Casa Fernando Pessoa
Bugün Portekiz’de, özellikle de Lizbon’da nereye gitseniz karşınıza Pessoa çıkıyor. Bu büyük şair/yazar ülkesinin en önemli markası konumunda neredeyse. Onun ülkesine sahip çıktığı oranda, hatta daha fazlasıyla ülkesi de ona sahip çıkıyor. Peki, Tanpınar’ın takıldığı hangi kahve ya da lokanta şu an mevcut İstanbul’da? Bu ülkede eğer muhafazakârlık diye bir şey olsaydı, bütün bunların da muhafaza edilmiş olması gerekmez miydi?”
Bu konulara aslında 3 Şubat 2022’de Perspektif’te yayınlanan “Tanpınar ile Auerbach Birlikte Türk Kahvesi İçmiş midir?” yazısıyla başladım. Sonra da arkası geldi. Önce anlamın estetik, toplumsal serüveni hakkında birkaç yazı yazdım. Ardından Tanpınar’a yoğunlaştım. Onun ve metinlerinin toplumsal okuryazarlık tarafından algılanma biçimleri üzerine değerlendirmelerimi paylaştım. Aslında yine Tanpınar ile devam edeceğim ancak bu hafta araya bir Pessoa yazısı sıkıştırmak istedim. Meramım aslında sözü yine başka bir bağlamda Tanpınar’a getirmek. Bunu siz de önümüzdeki hafta Perspektif’te yazacağım yazıyla göreceksiniz.
Pessoa benim uzun yıllardır hayranlıkla okuduğum ve bir süre hakkında bir kitap yazmaya çalıştığım Portekizli bir şair/yazar. Ancak bu kitabı bitirmeyi maalesef hâlâ beceremedim. Üstelik Pessoa’yı Tanpınar’a çok benzetiyorum. Estetik, poetik tercihleri nedeniyle değil ama. Daha çok ülkeleriyle tasavvur ettikleri ilişkileri açısından. Bunun tam tersi de düşünülebilir elbette. Ülkelerinin bu şair/yazarlar ile kurdukları veya kuramadıkları ilişkiler, onların kıymetini bilme seviyeleri bakımından.
Şu anda okumakta olduğunuz yazının ve haftaya yine Perspektif’te yayınlanacak “Narmanlı Han Tanpınar Araştırmaları Akademisi” başlıklı yazının daha önce HECE dergisinin Mart 2016 tarihli Ahmet Hamdi Tanpınar özel sayısında çıkan “Lizbon’da Bir Fernando Pessoa Evi Olabiliyor da Niye İstanbul’da Bir Ahmet Hamdi Tanpınar Evi olamıyor?” yazımın farklı birer versiyonu olduğunu belirtmek isterim. Bu uzun girizgâhtan sonra söze biraz Pessoa’dan bahsederek gireyim.
Pessoa’nın İçinden Çıkan Ötekiler
Fernando Pessoa, 13 Haziran 1888’de Lizbon’da doğdu. Babası, Pessoa henüz beş yaşındayken veremden öldü. Babaannesi Dionisia ağır bir akıl hastalığının kurbanıydı ve ömrünü bir akıl hastanesinde tamamladı. Pessoa, 1895’te henüz yedi yaşındayken Güney Afrika’ya, Durban’a gitti, çünkü annesi Portekiz’in Güney Afrika konsolosuyla evlenmişti. Öğrenimini oradaki bir İngiliz mektebinde yaptı. Orada çok iyi İngilizce ve Fransızca öğrendi. Bu okulu bitirince Lizbon’a döndü. Üniversiteye yazıldı. Ancak derslere yeterince ilgi göstermeden bir süre sonra eğitimini bıraktı. Yıllarca uluslararası ticaret şirketlerinde çevirmenlik ve kâtiplik yaparak hayatını kazandı. Geri kalan ömrünü neredeyse hiç Lizbon’un dışına çıkmadan yaşadı.
8 Mart 1914’te ilk heteronimi Alberto Caeiro’yu yarattı. Onu Ricardo Reis ve Alvaro de Campos izlediler. Heteronimler Pessoa’nın içinden çıkan ötekilerdi. Onun içinde konuşan ve özerk bir yaşamları ve biyografileri olan şairlerdi. Pessoa neredeyse tüm Portekiz avangardını tek başına yarattı. Tek başına, yarattığı heteronimlerle birlikte neredeyse bir akım gibiydi. Genellikle sade pansiyonlarda ve kiralık odalarda yaşadı. Yaşamı boyunca tek bir kere âşık oldu. Ophélia Queriroz, çalıştığı ithalat/ihracat şirketinde sekreterlik yapıyordu. Kısa ve yoğun bir aşktı. Yaşadığı sürece yazıları yalnızca dergilerde yayınlandı. 1 Aralık 1934’te hayatı boyunca yayınlanmış olan tek şiir kitabı Mensagem çıktı. Bu yapıtı 2020 yılında Türkçeye çevrildi. Yapıt milliyetçi/mesihçi bir manifestoydu.
30 Kasım 1935’te, saat 20.00 civarında Lizbon’da Sao Luis dos Franceses hastanesinde, büyük olasılıkla aşırı alkolün neden olduğu hepatit krizinden öldü. Ölmeden az önce bir kâğıda İngilizce olarak şöyle yazdı: “I know not what tomorrow will bring”. 2 Aralık 1935’te Lizbon’da Prazes mezarlığında küçük bir cemaat tarafından toprağa verildi.
“Benim Anavatanım Portekizcedir”
Pessoa 1935’te öldüğünde hayatı boyunca tek bir şiir kitabı yayınlayabilmiş ve çok dar bir çevrede tanınan bir isimdi. Bugün ise Portekiz’de neredeyse bir “ulusal kahraman”a dönüşmüş durumda. “Benim anavatanım Portekizcedir” dediği dilin belki de en önemli şairi olarak saygı görüyor. Ayrıca edebiyat tarihi açısından da 20’nci yüzyılın en önemli yazarlarından biri olarak kabul ediliyor. Pessoa 1935’te öldükten sonra zaman içinde evindeki bir sandıktan yaklaşık 25 bin irili ufaklı metin çıktı. Son araştırmalar Pessoa’nın toplamda 72 farklı kimlik yarattığını ortaya koyuyor.
Pessoa’nın mezarı 1985’te Jeronimos manastırına taşındı. Burası bir anlamda Portekiz’in pantheon’u anlamına geliyor. Portekizli büyük kâşif Vasco de Gama’nın hemen yakınında bir anıt mezara yeniden defnedildi. Tek başına bu olay bile Fernando Pessoa’nın Portekiz’de “modern kanon”un en önemli ismi olduğu söylemeye yetebilir. Bu durum aslında oldukça tuhaf, çünkü Pessoa Katolik kilisesine kesinlikle karşıydı. Hatta komünizm ile Papalığa karşı oluşu aynı nedene dayanıyordu: Enternasyonalizm. Buna rağmen Pessoa’nın Jeronimos’ta gömülü olması, onun artık “pantheon”a kabul edildiğinin bir işaretiydi. Toplum onu, olduğu gibi sahiplenmişti. Kendisine karşı olan birini bile sahiplenebilmek! İşte ancak böyle toplum olunabiliyor galiba.
“Casa Fernando Pessoa”, yani Fernando Pessoa Evi, Lizbon’da 1993 yılında Lizbon Kent Konseyi’nin desteğiyle açıldı. Bu ev, “Benim anavatanım Portekizcedir” diyen Fernando Pessoa’nın hayatının son 15 yılını bir bölümünde geçirdiği evin Lizbon Kent Konseyi tarafından satın alınarak, düzenlenmesi sonucunda ortaya çıktı. Bu bina günümüzde Lizbon’un en önemli kültür/sanat mekânlarından biri. Kütüphanesi, sergi salonları, bahçesi, kafesiyle birlikte bizim çok sevdiğimiz bir ifadeyle tam bir “kültür merkezi”. Bu evde, toplantılar, konferanslar, sempozyumlar, sergiler, kısacası aklınıza gelebilecek her türlü kültürel aktivite düzenli olarak gerçekleşiyor. Binanın kütüphanesinde Pessoa’nın tüm dünya dillerindeki kitapları mevcut. Ayrıca onun hakkında yazılmış çok çeşitli dillerde tüm kitaplar da.
Pessoa Lizbon’da “Yaşıyor”
Fernando Pessoa Evi’nin internet sitesi Pessoa araştırmaları için tam anlamıyla bir kaynak. Pessoa’nın kişisel kütüphanesi “pdf” olarak siteye yüklenmiş durumda. Evet, yanlış duymadınız. Pessoa’nın okuduğu tüm kitaplar, üzerinde aldığı notlarla, altını çizdiği satırlarla internete yüklenmiş durumda. Ayrıca Pessoa’nın meşhur sandığından çıkmış olan tüm el yazmaları da, yine Lizbon’da bulunan BNP, yani Portekiz Ulusal Kütüphanesi’nin internet sitesine “pdf” olarak yüklenmiş. Düşünebiliyor musunuz? Dünyanın her noktasından, dilediğinizde bu sayfalara ulaşabiliyorsunuz!
Bugün Portekiz’de, özellikle de Lizbon’da nereye gitseniz karşınıza Pessoa çıkıyor. Bu büyük şair/yazar ülkesinin en önemli markası konumunda neredeyse. Portekiz modernliğinin “kültürel kanon”u olmayı, heteronimleriyle birlikte, neredeyse “tek başına” becerebiliyor. Onun ülkesine sahip çıktığı oranda, hatta daha fazlasıyla ülkesi de ona sahip çıkıyor. Bugün bile Lizbon’un sokaklarını dolaşırken her an Pessoa ya da heteronimlerinden biriyle karşılaşacakmışsınız hissine kapılabilirsiniz. Çünkü onların yaşadığı, çalıştığı binalar hâlâ yerinde duruyor. Onların takıldığı kafeler, kitapçılar hâlâ yerli yerinde. Hatta tütüncüler, berberler! Pessoa’nın izinin olduğu her binanın girişinde tarihsel ayrıntıları içeren plakalar mevcut. Biz toplum olarak herhangi bir şairi/yazarı böylesine sahiplenebildik mi hiç? Biz bir şairi/yazarı bu denli hayatımızın merkezi haline getirdik mi hiç? Onları siyasi emellerimize alet etmenin dışında!
Biz aynı şeyi, örneğin Tanpınar için söyleyebilir miyiz? Tanpınar’ın takıldığı hangi kahve ya da lokanta şu an mevcut İstanbul’da? Bu ülkede eğer muhafazakârlık diye bir şey olsaydı, bütün bunların da muhafaza edilmiş olması gerekmez miydi? Muhafazakârlık öncelikle geçmişe dair olana değer vermektir. Bunu sadece devletin, kamu erkinin bir eksikliği olarak da görmemek lazım. Eninde sonunda bu bir toplumsal bilinç sorunu değil mi?
Tanpınar’ın takıldığı mekânlar bugün İstanbul’da mevcut değilse demek ki yeterince insan o mekânlara takılmaya tenezzül etmemiş. Kahveler, lokantalar sonuçta ticari kurumlar. Yaşamaya devam etmek için müşterileri olması lazım. Demek ki yeterince insan bu mekânlara müşteri olmamış. Ama Lizbon’da bu mekânların çoğu yaşamaya devam edebilmiş. Demek ki Tanpınar’ı üstat belleyenler, onun takıldığı mekânlara pek takılmamışlar. Geçmişimizdeki büyük yazarları, onların yapıtlarını kurduklarıyla dünyayla, ortaya koydukları fikirlerle bir iletişim kurmadan nasıl sevebiliriz? Bizler bunu becermişiz galiba. Yani onları bir yandan baş tacı etmişiz ama diğer yandan da onların söylediklerini hiç kale almamışız. Bu aslında Müslüman olup Kur’an-ı Kerim’i hiç okumamış olmaya ya da Marksist olup Kapital’den habersiz olmaya ne kadar da benziyor değil mi?
Haftaya Tanpınar’a dönerek “Narmanlı Han Tanpınar Araştırmaları Akademisi” yazısıyla devam edeceğim. Konuya yakından vakıf olanlar yazının başlığından ve Pessoa benzetmesinden lafı nereye getireceğimi tahmin etmişlerdir bile.