CHP: Doğrusu Çok, Yanlışı Az Değil

CHP’nin doğruları çok ancak yanlışları da az değil. 2028’e daha çok zaman var, endişeye mahal yok diye düşünülebilir. Ancak, “Nasıl başlarsa öyle gider” sözünde bir hikmet olabileceğini hesaba katmak lazım. Bir de ‘işlerin’ 2028’e kalmama ihtimalini.

Beklenenden büyük seçim başarısından dolayı görmesi, idrak etmesi biraz zor olabilir ama CHP’nin 31 Mart sonrası siyasetinde doğrular kadar yanlışlar var. Doğrulardan başlıyayım. CHP’nin ilk doğrusu 31 Mart seçim sonuçları karşısında gösterdiği vakardı. CHP yönetimi, bilhassa da Özgür Özel, CHP’nin seçim zaferini abartılı bir coşku yerine olgunlukla karşılayarak doğrusunu yaptı. Seçimleri kaybedenin her şeyi kaybettiği duygusunu dürtmek yerine vatandaşların ortaklığı duygusunu hatırlatmak doğrusuydu, CHP de bunu yaptı. Özgür Özel seçim sonuçlarını değerlendirirken de doğrusunu yaptı. Seçim başarısını CHP iktidarları döneminin açılışı olarak değil 2028 seçimleri öncesinde CHP’ye açılan bir kredi olarak görmek doğru olandı. Doğru olandı, çünkü ‘konjonktür etkisinin’ tanındığını, dolayısıyla 31 Mart sonrasındaki tablonun geçici olma potansiyelinin farkında olunduğunu gösteriyordu. 

 

Beştepe ziyareti de doğruydu. Özgür Özel’in “Hem müzakere hem mücadele” diyerek özetlediği tutumun gereği olarak Erdoğan’ı ziyaret etmesi CHP’nin diğer doğrusu oldu. Erdoğan’la müzakere, AK Parti’nin sertlik siyasetinden yılıp bulundukları mevzilerden çıkarak CHP’ye gelenleri yeni yerlerinde tutmaya ve başkalarını da CHP mevzilerine ilgi duymaya teşvik edebileceği için doğruydu. Diğer bir doğru, mültecilere ve Arapça tabelalara karşı seküler-milliyetçi cenahtan gelen dışlayıcı tutumlara karşı verilen ayar oldu. Mültecilerdense ülkeyi ‘mülteci deposuna’ çeviren AK Parti siyasetini hedefe koyan bu siyaset de doğrusuydu, çünkü kimse durup dururken mülteci olmuyor ve bir gün herkes mülteci olabilir. Kur’an dilidir denerek yapılması gerekmiyordu belki ancak Arapça tabelalara karşı gelişen öfkenin yatıştırılmak istenmesi de doğruydu. Hem çarşı pazar İngilizce tabeladan geçilmezken Arapça tabelalardan rahatsız olmaktaki arızayı teşhis ettiği için hem de kapsayıcı bir siyaset fikrine işaret ettiğinden dolayı. Son olarak, seçimlerin hemen ardından gelen Van Belediyesi’ne kayyım atanması girişimine kararlılıkla karşı çıkmakla da doğru olanı yaptı CHP. Kürt şehirlerinin olağanüstü halle yönetilmesinin olağanlaşmasına karşı çıkmak işin doğrusuydu. CHP de doğru olanı yaptı. 

 

Başkaları da vardır ancak CHP’nin bir çırpıda sayabileceğim doğruları bunlar. 31 Mart’ta gelen seçim zaferinin konjonktür etkisine indirgenemeyecek bir tarafı da olduğunu, 2023 seçimleri sonrasında yaşanan yönetim değişikliğinin CHP’de bir şeyleri gerçekten değiştirdiğini gösteren doğrular. Ne var ki, seçim sonrası CHP siyasetinin yanlışları da var. Onlar da az değil. 

 

Erdoğan’a ‘Ayarlı’ Siyaset 

 

CHP’nin ilk yanlışı Erdoğan’a ayarlı siyaseti. Rakibe ayarlı olmak bir başına yanlış değil tabii ki. Yanlış olan, herhangi bir konudaki siyasetin tamamını rakibe ayarlı kılmak. Daha işin başındayız, dolayısıyla değişebilir, lakin son günlerin önemli konusu yumuşama siyasetindeki tutumu CHP’nin Erdoğan ayarlı siyasete devam edebileceğini gösteriyor. Kavala ve Kobani davalarında yaşanan son gelişmelerin ardından yumuşama konusundaki siyaseti CHP’nin aleyhine dönme yoluna girmiş görünüyor. Bu halin ardında CHP yönetiminin Kobani davasında çıkan karar üzerine “Erdoğan’ın tuzağına düşüyorsunuz” diyenleri haklı çıkarırcasına “sizin zaten yumuşamaya, normalleşmeye niyetiniz yokmuş” pozisyonuna çekilmesi ve orada kalması var. Erdoğan Kobani davasının kararlarının açıklandığı günün gecesinde hapisteki generalleri salıvererek kendisinin yumuşama siyasetindeki pozisyonu hakkında en azından kafa karışıklığı yaratırken, CHP “niyetiniz yokmuş” diyerek Erdoğan’ı tanıyamamış bir aktör olduğu izleniminin oluşmasına yol açmakla yetindi. Halbuki, Erdoğan her ne yaparsa yapsın, normalleşmeye niyeti ister olsun ister olmasın, CHP kendi mührünü taşıyan bir normalleşme siyaseti önerebilirdi. Hem de en başından. Normatif gerekçelerle, CHP ‘normalleşmeden’, normalleşme eksenli bir demokrasiye dönüşten yana olduğu için değil sadece. Normalleşme siyasetiyle ilgili tartışmayı CHP’yi büyütecek, CHP’nin Türkiye’yi yönetmeye ehil bir parti olduğunu gösterecek bir manivela olarak kullanabilmek için. İzah etmeye çalışayım.

 

Doğru, Erdoğan’ın gerçekten de yumuşamaya niyeti olmayabilir. Yumuşama siyasetini dikkatleri CHP’nin seçim başarısından ve ekonomideki feci tablodan uzaklaştırmak için kullanmak istiyor da olabilir Erdoğan. Ancak tam aksine, Erdoğan, MHP’yle ittifakının iktidardan olmasına yol açacağını gördüğü ya da Batı’dan acil sıcak para gelmesine ihtiyaç duyduğu için kontrollü de olsa bir yumuşama siyasetine mecbur da olabilir. Keza, Erdoğan Kürt meselesini ve cezaevindeki Kürt siyasetçilerin salıverilmesini kapsamayan dar bir yumuşama siyaseti tasarlıyor ve CHP’yle MHP’yi aynı yere getirmek istiyor da olabilir. Başka ihtimaller de dahil edilebilir ancak bunlardan hangisinin doğru olduğunu bilmek mümkün değil. Erdoğan’ın ne yapmak istediği ancak tahmin, en fazlası analiz edilebilir. 

 

Öte yandan konunun tahmin ya da analiz gerektirmeyen bir iki boyutu var: 1. Erdoğan’ın, niyeti varsa bile, yumuşama siyasetine Kobani davasından, Kürt siyasetçilerden başlaması mümkün değil. MHP’yle süregiden ittifakı ve MHP’nin yargıdaki gücünden dolayı yumuşama olacaksa da bunun Kürt siyasetçilerden başlaması imkânsız. 2. Kuvveti kestirilemez olmakla beraber AK Parti içerisinde yumuşamanın gereğine ya da kaçınılmazlığına inanan bir kesim var. MHP’liler tarafından tahkir edilmesine rağmen Abdülkadir Selvi’nin yumuşama ihtiyacına işaret eden yazılarını devam ettirmesi bu kesimin pozisyonunu koruduğunu gösteriyor. 3. Hem seçim sonuçları hem de sonrasındaki hava kamuoyunun yumuşama ve normalleşme siyasetine destek verdiğini gösteriyor. 

 

Bu manzara karşısında şu ya da bu gelişmeden ötürü “Sizin zaten normalleşmeye gönlünüz yokmuş” demek yerine “Türkiye’nin normalleşmesi, siyasette yumuşama için şunlar gerekiyor ve şu sırayla yapılabilir” türünden bir öneri ortaya koymak kamuoyunun yumuşama talebine sahip çıkmaya, AK Parti içerisindeki yumuşama siyaseti yanlılarını teşvik etmeye, CHP’nin yumuşama siyasetine gönlü yokmuş eleştirilerini bertaraf etmeye ve yumuşama ve normalleşme siyasetinin patronluğunu ele geçirmeye yardım edebilir, bu da CHP için manivela işlevi görebilirdi. Ne var ki, yumuşama siyaseti de dahil herhangi bir siyasetin CHP için manivela işlevi görebilmesi için Erdoğan ayarlı siyasetten geri durmak, siyasette Erdoğan’ın patronluğunu sona erebileceğini gösteren CHP mühürlü teklifler geliştirmek gerekiyor. 

 

Herkese Her Şeye Yetişen Parti 

 

Bütün bir Kılıçdaroğlu dönemi boyunca CHP’nin iyi yaptığı işlerden biri nafile bir aktivizm olmuştu. Zamanın CHP yönetimi, kitleleri, kalabalıkları ikna edebilecek büyük fikirler geliştiremeyince, haklılığı tartışma götürmez tekil toplumsal taleplere sert görünen biçimlerle sahip çıkmayı, bu talepleri meydan okuyan bir jargonla sahiplenmeyi esas siyaset haline getirmişti. Sendikaların, sivil toplum örgütlerinin, hak talebinde bulunan vatandaş inisiyatiflerinin, en fazlası kitleselleşme derdi olmayan sol partilerin yapacağı işleri bir de CHP’nin yapması Kılıçdaroğlu döneminin alametifarikası olmuştu neredeyse. İstatistik Kurumu’nun, Eğitim Bakanlığı’nın, SADAT’ın vs. kapısına dayanmalar, içeriye sokulmayınca yapılan sert açıklamalar malum. Bütün bu aktivist siyasetin temel sonuçlarından biri, CHP’nin bir gündem hiyerarşisine sahip olamaması, her şeye yetişmesi, her konuyu genel başkanın, neredeyse aynı seviyede, aynı biçimde ele alması olmuştu. Telaş etmek için henüz erken olabilir lakin “1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na çıkıyoruz” deyip çıkamamak ve atanamayan öğretmenler mitingi gibi işler CHP’nin yeni yönetiminin de benzer bir eğilime kapılabileceğini gösteriyor. 

 

CHP’nin tekil toplumsal talepleri seslendirmesinde, bu taleplere sahip çıkmasında yanlış bir taraf tabii ki yok. Ancak iktidar adayı olarak CHP’nin bu taleplere bir öncelikle, münasip biçimlerle ve farklı seviyelerde sahip çıkması beklenir. Oysa, atanamayan öğretmenler mitinginden sonra beliren tablo şu: 31 Mart gibi önemli bir seçim zaferinden sonra Türkiye’nin en büyük partisi siyasetin odağını iktidarın genel başarısızlığından, tekil bir alandaki başarısızlığına kaydırdı. Bir grup toplantısıyla sahip çıkılabilecek bir meseleyi kalabalık olacağı öngörülen bir mitinge taşımak istedi ve ilgili genel başkan yardımcısının ya da birkaç vekilin taşıyacağı bir meseleyi CHP genel başkanı taşımaya çalıştı. Halbuki, seçmenin zorlamasıyla da olsa iktidar adayı haline gelmiş CHP gibi bir partinin şunu yapması beklenirdi: Toplumsal talepleri birbirine ve görece sabit bir odak konuya/talebe bağlayarak, münasip biçimlerde ve bir gündem hiyerarşisine bağlı kalarak ele almak. Ancak böyle olursa CHP herkesin yapabileceği şeyleri yapmanın, tekil toplumsal talepleri seslendirmenin, uzun lafın kısası, iktidara muhalefet etmenin ötesine geçip, muhalefetin kurmaylığını yapabilecek. CHP’nin durumundaki bir partiden beklenen de bu. Her şeye yetişmesi değil.

 

Söyledim ve Ruhumu Kurtardım

 

Öncesine göre epey bir yol katedildiğine şüphe yok ancak Kobani davası kararından sonra verilen tepkiler CHP’nin (Kürt meselesi gibi) netameli konularda “söyledim ve ruhumu kurtardım” siyasetinin sınırlarında kalabileceğini gösteriyor. CHP siyasetindeki diğer bir yanlış da bu.

 

Kobani kararı belli olduktan sonra genel başkan dahil CHP yöneticilerince verilen tepkiler ilk bakışta gerçekten yerindeydi. CHP adına konuşanlar neredeyse ittifakla Kobani davasının siyasi bir dava olduğunu, yargı siyasetin kontrolünde olmasaydı bu kararın çıkmayacağını savundu. Dolayısıyla CHP açıklamalarında açık bir gerçek yüksünmeden ortaya konmuş oldu. Ne var ki, söz konusu olan sadece entelektüel ya da vicdani bir iş olsaydı, gerçeğe işaret etmek, “söylemek ve ruhu kurtarmak” yeterli olurdu. Halbuki, Kobani davası aynı zamanda siyasetin konusu ve siyaset de verili vaziyeti değiştirmek işi. Ruhu kurtarınca vaziyet değişmiyor. 

 

Verili vaziyeti değiştirme işinin kurmaylığını CHP yapacaksa, ki pozisyonu bunu gerektiriyor, CHP’nin ruhunu kurtarmaktan fazlasını yapmaya ihtiyacı var. Kobani davası özelinde bu fazla şuna denk düşebilirdi: Çıkan kararla beraber Kobani davasının Kürt meselesi siyasetinde tıkandığımıza işaret ettiğini savunmak ve söz konusu tıkanıklığı gidermek için yargının siyasallaşmasıyla beraber Kürt meselesinin hallini esas alan bir çözüm programı önermek. Bu yapılmayınca Kobani davasında çıkan karar yargının kötü işleyişini bir kez daha teşhir etmekten başka bir işe yaramıyor. Yargının kötü işleyişini teşhir etmek CHP’nin ve muhalefetin senelerdir yaptığı bir iş ve yıllardır yapılmasına karşın CHP’ye iktidar yolunu açmadı. CHP’nin teşhir etmek tarafında bir eksiği hiç olmadı. Eksik, vaziyeti değiştirmeye yardımcı olacak öneriler geliştirmekte. Dün öyleydi, bugün de öyle olacağa benziyor. Hülasa, CHP’nin söyleyip ruhunu kurtarmaya değil, memleketin temel meselelerini halledebileceği güvenini oluşturacak öneriler geliştirmeye ihtiyacı var. 

 

Kadrosuz Siyaset

 

CHP’nin yeni yönetimi Kılıçdaroğlu döneminin bir başka arızasını daha sürdürmeye yatkın görünüyor. 2023 seçimleri öncesinde seçmeni CHP’den ve bilhassa Kılıçdaroğlu’ndan uzak tutan önemli bir faktör, ülkeyi yönetebilecek beceriden uzak bulunmaları, buna dair bir güven oluşturamamalarıydı. Ehliyetli bir kadro oluşturmak ve bu türden bir kadroya sahip olunduğunu göstermekle belki aşılabilir olmasına karşın, ekibi 2023 seçimlerini Kılıçdaroğlu personası üzerine kurdu ve Kılıçdaroğlu’nun müttefiklerinin de Meclis’te sandalye derdine düşmüş olmalarından dolayı malum netice alındı.

 

Henüz çok erken denebilir lakin kadrosuz, ekipsiz siyasete, genel başkan odaklı siyasi performansa bugünkü CHP de meyyal görünüyor. Özgür Özel sık sık “İçeride çok iyi kadrolarımız var” demesine rağmen bu kadrolar öne çıkmış, sahne almış değil. Oysa seçmende ülkeyi CHP yönetebilir duygusunun oluşması için CHP’nin ehliyetli kadroları çekebilen, bulup çıkarabilen bir parti olduğunu göstermesine ihtiyaç var. İmamoğlu, Yavaş, Seçer, Karalar gibi belediye başkanlarının performansı CHP’nin icraatçılık açığını kapatmakta, CHP’ye güvenin artmasında işe yarayabilir yaramasına, ancak seçmen, 2023 seçimlerinin gösterdiği üzere, belediyelerin yönetilmesiyle ülkenin yönetilmesini bir tutmuyor. Seçmende “CHP ülkeyi yönetmeye ehil” güveninin oluşabilmesi için CHP’nin genel merkez düzeyinde ehliyetli kadrolar oluşturması; olanları işle, icraat önerileriyle görünür kılması gerekiyor. Yeni dönem CHP siyasetinin bir yanlışı da bu: Ekiplerle, kadrolarla görünmeyi ihmal etmek.

 

Özetle, CHP’nin doğruları çok ancak yanlışları da az değil. 2028’e daha çok zaman var, endişeye mahal yok diye düşünülebilir. Ancak, “Nasıl başlarsa öyle gider” sözünde bir hikmet olabileceğini hesaba katmak lazım. Bir de ‘işlerin’ 2028’e kalmama ihtimalini.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.