COP26 İklim Zirvesinde Öne Çıkan Kim Olacak?
İklim krizi ve ekolojik tehlike tabii ki daha kapsamlı bir sürdürülebilirlik krizinin semptomlarından sadece biri. Sosyal bir kriz. Koloniyalizme ve ötesine kadar uzanan bir eşitsizlik krizi. Bazı insanların diğerlerinden daha değerli olduğu ve bu nedenle de diğerlerinin toprakları ve kaynaklarını sömürmeye ve çalmaya hakkı olduğu fikrine dayanan bir kriz. Bunların hepsi birbirine bağlı. Üstesinden gelinmesinin herkese fayda sağlayacağı bir sürdürülebilirlik krizi bu. Bu krizi kökenlerine inmeden çözebileceğimizi sanmak saflık olur.
BM Genel Sekreteri António Guterres, Hükumetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son iklim değişikliği raporunu insanlık için “kırmızı kod” olarak adlandırdı. “Uçurumun kenarındayız” dedi.
Bu sözlerin toplumumuzda bir tür alarm etkisi yarattığını düşünebilirsiniz. Ama, daha önce de defalarca yaşandığı gibi, öyle olmadı. İklim ve ekoloji krizinin inkarı öyle derine işlemiş ki, artık neredeyse kimse gerçekten bu krizi umursamıyor. Kimse bu krizi bir kriz olarak görmediği için de, var olan uyarılar sahte çevreye duyarlılık eğilimi ile göz boyama ve medyanın olağan haber akışında boğulup gidiyor.
Yine de umut var hala, tabii tüm umutlar dürüstlükle başlar.
Bilim yalan söylemez. Gerçekler çok açık, biz ise sadece bunları kabul etmeyi reddediyoruz. Gezegenimizi canlı tutmak ya da sürdürülebilir olmayan yaşam tarzlarımızı korumak arasında bir seçim yapmamız gerektiğini kabul etmeyi reddediyoruz. Çünkü ikisini de istiyoruz. İkisini de talep ediyoruz.
Ancak bunun için çok geç kaldığımız da inkar edilemez. Her ne kadar rahatsız edici görünebilirse görünsün, onlarca yıl eylemsiz kalan liderlerimizin bizim için seçtiği şey tam olarak bu. Sıkıcı konuşmalarıyla, gevezelikle geçen onlarca yıl.
Bilim yalan söylemez. 2015 Paris Anlaşması’nda belirlenen hedeflere ulaşamazsak – ve böylece insan kontrolünün dışında geri dönüşü olmayan zincirleme reaksiyonların tetiklenmesi riskini en aza indirmezsek – yıllık emisyonu dünyanın şimdiye dek görmediği ölçüde, acil ve etkili bir biçimde düşürmemiz gerekecek. Yakın bir gelecekte, buna benzer bir şeyi tek başına yapacak teknolojik çözümlerimiz olmadığı için de, bu durum toplumumuzda köklü değişikliler yapmak durumunda olduğumuz anlamına geliyor.
Yüzyılın sonuna kadar en az 2.7°C daha sıcak olacak bir dünyaya doğru ilerliyoruz. O da ülkeler verdikleri vaatlerin tümünü yerine getirirse. Şu anda bulundukları yerse bunun yakınlarında değil. Guterres’ın söylediklerini bir kez daha tekrarlamak gerekirse, “görünen o ki iklim eylemi hedeflerimize ulaşmaktan ışık yılı uzakta”yız.
Aslında yanlış yönde zaman harcıyoruz. 2021’de şu ana kadar kaydedilmiş en yüksek ikinci emisyon artışının yaşandığı tahmin ediliyor ve küresel emisyon düzeyinin 2030 yılına kadar 2010’daki seviyelere oranla yüzde 16 artması bekleniyor. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, devletlerin sadece yüzde 2’si “daha iyi bir dünyanın yeniden inşası” kurtarma harcamalarını temiz enerjiye yatırırken, kömür, petrol ve gaz üretim ve yakımı için sadece 2020’de 5.9 trilyon dolar harcandı. Dünyanın 2030 yılına kadar planlanan fosil yakıt üretimi 1.5°C hedefine uygun olacak oranın iki katından fazlasına karşılık geliyor. Bu yolla bilim bize, bir sistem değişikliği olmadan hedeflerimize ulaşmamızın artık mümkün olmadığını söylüyor. Çünkü bu hedeflere ulaşmak anlaşmaları yırtmayı, pazarlık ve sözleşmelerden hayal dahi edilemez bir ölçekte çekilmeyi gerektirecek – ki mevcut sistemde bu pek mümkün değil.
Kısacası, en başından tam anlamıyla yetersiz olan hedeflerimize ulaşmayı dahi beceremiyoruz. Ve en kötüsü de bu değil. Ülkemde, İsveç’te, haber kanallarından birinin yaptığı bir inceleme, İsveç’in şu anki emisyonlarının (bölgesel, biyojenik, ithal mal tüketimi, biokitlenin yanması, emeklilik fonu yatırımları gibi) tümünü dahil ettiğinizde, net toplamının ülkenin iklim hedefleri için gerekenin ancak üçte birine karşılık geldiği sonucuna vardı. Bunun sadece İsveç’e özgü bir fenomen olmadığını varsaymak akıllıca olur.
İklim krizine eğilmenin ilk adımı, elbette, bütüncül bir değerlendirmeye varabilmek için halihazırdaki emisyonların tümünü istatistiklere dahil etmek olmalıdır. Bu, durumu değerlendirmemize ve gerekli değişiklikleri yapmaya başlamamıza olanak sağlayacaktır. Ancak şimdiye kadar dünya liderlerinin hiçbiri böyle bir yaklaşım benimsemedi– hatta bunu teklif dahi etmedi. Bunun yerine liderlerin hepsi, eyleme geçmişler gibi görünsün diye, iletişim taktiklerine ve halkla ilişkilere yöneliyorlar.
(…)
Gerçek şu ki iklim liderleri falan yok. Yani henüz yok. En azından yüksek gelirli ülkeler arasında yok. Gerçek liderliğin ortaya çıkması için gerekli olan bilinç düzeyi ve bu yönde medya baskısı esasında hala mevcut değil.
Bilim yalan söylemez. Bize ne yapacağımızı da söylemez. Ama bize ne yapmak gerektiğinin bir fotoğrafını sunar. Bu fotoğrafı görmezden gelmekte ve inkar etmeyi sürdürmekte tabii ki özgürüz. Akıllı hesaplamalar, yasalardaki boşluklar ya da yarım yamalak istatistiklerin ardına gizlenmeyi sürdürmekte de özgürüz. Sanki atmosfer bizim çerçevemizi umursarmış gibi. Sanki fizik kanunlarına meydan okuyabilirmişiz gibi.
Önde gelen Hükumetler Arası İklim Değişikliği Paneli bilimcilerinden Jim Skea’nın ortaya koyduğu gibi: “Kimya ve fizik kanunları çerçevesinde ısınmayı 1.5°C’de tutmak mümkün ancak bunu yapmak eşsiz değişimler gerçekleştirmemizi gerektirecek.” Glasgow’da toplanacak COP26’nın bir başarı olması için pek çok şey gerekiyor. Ancak her şeyden önce dürüstlük, dayanışma ve cesaret gerekecek.
İklim krizi ve ekolojik tehlike tabii ki daha kapsamlı bir sürdürülebilirlik krizinin semptomlarından sadece biri. Sosyal bir kriz. Koloniyalizme ve ötesine kadar uzanan bir eşitsizlik krizi. Bazı insanların diğerlerinden daha değerli olduğu ve bu nedenle de diğerlerinin toprakları ve kaynaklarını sömürmeye ve çalmaya hakkı olduğu fikrine dayanan bir kriz. Bunların hepsi birbirine bağlı. Üstesinden gelinmesinin herkese fayda sağlayacağı bir sürdürülebilirlik krizi bu. Bu krizi kökenlerine inmeden çözebileceğimizi sanmak saflık olur.
Her şey çok karanlık ve umutsuz görünebilir. Raporların ve artan olayların sertliği dikkate alınırsa ümitsizliğe kapılmak anlaşılabilir olmanın ötesine geçiyor. Ama kendimize bunu tersine çevirebileceğimizi hatırlatmamız gerek. Değişmeye hazırsak, bu pekala mümkün.
Her açıdan umut var. Çünkü tek bir şeyle – dürüst olmaya, iklim krizini gerçekten kriz olarak görmeye karar veren bir dünya lideri ya da bir yüksek gelirli ülke veya bir önemli televizyon kanalı belki de bir gazete – gerçekten mümkün olur. Tüm rakamları hesaba katan – ve sonra da emisyonları bilimin talep ettiği hız ve ölçekte indirmek için cesur adımlar atan tek bir dünya lideri. O zaman her şey eyleme, umuda, amaca doğru harekete geçebilir ve anlam kazanabilir.
Zaman daralıyor. Zirveler yapılmaya devam ediyor. Emisyonlar artmayı sürdürüyor. Peki bu lider kim olacak?
Bu yazı The Guardian sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.