Bu Bir Savaş Değil, Küresel Sağduyu Test Ediliyor


- BETÜL DOĞAN AKKAŞ
- 28 Ekim 2023
İlk birkaç gün karşılıklı süren çatışmalar devam ederken yaşananlar bir savaş olarak adlandırılabilirdi ve elbette hâlâ durumu tanımlarken savaş ifadesini kullanıyoruz, fakat artık bu bir savaş değil. Gazze’nin, hedef ayırt etmeksizin hava saldırılarıyla yok edildiği bir soykırım girişimi.
7 Ekim’den bu yana yalnızca Ortadoğu’yu değil, tüm dünyayı etkisi altına alan bir çıkmaza tanıklık ediyoruz. İlk birkaç gün karşılıklı süren çatışmalar devam ederken yaşananlar bir savaş olarak adlandırılabilirdi ve elbette hâlâ durumu tanımlarken savaş ifadesini kullanıyoruz, fakat artık bu bir savaş değil. Gazze’nin, hedef ayırt etmeksizin hava saldırılarıyla yok edildiği bir soykırım girişimi. Sayıları günden güne artan sivil ölümleri, çocukların ve yetişkinlerin maruz kaldıkları travmalar, açlık, temel insani ihtiyaçlara sahip olunmadığını bilmek, bu konuda hassasiyeti olan insanları uluslararası kamuoyunun etkisizliği karşısında dumura uğratıyor. Bir yandan da devam eden savaşı teknik ve siyasi olarak takip edip bölgesel bir savaşa gidip gitmediğimizi anlamaya çalışıyoruz. Hem aktörleri hem dinamikleri açısından öngörülmesi zor ve çok katmanlı bir kriz yaşanıyor. Önümüzdeki birkaç haftada alınan kararlar neticesinde Filistin’in bölgesel durumuna ve aslında Ortadoğu’nun siyasi haritasına dair gelişmeler belli olabilir, fakat sürecin geldiği noktada birkaç yol ayrımına not düşmek faydalı olacaktır.
Filistin Yalnızlaşıyor mu?
Öncelikle şu an savaşın içinde bulunduğu duruma Arap ülkelerinin, İran ve Türkiye’nin tepkilerini özetleyelim. Bahsi geçen bu üç ayağın da dışişleri bakanları nezdinde aktif olarak mekik diplomasisi yürüttüğü söylenebilir. Arap ülkeleri liderlerinin çoğunun katıldığı Kahire Barış Zirvesi’nde Türkiye gibi bölge dışından aktörler de Gazze’deki sivil ölümlerinin durması için insani ateşkes çağrısında bulundular. Zirvede Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ülkelerin ateşkes noktasında aynı fikirde olmaktan öte bir şeyler yapmaları gerektiğini vurguladı. Zirve sırasında söz alan liderlerin hemen hepsi insani trajediye dair söylemlerde bulundular, fakat görüşme somut bir çıktıyla sonlandırılmadı. Benzer şekilde, İslam Ülkeleri Teşkilatı da bakanlar düzeyinde acil bir toplantı düzenledi, fakat bir yaptırım kararı alınmadı. Arap ülkeleri dışişleri bakanları ortak bir koordinasyon sağlayabilmek adına BM Genel Merkezi’nde toplandılar ve görüşmenin ardından bir basın açıklaması yaptılar. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, Arap devletlerinin Gazze’nin durumunu ve savaşı ne kadar ciddiye aldıklarını gösterdiklerini ve uluslararası hukukun devreye girmesi gerektiğini söyledi. Başka bir not edilmesi önemli açıklama ise Ürdün Dışişleri Bakanı’ndan geldi. Bakan Eymen Sefadi, Batılı devletlerden ve uluslararası organizasyonlardan gelen yaptırım eksikliğinin bir yalnızlaşma doğurduğunu ve İsrail’in uluslararası hukukun da üstünde bir statüyle tavır alarak insan haklarını ihlal etmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi. Sefadi’nin sözleri eğer kısa zamanda insani bir ateşkes olmazsa bölgedeki liderlerin ve halkların genel tutumunu yansıtması adına önemli: Filistin meselesinde her zaman yalnız olanlar Filistinlilerdi, fakat bu kez liderlerden gelen çağrılara rağmen bütün bir Ortadoğu coğrafyası onlarla beraber uluslararası hukukun ve normların karşısında yalnız kaldı.
Aslında Arap monarşileriyle yaşanan normalleşme süreçleri de benzer şekilde Filistinliler nezdinde bir ‘kenara alınmışlık’ durumu oluşturdu. Diğer bir deyişle, bölge ülkelerinden bazıları İsrail’i meşru bir ekonomik aktör olarak tanıdığında, Filistinlilerin siyasi ve coğrafi talepleri daha az desteklenir hale geldi. Filistin meselesinin siyasi bir sorun olarak ele alınmayıp, İsrail’le normalleşme süreçlerinin başlatılmasının Gazze’nin şu an yaşadığı dramın ana nedeni olduğu iddiası da tam olarak buradan geliyor. Arap devletleri bölgenin en kritik sorununu çözmek yerine İsrail’in varlığını normalleştirince, Filistin üzerindeki baskı arttı.
Mekik Diplomasisi Önemli Ama…
Gazze savaşına dair bölgesel unsurlara ve aktörlerin rolüne baktığımızda diğer bir önemli unsur, bölge devletlerinin yukarıda bahsi geçen örneklerde de olduğu üzere mekik diplomasisi örnekleri göstermeleri. İran, Suudi Arabistan görüşmeleri; bölge liderlerinin hemen hepsinin ABD Başkanı Joe Biden ile telefonda görüşmesi; Japonya Dışişleri Bakanı’yla Arap liderler arasında yapılan görüşmeler; Hakan Fidan’ın bölge ülkelerine ziyaretleri; Katar’ın hem rehinelerin salınması hem de insani ateşkes için görüşmeler yapması ve Ortadoğu liderlerinin kendi içlerinde ve diğer Batılı liderler ile hemen her gün Gazze özelinde iletişim kurmaları, bu mekik diplomasisinin örnekleri. Fakat ABD’nin ateşkesi Hamas’a verilen bir ödül olarak gördüğü ve BM’nin Güvenlik Konseyi’nden bir yaptırımla çıkamadığı, AB’nin İsrail’i desteklediği bir denklemde, bölgenin dışişleri bakanları hiç olmadıkları kadar aktif diplomasi yürütseler de bir sonuç doğurmuyor.
ABD’nin nezdinde terazinin ağır gelen kısmı İsrail olduğu için, diplomatik çabalar, ortak bildiriler Gazze’nin sesini duyurmaktan öteye geçemiyor. Fakat Fidan’ın da dile getirdiği gibi aslında şu an Ortadoğu devletlerinin Gazze üzerinden yaşadığı bu sıkışmışlık, bölge içi ve bölgenin küreselle kurduğu pek çok dengeyi etkileyecek bir savaşın üzerinde duruyor. Gazze’de şu an yaşanan savaş ve özellikle Kuzey Gazze’nin boşaltılması, bu krizin yalnızca ateşkesle sonuçlanacak ‘rutin’ bir Filistin trajedisi olmaktan öte bir dönüm noktası olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin garantör olmak istemesi de tam olarak bu minvalde bir girişim, çünkü özellikle Fidan’ın Doha’daki son söylemi de ‘Ya Filistin’de kalıcı bir barışa erişeceğiz ya da bir dünya savaşı başlayacak’ ikilemi üzerine kuruluydu.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın (MbS) düşük profil bir diplomasiyle ön plana çıkması bu noktada önemli bir unsur. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Şeyh Faysal sürekli görüşmeler gerçekleştirse de MbS’nin kendisini daha arka planda tutması muhtemelen bilinçli bir tercih. Oysa Veliaht Prens için bu savaş koşulları altında iki temel ihtimal vardı. Birincisi, kendi bölgesel liderliğini ve Krallığını güçlendirecek şekilde yürütücü rol almak ve Türkiye’nin önerdiği gibi bir garantörlük teklif etmek. Bu senaryo, siyasi risklerine rağmen MbS’nin -tabiri caizse- Suudi Arabistan için yeni Kral Faysal olmasının önünü açabilirdi. Filistin için kalıcı bir çözüme katkıda bulunması hem bölgesel olarak bu dengelerde kurucu aktör olmasına hem de sonrasında İsrail’le ekonomik normalleşmesine meşru bir zemin oluşturabilirdi. Fakat görünün o ki MbS, Dışişleri Bakanı’nın ön planda olduğu bir süreci tercih ederek, daha düşük profilde bir görünürlüğe dayalı ikinci senaryoyu seçti.
Bu senaryoda Filistin’de kalıcı bir çözüm olması için liderlik ve yürütücülük alan bir veliaht prens imajı yok. Bu tercih MbS’nin kendi için planladığı bölgesel ve Suud politikasına yönelik hedefleri için beklenen girişimci rolüyle çelişiyor. Fakat MbS’nin Suudi Arabistan toplumunu siyasi olarak daha ılımlı bir noktaya çekme çalışmalarıyla ve özellikle siyasi radikalizmi eleme girişimleriyle çelişmiyor. Bu da şu anlama gelebilir, Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) de gördüğümüz gibi, kendi toplumlarının bölgedeki siyasi sorunlar ve krizlere angaje olmalarını ve topyekûn bir siyasi duyarlılığa sahip olmalarını tercih etmiyorlar. Elbette bu stratejiler, rejim güvenliğini ön plana çıkaran hassas monarşik yapılar için anlaşılabilir siyasi hesaplamalar. Örneğin Kuveyt, Umman, Katar ve Bahreyn’de savaş karşıtı protestolar oldu. Özellikle Bahreyn’deki protestolarda savaşa hayır söylemlerine ek olarak, İsrail’le normalleşmeye karşı sloganlar atıldı. Benzer bir durum BAE’de yaşanabilirdi, fakat ‘savaşa karşı koşu’ isimli protesto girişimi iptal edildi. Kuveyt ve Katar halkı Filistin’e destek meselesine oldukça açık ve protestolar esnasında da bir sorun yaşanmadı. Uzun lafın kısası, Basra Körfezi ülkelerinin kendi iç meseleleri ve bölgesel tutumları Filistin meselesine yönelik tavırlarından ayrılamayacağı için, yürütmeye çalıştıkları hassas rejim dengesini önceledikleri bir tabloyla karşılaşıyoruz.
Normalleşen Trajediye Karşılık Yeni Bir Ortadoğu
BM Genel Sekreteri António Guterres defalarca Gazze’de yaşananların uluslararası hukuka, normlara ve insan haklarına aykırı olduğunu dile getirdi. Fakat beyaz fosfor kullanılması, Gazze’nin bütünüyle insani güvenliği yok sayan bir ölçüde abluka altına alınması, sivillerin saldırıların hedefinde olması ve ateşkesin ihtimal dahi görülmemesi üzerine Guterres’in ‘Savaşların bile kuralları var… uluslararası insancıl hukuka saygı duyulması için çağrımızı yeniliyoruz’ sözleri Filistin’in bu normalleşen trajedide ne kadar yalnız kaldığını gösteriyor.
7 Ekim’den bu yana yaşananlar, İsrail’in Filistin yokmuşçasına Arap dünyasıyla normalleşme çabalarını kısmen boşa çıkardı ve Filistin’in bütün unsurlarının göz önünde bulundurulmadığı bir diyalog sürecinin barış getirmeyeceği bir kere daha kesinleşti. Hatta İsrail 7 Ekim’den sonra başlattığı orantısız savaşla Filistin meselesini bir kez daha kendisi Ortadoğu başta olmak üzere dünya liderlerine ve halklarına hatırlattı. İsrailli sivillerin öldürülmesi, Taha Özhan’ın deyimiyle Amerika’daki elitlerin kendilerine benzettikleri bir hayali topluluğun zarar görmesine tekabül ettiği için dünya genelinde bir şok yarattı. Zor şartlar altında yaşayan Filistinlilerin kayıpları normal görülebilirken, Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırı aslında ontolojik bir güvensizliği tetikledi: Güvende sanılan ve kamuoyunun genelinin kendisine benzettiği unsur zarar gördü. Bu önemli bir değişken, çünkü medyanın dili de tam olarak bu imleyeni ve onun işaret ettiği ‘beyaz, medeni ve barışı hak eden Ortadoğulu’ imgesini öne çıkarıyor.
Barış, elbet göreceli bir kavram; fakat 7 Ekim’den bu yana yaşananalar ve uluslararası hukukun bu denli çiğnenmesi kayıpların da göreceli olduğunu küresel sağduyuyu test ederek kamuoyuna yeniden hatırlattı. Filistinlilerin kayıp vermesinin normalleşmesi ve trajedinin sıradanlaşması, ‘ateşkes olsa yeter’ gibi bir mantığı beraberinde getiriyor. Oysa ne Gazze’nin ne Batı Şeria’nın tek sorunu askeri saldırı altında olmaları. Topyekûn bir işgalle devletsiz mücadele ediyor ve gündelik şiddete maruz kalıyorlar. O nedenle bu trajedi bir ateşkesle dursa bile bu yeterli olmayacaktır; kalıcı barışa yönelik hızlı adımların atılması gerekiyor.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

BETÜL DOĞAN AKKAŞ
