Cesaret, Güçlüklerin Eleği Üzerinde Kalabilmektir
Kendilerine yöneltilen tüm basmakalıp yargılar ve türlü engeller karşısında mücadeleyi hiç bırakmayan, toplumsal cinsiyet normlarını kendi branşlarında zarifçe altüst eden ve günün sonunda liyakatin ve çalışkanlığın galip gelmesini sağlayan iki kadın, Claudine Gay ve Katalin Kariko, cesaretin önemini tüm dünyaya gösterecek başarılara imza attı.
Bu haftanın küresel gündemine iki güçlü kadın damgasını vurdu. Biri, Harvard Üniversitesi’nin yeni göreve başlayan rektörü Claudine Gay, diğeri ise 2023 Nobel Tıp Ödülü’nü mRNA aşı teknolojisi alanında meslektaşı Drew Weissman ile yaptığı çalışmalarla kazanan Katalin Kariko.
İkisinin de ortak özelliği, kendilerine yöneltilen tüm basmakalıp yargılar ve türlü engeller karşısındaki mücadeleci ruhları, toplumsal cinsiyet normlarını kendi branşlarında zarifçe altüst etmeleri ve günün sonunda liyakatin ve çalışkanlığın galip gelmesini sağlamaları…
Onlar, “Ad astra per aspera” diyen kadınlar. Yani, atlattıkları türlü badirelerden sonra, erdemleri ve yetkinlikleri sayesinde yıldızlara ulaşanlar…
“Harvard Rektörü Olabilmek Cesaret İster”
Gelin ilk önce Claudine Gay’i tanıyalım.
Daha önce Stanford Üniversitesi’nde siyaset bilimi dersleri veren, ardından da Harvard’da Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’nı yürüten, Haitili göçmen bir aileden gelen New York doğumlu Claudine Gay, geçtiğimiz sene Aralık ayında Harvard Üniversitesi’ne üniversitenin 386 yıllık tarihinin ilk siyah rektörü ve ikinci kadın rektörü olarak seçilmişti. Kendisi geçen hafta cuma günü yoğun bir yağmur altında 30 dakikalık çarpıcı konuşmasını yapıp ant içerek görevine resmî olarak başladı.
“Harvard Rektörü Olabilmek Cesaret İster” başlıklı konuşmasında cesaretten, soru sormanın öneminden ve üniversite eğitiminin niteliğinden söz etti.
Ayrıca, 1700’lü yıllarda Harvard Üniversitesi kampüsünde çalıştırılan dört köleyi – Titus, Venus, Bilhah ve Juba- anımsattı; “Benim hikâyemle onların hikâyeleri bir değil, ama bizim hikâyelerimiz bu kurumun (siyahları) uzun yıllar boyunca dışlaması ve bununla başa çıkmak için devam eden direniş ve sebat yolculuğudur” dedi.
Anımsarsanız, önceki yüzyıllarda kölelikle olan bağlarının bir çeşit tazminatı olarak 100 milyon dolarlık bir fon kuran Harvard Üniversitesi geçen sene yayınladığı bir raporda, 300 yıl boyunca üniversitenin kilit kaynağının “kölelik düzeni” olduğunu, üniversitenin bağışçıları arasında servetini köle ticareti üzerinden yapanların bulunduğunu belirtmişti.
Harvard’ın yeni rektörü, üniversitenin geçmişindeki kölelik izleriyle “yüzleşmesi” ve bu raporda sözü edilen tavsiyeleri teker teker yerine getirmesi için mücadele edecek.
Neden Olmasın?
Claudine Gay, “Neden olmasın?” sorusu üzerinden gittiği konuşmasında, “Neden olmasın demek, bir eyleme geçme çağrısı demektir; imkânsız görülebilen şeyi yapma isteğidir. “Neden Olmasın?” Harvard’ın sloganı olmalıdır -kulağa çılgınca gelmek, gülünç görünme riskini göze almak, hayalperest olarak saf dışı bırakılmak pahasına…” dedi.
Konuşmasının sonunda “hakikatin peşinden gitmelerini ve hakikati söylemeye devam etmelerini” istedi onu dinleyen kalabalıktan.
53 yaşındaki Claudine Gay, tüm akademik kariyerini, Amerika’da ırk ve siyasi katılım bağıntısını araştırmaya adamış biri. Hatta Harvard ailesine 2006 yılında öğretim üyesi olarak katıldığında siyasi görüşler, oy verme davranışları ve sosyo-ekonomik faktörler arasındaki etkileşimi inceleyen birçok araştırma yaptı. Örneğin bir ülkede hükümete azınlık topluluklardan birinin getirilmesiyle yurttaşların oy verme davranışı arasındaki bağlantıyı ve yurttaşların bu karar sonrasında kamusal meselelere ilgisinin ne yönde arttığını inceledi.
Claudine Gay, beş yıl önce de Harvard Üniversitesi bünyesinde “Amerika’da Eşitsizlik Girişimi”ni kurarak çocuk yoksulluğu ve farklı eşitsizlik biçimlerine küresel çözümler konusunda araştırmalar yaptı.
Şimdi de tüm bu savunuculuk yetkinliğini, ahlaki pusulasını ve liderliğini, “beyaz, ayrıcalıklı Amerikalıların en seçkin kurumu” etiketini ABD’nin en prestijli eğitim kurumlarından biri olan Harvard’ın dış kabuğundan sıyırmaya ve bir nevi “entelektüel ırkçılıkla” mücadele etmeye odaklayacak. Üniversitenin iç çeperlerini de çeşitlilik odaklı uygulamalarıyla zenginleştirmeye çabalayacak. ABD’de giderek üniversite eğitimine duyulan güvenin azaldığı bir ortamda akademik yetkinliklerin önemini ortaya koyan savunu girişimlerinde bulunacak.
Kendisinin bu dolu dolu mücadele gündemi içerisinde, kemik çerçeveli kocaman gözlükleri ve bir o kadar da kocaman gülümsemesiyle Claudine Gay’in en az 10 yıl Harvard’ın rektörlük koltuğunda oturması bekleniyor; bu temposu ve aktivizmiyle her ne kadar çok fazla “oturacak” bir mücadeleci gibi durmasa da…
2023 Nobel Tıp Ödülü Sahibi Katalin Kariko
Rotamızı Macar biyokimyager Katalin Kariko’ya çevirelim şimdi de… Kendisi, Alman biyoteknoloji firması BioNTech’te Kıdemli Başkan Yardımcısı olarak görev yapmış. Şimdilerde Macaristan’ın Szeged Üniversitesi’nde öğretim üyesi, Pennsylvania Üniversitesi’nde ise misafir öğretim üyesi olarak çalışıyor.
Nobel Ödül Komitesi tarafından yapılan açıklamada, “Ödül sahipleri, modern zamanlarda insan sağlığına yönelik en büyük tehditlerden birinin yaşandığı bir dönemde aşı geliştirilmesinde eşi benzeri görülmemiş bir hıza ulaşılmasına katkıda bulunmuşlardır” ifadeleri kullanıldı.
Üniversitedeki fotokopi odasında tanıştığı immünolog meslektaşı Weissman ile birlikte COVID-19 aşısının temelindeki mRNA teknolojisini geliştirmek üzere uzun yıllar çalışan Kariko’nun dünya genelinde yaklaşık 1,5 milyar kişi tarafından kullanılan bu buluşunun şimdi kanser dahil olmak üzere diğer hastalıklar için kullanım alanları araştırılıyor.
Katalin Kariko’nun hüzünlü ama ilham verici bir yaşamöyküsü var. 1955 yılında kasap bir babanın ve muhasebeci bir annenin kızı olarak Macaristan’ın küçük bir kasabasında doğuyor.
Bilime erken yaşlarda merak salıyor. Hatta bir öğretmeninin aracılığıyla ünlü Macar-Kanadalı endokrinolog Hans Selye’ye mektup yazıp, kendisinin stres ve stresin insan vücuduna etkisi konusundaki ilk araştırmaları hakkında bilgi edinmek istiyor. Malum o yıllarda ne Google var ne Wikipedia…
Selye, ışık hızıyla yanıt veriyor kendisine. Macaristan’ın ücra bir kasabasındaki küçük kızın gözleri ışıl ışıl… Bu “seçilmişlik” hissi, Kariko’yu bilime daha da yakınlaştırıyor, çünkü bilimde hiyerarşik katmanları aşabileceğine inanıyor. Ondan sonra da hangi yaşta olursa olsun kendisine gelen tüm mektuplara teker teker yanıt verme alışkanlığı ediniyor; çocukluğuna sıcak bir selam niteliğinde…
Kariko’ların ABD Yolculuğu
Ailesiyle birlikte 1985’te Macaristan’dan ABD’ye göç ediyorlar. Aslında tıp kariyerine 1970’li yıllarda Macaristan’da bir kurumda başlıyor Kariko… Ama kurumun fon kaynakları bitince işsiz kalıyor. Tüm bağlantılarını kuruyor ve en sonunda Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden davet alıyor. Ancak komünist rejimde vatandaşların Macar parasını diğer para birimlerine çevirmeleri ve bununla göç etmeleri yasak. Kocası ve kızıyla birlikte ABD’ye gidebilmek için arabalarını satmak ve geçiş noktalarında polise yakalanmamak için küçük kızı Susan’ın oyuncaklarından birinin içine parayı gizlemek zorunda kalıyorlar.
Ancak ABD’ye geldiklerinde kendilerine vaat edilen pozisyonda sorun çıkıyor. İş bulamazlarsa da sınır dışı edilme riskleri var. Bunun üzerine yeni evlerinden yaklaşık 250 kilometre uzakta bir araştırma pozisyonunu kabul ediyor; başka bir ev kiralayacak bütçesi olmadığı için bazen tüm hafta ofisinde uyuduğu oluyor.
Kariko, bir süre mRNA (messenger RNA veya kurye RNA) çalışmalarını Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde sürdürüyor. Yani, bir virüsün genetik kodunun bir kısmını alıp yağ ile kaplayıp insana enjekte edilerek insan hücrelerine ulaşmasını sağlayan, böylelikle hücrelerin de koronavirüsün hücreye girmesini sağlayan proteinin aynısını üretmesini mümkün kılan, bağışıklık sisteminin ürettiği antikorlar yoluyla da vücudun kendisine zararlı yapılarla mücadele etmesini tetikleyen bir bilimsel çalışma üzerinde yıllarca meslektaşıyla sabahlara kadar çalışıyorlar.
Ama o dönem mRNA araştırmalarına ilgi azalınca, bu teknolojinin hastalıklara karşı kullanılabileceği fikri finansal açıdan çok riskli bulunmaya başlıyor, araştırmalarına gerekli destek verilmiyor. Kaynak arıyor ama nafile…
Sonra üniversite nezdinde “gözden düşüyor”, rütbesi “düşürülüyor”, kendisine kadro verilmiyor, “bölümden bölüme sürülüyor”. Patronu, onu işten çıkarırken, aslında ne kadar büyük bir hata yaptığını ona söylemek istiyor. Ama ağzından çıkan tek cümle şu oluyor: “Gelecekte bu laboratuvar bir müze olacak. Sakın ona dokunmayın.”
“Yeterince Zeki Değil miyim?”
Yerçekimi ortamında sürekli düşmek istemiyor, ama ruhundaki tüm bu üzüntüler ve kırgınlıklar vücudunda kanser şeklinde kendini gösteriyor. Küçük bir köy çocuğuyken yazdığı mektuba ışık hızıyla cevap gönderen bilim insanlarının istisna olduğunu görüyor.
Onu laboratuvardan kovan aynı kişiyle yıllar sonra pandemi döneminde karşılaştığında, beriki mahcup bir ses tonuyla, kendisi hakkında bir konferans vermeye hazırlandığını söylüyor. Meğer, Kariko’yu nasıl “elinden kaçırdığını” ve insanoğlunun en büyük bilimsel ve insani başarılarından birine imza atan bir kadının laboratuvar kapısından çıkmasına nasıl izin verdiğini anlatan, özeleştiri dolu bir konuşma yapacakmış daha sonra kalabalıkların karşısında…
2013’te ise henüz pandemi, ABD’de gişe rekorları kıran filmlerin konusu olmaktan ibaretti. Aynı zamanda bir göçmen olarak kendisini daha kırılgan hisseden Kariko bu süreçte yaşadıkları karşısında “Acaba yeterince zeki değil miyim” demeye bile başlıyor.
Mücadeleci Ruh
Ama hepimize ilham veren bir karar alarak yoluna devam ediyor ve Nobel Ödülü’nü paylaştığı Weissman’la birlikte bu yöntemi geliştiriyorlar. 2013 yılında Uğur Şahin kendisini BioNTech’te çalışmaya davet ediyor. O da Penn’deki laboratuvarını bırakıp Türeci-Şahin ikilisine katılıyor. Koronavirus salgını patlak verdiğinde Kariko, patronlarıyla bir araya gelip birkaç saat içerisinde mRNA aşısını tasarlıyor.
Araştırması, BioNTech aşısında kullanıldığında, asıl kutlanması gerekenin BioNTech’in CEO’su olduğunu söylüyor. “Çünkü gerçek vizyon sahibi olan oydu” diyor.
Weissman, Kariko’yu şu şekilde tanımlıyor: “Muhtemelen kimsenin kariyerinde yaşamadığı kadar engelle karşılaştı. Ama sebat etti ve yoluna devam etti.”
Kariko mücadeleci bir anne, ama kızı Susan da iki kez Olimpiyatlarda kürekte altın madalya sahibi oldu.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı sevgili Canan Güllü, geçtiğimiz sene 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Beyaz Saray’da gerçekleştirilen “Uluslararası Cesur Kadın” ödül töreninde ödülünü alırken, kadın olma hali ile cesaret arasındaki bağlantıyı vurgulayan çok hoş bir konuşma yapmıştı.
Bu konuşma Türkiye’de basına çok yansımadı ama Türkiye’de kadın hareketinin öncü isimlerinin ağzından ve kalbinden süzülen şu cümleler hep zihnimde kazılı şekilde duruyor:
“Cesaret bilge bir liderdir. Mücadeleyi tetikler. Mücadelenin dayanışmaya dönüşmesini, istikrarlı şekilde devam etmesini ve nihayetinde değişimi sağlar. Bu yüzden cesaret kimi zaman bir cümledir; kimi zaman belirlenen ilkelerdir, kimi zamansa duruştur. Dokunmaktır kimi zaman, bazen eylemdir. Cesaret kısaca mücadele azmidir.”
Mücadele yoksa hak ihlali olur, mücadele yoksa kişi kendini gerçekleştiremez, mücadele yoksa sahip olduğumuz erdemlerin ve kazanımların değeri yeterince bilinemez. Mücadele, cesaret işidir.
Cesaret kimi zaman Macaristan’dan veya Haiti’den ABD’ye göç etmek ve hayatını sıfırdan, ama kız çocukların eğitimini önemseyerek kurgulamaktır.
Cesaret kimi zaman “meyve veren ağacı taşlayanlar” karşısında direncini yitirmemek ve başladığın işin sonunu getirmektir.
Cesaret, ardında küçük de olsa büyük de olsa bir insanlık mirası ve güzel anılar bırakan adımlar atabilmektir.
Cesaret, güçlüklerin eleği üzerinde kalabilmektir.
Bu haftanın cesur ve bilge kadınları sayesinde dünya bir kat daha güzelleşti ve Katalin de Claudine de hepimize mücadele azimleriyle ilham kaynağı oldular.