Çevrimiçi Özgürlükler ve Sosyal Medya Düzenlemesi

Sosyal medyanın düzenlenmesi önemli ve gerekli bir adım. Bu düzenlemenin sınırlarının iyi çizilmesi ve amacının kamu yararına olması gerekli. Bir avuç seçkinin çıkarlarını koruyacak uygulamalar ve var olan sansür ortamına yeni bir sansür mekanizması ekleyecek bir düzenlemeden kaçınılması şart.

AKP ve MHP’nin Mayıs ayında hazırladığı ve “Dezenformasyonla Mücadele Düzenlemesi” olarak bilinen Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi geçtiğimiz salı günü Meclis gündemine taşındı ve cuma günü itibarıyla 12 maddesi kabul edildi. Düzenlemede yer alan maddeler, seçim öncesi “sansür” ve “ifade özgürlüğünün sınırları” konularını yeniden gündeme getirdi. Düzenlemenin yeni bir sansür adımı olacağı yorumlarının aksine, Mayıs 2022’de AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, düzenlemeye dair “İfade hakkı, eleştiri ve basın özgürlüğü kısıtlanmasın diye böyle bir çalışma yapıyoruz” değerlendirmesinde bulunmuştu.

 

İşlevini Yitiren Medya ve Çevrimiçi Özgürlükler

 

Dijitalleşmenin son 10 yılda yeni bir ivme kazanmasıyla birlikte çevrimiçi özgürlükler konusu daha da kritik hale geldi. Bu, sadece ülkemizde değil tüm dünyada hararetle tartışılan bir konu. Sosyal medya platformlarını ve dijital haber mecralarını geleneksel medyaya alternatif olarak kullanan kişilerin sayısı giderek artıyor. Bilgi toplumu çağında çevrimiçi özgürlükler ile demokratik normların iç içe geçtiği ve bu iki konunun birbirinden bağımsız olmadığı söylenebilir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın 2012 yılında yayımladığı raporda, herkesin bilgi toplumuna katılma hakkına sahip olması gerektiği ve devletlerin vatandaşlarının internete erişiminin garanti altına alınmasını sağlama sorumluluğu olduğu belirtilmişti.

 

İngiliz devlet adamı Edmund Burke’e (1729-1797) atfedilen medyanın “dördüncü kuvvet” olarak tanımlanması, demokratik rejimlerde yasama, yürütme ve yargı erklerine ek olarak medyanın taşıdığı kritik role dikkat çekiyor. Kamuoyunu bilgilendirme ve siyasal iktidarı denetleme işlevine sahip olan medya organlarının maalesef ülkemizde bu temel işlevleri yerine getirdiği söylenemez. Ülkemizde “basın özgürlüğü” kavramının tıpkı “ifade özgürlüğü” kavramı gibi hayata tatbik edilemediği biliniyor, ancak siyasi iktidar tarafından bu ilkelerin sorunsuz şekilde işlediğine dair zaman zaman beyanatlar gelmesi de gayet olağan. Bu da zaten nevi şahsına münhasır Türk siyasi yaşamının karakteristik özelliklerinden biri, var olmayan ilkelerin sorunsuz işlediğine dair bir illüzyonun varlığı…

 

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü tarafından yayımlanan 2021 yılına ait Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke arasında 153’üncü sırada yer almıştı. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın Nisan 2020 ile Nisan 2021 arası dönemi ele alan “Basın Özgürlüğü Raporu”nda yer alan bilgilere göre ise 62 haber sitesine ve 1.411 haberin içeriğine erişim engeli getirildiği ve RTÜK tarafından toplam 7 milyon 488 bin 851 TL idari para cezası ve 41 defa yayın durdurma cezası verildiği bilgileri yer almakta.

 

Ülkemizde, medya aktörlerinin ezici çoğunluğunun, özellikle de TV kanallarının bağımsız ve tarafsız bir yayın politikası olmadığı biliniyor, zaten var olan sermaye yapısı ile de tarafsız yayıncılık mümkün değil. Dijital haber kanallarının ve sosyal medya ağlarının, toplumun büyük bir kısmının hükümet yanlısı bir yayın politikasına maruz bırakıldığı şu dönemde, halka bilgi sunma ve iktidarı denetleme rollerini kısmen de olsa üstlendiği söylenebilir. Anaakım medyanın “siyasi iktidarın sesi işlevine sahip bir orkestra” rolünü oynadığı bu dönemde çevrimiçi haber platformları ve sosyal medya ağları, iktidar söylemine alternatif bilgiye ulaşmada önemli bir role sahip, ancak son yıllarda dijital platformların da sansüre maruz kaldığı biliniyor.

 

DataReportal tarafından derlenen Ocak 2021 verilerine göre, 1993 yılında internet ile tanışan Türkiye’de 65 milyondan fazla internet kullanıcısı ve 60 milyon civarında sosyal medya kullanıcısı bulunuyor. Freedom House tarafından yayımlanan 2021 yılına ait raporda ise Türkiye çevrimiçi özgürlükler açısından “özgür olmayan” bir ülke olarak nitelendirildi.

 

Ülkemizdeki çevrimiçi sansür uygulamalarına bakıldığında, sansürün temel amacının “zararlı” siyasi içeriğin ve müstehcenliğin engellenmesi yönünde olduğu gözlenmekte. Son yıllarda artarak devam eden çevrimiçi sansür uygulamalarından biri URL tabanlı engelleme. Bu şekilde kimi haberlere erişim yasağı getirildiği biliniyor (Prof. Yaman Akdeniz ve Ozan Güven’in 2020 yılına ait Engelli Web isimli çalışmasında bu tip sansür örneklerini bulabilirsiniz). Son dönemde özellikle yolsuzluk ve taciz iddiaları ile ilgili haberlerin erişimine engel getirildiği görülüyor.

 

Sosyal Medya Düzenlemesi

 

Twitter gibi sosyal medya ağlarının, gerek anaakım medyada yer almayan ancak ciddi sorunları gündeme getiren konuların, gerekse bilgi çarpıtma niteliği olan haberlerin yayılmasında etkin bir şekilde kullanıldığı biliniyor. Bir yandan sosyal medya kullanıcıları birilerinin tutuklanmasını ya da serbest bırakılmasını veya görevden alınmasını talep eden etiketler (hashtag) açarak trend topic (popüler konu) belirliyor ve insanlar adaleti sosyal medyada arıyor; bu sanal tepkiler yer yer adaletin tesisine de zemin hazırlıyor. Öte yandan, bazı sosyal medya kullanıcıları ise dezenformasyon içeren veya manipülatif bilgi akışına sahip içerikler ile kamu huzurunu bozacak durumların baş aktörü de olabiliyor. Bu anlamda internete dair yapılan düzenlemeler kritik bir öneme sahip.

 

Ülkemizde internetle ilgili yapılan ilk düzenlemelerden olan 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçların Önlenmesine Dair Kanun 2007 yılında yürürlüğe girmişti. 5651 sayılı Kanun’un Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğu yönünde tartışmalar söz konusu. İnternete ilişkin en son değişiklik, Temmuz 2020 itibarıyla yürürlüğe giren 7253 sayılı İnternet Yayınlarının Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçların Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapan Kanun. Yapılan bu düzenlemelerin çevrimiçi sansür vakalarını azaltmadığı ve var olan sorunlara kalıcı çözümler sunmadığı söylenebilir.

 

Var olan işleyişi iyileştirmesi umulan ve sosyal medya kullanımı ve internet haberciliğine ilişkin kritik ayrıntılar içeren, 1 Ocak 2023 itibarıyla da yürürlüğe girmesi beklenen düzenleme ile ‘İletişim Başkanı’, ‘Basın Kartı Komisyonu’, ‘internet haber sitesi’, ‘enformasyon görevlisi’ ve ‘medya mensubu’ gibi kavramların tanımı yeniden ele alınıyor. Ayrıca düzenlemenin çocuk kullanıcıların internet ortamında yasa dışı veya ahlaki değerlere aykırı içeriklere maruz kalmasını engellemesi de hedefleniyor.

 

Sosyal medya yasası sansür tartışmalarının yanı sıra öngördüğü cezalar ile de dikkat çekiyor. Düzenlemeye göre, sosyal medya ağlarında halkta korku veya panik yaratarak ülkenin güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlık ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi alenen yayan kullanıcıya 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilebilecek.

 

Yasa teklifinin en kritik düzenlemesinin, hangi sosyal medya paylaşımının “dezenformasyon” amaçlı olduğuna hangi kurumun veya kişinin karar vereceği konusu olduğu söylenebilir. Söz konusu paylaşımların hangilerinin yalan içerik olduğu ve halkta panik yaratacağına eğer mahkemeler karar verecekse bağımsız bir biçimde nasıl karar vereceği konusu sosyal medya düzenlemesine dair önemli bir eleştiri. Amacı “dezenformasyon ve yalan haberlerin önüne geçmek” olsa da, sosyal medya yasasının iktidarın 2023’te yapılacak genel seçimler için bir sansür aracı olacağı iddiaları gündemdekini yerini koruyor.

 

Sosyal medyanın düzenlenmesi önemli ve gerekli bir adım. Bu düzenlemenin sınırlarının iyi çizilmesi ve amacının kamu yararına olması gerekli. Bir avuç seçkinin çıkarlarını koruyacak uygulamalar ve var olan sansür ortamına yeni bir sansür mekanizması ekleyecek bir düzenlemeden kaçınılması şart.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.