile kökenine ilişkin yeni çalışmalar yapılarak, kendisinin Seyit olduğu ileri sürülüyor. Peki yarın biri sormayacak mı ‘Kılıçdaroğlu Arap mı’ diye? Çünkü Seyit, Hz. Muhammed’in soyundan gelenlere verilen addır. Eğer Kılıçdaroğlu Seyit ise onun da Arap olduğu şeklinde bir durum ortaya çıkmaz mı?
Bu Aleviliğini örtmek için yapılıyorsa Alevilere haksızlık. Birileri sırf Kılıçdaroğlu’na yaranmak için yapıyorsa ona haksızlık. Onu da geçtim, kimileri de ‘Dersimli Kemal Kürt’ diyor, bunu diyenlere de itiraz ediliyor. Oysa bu reddiyelere hiç gerek yok. Bana göre Kılıçdaroğlu’nun bu konuda yapması gereken şey şudur: Toplumun önüne çıkacak, gür sesle diyecek ki, “Yurttaşlarım, kardeşlerim bana bir kök aranıp, inancım ve meşrebim üzerinden politika yapıyorlar. Bu ayıp olmanın ötesinde haksızlık. Bu haksızlık sadece bana değil size de yapılan bir haksızlık. Kimlik insanın şerefidir. Bana gelince, ben kim miyim? İşte söylüyorum: ‘Ben Aleviyim, ben Sünni’yim, ben Kürt’üm, ben Türk’üm, ben Arap’ım, ben Laz’ım, ben Çerkes’im, ben Türkiye’yim. Ben sizi ayrıştırtmaya değil birleştirmeye geliyorum. Ben her birinizden bir parçayım, ben hepinizim.”
Lula Örneği
Lula’dan örnek vermiştim. Karşısındaki diktatör özentisini yenmeden önce seçim çalışmaları esnasında temel sorunların diyalog yoluyla çözülebileceğine inancını yineleyerek, “Birçok şeyi tahrip ettiler. Ülkeyi tüm boyutlarıyla yeniden inşa etmek gerekiyor. Siyasette, ekonomide, kamu yönetiminde, kurumsal uyumda, uluslararası ilişkilerde… En acil halletmemiz gereken şey açlığı sona erdirmek. Bu ülkede milyonlarca erkek, kadın ve çocuğun yiyecek hiçbir şeyinin olmamasını veya ihtiyaçlarından daha az tüketmelerini normal kabul edemeyiz” diyerek birlik, hoşgörü ve mutluluk sözü veriyordu.
Ülkedeki sosyal eşitsizliğin sona ermesi gerektiğinin altını çizen Lula, yasama ve yargının aşırılık ve müdahale olmadan uyum içinde çalışması, halk ile hükümetin de diyalog halinde olması gerektiğini söyleyerek, “215 milyon Brezilyalının hayatını etkileyen büyük siyasi kararlar, gizlice, gecenin karanlığında değil, toplumla kapsamlı bir diyalogdan kurulduktan sonra alınacak” diyordu.
Demirtaş’a Yeni Bir Kimlik Bulma Arayışı
Bizde ne oluyor? Söz gelimi Cumhurbaşkanı gidip Diyarbakır meydanında Diyarbakırlılara “Selahattin Demirtaş Kürt değil” diyor. Aslında mefhumu muhalifinden Selahattin’in Zaza olduğunu Zazaların da Kürt olmadığını ima ediyor, imadan da öte böyle söylüyor, söylemeye çalışıyor. Yıllarca sözüm ona resmî ideolojiden mustarip olduğunu söyleyen Erdoğan, şimdi onun savunuculuğuna soyunmuş. Mithat Sancar’ın da Arap olduğunu dile getiriyor. Yani bu ülkede Kürt, Alevi, Arap olmanın makbul bir şey olmadığını ima ediyor, “Bunlar sizi kandırıyor çünkü Türk değiller” diyor. Peki kendisi Türk mü? Bir Allah’ın kulu çıkıp da Erdoğan sen Gürcü’sün, Emine Hanım da Arap’tır diyor mu? Ben şahsen bir Gürcü’nün cumhurbaşkanı olmasından rahatsız değilim. Bana göre her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı cumhurbaşkanı da başbakan da bakan da olabilir. Erdoğan’ın kökenine vurgu yapmamızın sebebi, onun bu konudaki konuşmaları nedeniyledir, yoksa biz kimsenin kökeninden ötürü şu olur bu olmaz demeyi siyaseten büyük bir yanlış, ahlaken de abesle iştigal sayarız.
Farklılıklarımız Zenginliğimizdir
Önemli olan bu mevzuda Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu ve eşit vatandaşı olmaktır, yoksa kimin Türk olup olmadığı değil mesele. Bu ülkede Kürt, Türk, Arap, Laz, Çerkes, Gürcü her milletten insan var. Bunların varlığı bir zayıflık değil tam tersine bir zenginliktir. Önemli olan onları ortak paydada buluşturmaktır, ayrıştırmak değil. Onları ortak paydada buluşturmanın yolu ise herkesi Türk yapmak değil, herkesin farklılıklarını koruyarak bir arada yaşamasını sağlamaktır, ortak payda olan Türkiyelilik etrafında birleştirmektir.
Asimilasyoncu, ötekileştirici ve ırkçı yaklaşımlar çağdaş ülkelerde yüzyılın vebası olarak görülüp çoktan reddedilmiş ve terkedilmiştir. Dünyanın en büyük ülkelerinin büyüklüğü, onca farklılığı birlik içinde bir arada yaşatma becerisini göstermiş olmalarıdır. O yüzden bizim de farklılıklarımız zaafımız değil bilakis zenginliğimizdir.
Bir de aklımın bir türlü almadığı şey, nasıl olur da bir cumhurbaşkanı birlik beraberliği güçlendirici sözler yerine ayrıştırıcı bir dil kullanır? Çünkü Cumhur’un başı olarak birlik beraberliği sağlamak onun görevi. Hadi bu görev işinden vazgeçtim, iktidar eden biri olarak ülkede ayrılık gayrılık olması, niza çıkması onun yararına değil ki. Yoksa biz işin bu kısmını yanlış mı biliyoruz?
Öyle ya bir cumhurbaşkanı nasıl olur da ülkesinin üçte birini oluşturan vatandaşlarını terörist gösterip onların 10-15 çocuk yaptığını, kendilerinin de (yani Türklerin de) çok çocuk yapması gerektiğini ileri sürer ne olur ne olmaz diye? Bu ne olur ne olmaz sözünün çok manidar olduğunun altını çizelim. Bu nasıl bir mantıktır bir türlü aklım almıyor…
Sonuç
Lula ile başlamıştık onunla bitirelim bu yazıyı. Lula konuşmasında, “Brezilya halkı yeniden umuda sahip olmak istiyor. Halk silah değil kitap istiyor. İyi yaşamak, iyi yemek, iş sahibi olmak ve eğitime erişmek istiyor” ifadelerine yer verdi. Böylelikle eski Başkan Bolsonaro’nun barış karşıtı, bireysel silahlanmayı teşvik eden politikalarına da kalın bir çizgi çekmiş oldu. Irkçılığa karşı da savaşacağını ifade eden Lula, beyaz, siyah ya da yerli halkların, eşit hak ve imkânlara sahip olmasını hedeflediğini kaydetti.
Bu sözler bize de ilham vermeli…