Çocuk, Açlık ve Siyasi Körlük
PISA 2022 verileri bize çok net bir gerçekliği anımsatmıştı: Türkiye’den katılan çocukların beşte biri, maddi imkânsızlıklar nedeniyle bir ay içerisinde haftada en az bir kez öğün atlıyor. Türkiye’deki bu oran, OECD ülkeleri arasında en yükseği… Çocuk yoksulluğunun geldiği noktayı net bir şekilde ortaya koyan bu açlık, çocuğun iyi olma hali verilerini olduğu gibi, akademik başarıyı da, okul için hazır bulunuşluğu da doğrudan etkiliyor.
Başımızı nereye çevirsek yapay bir krize çarpıyoruz. Hangi dünyaya kulak kabartmışsak, diğerine sağır ve kayıtsız kalıyoruz. Ama o sırada karşımızda çok canlı, gerçek ve net bir kriz yaşanmaya devam ediyor: Çocukların açlığı…
“Çocuk susar, sen susma” sloganı doğru değil. “Çocuk acıkır da susar da, çocuk aç olduğunu haykırır da… Sen yeter ki onu duy” demek gerekirdi. Çocuklar adeta haykırıyor açlıklarını. Açlıktan, susuzluktan okullarda bayılıyorlar… Görüştüğüm, konuştuğum öğretmenler, derslerde çocukların mide gurultusunu işittiklerini ifade ediyorlar. Ama biz o sırada başımızı o yapay gündem havuzuna öyle bir daldırmışız ki çıkarabilene aşk olsun.
Çok çeşitli dernek yetkilileri ve bağımsız hak savunucularının bir araya gelmesiyle Veli-Der öncülüğünde kurulan Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu üyesi olarak bir süredir yoğun bir mesai yürütüyoruz.
Amacımız; anaokulu düzeyinden lise sona kadar devlet okullarında ücretsiz okul yemeği verilmesi ve içilebilir temiz su alanlarının yaygınlaşması için kamuoyu nezdinde farkındalık ve savunu çalışmalarını güçlendirmek, sürdürülebilir kılmak ve bir politika çıktısına dönüşmesini sağlamak. Kısacası, çocuk açlığına somut bir çözüm üretmek…
Dante, Cehennem’de şöyle der: “Cehennemin en karanlık köşeleri, ahlaki değerlerin yerle bir edildiği zamanlarda tarafsız kalıp susanlara ayrılmıştır.” Biz, işte tam da bu yüzden susmayıp açlık ve sosyal eşitsizlikler cehenneminin en karanlık köşelerinden çocukları çıkarıp aydınlığa kavuşturmak istiyoruz. Çünkü insan eliyle ve insan kayıtsızlığıyla bozulan şeyi, yine insan eliyle ve insan hassasiyetiyle düzeltebileceğimize inanıyoruz.
Amin Maalouf’un Ortadoğu insanını tanımlarken kullandığı “Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen” insan profilini yıkarak şikâyet ettiği şeye çözüm arayan insanlar olmanın hepimizi birlikte kurtarabileceğini düşünüyoruz.
98 ülkenin üyesi, 116 kuruluşun da ortağı olduğu ve benim de aylar önce gündeme getirdiğim, Türkiye’nin üyelik başvurusunda bulunmamasının herhangi bir mazeretinin olamayacağı Uluslararası Okul Yemeği Koalisyonu’na giden bir adımda, bu ulusal koalisyon önemli bir irade beyanı. “Bir” olabileceğimizin en net göstergesi. Bu yaptığımız, çocukların sağlıklı bir geleceğe kavuşması yolunda bugünden tok ve sağlıklı olmaları için bir güç birliği ve ortak akıl çabası…
Her Hafta En Az Bir Öğün Aç Olmak
Üç yılda bir yapılan ve 15 yaşındaki öğrencilerin okuma, matematik ve fen alanındaki becerilerini ölçmeyi amaçlayan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2022 verileri bize çok net bir gerçekliği anımsatmıştı: Türkiye’den katılan çocukların beşte biri, maddi imkânsızlıklar nedeniyle bir ay içerisinde haftada en az bir kez öğün atlıyor. Türkiye’deki bu oran, OECD ülkeleri arasında en yükseği. Türkiye’yi, bu hazin sıralamada Yeni Zelanda (yüzde 13,6) ve Kolombiya (yüzde 13,1) takip ediyor.
Çocuk yoksulluğunun geldiği noktayı net bir şekilde ortaya koyan bu açlık, çocuğun iyi olma hali verilerini olduğu gibi, akademik başarıyı da, okul için hazır bulunuşluğu da doğrudan etkileyen bir açlık.
Bu açlık, yoksulluğun sebep olduğu okul terklerinin ve çocuk işçiliğinin kökünde yer alan açlık…
Bu açlık, dar ve orta gelirli hanelerde yaşayan çocukların beslenme hakkının doğrudan ihlali…
Bu açlık, dizginlenemeyen gıda enflasyonunun doğrudan bir sonucu… Çocuklar sağlıklı ve yeterli gıdaya erişemiyorlar. Dolayısıyla burada devletin acilen ve etkin bir şekilde ek müdahale araçlarını devreye sokması gerekiyor.
Bu açlık, Eurostat 2021 verilerine göre Türkiye’de çocukların yüzde 45,2’sinin yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olduğunun, TÜİK verilerine göre ise 2022’de çocukların üçte birinin ciddi maddi yoksunluk içinde olduğunun ve bu trendin yıldan yıla artmasının en net sonucu.
Bu açlık, sağlıklı beslenmenin özünde kamunun sorumluluğu olması gereken bir ülkede, tüm partilerin çocuklar için bir uzlaşıya varmasını ve her işi bir kenara bırakıp bunu bir politika önceliği haline getirmesini gerektiren bir açlık.
Bu açlık, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2023-2028 yıllarına yönelik olarak hazırladığı “Türkiye Çocuk Hakları Strateji Belgesi ve Eylem Planı” dahilinde sözünü dahi etmediği, ama aslında kendisini tüm samimiyetiyle gösteren bir açlık.
Bu açlık, hepimizin boğazından geçen her bir lokmadan dolayı utanmamıza yol açacak kadar sahici bir açlık…
Tüm bunlara rağmen, çocuklara okullarda bir öğün ücretsiz yemek verilmesi için Ekmek ve Gül’ün başlattığı kampanya kapsamında Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği’nin Millî Eğitim Bakanlığı’na açtığı davanın 21 Şubat’ta görülen duruşmasında “Bakanlık’ın daha önce pilot illerde başlattığı bir öğün ücretsiz yemeğin verilmesi sürecinde yemeklerin depolanmasında zorluk yaşadığı, zengin ailelerin ise çocuklarına yemek verilmesinden hoşlanmadıkları yönünde” bir savunma yapıldı. Oysa bu sürecin tüm lojistik ve toplumsal altyapısı uzun yıllardır gerek Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politikalar Forumu’nun 2011 tarihli raporunda, gerekse Uluslararası Okul Yemeği Koalisyonu üyesi ülkelerin iyi uygulama örneklerinde net ve açık bir şekilde sunuluyor. Çocukların zehirlenmesini engellemenin çözümleri de, gıda güvenliği denetimi de, sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı bölgelerden başlama kararı da, siyasi irade gösterildiğinde çok kolay alınabilecek kararlar…
Çünkü açlık gerçek ve çok acil… 2022 yılı TÜİK araştırmasında bile 6 aylık ve büyük yaştaki çocukların yüzde 62’si her gün ekmek veya makarna tüketirken, et yiyebilen çocuk oranı yüzde 12 ile sınırlıyken, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre ailesinin yanında temel ihtiyaçları karşılanamayan çocuk sayısı 150 bine dayanmışken, Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı güncel verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 3 milyon çocuk kronik düzeyde yetersiz beslenirken, “yüksek gelirli aileler bu uygulamadan rahatsız” demenin kolaycılığı arkasına sığınılamaz, sığınılmamalı da…
Açlık ve Bodurluk
Meryem Ay Kesgin, Melike Saraç, Nils Grede, Alanur Çavlin Bircan, İsmet Koç 15 Şubat günü Cambridge Üniversitesi Yayınları’ndan değerli bir ortak makale yayımladılar. Başlığı, “Türkiye’deki 5 yaş altı Suriyeli mülteci çocuklara yönelik finansal desteğin bodurluk üzerindeki etkisi”.
Dünya çapında 5 yaş altında yaklaşık 150 milyon çocuk, kronik kötü beslenme sebebiyle “bodur” ve bu durum ciddi bir kamu sağlığı meselesi olmaya devam ediyor. Araştırma, düzenli beslenmeyi sağlamak için mali destek vermenin mülteci olsun veya olmasın çocuklarda 5 yaş altı bodurluğu ciddi biçimde durdurduğunu gösteriyor. İşte bu yüzden de 5 yaş sonrası anaokulu düzeyinde de çocuklara ücretsiz okul yemeği sağlanması, özellikle sosyoekonomik açıdan dezavantajlı bölgelerde yaşayan çocuklar için ciddi bir sağlık desteği olarak görülmeli.
Türkiye’nin bundan 29 yıl önce onayladığı ve taraf olması sebebiyle de uygulamakla yükümlü olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 27’nci maddesinin üçüncü fıkrasında şöyle der: “Taraf devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat seviyesine hakkı olduğunu kabul eder. Ulusal durumlarına göre ve olanakları ölçüsünde ebeveynlerine ve çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere, çocuğun bu hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri alır ve gereksinimi olduğu takdirde özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında maddi yardım ve destek programları uygularlar.”
Türkiye’nin, çocukların bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişimini sağlamada kilit bir araç olan “ücretsiz okul yemeği” hakkından yararlanmasını sağlayacak olanağa ve kapasiteye sahip olduğunu düşünüyorum.
Tıpkı uluslararası düzeyde kurulan ve yıllardır tıkır tıkır işleyen Uluslararası Okul Yemeği Koalisyonu bünyesindeki Latin Amerika veya Afrika ülkelerinin yaptığı gibi, bunu kısıtlı ulusal kaynaklarında ve yıllık bütçelendirmesinde ciddi ve etkin bir önceliklendirmeyle yapabilecek, bu hakların uygulanmasında yardımcı olmak üzere önlemler alacak ve beslenme konusunda destek programları uygulayacak öngörü ve hassasiyete sahibiz.
Somali Neler Yapıyor Neler!
Bakın daha geçen gün askeri anlaşma yapmakla övündüğümüz Somali’de Eğitim, Kültür ve Yüksek Öğrenim Bakanı, diplomatlar, özel sektör ve partner kuruluşlarla bir araya geldi ve okullarda ücretsiz çocuk yemeği uygulamasını nasıl daha iyileştirebileceğinin yanıtlarını birlikte aradılar. Somali’de okul yemekleri sadece yemekten ibaret değil; toplumda çocuklardan çiftçilere dek çok büyük bir başarı, dönüşüm ve güçlenme hikâyesinin halkası haline geldi. Şu anda sadece dezavantajlı bölgelerde ve okul temelinde uygulanan programın ulusal bir programa dönüştürülmesi için Okul Yemekleri Koalisyonu ile birlikte çalışıyor, çözüm arıyor, iyi uygulama örneklerini kendi iç düzenine aktarmanın yollarını tartışıyor. Sorun yokmuş veya bütçede imkân yokmuş gibi davranmıyor.
Koalisyon üyesi ülkeler, kim bilir 14 Mart Dünya Okul Yemekleri Günü’nde ne kadar kıymetli projelerle, etkinliklerle, farkındalık çağrılarıyla gündeme gelecek. Biz ise, bir kenarda mahzun bir şekilde dahil olmadığımız, dahil olmak için çaba dahi harcamadığımız bu koalisyonun dünya çocukları için iyilikler üretme çabasına tanıklık edeceğiz.
Çünkü yangın çok büyük; herkesin ayrı ayrı içi yanıyor, herkesin farklı düzeylerde midesi gurulduyor.
TÜİK’in geçtiğimiz günlerde açıkladığı 2023 yılı Gelir Dağılımı İstatistikleri’ne göre en düşük gelire sahip yüzde 20’lik nüfus 2023 yılı içinde ulusal gelirin yüzde 5,9’unu alırken, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kitle yüzde 50’sini alıyor. 2022 yılı verilerine göre ise, tüm OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı eşitsizliğinin en yaygın olduğu dördüncü ülke konumundayız. Sadece Kosta Rika, Şili ve Meksika’dan daha iyi durumdayız. Bu durumun çocuklar arasındaki iyi olma hali eşitsizliklerine yansıması ise kaçınılmaz.
Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi’nin girişinde şöyle yazar: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana.”
Zamanların en zoruydu. Hem bolluk hem açlık çağıydı. Hem bazılarımızın her şeyi vardı hem de bazılarımızın hiçbir şeyi yoktu… Hepimiz ya topluca açlıktan kurtulacaktık ya da bu açlık koca bir nesli çarklarında öğütüp bitirecekti.