BRICS ve Türkiye
BRICS tartışmasının Ankara açısından ‘rahatsızlık’ duyulan bir gündem olmadığı açık. Tam tersi, eğer anlamlı bir jeopolitik ve ekonomik zemin oluşursa, Türkiye’nin BRICS ile ilişki geliştirmesi çıkarına da olabilir.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin daveti üzerine Haziran ayı başında Çin’i ziyaret etmişti. Fidan’ın Çin ziyareti, büyük oranda, Çin ve Küreselleşme Merkezi isimli düşünce kuruluşunda, “Değişen Dünya Düzeninde Türkiye-Çin İlişkileri” başlıklı konferansın basına açık bölümünde yaptığı konuşma üzerinden tartışıldı. Bu konuşmada Fidan’ın kullandığı, “AB ile Gümrük Birliği’ne sahip olmakla birlikte, BRICS gibi farklı platformlarda, çeşitli ortaklarla yeni iş birliği fırsatlarını da araştırıyoruz, bu itibarla önümüzdeki hafta Rusya’da düzenlenecek BRICS toplantısına katılacağım” ifadeleri gündem oldu.
Dışişleri Bakanı Fidan, 11 Haziran’da ise Rusya’nın Nijniy Novgorod kentinde yapılan BRICS toplantısına katıldı. Toplantıya 20’den fazla ülkenin dışişleri bakanları katılmıştı. Toplantıyı Türkiye açısından farklı kılan ise Fidan’ın, Rusya lideri Putin ile görüşmesi ve Putin’in görüşmede ifade ettiği sözlerdi. Putin’in, “bir sonraki BRICS+ toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeyi umduğunu” dile getirmesi akıllarda kaldı. Bu ifadeler iki nedenle anlamlıydı: Son aylarda Putin’in Türkiye’ye gerçekleştireceği ziyaretle ilgili ortaya çıkan spekülasyonların giderilmesi ve BRICS katılım daveti olarak kayda geçmesi bakımından.
BRICS
Önümüzdeki süreçte BRICS+ olarak isimlendirileceği değerlendirilen ekonomik iş birliği amaçlı örgütlenme, ilk olarak 2001 tarihinde, dönemin Goldman Sachs Yatırım Bankası başkanı Jim O’Neill tarafından yazılan makalede gündeme gelmişti. Bu makalede, 2050 yılında dünya ekonomisine ilişkin projeksiyon analizi yapılmış ve kimi ülkelere dikkat çekilmişti. Eylül 2006 tarihinde Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin dışişleri bakanlarının katılımıyla ilk adımları atılan ve 16 Haziran 2009’da Rusya’nın Yekaterinburg kentinde yapılan toplantı ile kurumsallaşan yeni ekonomik iş birliği örgütü BRIC olarak adlandırılmaya başlandı.
İlk zirvede küresel ekonomik durum, küresel finans kurumlarını geliştirme, üye ülkeler arasında ekonomik iş birliğini artırma, gelişmekte olan ülkelerle ilişki ve yeni bir küresel para birimine olan ihtiyaç gibi konular tartışılmıştı. BRIC olarak faaliyete başlayan yapı, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Nisan 2011’de yapılan toplantıda tam üye olması üzerine, BRICS ismini aldı. 2024 yılında Mısır, Etiyopya, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri üye oldu. BRICS ülkeleri yıllık zirve toplantılarında kararlar alıyor ve üye ülkeler sırayla, bir yıllığına dönem başkanlığı yapıyor. Genişleyen grubun bünyesindeki ülkelerin toplam nüfusu 3,5 milyar, yani dünya nüfusunun yüzde 45’ini oluşturuyor.
BRICS’in Ekonomik Büyüklüğü
BRICS ülkelerinin ekonomilerinin toplam büyüklüğü 28,5 trilyon dolar civarında. Bu ise dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 28’ine tekabül ediyor. BRICS ülkelerinin önem taşıyan diğer bir özelliği de dünya ham petrol üretiminin yüzde 44’ünü gerçekleştiriyor olmaları. Bu veri, kalkınma süreçleri açısından önemli. Bu nedenle olsa gerek, BRICS grubu, kalkınmakta olan ülkelerin “daha büyük bir ağırlığa ve temsile” sahip olması çağrısı yapıyor.
Grup bünyesindeki ülkeler 2014’te, kalkınma projelerine destek vermek için Yeni Kalkınma Bankası’nı kurdular. Banka kurulmasına ilişkin tartışmalar, Eylül 2013’te Rusya’daki toplantıda yapılmıştı. Eylül 2013’te St. Petersburg’da düzenlenen BRICS liderleri toplantısında Çin, banka için oluşturulacak havuza 41 milyar dolar, Brezilya, Hindistan ve Rusya’nın her biri 18 milyar dolar ve Güney Afrika 5 milyar dolar olmak üzere toplam 100 milyar dolar ayırmıştı.
Dünyanın en büyük döviz rezervlerine sahip olan ve döviz havuzunun büyük bir kısmını oluşturan Çin, bankada daha önemli bir yönetim rolüne sahip olmayı ve rezervlere ev sahipliği yapmayı istiyordu.15 Temmuz 2014 tarihinde Brezilya’nın Fortaleza şehrinde düzenlenen 6. BRICS zirvesinin ilk gününde uzun süreli müzakerelere konu olan Yeni Kalkınma Bankası’na ilişkin anlaşma imzalanmış ve BRICS kalkınma bankası Şangay’da kurulmuştu.
Yatırım bankasına ilişkin kimi sorunlar olsa da 2022 sonu itibarıyla BRICS ülkeleri tarafından kalkınmakta olan ülkelere yol, köprü, demiryolu ve su tedariki projeleri için 32 milyar dolar kredi verilmiş olması önemli gibi görülebilir. Ancak bu rakamın büyük bir kısmının, Çin’in Afrika ülkelerini borçlandırarak kıtada var olmak için yürüttüğü projeler olduğunu akılda tutmakta fayda var.
BRICS ve Sorunlar
BRICS+’ya ilişkin kimi eleştirilerin olduğu açık. Eleştirileri beş nokta üzerinden somutlaştırmak mümkün. İlki; kuruluşunun üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen yatırım bankasının hâlâ kurumsallaşmamış olmasına ve bunun çok uzağında olduğuna ilişkin değerlendirmeler. Bu konuda nasıl bir yol izleneceği henüz net değil.
İkincisi; BRICS üyelerinin jeopolitik ve güvenlik ortak vizyonundan yoksun olmaları. Dünya genelindeki jeopolitik tartışmalar ve siyasal pozisyonlar dikkate alındığında bu vizyon sorunu, önemli bir zafiyet olarak ortadadır. Bu tabloyu, BRICS’in kurumsallaşma sorunu olarak okumak da mümkün. Grup içerisinde asgari düzeyde ortak güvenlik, ekonomi ve jeopolitik zemini paylaşan ‘iki ülkeden’ bahsetmek zor. Öyle ki, her üyenin önceliği, ajandası ve yapıya yüklediği anlam farklı. Bu noktada, BRICS önceliğinin ekonomi olduğunun altı çizilebilir. Ancak ekonomi ile güvenlik ve jeopolitik arasındaki ilişkiyi yok saymak da mümkün değil. Dolayısıyla bu durum, BRICS için önemli bir sorun alanı olarak duruyor.
Üçüncüsü; Arjantin’in üyeliği sürecinde ortaya çıkan durum. Normal koşullarda Arjantin bu yıl üye olmuş olacaktı. Ancak başkanlık seçimi kazanan Javier Gerardo Milei, seçimden hemen sonra ülkesinin birliğe katılmayacağını ilan etti ve müracaat geri çekildi. Kurumsallaşmış bir yapı olmadığı için Arjantin konusu çok basit bir itiraz ile sonlandı. Bu durum, BRICS için zayıf bir yön olarak ortada durmaktadır.
Dördüncüsü; basit bir detay gibi görünen isim sorunu etrafında oluşacak kriz. BRICS, malum ülkelerin baş harflerinden oluşuyor ve grubun kendisine atfettiği resmî bir isim dahi değil. BRICS’in isim bulması basit bir marka sorunu da değil. Zira nasıl bir isim bulunursa bulunsun bir tür ekonomik, siyasi ve güvenlik ortak zeminini ifade etmek zorundadır. Bu ifade şekli zaten tabii olarak bilinen veya üzerinde anlaşılan bir isim olmalı. Mesela G7 de BRICS’e benzer bir kısaltmadır. Ancak G7’deki ülkelerin ortak zemini tabii bir birliğe ya da müzakere zeminine işaret etmektedir. Buna mukabil G20’de aynı ortak zeminden bahsetmek mümkün değil. Daha ziyade 19 ülkenin ve AB’nin müzakere zemini. Dolayısıyla G20’den bağlayıcı siyasi, ekonomik ve güvenlik kararlarının çıkması beklenmiyor. BRICS, eğer dillendirildiği kadar ciddi bir zemine oturacaksa, belli düzeyde ortak ekonomik ve güvenlik ilişkisi inşa etmesi gerekiyor. Şu ana kadar böyle bir durumdan bahsetme imkânı yok.
Beşincisi; BRICS içerisinde konuşulan “dolar hegemonyasına karşı ortak para birimi” meselesi. IMF’deki Rus İcra Direktörü Aleksei Mozhin’in, BRICS’i oluşturan ülkelerin para birimlerinin isimlerindeki (Real, Ruble, Rupi, Renminbi ve Rand) R’yi fark etmesiyle BRICS para birimi tartışması R5 olarak başladı. BRICS’in ‘kısaltmalarla’ oluşan yapısının, muhtemel bir ortak para biriminde de hayata geçip geçmeyeceği bilinmiyor. Önerilen R5 bir hesap birimi olarak beş para biriminden oluşan bir sepet. IMF’nin SDR’sine benzeyen bu yapının, ülkelerin ekonomik ağırlıklarına göre sepeti şekillendirmesi ve sepetin ekonomilerin performansına göre serbest dalgalanması düşünülüyor. R5’in altın veya bir emtia ile desteklenmesi, para biriminin fiyatların/sözleşmelerin hesabında kullanılması, bir değer olarak fonksiyon icra etmesi ve ödeme aracı olması beklenir. R5’in bu fonksiyonlara ulaşabilmesi için ortak bir ekonomi-politik perspektifin güçlü ve tam bağlayıcı hukuki altyapı ile garanti altına alınması gerektirmektedir. Şu ana kadar bu konuda atılmış bir adım olmadığı gibi ciddi bir tartışma da yok.
Bahsettiğimiz bu sorun alanları, ilk anda akla gelen konular. Bunlar, sahici tartışmalar ve konuları hukuki zemine oturtmayla aşılabilecek sorun alanları. Ancak henüz yapılmış bir tartışma da yok hukuki zemine oturtma çabaları da yok. Kısacası, bu tür sorun alanlarına ilişkin sahici tartışmalar ve cevaplar yok.
BRICS ve Türkiye
BRICS ile Türkiye arasındaki olası ilişkiyi anlamak ve konumlandırmak için Fidan’ın Çin ziyareti sırasında yapmış olduğu değerlendirmelere bakmak lazım. Fidan, BRICS ve Türkiye’yi küresel ittifak haritasında konumlandıran analizlerinin ardından sorulan soruya “Türkiye’nin çıkarına olan her yerde olmak isteriz” cevabı vermişti. Bu açıklama, Çin basını tarafından, “Türkiye BRICS üyesi olmak istiyor” şeklinde haberleştirildi. Haberin hemen ardından Putin’in sözcüsü Peskov, “Türkiye’nin BRICS ilgisini memnuniyetle karşılıyoruz” açıklamasını yaptı. Türkiye basınının büyük bir kısmı ise bu iki açıklamayı haberleştirdi ve konu tartışma programlarının gündemine taşındı.
Fidan’ın medyanın güncelleştirdiği şekliyle doğrudan bir açıklaması olmasa da BRICS tartışmasının Ankara açısından ‘rahatsızlık’ duyulan bir gündem olmadığı açık. Tam tersi, eğer anlamlı bir jeopolitik ve ekonomik zemin oluşursa, Türkiye’nin BRICS ile ilişki geliştirmesi çıkarına da olabilir. Ancak BRICS henüz sorumluluklar yükleyen, ortak ekonomik, güvenlik ve jeopolitik zemin inşa etmiş bir yapı değil. Bu yönüyle Türkiye açısından, kendi içerisindeki fonksiyonlarından ziyade, Batı ile ilişkilerde (şimdilik) maliyetsiz bir kaldıraç görevi ifa edebilir.
Türkiye’nin BRICS’e üye diğer ülke örneklerinde olduğu gibi mevcut ekonomik ilişkilerinden ayrılmak istemeyeceğini, Fidan’ın açıklamasında vurguladığı “AB ve Gümrük Birliği” ifadesinden çıkarmak mümkün. Ancak bu durum, gelişmekte olan yeni ilişkilerin dışında kalmak anlamına da gelmez. BRICS’in bu günkü haliyle Türkiye’ye katkı sağlayacak yönleri sınırlı. Bu durumu Fidan’ın, “BRICS, AB gibi kurumsal yapıya dönüşürse ciddi fayda üretir” sözlerinden de çıkarmak mümkün. Tüm değerlendirmelere rağmen, var olan küresel ve bölgesel akışkan ittifaklar ve de-globalizasyon döneminde belli başlı ekonomik alanlarda kaldıraç görevi ifa edebilmesi anlamlı olabilir.
BRICS’e ilişkin tartışmalarda hatırlanması gereken konu, yapının her bir üye için farklı ekonomik ve jeopolitik anlamlar taşıdığı gerçeğidir. Türkiye açısından BRICS şimdilik, Brezilya veya Hindistan’ın “topluluğa” yüklediği fonksiyona benzer bir ilişki anlamına gelebilir: Yani salt karşıtlığa kaymadan ve bloklar denklemine mahkûm olmadan, kendi ülke çıkarlarını önceleme ve ekonomik ilişkileri çeşitlendirme olarak görmek.
Sonuç olarak; Türkiye’nin üç konuya dikkat etmesinde yarar var.
Birincisi: Konunun ateşli tartışılmasının üzerinden üretilebilecek spekülasyonların neden olabileceği ‘maliyetleri’ dikkate almak lazım. Gereksiz maliyetler üretmemeye dikkat etmekte yarar var. Bu konuda bakılacak örnek ülke Rusya değil Çin olmalı. Çin, BRICS’i asla başka ilişkilere, hatta kendi ifadeleriyle “Batı’ya alternatif bir yapılanma olarak” kurgulamamaktadır. Çünkü Batı ile ilişkilerinden sağlayacağı azami faydayı baskılamak istememektedir. Rusya açısından ise BRICS, somut karşılığı olmayan ve Moskova’nın da taşıyamayacağı “alternatif güç olma” retoriğinden ibaret. Dolayısıyla süreci Türkiye açısından, yeni bir ittifak zemini veya bloklar içi ‘pazarlık’ aracı olarak görmek doğru değil.
İkincisi: BRICS, genellikle ülkelerin farklı göstergelerinin toplanması gibi değerlendiriliyor. Bu elbette bir kapasite ve güç göstergesi. Ancak mevcut tablonun, başka bir zeminin ve ortaklığın henüz oluşmamasından dolayı, salt toplamaya dayalı bir büyüklük analizi olduğunu akıldan çıkarmamakta yarar var.
Üçüncüsü: Tartışmayı yürütürken, BRICS üyesi ülkelerin Türkiye’nin üye veya üye olmayan statüsü açısından ne tür olumlu değişimler sağlayabileceğini dikkate almak gerekir. Mevcut tabloda, bu konuyla ilgili olumlu bir cümle kurma imkânı yok. Yani mevcut ilişkiler dikkate alındığında, daha olumlu bir tablodan bahsetmek mümkün değil. Sonuç olarak, Türkiye’nin pozisyonu, karşıtlıklara ‘esir’ veya ‘araç’ olmak değil, her koşulda ülke çıkarını dikkate almayı gerektirir.