Çeçenistan’dan Ukrayna’ya Putin Rejimi ve Yeni Rusya’nın İnşası
Çeçenistan savaşı, Putin rejiminin askeri yayılmacılık ve militarizminin yeni olmadığına, bunun mevzubahis rejimin kurucu unsuru olduğuna işaret ediyor. Bu savaşa bakmak bize bugün Ukrayna’da olup bitenin ne 300 yıllık Rus devlet aklının bir sonucu ne de Putin’in yaşlanırken rasyonalitesini yitirmesinin eseri olduğunu gösteriyor. Bu olup bitenler kendi geleceğini geçmişteki kayıplar üzerinden okuyan, kendi devamlılığını devletin devamlılığına bağlayan bir rejimin ve onun etrafındakilerin varoluş mücadelesi.
Mihail Gorbaçov 1986 yılında 27. Parti Kongresi’nde yaptığı konuşmada Sovyet devletinin ana önceliğinin ekonomi olacağını ve ekonominin merkezden kontrolünün milletler sorunundan önce geldiğini vurguluyordu. Sovyetler Birliği’nin tek bir ulusal ekonomiye kavuşması için hiçbir bölgenin ya da etnik grubun merkezin etkisi dışında kalmaması gerekiyordu. Ancak Gorbaçov bu yeniden tek çatı altında ulusallaşma çabasına çağrı yapmakta geç kalmıştı. Sovyetler Birliği ulusal kimliklerin bir idari coğrafya ile tanımlandığı, kültürel farklılığın ve resmi ulusal dillerin teşvik edildiği bir olumlu ayrımcılık imparatorluğuydu ve merkeze karşı toplumsal hareketlilik de çoktan milliyetçilik üzerinden örgütlenmekteydi. Bu konuşmadan sadece birkaç yıl sonra bir milletler topluluğu olarak Sovyetler Birliği, milletlerin idari sınırları üzerinden parçalandı.
Ancak bu parçalanma Sovyetler Birliği Anayasasının temel idari yapısı üzerinden oldu. Son derece karmaşık bir idari yapı öngören Anayasa, sadece 17 ana cumhuriyete temel millet statüsü vermiş ve bu gruplara idari özerklik ve gerekirse ayrılma hakkı tanımıştı. Bugünkü Rusya Federasyonu’nun idari sınırları içinde kalan cumhuriyetler ise bu hakka anayasal olarak sahip değildi. Ama elbette artık ortada Sovyetler Birliği olmadığı gibi, Sovyetler Birliği Anayasası da yoktu. Buna rağmen Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliği’nin kendisi için öngördüğü sınırları devraldı ve Sovyetlerin idari mirasını da istemeyerek de olsa kabullendi.
Bağımsızlık İçin
1990’lı yılların başında yeni Rusya Federasyonu ülke topraklarını bir arada tutma endişesi içerisindeydi. Üstelik bu endişeye eşlik eden ciddi bir kurumsal, askeri ve ekonomik dağılma söz konusuydu. Rusya Federasyonu’nu oluşturan farklı idari birimler özerklik hakları için merkezle pazarlık ediyor ve kaynakların kullanımından dış politikaya kadar birçok alanda bağımsız karar alma hakları elde ediyorlardı.
Her ne kadar bu dönemde bütün etnik cumhuriyetlerde milliyetçilik yeniden kurgulanan ve güçlenen ana ideoloji haline gelse de Rusya Federasyonu’nun içinde ayrılıkçılığa kadar giden tek aktör Çeçenistan oldu. Dönemin başkanı Boris Yeltsin, Çeçenistan söz konusu olduğunda diğer idari birimlerle yaptığı gibi Çeçenistan ile pazarlık masasına oturmadı. Bu savaş kararında büyük oranda merkezi devletin Çeçenistan savaşını kolay kazanılacak bir savaş olarak görmesi rol oynadı. Üstelik bu zaferle ayrılmak isteyen diğer idari birimlere başlarına ne geleceğinin gösterilmesi arzulanıyordu. Nitekim Yeltsin anılarında bu kararı neden verdiklerini şöyle açıklayacaktır:
“1994 yazında Çeçen sorunu ile yoğun bir şekilde meşgul oluyorduk. O zamanlar hükümetin inandığı bir teori vardı. Dudayev’in otoritesinin istikrarsız olduğunu düşünüyorduk. Dudayev rejimi klanların, aşiretlerin etkisine bağlıydı ve Dudayev büyük aşiretler tarafından desteklenmesine rağmen, farklı gruplar arasında korkunç bir düşmanlık bulunuyordu. Sonuç olarak, Çeçenistan’da nüfuz ve güç için yerel bir savaş sürüyordu. Herkes bir çeşit istikrar istiyordu. Rusya’nın cumhuriyet içindeki Dudayev karşıtı güçlerin yardımıyla müdahale etmesinin zamanı gelmişti.… İlk önce, Dudayev karşıtı duyguları ve güçleri yavaş yavaş Çeçenistan’a sokacak, sonra da Çeçenistan’ı kontrol edecektik.”
Bir diğer deyişle merkez, bu ayrılıkçı bölgenin merkeze sadakatini sağlamak için yerel gruplar arasında çatışmayı körükleyecek ve Moskova yanlısı grupları silahlandıracaktı. 1994 yılında Yeltsin yönetimi, Moskova yanlısı Çeçen muhalif politikacılara silah sağladı ve onları Dudayev’i devirmek için Çeçenistan’a gönderdi, ancak bu gruplar Dudayev hükümetini teslim olmaya zorlamada sadece olağanüstü bir başarısızlık göstermediler, aynı zamanda Çeçenistan’daki milliyetçiliği de güçlendirdiler. Bu durum Moskova’da askeri çözüm yanlısı grupların sesinin daha fazla duyulmasına yol açacaktı.
Giderek savaş yanlısı kliğe teslim olan Yeltsin yıl sonuna doğru Çeçenistan’a 40 binden fazla asker gönderdi ve iki ay içinde Grozni’yi Rus ordusu ele geçirdi. Ancak Çeçenistan’ın geri kalan bölgeleri hiçbir zaman tam olarak kontrol edilemedi. Yeltsin’in danışmanı Emil Pain bu durumu şöyle açıklayacaktı: “Çeçenler tarafından şiddetli ve kitlesel bir silahlı direniş olasılığı gibi bariz bir faktörü hesaba katmadığımız bir askeri plan yapmıştık.”
İki Savaş Arası
1996 yılında Rus ordusu Çeçenistan’da büyük kayıplar vermeye devam ediyordu. Üstelik bölgedeki inanılmaz yıkıma, ağır insan hakları ihalelerine rağmen direniş de devam ediyordu. Sovyet yıkımından henüz kurtulmayan Rus ordusu hem küresel hem de ulusal olarak giderek başını daha fazla ağrıtan bu savaşı bir barış antlaşması ile sonlandırmak zorunda kaldı. Bu antlaşma Çeçenistan’ın statüsünün tanınması için 5 yıllık bir süre öngörüyor ve 2001 yılında özerklik için bir referandum yapılacağını ifade ediyordu.
Ancak zafere rağmen Çeçenistan sosyal, ekonomik ve siyasi krizlerden mustarip olmaya devam etti ve Çeçen devleti işleyen kurumlardan veya tutarlı bir devlet kurma ideolojisinden yoksun kaldı. Üstelik Rusya Federasyonu bir özerklik ihtimalinin çökmesi için her türlü istikrarsızlaştırma taktiğini kullandı. Aynı dönemde küresel ve bölgesel gelişmeler ana muhalefet kanalının da giderek İslam referansları üzerinden örgütlenmesine yol açıyordu. Georgi Derluguian bu dönemde Kuzey Kafkaslarda muhalefetin aynı anda hem Rus emperyalizmine ve hem de Batı emperyalizmine karşı savaşma arzusuna sahip olan gruplar tarafından örgütlendiğini ve radikal İslamcılığın bu gruplara çok kullanışlı bir çerçeve sağladığını yazar. Bu gruplar üstelik Çeçenistan savaş deneyimi de yaşayan, savaşın radikalleştirdiği, savaşın bulanıklaştırdığı sınırlarda bütün Kuzey Kafkaslar ve Orta Asya ülkeleri ile ulus ötesi bağlar kuran gruplardı.
Bu grupların Çeçen kimliğindeki ve mücadelesindeki görünürlüğünün artması Rusya Federasyonu’nun Çeçenistan’a tekrar müdahalesinin bahanesi olacaktı. Durum tam da böyleyken, 1999 yılında ve hemen parlamento seçimlerinin arifesinde Moskova’da bir dizi apartmanda üç-dört gün arayla patlayan dört bomba, 293 sivilin hayatını kaybetmesine ve binlerce insanın yaralanmasına neden oldu. Bu bombaların sorumlusu olarak Çeçen hareketi gösterildi. Ve Çeçenistan’daki siyasi çözüm göz açıp kapayıncaya kadar rafa kaldırıldı.
Yeniden Savaş
Bu bombalamaların bizatihi Rusya gizli servisi tarafından planlandığı ve arka planında Çeçen sorunun yeniden askeri yolarla çözümüne kamuoyu desteğini artırmak olduğu bugüne kadar sıkça yazıldı. Ama aktörü kim olursa olsun bu yeni bir dönemin işaretiydi. Çeçen savaşı, devlet seçkinlerinin konvansiyonel silahları güçlendirmeye ve orduyu düşük yoğunluklu savaş yapma etrafında yeniden düzenlemeye ikna etti. Yeni Askeri Doktrin belgesi (2000), ilk kez silahlı kuvvetlerinin sadece dış saldırıları püskürtmek için değil, aynı zamanda devleti korumak için iç operasyonlarda da kullanılabileceğini öngörüyordu.
Bunlara paralel olarak Rus liderler, konvansiyonel kuvvetlerin geliştirilmesine, hazırlık ve teçhizatlarının güçlendirilmesine öncelik vermeye karar verdiler. 2001 yılında Kara Kuvvetleri Ana Komutanlığı, artan komuta sorumluluklarıyla daha güçlü bir teşkilat olarak yeniden kuruldu. Savunma harcamaları artırıldı, okullara Milli Güvenlik eğitimi yeniden getirildi, Yeltsin döneminin liberal tarih kitapları rafa kaldırıldı.
Bu dönemden sonra hızlanarak artacak askeri reform girişimlerine kurumsal merkezileşme tartışmaları eşlik etti. Putin, Güvenlik Konseyi’nin koordinasyon rolünü ve silahlı kuvvetler üzerindeki kendi kontrolünü güçlendirdi. Ayrıca Savunma Bakanlığı’nın, Genelkurmay aleyhine, güvenlik politikası oluşturma yetkisini artırdı. Bunu, federal birimlerle yapılan ve bu birimlere farklı oranlarda özerklik sağlayan ikili antlaşmaların iptal edilmesi izledi. Cumhurbaşkanına yasayı ihlal eden valileri görevden alma ve anayasaya aykırı yasaları kabul eden bölgesel yasama organlarını feshetme yetkisi verdi. Putin’in pek çoğu Çeçen savaşının başlangıcına denk gelen reformları ile bölge valileri, kendi topraklarında kanun ve düzenin uygulanması üzerindeki güçlerini kaybettiler. Ayrıca, bölgesel polis şefleri gibi federal kurumların başkanlarının atanması konusunda Kremlin’e danışılma hakları da ellerinden alındı. Merkez bütün atamalarda kontrolü eline aldı.
Kısacası 22 yıl sürecek bir merkezileşme ve otoriterleşme dalgasının bütün önemli adımları Çeçen savaşı sırasında atıldı.
Kamuoyu
Elbette bu savaşta basın kritik bir rol oynayacaktı. Rus hükümeti, savaşı “terörle mücadele” operasyonu olarak duyurdu. Bilgi akışında kontrolü sağlamak için hükümet, bilgi kesintileri kullanmaya, savaş alanına erişimi kısıtlamaya ve resmi hikâyeyi ilk ağızdan anlatmak için “dost” medyayı kullanmaya başladı. Gazetecilere savaşa dair bilgilere seçici erişim hakkı verildi. Askeri liderlik gazetecilerle aktif olarak çalışmaya başladı. Bazı durumlarda ordunun kendisi haber raporları hazırladı ve ardından bunları genel kullanım için yayınladı.
Birinci savaş sırasında medyanın yansıttığı asil Çeçen imajının aksine, “Rusya’ya zarar vermeye yeminli bir düşmanı adil bir mücadele yürüterek yenmek” ikinci savaşın anahtar söylemi oldu. Rusya’nın stratejisi ulusal kamuoyunu Çeçenlerin Rus silahlı kuvvetlerinin onları kurtarmasını beklediğine ikna etmek olacaktı. Bugün Ukrayna konusunda da son derece sık kullanılan bu klişe, Çeçenistan savaşında İslamcı teröristlerden “Çeçenleri özgürleştirme” modeli olarak sunuldu. Çeçen topraklarına dışarıdan sızan teröristlerden rejimi temizleme argümanı sürekli olarak hem ulusal hem de uluslararası kamuoyuna servis edildi.
Üstelik Çeçen savaşının 11 Eylül saldırılarına denk gelmiş olması, Rusya’nın Çeçenistan’a yönelik savaşına büyük bir küresel destek sağladı. Teröre karşı savaşta Putin, Batı’nın en önemli ortağı oldu. Dönemin demokratik ricat dalgasında Putin’in tüm anti-demokratik uygulamaları teröre karşı verilen mücadelenin bir parçası olarak görüldü.
Yerelleşme
2000 yazında, Rus kuvvetleri Çeçen Cumhuriyeti topraklarının neredeyse tamamını askeri olarak kontrol ediyordu. 2001 yılına kadar, Rusların Çeçen topraklarının kontrolünü ele geçirmeye yönelik standart stratejisi, hava bombardımanları ve bunu takip eden kara kuvvetlerinin süpürme operasyonlarını içeriyordu. Bu topyekûn saldırı on binlerce sivilin ölümüne (tahminler 40 bin ila 200 bin arasında değişmektedir) ve yüz binlerce Çeçen’in göç etmesine neden oldu.
Ancak bu topyekûn yıkım üzerine inşa edilen askeri yenilgi sürdürülebilir değildi. Yeltsin ve ekibinin orijinal planı hep devredeydi: Çeçenlerin yerel iktidar çatışmalarını devreye sokarak, Moskova yanlısı bir rejim inşa etmek. 2000 yılının Haziran ayında, Moskova eskiden Rus ordusuna karşı savaşmış olan Müftü Akhmad-Khadzhi Kadirov’u Çeçen Cumhuriyeti yönetiminin başına atadı. Ve hem askeri hem de idari gücünü tedricen yerel aktörlere devrederek bu politikaya Çeçenleştirme adını koydu.
Sadece birkaç yıl içinde Kadirov, Rus merkeziyle bağlarını geliştirdi ve Putin’e doğrudan erişimi sayesinde başkanlığını pekiştirdi. Federal fonlar sayesinde yerle bir edilen Grozni’yi yeniden inşa etti ve federal fonlardan zenginleşen ve o fonlara bağlı olan Moskova’ya sadık ayrıcalıklı bir yerel zümre yarattı.
Bu süreçte Çeçen nüfus tarafından “Kadirovcular” adı verilen Güvenlik Servisi, giderek artan bir şekilde Kadirov ailesinin federal devlet adına Çeçen nüfusu kontrol etmenin ana aracı haline geldi. Akhmad Kadirov, Mayıs 2004’te bir suikastle öldürüldü ancak suikasta rağmen “Çeçenleşme” daha da hızlandı ve oğlu Ramzan Kadirov iktidarı devraldı.
Ramzan Kadirov Çeçenistan’daki baskı araçlarını daha da tekelleştirecek ve Rus federal birliklerinin kolluk işlevlerinin sorumluluğunu giderek daha fazla üstlenecekti. Zamanla Çeçen İçişleri Bakanlığı’nın tüm yapıları Kadirovcuların kontrolü altına girdi. Onlarca paramiliter oluşum kuruldu. Yerel Çeçen hükümetinin baskı aygıtı gayri hukuki yapısı ile federal devlete paralel özerk bir kurum haline geldi ve Rusya’nın olağan hukuk organlarının kontrolü dışında işleyen bir baskı aygıtı şeklinde işlev gördü. Hukuk sisteminin dışında kurgulanan, ona hem bağlı hem de bağlı olmayan bu paramiliter yapı, sadece Çeçenistan’ın değil Kuzey Kafkasların ve oradan da Rusya’nın tüm bölgesel askeri operasyonlarının bel kemiği haline geldi.
Çatışmanın “Çeçenleşmesi” ile Moskova, çatışmada tarafsız kalma olasılığını ortadan kaldırmayı başardı. Sorunu federal birlikler ve ayrılıkçılar arasındaki bir savaş durumundan, Çeçenler arası bir savaş durumuna dönüştürdü. Sadakat üzerinden işleyen sosyal güvenlik sistemleri ve iş piyasası olanakları ile de bu sistemi pekiştirdi. Sıradan Çeçenler için Kadirov hükümetinin aktif destekçisi olmak sadece iş bulmak için değil, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerden yararlanmak için de tek ve en önemli koşuldu. Baskı ve ödül arasında kurulan bu denge, büyük bir göç dalgası ile de birleşince bölge büyük oranda pasifize edildi.
Sosyalizm Sonrası Devlet İnşası
Çeçenistan savaşı, Putin rejiminin askeri yayılmacılık ve militarizminin yeni olmadığına, bunun mevzubahis rejimin kurucu unsuru olduğuna işaret ediyor. Bu savaşa bakmak bize bugün Ukrayna’da olup bitenin ne 300 yıllık Rus devlet aklının bir sonucu ne de Putin’in yaşlanırken rasyonalitesini yitirmesinin eseri olduğunu gösteriyor. Bu olup bitenler kendi geleceğini geçmişteki kayıplar üzerinden okuyan, kendi devamlılığını devletin devamlılığına bağlayan bir rejimin ve onun etrafındakilerin varoluş mücadelesi.
Bu varoluş mücadelesini anlamak için sosyalizm sonrası inşayı anlamak gerekiyor. Putin 2000 yılında iktidara geldiğinde Rusya’yı bir dönemecin eşiğinde görüyordu. 1990’lı yıllar Rusya’da demokratik kültürün ve sivil toplumun olağanüstü canlandığı, farklı aktörlerin taleplerini kamusal alana taşıyabildiği, iktidarın yetkisinin çeşitli kurumlarla sınırlandığı yıllardı. Ancak bu toplumsal hareketliliği karşılayacak sağlam bir kurumsal bir altyapı yoktu. Yeni Rusya, Sovyet rejiminden devralınan kurumlar ve demokrasiye geçisin ortaya çıkardığı yeni gerekliliklerin tuhaf biçimlerde bir araya geldiği melez bir rejimdi. Üstelik hemen sosyalizm sonrasında IMF öncülüğünde gerçekleşen ekonomik reformlar ülkeyi mafyavari sermaye gruplarının eline teslim etmişti. Kapitalist olmayan bir ülkede kapitalizm yaratma hedefine sahip bu reformlar yüzünden küçük çıkar grupları bütün kamusal kaynakları yağmalamıştı.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının hafızası zihninde canlı olan Putin ve çevresi, devletin yeniden ele geçirilmesini ve devletin hem idari hem ekonomik bütün merkezkaç güçlerin baskısından temizlenmesini arzu ediyorlardı. Rusya ya yerinde sayacak ve giderek küçülecek ya da büyük bir atılımla yeniden tarih sahnesine çıkarılacaktı. Üstelik bu siyasal elitin kendi gelecekleri de bu projenin devamlılığına bağlıydı. Çeçen savaşı bu yeniden yazımın ve kurulumun ana motoru oldu. Rusya Federasyonu’nun idari örgütlenmesi, ekonomik altyapı ve baskı aygıtının iç yapısı bu savaşın gerçekleştiği birkaç yıl içinde yeniden düzenlendi. Savaş, tıpkı dünyanın herhangi bir yerinde olabileceği gibi kendi mekanizmalarını yarattı ve yepyeni bir siyasi projeye hayat verdi. Bu siyasi proje hiçbir zaman sadece Putin’e ait değildi ama onun eliyle yürütüldü.
Çeçen savaşını yürüten ve bu savaşla kendi iktidarlarını ve kendi suretlerinde yeni bir devlet otoritesini inşa eden elitlerin hemen hepsi bugün hâlâ iktidardalar. Tıpkı Çeçen savaşında olduğu gibi yeni bir Rusya inşa etme ve bu Rusya’yı inşa ederken de kendi doğal sınırlarına dayanan otoritelerini genişletme arzusundalar. Rusya’nın mevcut idari sınırlarına sıkışmış bir devlet olmasını istemiyorlar. İktidarda kalmak için seçim oyununu neden sürekli oynamak zorunda olduklarını anlamıyorlar. Bu siyasi elitler kendilerini yeni Rusya’nın hem kurucusu hem taşıyıcısı hem de olmazsa olmazı olarak görüyorlar. Ellerini kana bulayarak Rusya’yı yeniden bir devlet haline getirdiklerini ve dağılmaktan kurtardıklarını düşünüyorlar. Bunu gerekirse yeniden yapmaya hazırlar.
Bu savaşın bu grubun arzu ettiği gibi sonuçlanıp sonuçlanmayacağını hep birlikte göreceğiz. Ama daha şimdiden Rusya Federasyonu’nun üstüne inen demir perde, muhalefetin üzerindeki baskının olağanüstü güçlenmesi, casusluk yasalarının neredeyse ayrımsız tüm sivil topluma uygulanması, bütün muhalif basının susturulması, sosyal medyaya getirilen yasaklar karanlığın sadece dünyanın ve Ukrayna’nın üstüne değil, aynı zamanda Rus halkının üzerine de çöktüğünün işareti. Hasılı rejim Ruslar adına yazmaya çalıştığı kahramanlık romanında kurban karakteri için sadece Ukraynalıları değil bilfiil Rus halkını seçmiş durumda ve Rus halkının nefes aldığı son delik de kapanıyor…
Buradan hiçbirimiz için iyi bir şey çıkmayacak.