COVID-19’un Gölgesinde AB-Türkiye Göçmen Krizi
Küresel COVID-19 salgını ile birlikte Türkiye’deki dört milyonu aşkın mülteci ve İdlib’de yerinden edilmiş milyonlarca sivilin belki de her zamankinden daha çok AB’nin desteğine ihtiyacı var. Bu kriz döneminde AB-Türkiye göç işbirliğini ayakta tutmak önemli, ancak iki taraf arasında yıllardır süregelen gerginlikler ve güvensizlik sebebiyle bir o kadar da zor.
Dünyayı COVID-19 salgını sarmadan önce Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) arasında yaşanan göçmen krizi gündeme damga vurdu. Ankara, 27 Şubat’ı 28 Şubat’a bağlayan gece Yunanistan’la deniz ve kara sınırlarında Mart 2016’dan beri uyguladığı sıkı kontrolü kaldırdı. Kararın ardından Avrupa’ya geçmek isteyen binlerce göçmen sınırlara akın etti, ancak Yunan sınır polisi ve sahil güvenlik birimlerinin şiddetli engellemesiyle karşılaştılar. Avrupa Birliği ve üye ülke liderleri Yunanistan’ın sıkı sınır politikalarını destekleyen açıklamalar yaptı ve ek güvenlik önlemleri için maddi destek sundu.
Sınırları açma kararı en az 34 Türk askerinin Suriye’de muhaliflerin son kalesi olan İdlib’de bir rejim saldırısında yaşamını yitirdiği haberinin gelmesinden yaklaşık bir saat sonra açıklandı. Bu, son yirmi yılda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) tek bir saldırıda verdiği en büyük kayıptı. Dolayısıyla, bazı gözlemciler sınırları göçmenlere açma kararının Türkiye kamuoyunda İdlib’deki saldırıdan dolayı oluşabilecek tepkilerin önüne geçme ve algıyı yönetme amacı taşıdığı yorumunda bulundu. Sonrasında AB ve Türkiye arasında başlayan üst düzey diplomatik trafik bu adımın daha derin amaçlar taşıdığını gösterdi.
Ankara AB’ye baskı yaparak, Türkiye’nin İdlib’deki askeri angajmanına destek bulabileceğini, hem İdlib’de yerinden edilmiş milyonlarca sivil hem de Türkiye’deki 4 milyondan fazla Suriyeli mülteci için ilave maddi destek alabileceğini değerlendirdi. Ayrıca Mart 2016 mülteci anlaşması çerçevesinde vize serbestisi, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin hızlandırılması konularında AB’yi verdiği taahhütlere uyması için zorlamayı da amaçladı.
Ankara İdlib’den yeni bir mülteci akının başlamasından endişeli. Türkiye’de ekonominin de yavaşlamasıyla sosyal hizmetler gittikçe daha derin bir darboğaza girdi. Hâlihazırda ülkede mültecilere yönelik ‘merhamet yorgunluğu’ olarak tanımlanabilecek bir durum ile karşı karşıyayız. Birçok vatandaş Türk yetkililerin bir süredir vaat ettiği gibi Suriyelilerin ülkelerine dönmesini beklerken, İdlib’den başlayacak yeni bir kitlesel göçün siyasi ve toplumsal sonuçları ağır olabilir.
İdlib’deki 27 Şubat saldırısı sonrasında askeri alanda Türkiye, o bölgede bulunan yaklaşık 20 bin TSK askerinin güvenliğinin sağlanması ve sınıra doğru hareket eden siviller için ‘güvenli bölge’ oluşturulması amacıyla AB ülkeleri ve NATO’dan Rusya ve rejim saldırılarına karşı hava savunma desteği arayışına girdi. Bunun için ABD’den Patriot hava savunma sistemi desteği talebinde bulundu. Bazı AB ülkeleri de askeri olarak neler yapılabileceğini değerlendirdi. Ancak, hem 5 Mart’ta Rusya-Türkiye arasında yeni bir “ateşkes” anlaşmasının imzalanması hem de ABD’nin Patriot konuşlandırmasını Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 sistemlerini iade etme koşuluna bağlamasıyla bu tartışma şimdilik rafa kalktı.
9 Mart’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Brüksel ziyareti sonrasında, Mart 2016 mülteci anlaşmasının ‘gözden geçirilmesi’ için iki çalışma grubu kuruldu. Erdoğan, Almanya Şansölyesi Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Johnson arasında 17 Mart tarihinde yapılan video konferanstan sonra Avrupalı liderler İdlib’deki sivillere daha fazla insani yardım sağlanması ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konularında adımlar atılabileceği konusunda sinyaller verdi.
Mevcut koşullarda Mart 2016 anlaşmasının sunduğu çerçevenin ne kadar genişletilebileceği tartışma konusu. Ne var ki Türkiye Yunanistan sınırını göçmenlere açtıktan sonra, sınırı geçmeye çalışanların büyük çoğunluğunu Afganlar ve başka düzensiz göçmenler oluşturdu. Son dönemde birçok Afgan Türkiye’ye İran üzerinden göç etti. Tahran’a yönelik ABD yaptırımlarının da etkisiyle gittikçe kötüye giden ekonomi; geçim sıkıntısı yaşayan ve sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya kalan birçok Afgan göçmeni Türkiye’ye doğru itti. İçişleri Bakanlığı verilerine göre; 2019 yılında yakalanan 455 bin düzensiz göçmenin hemen hemen yarısı (201 bin) Afgan. Ayrıca 170 bin civarında kayıtlı Afgan mülteci uluslararası koruma kapsamında Türkiye’de bulunuyor. Kayıtdışı göçmenler genelde Türkiye’nin büyük şehirlerinde gizli hayatlar yaşıyor, kendilerinin ve ailelerinin yaşamlarını idame ettirecek kadar kayıtdışı ekonomide para kazanmanın mücadelesini veriyor. Son iki yılda sayılarının büyük ölçüde artması üzerine Türkiye binlerce Afgan göçmeni sınır dışı etmeye başladı. Ülkedeki göçmen karşıtlığının yükselişinden Afganlar ve diğer göçmenler de nasibini alıyor. Bu, sınır krizinde de görüldüğü gibi, birçoğunu Avrupa’ya doğru göç etmeye sevk ediyor.
Ankara AB’yi Adım Atmaya Zorlayabilir mi?
Ankara’nın taktiği AB’de 2015-2016 göçmen krizinin tekrarına yönelik korkuları körükledi. Krizin çözümü için Avrupalı liderler ile Ankara üst düzey görüşmeler yaptı. Ne var ki AB Ankara’nın beklediği gibi hızlı adımlar atma konusunda isteksiz. Bunun iki sebebi var. Ankara’nın sınırlarını göçmenlerin geçişine açma kararı Avrupa’da geniş kesimlerce “şantaj” olarak algılandı. Avrupalı karar alıcılar Türkiye’nin “düşmanca” tavrını ödüllendiriyormuş gibi algılanabilecek bir adım atmak istemiyorlar. Aynı zamanda verilecek tavizin üçüncü ülkeler için de emsal teşkil edebileceğinden endişeliler. Dolayısıyla, Ankara’nın talepleri konusunda hızlı şekilde adım atılmasını beklemek gerçekçi olmaz.
Mart ayının başında göçmen krizi hem Türkiye’de hem de Avrupa’da en çok konuşulan gündem maddesiyken, Mart ortasına geldiğimizde Avrupa’da yayılan Koronavirüs (COVID-19) salgını ile bu konu gündemin arka sıralarına itildi. Virüsün yayılması göçmenlerin kontrolsüz yer değiştirmesi konusunda endişeleri de beraberinde getirdi. AB sınırlarını tamamen kapattı ve göçmen alım programlarını durdurdu. AB’de yükselişte olan aşırı sağ popülist partiler de göçmen karşıtlığını körüklemek için virüsün yayılmasından göçmenleri sorumlu tuttu.
Mevcut durumda AB ülkeleri karşı karşıya kaldıkları pandemi krizi ile mücadele etmeye odaklıyken, kısa vadede mülteciler konusunda yeni taahhütler beklememek gerekir. COVID-19’un dünyayı ne kadar meşgul edeceği belirsizliğini koruyor. Fakat daha şimdiden uzun vadeli ekonomik ve siyasi etkilerinin olacağı tahmin ediliyor. Pandeminin ekonomik etkisini azaltmak için AB ülkeleri milyarlarca Avroluk destek paketleri açıkladı ve sağlık sistemlerine daha fazla yatırım yapmak zorunda kaldılar. Örneğin Almanya, ekonomisini canlandırmak için zarar gören şirketlere 750 milyar Avro civarında destek sağlayacağını açıkladı. Salgının ne kadar süreceği ile ilgili belirsizlik acil destek bekleyen mülteciler ve yerinden edilmiş sivillere insani yardımların ulaştırılması gibi konuların geri plana itilmesine yol açtı.
Yardıma muhtaç mülteciler ve savaş sebebiyle yerinden edilmiş siviller salgından en çok etkilenmesi beklenen grup. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre; dünyada savaş sebebiyle yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış 70 milyon insan var. Bu kişilerin COVID-19 salgınından çok daha fazla etkilenmesi bekleniyor. Birçoğu kalabalık kamplarda, hijyenik olmayan ortamlarda yaşamlarını sürdürüyor. Özellikle İdlib’de savaştan dolayı çoğu birden çok kez yerinden edilmiş milyonlarca insanın sağlık hizmetlerine erişimi yok denecek kadar az. Hem test hem tedavi olanakları sınırlı. Yetersiz sağlık hizmeti kapasitesi salgının bu bölgeye sıçraması ile insani krizin daha da derinleşmesine yol açabilir. Salgından kaçmak isteyen mülteciler daha tehlikeli rotalar kullanarak güvenli yerlere göç etmeyi deneyebilir. Bu da salgının kontrolünü zorlaştırabilir. Sahada sağlık alanında mültecilere/yerinden edilmiş kişilere destek sunan insani yardım kuruluşları da hastalığın çalışanlarına bulaşmasından endişelendiği için daha çekimser davranabiliyor. Bu da önümüzdeki dönemde sağlık hizmetlerine erişimi daha da zorlaştıran unsurlardan biri olabilir.
COVID-19 kriziyle birlikte Ankara’nın AB’den mülteciler ve yerinden edilmiş kişiler için beklediği mali yardımlar çok daha acil hâle geldi. Ancak, hem AB’nin sınırları açma kararı karşısında taviz verme isteksizliği hem de COVID-19’un AB ülkelerinde yol açtığı derin kriz ve ekonomik belirsizlikler kısa vadede bu konuda somut adım atılmasını zorlaştırıyor.
Peki Ne Yapılabilir?
Ankara ve AB arasındaki ilişkilerin olumsuz seyri on yılı aşkın süredir devam ediyor. Son dönemde iki taraf arasındaki gerginliği artıran yeni birtakım gelişmeler yaşandı. Bunlardan en önemlileri:
– Ankara’nın PKK/YPG’ye karşı mücadelesinde aldığı ve AB’nin orantısız olarak nitelendirdiği önlemler;
– Türkiye’nin Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni General Halife Hafter’in liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun saldırısına karşı korumak üzere asker gönderme kararına Fransa başta olmak üzere bazı AB ülkelerinden gelen tepkiler;
– Uluslararası tanınırlığı olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (Türkiye, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” olarak tanımaktadır) Batılı şirketlere verdiği lisanslarla Doğu Akdeniz’de hidrokarbon çıkarma çalışmalarına cevap olarak, Türk deniz kuvvetlerinin korumasında sondaj gemileriyle Kıbrıs yakınlarındaki sularda arama çalışmalarına başlaması ve AB’nin sınırlı yaptırım kararı.
Farklı sahalarda AB ve Türkiye arasındaki gerilimler devam ederken ilişkilerin kısa vadede yeni yapıcı bir rotaya girmesini beklemek gerçekçi olmaz. Hâlihazırda Türkiye’deki Suriyeli mülteciler ve İdlib’de yerinden edilmiş siviller konusundaki işbirliğini devam ettirmek hem AB hem de Türkiye’nin çıkarına. AB-Türkiye arasında Mart 2016 mülteci mutabakatının güncellenmesi ve AB’nin yardıma muhtaç milyonlarca insana daha fazla kaynak aktarması COVID-19 salgını ile birlikte daha da acil hâle geldi. Bu kriz döneminde AB-Türkiye arasındaki işbirliğini ayakta tutmak için şu alanlarda adımlar atılabilir:
– Özellikle İdlib’de yerinden edilmiş milyonlarca sivil ve Yunan adalarında bekleyen 40 bin civarındaki göçmenin sağlığı için daha fazla COVID-19 bağlantılı fon aktarılması (test merkezleri ve kitleri, nakil araçları, uzman personel vs. için) önemli.
– İdlib’de milyonlarca kişi zor ve kalabalık koşullarda Türkiye sınırına yakın kamplarda yaşamlarını sürdürmek zorunda. İdlib’de çalışan Türkiyeli ve uluslararası STK’lara COVID-19 önlemlerini genişletebilmeleri için daha fazla fon aktarılabilir. Özellikle yeterli sayıda test kitinin bölgeye ulaşmasında ciddi sıkıntılar mevcut.
– Yunan makamları Mart sonu itibarıyla yardım kuruluşları da dahil olmak üzere Yunan adalarındaki göçmen kamplarına giriş çıkışları COVID-19 sebebiyle durdurdu. Bu da birçok kişiyi salgına karşı daha dayanıksız hâle getirdi. Adalardaki göçmenlerin güvenli şekilde ana karada hijyenik karantina merkezlerine nakledilmesi için AB’nin Yunan makamlarına destek sunması önemli. Hâl böyleyken, Ankara Ege Denizi’nde kaçak göçmen geçişini azaltmak için önemlerini azami düzeye çıkarmalı. Mart sonunda Ankara’nın Pazarkule sınır kapısından Yunanistan’a geçmeyi bekleyen 5 bin 800 göçmeni “geri gönderme merkezlerine” naklettiğini açıklaması olumlu. Bu merkezlerde virüsün yayılmaması için sağlık önlemleri üst düzeye çıkarılmalı.
– Çoğu kayıtdışı ekonomide çalışan Türkiye’deki milyonlarca Suriyeli, COVID-19 salgınından daha fazla etkilenebilir. Salgın sağlık hizmetlerine erişimi daha sınırlı olan mülteciler arasında daha hızlı yayılabilir. Bunun için Türkiye’deki Suriyeli mülteciler ve Türk vatandaşlarının da faydalandığı Sağlık Bakanlığı ile yürütülen SIHHAT projesine hızlı ek finansman sağlanması düşünülebilir ve sağlık alanında çalışan STK’lara daha fazla fon aktarılabilir. Salgının ekonomik sonuçlarından da en başta hâlihazırda hassas durumda olan mültecilerin etkileneceği düşünüldüğünde, bu alandaki insani yardımın artırılması için daha fazla uluslararası fona ihtiyaç var.
– AB, Suriyeli mültecilere aktarılan 6 milyar Avroluk fonun devamı için yeni finansman taahhüdünde bulunabilir ve yük paylaşımı konusunda samimi adımlar atmaya açık olduğunu gösterebilir. Ankara’nın talep edeceği miktarın AB tarafından hangi oranda karşılanıp karşılanamayacağı belirleyici olacaktır.
– Mülteci anlaşmasının dışında AB Türkiye’ye, düzensiz göç sorunu ile başa çıkmasında daha fazla destek sunabilir. Bunun için hem doğu sınırlarının yönetimi hem de düzensiz göçmenlere destek sunan (özellikle insani ve hukuki alanda) sivil toplum kuruluşları için daha fazla finansman aktarılabilir.
– Mülteci anlaşmasının diğer unsurlarından olan vize serbestliği ve üyelik müzakerelerinde yeni fasılların açılması Türkiye’de samimi demokratikleşme adımları atılmadığı sürece yakın zamanda olası görünmemektedir. Fakat Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ile ilgili iki tarafın da çıkarına olabilecek bazı konularda ortak zemin bulunabilir.
Türkiye’nin Yunanistan sınırını açması zaten sallantıda olan AB-Türkiye mülteci işbirliğini daha da kırılgan hâle getirdi. COVID-19 salgını devam ederken, yerinden edilmiş milyonlarca kişiyi daha dayanıklı kılmak hayati önem taşıyor. AB ve Türkiye hem bu sebeple hem de uzun vadede ilişkilerini – iki taraf da istekli olduğunda – yeniden üyelik müzakereleri zeminine taşıyabilmek amacıyla göç alanındaki işbirliklerini sürdürmek için samimi çaba sarf etmeli.
Konuyla İlişkili Diğer Yazılar:
Türkiye, Yunanistan ve AB Kıskacında Mülteciler / MÜGE DALKIRAN
Türkiye’deki Suriyeliler: 9 Yılın Kısa Muhasebesi / M. MURAT ERDOĞAN
Türkiye ve Avrupa: Bilindik Hikâyenin Belirsiz Geleceği / SENEM AYDIN DÜZGİT
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.