CHP’de Değişim ve Yenilenme Tartışmaları
- NAMAN BAKAÇ
- 26 Ağustos 2023

Mayıs 2023 seçimlerinde Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesiyle başlayan CHP’deki değişim ve yenilenme tartışmaları Türkiye gündeminin sıcak başlığı olarak sürgit devam etmektedir. Tartışma; lider değişimi, kadro, program, teşkilat yapısı gibi parti içi tartışmaları içerdiği gibi sosyolojik, ideolojik ve politik yönleriyle de sürdürülmektedir. Mezkûr tartışma kabaca Kılıçdaroğlu ve destekçilerinin olduğu yenilenme çizgisi ile İmamoğlu ve destekçilerinin dillendirdiği değişim, dönüşüm tartışmaları şeklindeki iki aktör ve iki hat üzerinde hâlihazırda yürütülmektedir.
Kamusal ve özel alanda yürütülen değişim ve yenilenme tartışması zaman zaman gizli zoom(lar), parti içindeki klikler, medyadaki aktörleri, CHP’li olmayan isimler ve partinin “abi” konumundaki simaları tarafından yapılsa da bu tartışmaların içeriği, ekseni, hedefi ve partinin nereye evrileceği belirsizliğini hâlâ korumakta, fluluk netliğe şimdilik evrilememiş bulunmaktadır.
Perspektif olarak, CHP’deki liderlik tartışmalarından kadro ve teşkilat yapısına, dayandığı ideolojik temellerden seçimlere yönelik hamlelere kadar yürütülen bu yenilenme ve değişim tartışmaları için bir soruşturma dosyası hazırladık.
Soruşturma dosyasına, Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Seda Demiralp, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun ve ArtıGerçek Yazarı-Siyaset Bilimci Prof. Dr. Levent Köker görüşleriyle katkıda bulundu.
“KILIÇDAROĞLU, YA SÖZLERİNİ İLGİ UYANDIRACAK BİÇİMDE SUNAMADI YAHUT VERDİĞİ SÖZÜ GERÇEKLEŞTİREBİLECEK GÜCÜ OLDUĞUNA SEÇMENİ İNANDIRAMADI ”

Doç. Dr. Seda Demiralp-Işık Üniversitesi
Mayıs seçimleri sonrası yenilenme argümanı hattındaki Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi, yönetimini ve destekçilerinin retoriğini, partiyi yönetiş tarzlarını, seçim sonuçlarına yönelik tutumlarını, “gemiyi güvenli limana götürme” stratejisini, hedeflerini ve siyasi dilini nasıl analize tabi tutuyorsunuz? Bu parametreler ışığında yakın ve orta vadede Kılıçdaroğlu ve CHP’yi bekleyen muhtemel senaryo nedir? Bu senaryonun 2024 yerel seçimlerine yansıması ne olur?
Kılıçdaroğlu’yla ilgili görüşler genelde, “mevcut koşullarda daha iyisi kimsenin elinden gelmezdi” ve “çok yanlış kararlar verdi” şeklinde iki uç arasında kutuplaşmış durumda. Bana göre ise, elinden gelenin en iyisini yapmış ve fakat elinden gelen yeterince iyi olmamış, seçmenin talebini karşılayamamış bir liderlik performansı söz konusu. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun helalleşme girişimini prensipte olumlu karşılıyorum, 1 ve 2’nci tur arası izlediğimiz savrulma dönemini saymazsak, genel olarak seçim kampanyası boyunca çok yanlış mesajlar vermediğini düşünüyorum. Bilhassa, ekonomi odaklı bir seçim kampanyası yürütmesini -kampanya stratejisi açısından önemli eksiklikler içerse de- yönelim olarak doğru buluyorum.
Özetle bana göre sorun Kılıçdaroğlu’nun 2023 seçimlerinde seçmene söylediği sözlerde ya da partisine çizdiği istikamette değildi. Fakat bazen bir sözü birinden duyar pek ilgi göstermez, ötekinden duyar heyecanlanır, ikna olursunuz. Sözü kimin söylediği önemlidir çünkü. Kılıçdaroğlu, ya sözlerini ilgi uyandıracak biçimde sunamadı yahut verdiği sözü gerçekleştirebilecek gücü olduğuna seçmeni inandıramadı. Bunlardan birincisi iletişimle ilgili yapılan tercihlerle ilgili olsa da, ikincisi doğrudan liderlik özellikleriyle ilgili. Seçmen iletişimi, aura; bunlar tarifi, reçetesi pek olmayan özellikler. Ancak var olup olmadıklarını, biraz da seçmen tepkilerine bakarak söyleyebiliyoruz. Kılıçdaroğlu’na yönelik seçmen tepkilerine baktığımızda klasik CHP seçmeni olmayan bir seçmeni yalnız kendi kişisel karizmasıyla CHP’ye çekmekte zorlandığını gördük. Oysa seçimi kazanmak için bu gerekliydi. O yüzden bu aşamada, yani seçim başarısızlığı sonrasında başka isimlere şans veren, önlerini açan bir pozisyon almazsa o zaman kendini ağır eleştirilere maruz bırakacaktır.
Nitekim seçim sonrası tam da bu sebepten kuvvetli bir seçmen öfkesinin de hedefi oldu. O derece ki muhalif seçmende seçim öncesi Erdoğan’a dönük olan öfke seçim sonrası neredeyse Kılıçdaroğlu’na döndü. Bugün CHP seçmeninin önemli bir kısmı Kılıçdaroğlu’nu, seçim başarısızlığıyla yüzleşmeye ve yerini bir başka isme bırakmaya direnen, fakat diğer yandan yerinde kaldığı müddetçe CHP’ye seçim kazandıramayacak olan bir lider olarak algılıyor. Bu da seçmen tarafından “seçim kazanmayı hayal etmekten vazgeçin, ikinci parti olmayı benimseyin” demek gibi algılanıyor. Dolayısıyla büyük isyan ve öfke yaratıyor. Bu duygu, önü alınmazsa, apatiye, yani siyasete ilginin yitimi ve siyasetten kopuşa dönüşebilir. 2024 seçimlerinde daha az CHP’linin sandığa gitmesi bu durumda hiç şaşırtıcı olmaz.
İMAMOĞLU’NUN İBB ADAYLIĞINI DUYURDUĞU KONUŞMASINDA SEÇMEN, ZİHNİNDEKİ SORULARA DOĞRUDAN VE NET BİR YANIT ALABİLDİ Mİ EMİN DEĞİLİM
Değişim ve dönüşüm argümanı hattındaki İmamoğlu ve destekçilerinin retoriğini, seçim sonuçlarına yönelik tutumlarını, kullandıkları siyasi dili, değişim tartışmasının netliğini, hedeflerini ve uyguladıkları stratejiyi nasıl analize tabi tutuyorsunuz? Bu parametreler ışığında yakın ve orta vadede İmamoğlu ve ekibini bekleyen muhtemel senaryo nedir? Bu senaryonun 2024 yerel seçimlerine ve İmamoğlu’nun 2028 Cumhurbaşkanlığı adaylığına yansıması ne olur?
İmamoğlu 2019 sonrası muhalefet içinde yeni bir çıkış arayanların umudu oldu. 2023 seçimlerinde Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olmasını isteyenler oldukça fazlaydı. Bu kitle İmamoğlu dışında bir ismin ya da Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ancak “İstanbul terk edilemez” yahut “İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olduğu an cezası onanacak” gibi argümanlar ve İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı değilse de yardımcılarından biri olarak Altılı Masa’ya dâhil edilmesi sonucunda, kısmen razı oldu. Kısmen diyorum, çünkü bir kısım seçmen her şeye rağmen İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğini, seçim kazanmanın başka yolu olmadığını savundu, hatta öne çıkıp her şeye ve herkese rağmen aday olmadığı için de İmamoğlu’na gönül koydu. Seçimlerin kaybedilmesi ise bu kesimin “biz demiştik” duygusunu besledi.
İmamoğlu destekçileri seçim sonrası İmamoğlu’ndan beklentilerini tekrar gündeme getirdiler ve İmamoğlu’nun en azından bu kez öne çıkmasını ve muhalif enerjiyi toparlayıp liderlik etmesiyle ilgili taleplerini ifade etmeye başladılar. Bugün İmamoğlu destekçilerinin iki temel talebi var: Muhalefette ciddi bir değişim olması ve İmamoğlu’nun kararlı ve net bir biçimde bu değişime liderlik edeceğini ilan etmesi.
Bu seçmen talebine karşılık olarak İmamoğlu, seçimin hemen arkasından CHP’de değişimin şart olduğuyla ilgili bir açıklama yaptı. Ardından “iktidar için değişim” isimli bir web sitesi kurdu ve bu site yoluyla seçmenin değişim talebini toplamaya yönelik bir adım attı. Bu önemli bir adımdı, çünkü değişimin parametrelerinin yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya belirlenmesi gerektiğini vurguluyordu. Daha sonra İmamoğlu sosyal medya yoluyla, bu siteye girilen verilerin analiz edildiği ve önemli sonuçlara ulaşıldığı bilgisini paylaştı.
Peki, seçmen ne istiyordu, ihtiyacı neydi? İmamoğlu seçmenin ihtiyaçlarını karşılamak için ne yapacak, bunca yıkım sonrası seçmeni hangi hayalle ayağa kaldıracak ve yeniden siyasete çağıracaktı? İmamoğlu bu sorulara cevap vermek amacıyla bir gazetede köşe yazısı yayınladı. Geçtiğimiz günlerde de, kısa vadede önceliğinin CHP genel başkanlığı değil bir kez daha İstanbul belediye başkanlığı adaylığı olduğunu ortaya koyan bir konuşma yaptı.
Köşe yazısından başlayacak olursak, oldukça kapsamlı ve entelektüel açıdan da zengin bir yazıydı. Diğer yandan, “less is more” şiarıyla, daha kısa veya daha az konu başlığına odaklı seslenişlerin seçmende daha etkili olabileceği söylenebilir veya en güçlü yanlarından biri seçmenle kurduğu kanlı canlı iletişim olan bir liderin kendini ifade etmek için neden yazılı iletişimi tercih ettiği sorgulanabilir.
İMAMOĞLU SEÇMENLE DOĞRUDAN İLETİŞİM KANALINI CANLANDIRMALI VE SEÇMENİYLE DUYGU BAĞINI TAZELEMELİ
Bu çerçevede, 15 Ağustos’ta Haliç Kongre Merkezi’nde “İstanbul’u bir kez daha savunmak için yola çıkıyorum” dediği konuşması İmamoğlu’nun fiziksel performansına alan açması açısından iyi bir fırsattı. Fakat orada da seçmen, zihnindeki sorulara istediği kadar doğrudan ve net bir yanıt alabildi mi emin değilim. İmamoğlu CHP genel başkanı olmak yerine bir dönem daha belediye başkanlığı için mücadele edeceği sinyalini verdi. Bu netleşme adına önemliydi. Ama konuşmanın geri kalanı daha iyi kullanılabilir, yurt çapında tüm dikkatlerin kendinde olduğu bir konuşmada daha vurucu mesajlar verilebilir, ilham verici, sürükleyici çağrılar yapılabilirdi.
Bana göre seçmenin bugün İmamoğlu’yla olan ilişkisi bir parça asimetrik bir hal almış durumda. Seçmenin ondan talepleri çok, çünkü onun bu talepleri karşılayabilecek potansiyele sahip olduğuna inanıyorlar, ama ondan istedikleri tepkiyi de sanki bir türlü tam olarak alamamış, duymak istedikleri sözü tam duyamamış hissediyorlar. Bu durum İmamoğlu’yla seçmeni arasında bir gerginlik potansiyeli taşıyor.
Bu sebeple bana göre bugün İmamoğlu seçmenle doğrudan iletişim kanalını canlandırmalı ve seçmeniyle duygu bağını tazelemeli. Bu, bir yandan seçmenin cevap beklediği konulara mümkün olduğunca net yanıtlar vermeyi, bir yandan da seçmenini yeniden heyecanlandıracak bir vizyon sunmayı gerektiriyor.
İmamoğlu eğer CHP’nin tek sorununun liderlik ve parti içi demokrasi eksikliği olduğunu düşünmüyorsa, partinin ülke sorunlarıyla ilgili tespitlerinde ne gibi düzeltmeler yapılması gerektiği, akabinde partinin ajandasının ne şekilde güncellenmesi gerektiği gibi konularda görüşlerini paylaşmaktan fayda görebilir. Burada seçmene uzun, detaylı bir yol haritası sunmaktan bahsetmiyorum. Tıpkı bir rüya ya da güzel bir kitap gibi, başarılı siyasetçilerin konuşmalarından sonra da, içeriğe dair tüm ayrıntıları hatırlamasak da, bizde yarattıkları duygusal etkiyi veya hayata bakışımızda yarattıkları değişimi hatırlarız. Örneğin İmamoğlu’nun 2019 Mayıs’ında yaptığı meşhur “Yolumuz uzun, heyecanımız yüksek” konuşması gibi. İmamoğlu’nun bugün ciddi bir apatiye sürüklenmek üzere olan seçmene yeniden bu duyguyu yaşatması bana göre önemli ve gerekli.
CHP SEÇMENİ SEÇİM ÖNCESİ İKTİDARA DÖNÜK OLAN ÖFKESİNİ, SEÇİM SONRASI KENDİ PARTİSİNE YÖNELTTİ
Tartışmaların bir tarafında yer alan kurumsal muhalefetin dışında olan toplumsal muhalefet ve özelde CHP seçmeni değişim ve yenilenme tartışmalarından sizce nasıl etkileniyor? Görebildiğiniz kadarıyla, toplumsal muhalefetin 2024 yerel seçimlerine yönelik tutumu ve motivasyonu nedir, seçim yaklaştıkça bu nereye evrilebilir?
CHP seçmeni seçim öncesi iktidara dönük olan öfkesini seçim sonrası kendi partisine yöneltti. 3 ay önce oy verdiği siyasetçileri bugün ekranda görünce kanal değiştirir hale geldi. Bu duruma gelinmesinde birkaç sebep var.
Öncelikle, seçim öncesi hem değişim talebi çok yükselmişti hem de değişimin gerçekleşeceğine olan inanç yüksekti. Evet, eşit rekabet ortamı yoktu ve iktidarın avantajı büyüktü ama bilhassa ekonomik koşulların aşırı olumsuz seyretmesi hem değişim talebini çok yükseltiyor hem de ekonomik krizlerin iktidarları sarstığına yönelik kabuller sebebiyle, değişim ihtimalini yüksek gösteriyordu. Bu sebeple muhalefetin seçimi kaybetmesi büyük hayal kırıklığı yarattı, değişim talebi havada asılı kaldı.
Bu aşamada seçmenin değişim talebi kendi partisine yöneldi. Bir şeyler değişmeliydi, bir daha bu derece elverişli koşullarda bile seçim kazanamamak gibi bir deneyim yaşanmamalıydı. Yeni bir lider, yeni bir yol, yeni bir söz lazımdı.
Değişim talebini partisine yönelten CHP’li seçmen ikinci büyük hayal kırıklığını yaşadı. Kılıçdaroğlu bu taleplere pek de ilgi göstermiyor, ortada bu kadar da abartılacak bir durum göremiyor gibiydi. Seçimler zaten adil değildi. Bu kadarına da şükürdü. Yıkılmak şöyle dursun sevinilmeliydi bile.
Kılıçdaroğlu’nun seçim sonrası sergilediği duygu durumu, seçmenin duygu durumundan o kadar farklıydı ki asıl büyük kırılma bu noktada oldu. Yani, Özgür Özel’in ifadesiyle “duygusal kopuş”, esas bu ikinci aşamada, CHP’deki “genel merkezci” grubun seçim kaybına verdiği tepki, daha doğrusu tepkisizlik sonrası oldu. Özellikle Kılıçdaroğlu adaylığıyla ilgili başından beri rezervasyonu olan kitlelerde bu tepki çok arttı.
İKTİDARI VE PARTİSİNİ DEĞİŞTİREMEYEN CHP SEÇMENİNDE “TESİR EDEMEME” DUYGUSU BÜYÜYEREK APATİYE DÖNÜŞTÜ
Ne iktidarı ne partisini değiştirebilen CHP seçmeninde “tesir edememe” duygusu hızla büyüyerek apatiye dönüşmeye başladı. Bana göre, bu ikinci kırılma ve beraberinde gelen apati çok alarm verici; çünkü apati, öfke gibi kısa akisli bir duygu değil; uzun soluklu olma ihtimali yüksek. Elimizde buna yönelik bazı somut göstergeler de var. Örneğin bazı anketlerde CHP’nin oyu Mayıs sonrası düşmüş görünüyor. Keza, CHP ilçe kongreleri oldukça cansız geçiyor. Bütün bunlar apati konusundaki kaygımı destekliyor. Bu gidişatı ancak seçmenle yeniden bağ kurabilecek, ilham ve umut verebilecek bir yeni hareket tersine çevirebilir diye düşünüyorum. Aksi halde 2024 seçimlerinde apatinin ilk sonuçlarını görebiliriz. 2023’te kazançtan kaybetmişti CHP. 2024’te İstanbul ve Ankara gibi şehirleri kaybederse ise mevzi kaybetmiş olacak ki partinin bunu atlatması pek kolay olmaz.
“KILIÇDAROĞLU PARTİDE ÇOK SESLİ BİR SÜREÇ YÖNETİMİNE OLUMLU BAKMAYARAK, TEK GÜÇ HALİNDE YÖNETMEYİ TERCİH ETMİŞTİR”

Prof. Dr. Tanju Tosun-Siyaset Bilimci
Mayıs seçimleri sonrası yenilenme argümanı hattındaki Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi, yönetimini ve destekçilerinin retoriğini, partiyi yönetim tarzlarını, seçim sonuçlarına yönelik tutumlarını, “gemiyi güvenli limana götürme” stratejisini, hedeflerini ve siyasi dilini nasıl analize tabi tutuyorsunuz? Bu parametreler ışığında yakın ve orta vadede Kılıçdaroğu ve CHP’yi bekleyen muhtemel senaryo nedir? Bu senaryonun 2024 yerel seçimlerine yansıması ne olur?
14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ardından CHP, lideri, parti üst yönetimi ve destekçileriyle birlikte partinin toplumsal desteğinin azalmadığı yönündeki bir argümanı siyasal retoriklerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Bunun nedeni, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na gelen destekten yola çıkmalarıdır. Diğer yandan, 14 Mayıs genel seçiminde alınan yüzde 25’lik oyu da partinin hanesine yazma gibi bir tavır sergilemişlerdir. Oysaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki oy içinde nasıl Millet İttifakı parti seçmenlerinin oyu varsa, düşük de olsa genel seçimde İYİ Parti dışındaki ittifak partilerinin de oyu mevcuttu.
CHP lideri ve kurumsal yapısının bileşenleriyle destekçilerinin kamuoyunda oluşan değişim talebinin yerine, yenilenme söylemini tercih etmelerinin ardında bu seçim sonuçlarını okuma biçiminin yattığını düşünüyorum. Bunun sonucunda, bu aktörlere göre çok başarısız çıkılmamış bir seçimin ardından değişim gibi partiyi kamuoyu önündeki imajını bozacak kavramlarla tartıştırmak yerine, yenilenme gibi daha mutedil bir kavramın tercih edildi. Yenilenmenin, merkezden taşraya uzanan örgütsel yapıdaki yenilenmeyle, parti içi süreçlerin demokratikleşmesine yol açacak tüzük değişikliğiyle sınırlı tutulacağı anlaşılmaktadır. Nitekim Kılıçdaroğlu yenilenme yolunda ilk adımı danışmanlarını, MYK’yı değiştirerek yapmış, partide kendisinin liderliği yanında çok sesli bir süreç yönetimine olumlu bakmayarak, tek güç halinde süreci yönetmeyi tercih etmiştir. Liderlik meşruiyetinin zaafa uğramaması açısından bu durum tabii ki anlaşılabilir.
Kılıçdaroğlu’nun “gemiyi güvenli limana götürme” söylemi ve stratejisi kanımca CHP’nin yerel seçimlerde başarısını ve artan oylarını gördükten sonra, tasvip edeceği bir genel başkan ve parti yönetimine partiyi devretme stratejisi şeklinde okunabilir. Bu çerçevede partiye tamamen hâkim olarak süren liderlik tarzında siyasal dili ve dilin eyleme yansıyan biçimi otoriter, dışlayıcı bir liderlik izlenimi vermiyor. Diyaloğa açık, uzlaşmacı, müzakereci, fakat son tahlilde oyunun kurallarını parti geleneği ve disiplini çerçevesinde koyan ve işleten bir lider tipi mevcut. Kanımca devam eden il ve ilçe kongrelerinin ardından belirlenecek yerel parti yönetimleri ve kurultay delegeleri Kılıçdaroğlu ve CHP’nin yakın geleceğini tayin edecek dinamikler.
Kurultaya yönelik delege yapısının Kılıçdaroğlu’nu destekleyecek bir aritmetik güce sahip olmaması şeklinde gerçekleşmesi halinde, parti içinde keskin bir liderlik yarışı yaşanabilir. Özgür Özel, İlhan Cihaner gibi isimlerin aday olması halinde de, kurultaydan Kılıçdaroğlu’nun aday gösterilse dahi genel başkan olarak çıkmaması gibi bir tablo oluşabilir. Kurultaydan çıkacak sonuç CHP’nin 2024 yerel seçimlerindeki performansını etkileme gücüne sahiptir. Genel başkanlık yarışının sonucu, niteliği, kurultayda oluşacak parti üst yönetimi, Kılıçdaroğlu ile ya da Kılıçdaroğlu’suz CHP’nin bir yandan yerel seçime yönelik işbirliği olasılıklarıyla senaryolarını, diğer yandan seçimde partinin ne düzeyde destek göreceğini tayin edecek dinamikler arasındadır.
SON TAHLİLDE DEĞİŞİMDEN ANLAŞILAN TOPYEKÛN BİR ZİHNİYET DEĞİŞİMİ VE BUNUN PARTİ İÇİ VE ULUSAL SİYASETE YANSIMASI GEREKEN PRATİĞİDİR
Değişim ve dönüşüm argümanı hattındaki İmamoğlu ve destekçilerinin retoriğini, seçim sonuçlarına yönelik tutumlarını, kullandıkları siyasi dili, değişim tartışmasının netliğini, hedeflerini ve uyguladıkları stratejiyi nasıl analize tabi tutuyorsunuz? Bu parametreler ışığında yakın ve orta vadede İmamoğlu ve ekibini bekleyen muhtemel senaryo nedir? Bu senaryonun 2024 yerel seçimlerine ve İmamoğlu’nun 2028 Cumhurbaşkanlığı adaylığına yansıması ne olur?
İmamoğlu ve kendisini destekleyenlerin 28 Mayıs seçimlerinin hemen ardından başlattıkları CHP’deki değişim tartışmalarıyla, seçim sonuçlarının başarısızlığı karşısında partiyi gireceği yeni seçimlerde başarılı kılmak, iktidar yapmak için bir yola çıktıkları anlaşılıyor. Başlangıçta İmamoğlu’nun liderlik yarışına gireceği izlenimi edinilse de, son yaptığı basın toplantısında henüz resmî olarak ilan edilmemiş bir Büyükşehir başkan aday adaylığından söz etmek mümkün. Seçimin hemen ardından İmamoğlu ve destekçilerinin retoriği CHP’de değişimin kaçınılmaz olduğu şeklindeki söylemlerle kamuoyuna yansıdı. Gerek İmamoğlu gerekse kendisini destekleyenler değişimin gerekliliğini ısrarla dillendiriyorlar. Değişim tartışmasına başlarlarken, öncelikle CHP’nin seçim başarısızlığının muhasebesini yapmaması temelli eleştiriyle yola çıkıyorlar, partinin önümüzdeki seçimlerden başarılı çıkması ve nihai hedef olarak iktidara ulaşması için neleri yapması gerektiğini dillendiriyorlar. Bu anlamda hedef; kanımca partide pozisyon kapmak değil, partiyi Türkiye siyasetinin en güçlü partisi haline getirmek şeklinde değerlendirilebilir.
Değişimden anladıkları ise, İmamoğlu, Özel, Tezcan gibi isimlerle yapılan söyleşiler veri alındığında, Türkiye’nin bir gelecek tahayyülü ihtiyacı olduğundan yola çıkılarak, toplumda var olan değişim talebini seslendirme, talebin gereklerini yerine getirme arayışıdır. Bunun yolu da yeni bir siyaset inşa etmekten, bunu yeni yaklaşımlar, yeni bir dil, yeni kadrolarla hayata geçirmekten geçiyor. Bunu başarmanın yol ve yöntemleri ise bu kadroya göre yerel siyasetin ulusal siyasetle eşgüdümlü yürütülmesi, CHP’nin örgütsel yapılanması anlamında demokratik süreçlerin işlemesi, katılımcı, çoğulcu, rekabetçi, liyakatli bir yapıya kavuşması, örgütlü kesimlerle partinin bağlarının güçlendirilmesi, partiyle taban arasında oluşan duygusal kopuşun önlenmesi, yurttaşlarla etkin iletişim kurulması, sürdürülebilir, etkin muhalefet, parti üye aktivizminin artırılması, değişimin sadece genel başkanlık, partinin program, tüzük gibi yazılı metinlerindeki değişikliklere indirgenmemesi, Milli Mücadele ve Atatürk referanslarının biçimsel, popüler değil, tarihsel bir gerçeklik ve yol gösterici olarak kabul edilmesidir.
Son tahlilde değişimden anlaşılan topyekûn bir zihniyet değişimi ve bunun parti içi ve ulusal siyasete yansıması gereken pratiğidir. Kanımca kullanılan siyasal dilden değişimin netliğine, hedeflere kadar sorunlu olmayan bir değişim arayışının eksik tarafı, değişimin nasıl yürütüleceğine ilişkin strateji eksikliğidir. Parti içinde değişim taraftarları bir yandan parti terbiyesi, diğer yandan sahip oldukları aritmetik gücü net olarak göremedikleri için ürkek bir stratejiyle değişim arayışındalar. Bu verili koşullarda İmamoğlu ve ekibini, destekleyicilerini nelerin beklediği yerel kongrelerden çıkacak kurultay delegesinin sayısal dağılımıyla ilgili. İmamoğlu belediye başkan aday adayı olarak yol yürümeye karar verdiği için, doğrudan genel başkanlık yarışı anlamında sürecin içinde olmadığı izlenimi vermekle birlikte, Özgür Özel hakkında sarfettiği olumlu ifadeler, gönlünün Özel’in genel başkanlığından yana olduğunu gösteriyor. İmamoğlu ve ekibini genel başkanlık için umutlandıracak bir sayısal delege dağılımı tablosu çıkmazsa, Özel’in aday olmama ihtimali de vardır. Bu durumda Kılıçdaroğlu aday gösterilip genel başkan seçilirse, muhalefetin seçim işbirliğine nasıl yaklaşacağı, seçmenin Kılıçdaroğlu liderliğinde bir CHP’yi destekleyip desteklemeyeceği, CHP’nin yerel seçimdeki kaderini belirleyebilir. İmamoğlu’nun 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimi için “potadaki aday” olarak varlığını sürdürmesinde, öncelikle aday gösterildiğinde belediye başkanlığını kazanıp kazanmayacağı, CHP’ye kazandırılacak yeni ilçe belediye başkanlığı sayıları, seçildiği takdirde yeni dönemde İstanbul’da belediye başkanlığı performansı belirleyici olacak gibi görünüyor.
DEĞİŞİM VE YENİLENME TARTIŞMALARININ TARAFTARI OLAN PARTİZAN SEÇMENLER DIŞINDA, SADE SEÇMEN İÇİN BU TARTIŞIMALAR ARTIK BIKKINLIK VERİYOR
Tartışmaların bir tarafında yer alan kurumsal muhalefetin dışında olan toplumsal muhalefet ve özelde CHP seçmeni değişim ve yenilenme tartışmalarından sizce nasıl etkileniyor? Görebildiğiniz kadarıyla, toplumsal muhalefetin 2024 yerel seçimlerine yönelik tutumu ve motivasyonu nedir, seçim yaklaştıkça bu nereye evrilebilir?
CHP’deki değişim ve yenilenme tartışmalarından toplumsal muhalefet ve CHP seçmeninin nasıl etkilendiğine bakıldığında, aslında sadece CHP için değil, tüm partiler için ortak sorun; partilerin yurttaşların kendilerini iyi, mutlu hissetmelerine aracılık eden temsili kurumlar olmaktan yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamalarıdır. Bu kendisini önce politikaya ilgisizlik, ardından en uç olarak politika ve politikacıdan nefret şeklinde gösterebilir. Nitekim, iktidar partisine oy verenlerin ekonomik krizin yol açtığı yoksullaşma, muhalefet partilerinin temsil kabiliyetinin zayıflaması, CHP’deki değişim tartışmalarının seçmen için tali bir konu olması gibi hususlar, seçmenlerin gündelik yaşamları açısından sorunlu alanlar. Bu durum, seçmenlerin politikadan umudu kesmelerine, tercihlerinin anlamsızlığı düşüncesinin güçlenmesine neden oluyor doğal olarak. Özellikle değişim, yenilenme tartışmalarının taraftarı olan partizan seçmenler dışında, sade seçmen için bu tartışmalar artık bıkkınlık veriyor gibi bir görünüm mevcut. Onlara göre, kendilerinin yaşamsal gündemi ile CHP’nin parti içi gündemi taban tabana zıt.
Toplumsal muhalefetin bugün itibarıyla konumlandığı yer ve yerel seçimlere yönelik tutumları oldukça edilgen bir tabloyu resmediyor. Bunun nedeni, popülist-otoriter rejimin toplumsal muhalefet alanını büyük ölçüde daraltması kadar, muhalefet partilerinin toplumsal muhalefeti temsil anlamında parlamenter düzeyde kabiliyetinin zafiyet içinde olmasıdır. Bu anlamda toplumsal muhalefete öncülük edemediği, birlikte hareket edemedikleri için, sindirilmiş, ürkek, cılız bir toplumsal muhalefet dikkat çekiyor. Toplumsal muhalefette yerleşmeye başlayan algı, otoriter rejimlere özgü seçimler yoluyla iktidarın kolay kolay değiştirilemeyeceği şeklindedir adeta.
Muhalefet partilerinin yerel seçim sonrasında büyük ölçüde içlerine kapanmaları, zaten zayıf olan işbirliğinin iyice tükenmesine zemin hazırlamıştır. Mevcut tablo ve koşullar nedeniyle toplumsal muhalefetin mobilizasyon kaynaklarının da son derece zayıf kalması anlaşılabilir bir durum. Oysaki dünya örnekleri incelendiğinde, Latin Amerika’dan Avrupa’ya, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde toplumsal muhalefet ve siyasal muhalefet birbirini beslemekte, iktidarları değiştirme gücüne ulaşmaktadır. Oysaki Türkiye’de siyasal kültürdeki demokrasi, hesap sorma, katılımcılık gibi değerlerin zayıflığı örgütlü toplumun güçlü olamamasına, toplumsal muhalefetin de etkisiz kalmasına aracılık etmektedir. Toplumsal muhalefetin tıpkı siyasal muhalefet gibi edilgen konumu yerel seçimlere doğru sürdüğü takdirde, ki sürme ihtimali güçlüdür, yerel seçimlerde muhalefetin iktidara muhalefet etme ve başarısı için artı değer üretmeyebilir. Sonuçta bundan iktidar partileri kârlı çıkmayı sürdürebilir.
“KILIÇDAROĞLU’NUN ALDIĞI YENİLGİ KARŞISINDA, DEMOKRATİK TERBİYE GEREĞİ İSTİFA ETMESİ GEREKİRDİ”

Prof. Dr. Levent Köker-Siyaset Bilimci/Artıgerçek Yazarı
Mayıs seçimleri sonrası yenilenme argümanı hattındaki Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi, yönetimini ve destekçilerinin retoriğini, partiyi yönetiş tarzlarını, seçim sonuçlarına yönelik tutumlarını, “gemiyi güvenli limana götürme” stratejisini, hedeflerini ve siyasi dilini nasıl analize tabi tutuyorsunuz? Bu parametreler ışığında yakın ve orta vadede Kılıçdaroğlu ve CHP’yi bekleyen muhtemel senaryo nedir? Bu senaryonun 2024 yerel seçimlerine yansıması ne olur?
Önce şu noktayı vurgulayalım: Mayıs seçimleri, hem Cumhurbaşkanlığı makamını ve hem de TBMM’de en azından salt çoğunluğu elde etme iddiasını oy verme gününe kadar yüksek perdeden dile getirmiş olan Millet İttifakı (veya Altılı Masa) açısından tam bir yenilgidir.
Bu yenilginin yarattığı tartışmaların odağında ittifakın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun olması bir bakıma son derece normaldir, çünkü Cumhurbaşkanlığı makamı, bugünkü Anayasa düzeninde devlet yönetiminin en etkili makamı konumundadır. Cumhurbaşkanı seçiminin kazanılması hâlinde, TBMM’de çoğunluğu kazanamasa bile muhalefetin bir iktidar değişikliğini gerçekleştirme imkânı vardı ama bu fırsat değerlendirilememiştir.
Burada hemen vurgulanması gereken bir diğer nokta, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi bireysel girişimlerinde de bizzat kendisinin sıklıkla vurgu yaptığı böyle bir sürecin sonucunda aldığı yenilgi karşısında, demokratik terbiye gereği istifa etmesi gerektiğidir. Kılıçdaroğlu’nun böyle davranmayıp, “kaptanlık”, “gemi” vb. metaforlara müracaat eden bir söylemle parti içindeki konumunu sürdürmeye çalışması, yadırganan bir tutum olmuştur. Kılıçdaroğlu ve destekçileri tarafından kullanılan bu gibi söylemlerin daha çok otoriter ideolojilere özgü olduğunu hatırlatmak isterim.
HER ADAY KAZANACAK ADAYDIR, ADAYIN KAZANMASI ONUN SAĞLADIĞI DESTEĞE BAĞLIDIR
Bununla birlikte, kanımca Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığı sadece kişisel sebeplere bağlı değerlendirmelerle anlaşılamaz. Hemen eklemek isterim ki, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına giden süreçte yaşanan “kazanacak aday” tartışmaları da yanlış olmuştur ve seçimlerin kaybedilmesinden sonra, bu tartışmaları yeniden canlandıracak türden bir dizi değerlendirme yapılması da doğru değildir. Bir diğer deyişle, seçimlerden önce, “Kim aday olsun?” sorusuna “Kazanacak bir kişi aday olsun”, yani “Kılıçdaroğlu kazanamayacaktır, o yüzden o değil de bir başkası olsun” cevaplarını verenlerin büyük bir bölümünün şimdi kamuoyunda “Biz dememiş miydik!” söylemiyle konuyu gündeme getirmeleri, tekrar ediyorum, yanlıştır.
Peki, neden yanlıştır? İki nedenle: Birincisi, her aday kazanacak adaydır, adayın kazanması onun sağladığı desteğe bağlıdır. Bu açıdan baktığımızda, değil Kılıçdaroğlu, başka herhangi bir CHP’linin de bu seçimi kazanması, CHP seçmeni dışındaki seçmen tabanlarına hitap eden siyasi partilerin tutumlarına ve seçmen üzerindeki etkilerine bağlıdır. Seçim sonuçları gösteriyor ki, HDP-Yeşil Sol Parti ve Emek ve Özgürlük İttifakı seçmeni, çok ama çok büyük ölçüde partilerinin kararı doğrultusunda davranmış ve Kılıçdaroğlu’na oy vermişlerdir. Aynı şeyi CHP seçmeni için de söyleyebiliriz. Buna karşılık, cumhurbaşkanı seçilmek için gereken yüzde 50+1 oya erişilememesi, Kılıçdaroğlu’na oy vermeyen diğer muhalif seçmenler nedeniyle olmuştur. Bu seçmenlerin Kılıçdaroğlu yerine bir başka CHP’linin adaylığını destekleyeceklerini ileri sürmek kanımca mümkün değildir.
Tartışmanın kişi üzerinde yapılmasının yanlışlığının ikinci ve daha önemli sebebi ise, Türkiye’nin temel siyasi sorunlarının kişilerin veya partilerin değişmesiyle çözülüvermesinin mümkün olmadığını düşünmemdir. Doğru yaklaşım, yeni cumhurbaşkanının ve yeni bir TBMM çoğunluğunun, yani bir iktidar değişikliğinin Türkiye siyasetinde neleri değiştirmeyi vaat ettiğini sorgulamaktan geçmektedir. Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu bu konuda sadece “parlamenter sisteme geçiş” vaadinin ötesinde, sahici bir siyasi alternatif sunabilmiş değillerdir. Bu “alternatif yetersizlik” karşısında, ne kazanacak aday tartışmasını yeniden canlandırmanın ne de seçim sürecindeki birtakım girişimlerin yanlışlığından dem vurmanın bir anlamı vardır. Örneğin, Kılıçdaroğlu’nun özellikle ikinci tur öncesinde Zafer Partisi’yle yakınlaşması, sığınmacı aleyhtarı bir ırkçı söyleme savrulması, bu açıdan bir mânâ taşımaz.
SİYASETTE YÜZDE 20-25 OY ORANIYLA VARLIĞINI KORUYAN CHP, BUGÜN İÇİN TÜRKİYE’DE SOL VE DEMOKRATİK BİR SİYASETİ TEMSİL ETMENİN ÇOK UZAĞINDADIR
Ancak, Kılıçdaroğlu’nun üç cumhurbaşkanı seçimi de dâhil olmak üzere, kendi genel başkanlığı altında CHP’nin izlediği “muhalefet” çizgisine baktığımızda, yukarıda işaret ettiğim ırkçılığa varan milliyetçi bir çizgiye yakınlaşmayı dahi düşünebilmesine şaşırmamak gerekmektedir. İnsan, ister istemez, “girdiği seçimlerin tümünden başarısız çıkmış bir siyasetçinin, ısrarla Türkiye’nin muhafazakâr ve milliyetçi siyasi örgütleriyle ittifak içinde siyaset yapmaya yönelmesi, CHP hakkında da bir gösterge olabilir mi?” diye sormadan edemiyor. Galiba sorunun cevabı, evet olabilir biçiminde olmalıdır.
CHP, 1960’ların ortalarındaki “ortanın solu” deklarasyonunun ve merhum Bülent Ecevit’in önce genel sekreter sonra da genel başkan oluşunun ardından 12 Eylül darbesine kadar, eleştiriye açık da olsa, “sol” olarak nitelenmeye çok da ters düşmeyen bir siyasi çizgi yakalamıştı. Bu çizginin bir sonucu olarak 1973 ve 1977 seçimlerinde oylarını yüzde 40’lar seviyesine çıkarabilmiş olan CHP, 1992’deki yeniden kuruluşundan sonra bir daha böyle bir performans gösterememiştir. AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana ise CHP’nin oyları, askerî darbe ürünü Halkçı Parti’nin vetolu 1983 seçimlerindeki yüzde 30’luk oy oranına bile yaklaşabilmiş değildir. Adeta sabit bir yüzde 20-25 oy oranıyla Türkiye siyasetinde varlığını koruyan CHP, bugün için Türkiye’de sol ve demokratik bir siyaseti temsil etmenin çok uzağında yer almaktadır.
CHP, 2002 sonrası yapıp ettikleriyle birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye siyasetinin milliyetçi ve muhafazakâr partilerinden biri olmanın ötesine geçememektedir. CHP muhalefetinin “demokratik” olarak nitelenmesinin tek ve en önemli dayanağı, kendisine oy veren seçmen tabanının da çok büyük bölümünün bir “inanç” düzeyinde benimsediği üzere, Cumhuriyet’in “kurucu ideolojisi”nin “demokratik” olduğudur. Bu anlayışa göre, AKP iktidarı, bu kurucu ideolojiyi tahrip ettiği için Türkiye demokrasiden uzaklaşmıştır, muhalefetin demokratik görevi de bu kurucu ideolojiye uygun bir demokrasiyi yeniden inşa etmektir. CHP’deki değişim, kişilerin değişmesinin ötesinde, Türkiye’nin demokratik geleceğine dair çağdaş ölçülerde bir vizyonu geliştirebilmesini gerektirmektedir. Ancak, maalesef söylemeliyim ki yürütülen tartışmalar böyle bir vizyona dair herhangi bir işaret taşımamaktadır.
İMAMOĞLU, CHP’DEKİ “KİŞİ ODAKLI DEĞİŞİM” TARTIŞMALARINDA BAŞROL OYUNCUSU OLMAKTAN ÇOK İSTANBUL SEÇİMLERİNİ KAZANMAYA ODAKLANMALI
Değişim ve dönüşüm argümanı hattındaki İmamoğlu ve destekçilerinin retoriğini, seçim sonuçlarına yönelik tutumlarını, kullandıkları siyasi dili, değişim tartışmasının netliğini, hedeflerini ve uyguladıkları stratejiyi nasıl analize tabi tutuyorsunuz? Bu parametreler ışığında yakın ve orta vadede İmamoğlu ve ekibini bekleyen muhtemel senaryo nedir? Bu senaryonun 2024 yerel seçimlerine ve İmamoğlu’nun 2028 Cumhurbaşkanlığı adaylığına yansıması ne olur?
Ekrem İmamoğlu, seçimlerde Kılıçdaroğlu ile birlikte ve onu destekleyici bir rolde yer aldı. Müstakbel cumhurbaşkanı yardımcısı olarak bir “pozisyon” bile almıştı. Kampanya sürecinde hayli aktifti. Bunun yanında, yukarıda değindiğim “kazanacak aday” tartışmasında, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkanların gönlündeki isimlerden biri, yani “kazanacak aday” olarak görülen kişi konumundaydı. Seçmen kitleleriyle “başarılı” denilen bir ilişki tarzına sahip olduğu düşünülen İmamoğlu’nu kamuoyunun geniş kesimleri İstanbul seçimlerindeki tutumu ve başarısı ile tanıdı. Bu başarıda yükselen popülerlik grafiği bence Mayıs seçimlerinde bir hayli düştü. Bunun en önemli sebebi, bence, muhalefetin başarısızlığının nedenlerinden biri olarak gördüğüm “yedi başkan yardımcısı”ndan oluşan bir Cumhurbaşkanlığı makamı tasarımı ile seçmenin önüne çıkmasında İmamoğlu’nun da ön sıralarda yer almasıydı.
Bu sürecin İmamoğlu’nu yıprattığı kanısındayım. Yine yukarıda değindiğim CHP’deki “kişi odaklı değişim” tartışmalarında başrol oyuncusu olmaktan çok yaklaşan İstanbul seçimlerini kazanmaya odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Aksi durumda, İmamoğlu’nun hem İstanbul’u kaybetmesi hem de CHP içindeki pozisyonunu zayıflatması ihtimali çok kuvvetli görünüyor. Her halükârda, CHP’nin bu süreci ideoloji, program ve siyasi pratik olarak sahici bir sol ve demokrat siyaset yönünde değişecek biçimde yaşamasına İmamoğlu’nun da bir katkısının olabileceğini sanmıyorum.
GİDİŞAT, TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ REJİMİN “MUHALEFETSİZLEŞMESİ”NE EVRİLEBİLİR Kİ BUNUN BİRİNCİ İSTASYONU 2024 YEREL SEÇİMLERİ OLACAKTIR
Tartışmaların bir tarafında yer alan kurumsal muhalefetin dışında olan toplumsal muhalefet ve özelde CHP seçmeni değişim ve yenilenme tartışmalarından sizce nasıl etkileniyor? Görebildiğiniz kadarıyla, toplumsal muhalefetin 2024 yerel seçimlerine yönelik tutumu ve motivasyonu nedir, seçim yaklaştıkça bu nereye evrilebilir?
Türkiye’nin temel sorunları, herhangi bir öncelik sıralaması yapmaksızın söylersem, bozuk ve giderek bozulan gelir dağılımı ortamında zengin sınıfların çıkarlarını yoksul, emekçi, dar ve sabit gelirli çoğunluğun aleyhine olacak biçimde korumaya çalışan bir ekonomik düzen ve toplumsal çoğulculuğu tek tip bir milliyetçilik içinde baskılayarak yok etmeye gayret eden bir devlet ve siyaset anlayışının hâkimiyeti olarak ifade edilebilir.
CHP’nin bir türlü yüzde 20’lerin üzerinde bir oy oranını yakalayamamasının ana sebeblerinden biri, bu sorunların üzerine giden ve hem yoksul halk sınıflarıyla dayanışma gösteren hem başta Kürt sorunu olmak üzere, toplumsal farklılıklardan kaynaklanan, örneğin “anadilinde eğitim hakkı”, “din-devlet ilişkilerinin doğru bir laiklik çizgisinde yeniden düzenlenmesi” gibi sorunlarda demokratik bir çizgiyi etkili bir biçimde ortaya koyamaması olarak görünüyor. Örneğin, son seçim sürecinde CHP kamuoyunun önüne, yoksul halk kesimlerine hiçbir şekilde hitap etmeyen, gayet liberal bir ekonomik program gösterisiyle çıkabilmeyi başardı. Bugün de bu yaklaşım devam ediyor ve CHP’nin muhalif kimliğinin seçmen kitleleri nezdinde sorgulanmasına ciddi olarak katkıda bulunuyor. Gidişat, Türkiye’deki siyasi rejimin -Kürt özgürlük hareketi ve onunla müttefik sosyalist partiler dışında- “muhalefetsizleşmesi” noktasına varabilir ki bunun birinci istasyonu 2024 yerel seçimleri olacaktır. CHP’nin 2019’daki kazanımlarını kaybetme ihtimali kanımca her geçen gün artmakta ve bu da, mevcut rejimin kriminalize ettiği Kürt özgürlük hareketi dışında, “muhalefetsiz” bir siyaset durağına varabilir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

SEDA DEMİRALP
1978’de İstanbul’da doğdu. 1996’da İstanbul Lisesi’nden, 2001 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 2008 yılında Wasington DC’deki American University’de karşılaştırmalı siyaset alanında doktorasını tamamladı. 2009 yılından beri Işık Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Çalışmaları demokratikleşme, devlet-iş dünyası ilişkileri ve toplumsal cinsiyet alanlarında yoğunlaşmaktadır. Comparative Politics, Third World Quarterly, Middle East Journal, Middle Eastern Studies, South European Politicis and Society, New Perspectives on Turkey, Turkish Studies, Arab Studies Quarterly gibi pek çok bilimsel dergide çalışmaları yayınlanmıştır.

TANJU TOSUN
1965 yılında Bursa’da doğdu. Bursa Anadolu Lisesi’nden 1984’te mezun oldu. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünde tamamladı. Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden aldı. Doçentliğini Siyasal Hayat ve Kurumları alanında almıştır. Akademik ilgi ve çalışma alanları; Türkiye Siyasal Hayatı, Oy Verme Davranışı, Karşılaştırmalı Siyaset, Seçim Analizleridir. YÖK bursuyla kısa bir süre Amerika Birleşik Devletleri’nde Washington DC’de Middle East Institute isimli düşünce kuruluşunda Turkish Studies Center’da kıdemli araştırmacı olarak bulunmuştur.Tosun, 1998-Şubat 2020 yılları arasında Ege Üniversitesi İ.İ.B.F Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyeliği yapmıştır.

LEVENT KÖKER
1958 Ankara doğumlu. Tarsus Amerikan Koleji (1976) ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakületsi (1980) mezunu. Doktora çalışmalarını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladıktan (1987) sonra, Gazi Üniversitesi’nde Siyasal Teoriler doçenti (1990) ve Genel Kamu Hukuku profesörü (1996) oldu. Yerli ve yabancı üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı. Hâlen Urla’da yaşamakta, siyaset ve hukuk teorisi ile ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. Köker'in çok sayıda makalesi ve çevirisi bulunmaktadır.

NAMAN BAKAÇ
