Cezaevinin Şiiri ya da Şiirin Cezaevi
1930’larda başlayıp 2019’lere değin cezaevinde kalanların veya dışarıdakilerin ürettikleri edebi metinlere ilişkin bir derleme yapmak gerekirse, karşımızda edebiyatın hemen hemen her türünde eserlerin ortaya çıktığı bir külliyattan rahatlıkla bahsedilebilir. Üstelik bu edebi üretimler, farklı ideolojik veya siyasal pozisyonu olan simalardan neşet etmektedir.
- NAMAN BAKAÇ
- 4 Haziran 2020

Dışarda deli dalgalar, Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar, Aldırma gönül, aldırma
Sabahattin ALİ
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Necip FAZIL
1930’lardan itibaren Türkiye’de edebiyatçıların hapishane ortamlarıyla tanıştıkları, yakın tarihe ilişkin kitaplar ve edebi eserlerden rahatlıkla görülebilmektedir. Edebiyatçı bir nevi kendi zamanının çocuğu, şahidi yani bir tür “İbn’ül vakt” ise, doğası gereği meramını içerde veya dışarda bir şekilde dile getirme mecrasını bulabilen, nevi şahsına münhasır kişidir.
Bu kişilerin; cezaevi mekânlarında edebiyatın farklı türleri olan; şiir, öykü, roman ve hatırat eserlerini adeta “akrebin kuyruğundan tutarak” üretmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bu çerçevede, yaşanan politik ve sosyal olaylara ilişkin hayata dair bir şey söylemelerinden dolayı dönemin muktedirlerinin muhalif gördüğü isimleri çalakalem gerekçelerle mahpushane duvarlarıyla tanıştırdıklarına şahit olmaktayız.
İsmet Özel’in “uyrukların arasında uygunsuz biriyim” mısrasında geçen “uygunsuz” ya da “kılçıklı” kimi edebiyatçılar da sürükle(n)dikleri bu cezaevi ortamlarında boş durmayıp, içeriden dışarıya edebi eserler üretmekten de geri durmamışlardır.
Nazım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı” isimli şiiri, İstanbul, Bursa, Ankara ve Çankırı cezaevlerinde kaldığı dönemlerde yazdığı şiirler olup, bunlar “Dört Mahpushaneden” isimli şiir kitabında toplanmıştır.
Necip Fazıl’ın Sinop Cezaevi’nde kaleme aldığı ünlü “Zindandan Mehmed’e Mektup” isimli şiiri ile Sabahattin Ali’nin yine Sinop Cezaevi’nde yazdığı“ Aldırma Gönül” ve “Geçmiyor Günler” adlı şarkılara da konu olmuş ünlü şiirleri de dikkat çekicidir.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mamak cezaevinde iken kaleme aldığı “Dikeni Gül Eylemek-Mamak Şiirleri” adlı şiir eseri, İstanbul Harbiye Askeri Cezaevi’nde yatan şair Ahmed Arif’in tek şiir kitabı olan “Hasretinden Prangalar Eskittim” de yer alan mahpushane şiirleri, Ahmet Kaya’nın seslendirdiği ve Bayrampaşa cezaevinde kalmış olan şair Nevzat Çelik’in “Şafak Türküsü” adlı ünlü şiiri de, bu kategoride yer alan popüler şiirlerdir.
Roman türünde ise; Orhan Kemal’in “72.Koğuş” isimli cezaevinde yazdığı romanı, Kerim Korcan’ın şaheser bir film olarak da zihinlere kazınmış olan “Tatar Ramazan”, “Tatar Ramazan Sürgünde” romanları ile “Linç” ve “İdamlıklar” adlı Sinop Cezaevi ortamında yazılmış romanları, Emine Şenlikoğlu’nun cezaevinde kaldığı yılları anlatan “Burası Cezaevi” isimli eserleri ilk akla gelen eserlerdendir.
Cezaevinde iken yazılan Musa Anter’in 1959’de İstanbul Harbiye Askeri Cezaevinde iken yazdığı “Kara Yara/Bîrına Reş” adlı piyesi dikkat çekicidir.
Selahattin Demirtaş’ın Edirne Cezaevi’nde kaleme aldığı “Seher” ile “Devran” isimli öykü kitapları da çokça baskı yapması açısından da öykü türünde belirtilmesi gereken eserler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hatırat türünde ise; Necip Fazıl’ın “Cinnet Mustatili” isimli cezaevinde yazdığı hatırat kitabı, Sadık Albayrak’ın “Manaho Deresi” isimli cezaevi hatırat kitabı, Kemal Tahir’in Çankırı ve Bursa cezaevi yıllarını anlattığı “1950 Öncesi Cezaevi Notları” eseri, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mamak cezaevinde iken yaşadıklarını anlattığı “Muhsin Yazıcıoğlu’nun Günlükleri” hatıratı ile son olarak Remzi Çayır’ın Mamak zindanında iken yaşadıklarını anlattığı “Mamak Mahpushanesi” ilk akla gelen hatırat türünde yazılmış metinler olarak önümüze çıkmaktadır.
1930’larda başlayıp 2019’lere değin cezaevinde kalanların veya dışarıdakilerin ürettikleri edebi metinlere ilişkin bir derleme yapmak gerekirse, karşımızda edebiyatın hemen hemen her türünde eserlerin ortaya çıktığı bir külliyattan rahatlıkla bahsedilebilir. Üstelik bu edebi üretimler, farklı ideolojik veya siyasal pozisyonu olan simalardan neşet etmektedir. Roman, öykü, deneme, anı, antoloji, mektuplar gibi edebi türlerin; hapishane, darbe, işkence, koğuş, umut, direnme, yılgınlık, tutsaklık, özlem, idealler, aşk gibi temaların bu külliyatta işlendiğini görmekteyiz.
Kimi zaman sanatsal ve edebî çıtası yüksek, kimi zaman da kalibresi düşük olduğu görülen bu edebi metinlerden sadece şiir kategorisinde ulaşılabilen ürünler ele alınacaktır.
Cezaevlerine Düşmüş Şiirler
Cezaevi edebiyatı bağlamında en çok yazılan ürünlerden biri şiir olmuştur. Nâzım Hikmet’in İstanbul, Çankırı ve Bursa hapishanelerinde 1939’da yazmaya başladığı ve 1941’de bitirdiği “Kuvayı Milliye Destanı” adlı şiiri, şairin Kurtuluş Savaşı’nı baplar halinde anlattığı destan türündeki bir şiiridir. Biri başlangıç olmak üzere, sekiz bölümden oluşur. Şiirin anlatımı hikâye tekniğine de uygun olması nedeniyle literatürde; bir hikâye, bir öykü, bir destan türü olarak da zikredilir. Şair burada, her bir bölümünde savaşa ait bir hikâyeyi anlatır. Ayrıca “Dört Hapishaneden” adlı şiir kitabı da olan Nazım Hikmet bu eserini, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa hapishanelerinde yazmış olduğu şiirlerinin toplamından ibarettir. İlkin 1966 yılında DE yayınları tarafından çıkan bu eserde Nazım’ın, cezaevine düşmüş olmanın acısı, dünya ve ülke sorunları, aşk ve ölüm gibi temaların yanında hapiste yakından tanıdığı halktan kişilerin başından geçenleri işlediği görülür.
Bu kitabta yer alan “Ölüme Dair” başlıklı şiirden bir iki mısra paylaşmak gerekirse:
“Buyrun oturun dostlar
Hoş gelip sefalar getirdiniz
Biliyorum, ben uyurken
Hücreme pencereden girdiniz.”
Necip Fazıl, 1960 yılında Sinop Cezaevinde mahpus iken oğluna hitaben kaleme aldığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da seslendirilmesiyle popülerleşen “Zindandan Mehmed’e Mektup” adlı şiirinde; mahpushane mekânını, kavuşmayı, sorular eşliğinde yaşadığı sorgulamaları, idam edilen Ali’yi, cezaevi müdürlüğü ile dönemin hükümetine yönelik eleştirisini, maltada hizaya dizilişini, yalnızlığını ve yalnızlığını gideren seccade, namaz ve dualarını, bir de zorluğu ve umudu işlemektedir.
Şiirden bir kesit:
“Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.”
Edebiyatımızın en çok okunan ve hala da popülerliğini koruyan Sabahattin Ali, Sinop cezaevinde kaldığı 1933 yılında “Aldırma Gönül” isimli şiiri yazmış, sonradan bu şiir başta Ahmet Kaya olmak üzere pek çok sanatçı tarafından şarkılara dönüştürülerek oldukça dinlenir olmuştur.
Şiirden bir kesit:
“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma.”
Bu şiirin dışında şiir mecralarında mahpushanede yazdığı iki şiiri daha şarkılara konu olmuştur. Yine Sinop Cezaevinde iken yazdığı “Geçmiyor Günler” şiiri sonraları Ahmet Kaya tarafından şarkıya dönüştürülüp tiyatro oyunu olarak da sahnelenirken, “Göklerde Kartal Gibiydim” ile “Bir Yürek Kaldı Avucumda” şiiri de, kimi sanatçılar tarafından şarkı olarak seslendirilmiştir.
Kamuoyu tarafından “Hapishane Şairi” olarak da bilinen Nevzat Çelik’in “Şafak Türküsü” isimli şiiri (sonraları İmge Kitabevi tarafından kitap olarak basıldı), Metris Cezaevi’nde iken yazmış olduğu bir şiirdir ki, Ahmet Kaya tarafından hem albüm ismine hem de şarkıya dönüştürülerek geniş kesimler tarafından dinlenilmesine yol açmıştır. Nevzat Çelik, sekiz yıl kaldığı cezaevinde, sonraları “Mahpushane Türküsü” adlı bir şiir kitabı da çıkarmıştır. Son çıkardığı bir kitabı hariç, tüm eserlerini cezaevinde yazmış biri olarak cezaevi edebiyatı literatüründe ismi sıklıkla zikredilen bir simadır.
Şair, yazar ve siyasetçi olarak da bilinen Osman Yüksel Serdengeçti, Hüseyin Üzmez’in gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı öldürmesiyle kendisi de tutuklanarak girdiği cezaevinde, pek dillendirilmeyen ama meraklılarının bildiği bir hapishane şiiri yazmıştır. Serdengeçti isimli dergiyi de çıkaran şair, yedi defa hapishaneye girmiş bir gazeteci olarak da, milliyetçi-muhafazakâr cenahın, kalender ve cesur yayınlarıyla bilinir. 1948 ve 1961 yılında Konya hapishanesinde kalmış olan Serdengeçti’nin “Hapishane Türküsü” adlı şiiri umutsuzluğu, yılgınlığı, veryansınlığı dillendirmiş olsa da köy özlemini, bozuk düzeni, mahpushanedeki hastalığını ve mahpushaneden insan profillerini şiirinde konu edindiği görülür.
Şiirden bir kesit sunmak gerekirse:
“Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
İçtiğimiz gözyaşı, ekmeğimiz gam.”
Edebiyatımızda şiir kitabı, birçok yayınevi tarafından basılıp çok baskı yapmasıyla bilinen Diyarbakırlı şair Ahmet Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” isimli tek şiir kitabı, kendisinin İstanbul Harbiye Askeri hapishanesinde iken kaleme aldığı birkaç şiirini de içerir. 1950 ile 1952-1953 yıllarında tutuklanıp hapishaneye düşen şair belirgin bir lirizm damarı, politik dozajı yüksek bir haykırış ile keskin bir gözlemcilik baskındır. Hapishanede iken yazdığı “İçerde” isimli şiirinde Ahmet Arif, ülkeye gelmesini özlediği baharı, umudu ve ödediği bedelleri cezaevinin nesnelerine seslenerek dile getirmektedir. Popüler kültürün de etkisiyle, şiir geniş kesimlerce okunmakta, seslendirilmekte, sosyal medya mecralarında da sıklıkla paylaşılmaktadır.
“Dışarda gürül gürül akan bir dünya
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.”
Cezaevinde yazılan şiirler başlığı altında alınacak şairlerden biri de Osman Atavi Erdemir’dir. 24 yıl kaldığı cezaevinde topladığı 99 şiirini, 2016 yılında Ekin Yayınları’ndan çıkan “Etibe’ye Mektuplar” ismiyle neşretmiştir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi iken, siyasal eylemlerinden dolayı 22 yaşında tutuklanarak idama mahkûm edilen Erdemir, 24 yıllık cezaevi hayatını kimi zaman mısralara sığınarak, kimi zaman da resimlerle çizerek ifade etmeye çalışır. Sosyal meseleleri, haksızlıkları, savaşları ve direnişi konu alan 99 şiirden oluşan bu eser, aynı zamanda zindanda devam eden 28 Şubat’ın mağdurlarının, mağduriyetlerinin son bulma çağrısını da içerir. Afganistan savaşında, işgal güçlerinin bombalaması sonucunda yıkılan bir köyde yaralı olarak kurtulan Etibe adlı kıza ithafen yazılmış ve onun şahsında tüm Etibelerin acısını dillendiren şiirlerden oluşmuş ağırlıklı olarak politik dozajı yüksek bir eser olduğunu söylemek mümkün.
“Adı konulmamış tüm çocuklar adına
adı şeyma adı iman adı Filistin
kıpkızıl toprak ten rengi ay ve dua…
tut ellerimden Etibe
bir yed-i beyza sarsın göğün damarlarını”
Türkiye’nin ilk başörtülü kadın belediye başkanı olarak 2016 yılında girdiği Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu kalan Van/Erciş Belediye Başkanı Diba Keskin’in, cezaevinde iken kaleme aldığı ve tümü Kürtçe ile yazılmış “Bênder” isimli şiir kitabı Sitav Yayınları tarafından 2019 yılında yayımlandı. Bênder, Kürtçe’de harman, harman yeri anlamına gelmektedir. Şiirlerini avami bir Kürtçe ile yazarak anlaşılmayı kolaylaştıran Keskin’in, bu eserinde sözlü Kürt Edebiyatı’ndan da beslendiği görülüyor. Ağırlıklı olarak; mahpushane yaşamının, annelik duygularının, mücadele arkadaşlarının, onlarla olan dayanışmaların, insan sevgisinin ve Kürtlere yönelik baskıların ele alındığı şiirler, edebi dil ve teknik açısından vasat bir seyir izlemektedir. Diba Keskin’in aldığı on üç yıllık cezaya rağmen şiirlerinde hayattan kopmamış, umutlu bir kadın portresi çiziyor oluşu ise oldukça dikkat çekicidir.
“Di bin barana sterkan de
şil ü pil bü rih ü can
keskesora xapinok kevana xwe avet
ser dile rehwan”
Siyasetçi kimliği ile bilinmesine rağmen, yazarlık ve şair yönü pek bilinmeyen Muhsin Yazıcıoğlu’nun 2007 yılında Liva yayınları tarafından basılan “Dikeni Gül Eylemek-Mamak Şiirleri” adlı şiir kitabı, 12 Eylül’de kaldığı Mamak Askeri cezaevinde yazdığı şiirlerden oluşuyor. Cezaevinde kaldığı süre boyunca uğradığı tırnak çekme, elektrik verme, çarmıha germe işkencelerini yaşamış birinin duru bir dille kaleme aldığı bu şiirler, serbest vezin şeklinde yazılmış olup, duygu yüklü olduğu kadar direnme, umut, ülküsünden vazgeçmeme, yalnızlık ve kimi zaman da sorgulamalar içeren temaları içermektedir.
Ayrıca Mamak Zindanlarında tuttuğu günlükleri olduğu halde bir türlü kitaplaşmayan Yazıcıoğlu’nun şiir kitabından bir kesit sunmak gerekirse:
“Beni dört duvar arasına tıktılar,
ama ben aslında burda değilim,
benim ülküm madde mi ki?”
Muhtemeldir ki bu yazıya konu ol(a)mayan cezaevinde yazılmış başka şiirler olacaktır. Bu yazının bir eksikliği olarak görülse de, belli başlı ve farklı kesimlerden olan şiirlerin ele alınması açısından da gözden uzak tutulmayacak bir arşiv olarak edebiyatseverlerin yararına da olacağı şüphesizdir.
Edebiyat; hayatın göbeğinden, kenarından, kıyısından-köşesinden sadır olmuş duygu, sezgi, ilham ve düşüncelerin estetik ve etik saiklerle kaleme alındığı metinler ise şayet, cezaevi şiirleri de hayatımız da bazen kendimizin bazen bir dostumuzun bazen de bir yakınımızın uğrak mekânı olduğu için tabii olarak felek denen hayatın bir parçası da değil midir zaten?
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

NAMAN BAKAÇ
