Covid Krizi 2008 İflasının Yapamadığını Yapıyor

Nasıl ki eski Washington konsensüsü küçük devletlere, düşük vergilere ve denk bütçelere inanmışsa, yeni Washington konsensüsü aktivist hükümetlere, kapsayıcı büyümeye ve yeşil yeni anlaşmaya inanıyor.

Covid Krizi 2008 İflasının Yapamadığını Yapıyor

Biden’in teşvik paketinin ardından küçük devletler, düşük vergiler ve denk bütçeler dönemi aniden sonlanmış görünüyor.

Pandemi ile mücadele masrafını karşılamaya yardımcı olacak bir varlık vergisi. Kurumlar vergisini aşağı çekecek rekabeti önlemeye yönelik uluslararası bir anlaşma. On yıldan daha uzun sürecek ikinci ağır krizden çıkışın yeşil ve kapsayıcı olması gerektiği ısrarı. Devletlerin kitlesel işsizlik tehdidini ortadan kaldırmak için, bütçe açığına bakmaksızın ne kadar gerekiyorsa o kadar harcama yapılması gerektiği kanaatine varması.

Yıllardır, hatta onlarca yıldır göze çarpmadan ortada dolanan bu fikirlerin hiçbirinde dikkat çekici yeni bir şey yok. Farklı olan şu, bunlar artık sadece ilerici düşünce kuruluşlarının ya da akademide marjinal kalan Keynesçilerin sunduğu teklifler değiller. Uluslararası Para Fonu ve Joe Biden başkanlığındaki ABD Hazinesi’nin izlediği gündemin de bir parçasını oluşturuyorlar.

Bu önemli bir gelişme. IMF ve ABD Hazinesi 1980’lerden itibaren, Washington Konsensüsü olarak bilinen, ekonomik zorluklar içinde olan ve destek arayan herhangi bir ülkeye zorla kabul ettirilen sahte bir konsensüs düzenledi. Her amaca, herkese uyar bu yaklaşım, kamu harcamalarında ve vergilerde kesintiye, risk alan girişimcilere teşvik sağlamak üzere özelleştirmeye ve enflasyonu ekonomi politikasının her şeyin önüne geçen hedefi haline getirmeye yol açtı. Bu politikalar kaçınılmaz olarak acılara neden oldu. Yine de “tatlı sert” yaklaşım olarak görüldü ve sıkıntıya değeceği düşünüldü.

Bu hafta gerçekleşen IMF bahar toplantısında oldukça farklı bir hikaye gelişti. Biden’ın sıkıntıda olan Amerikan ailelerine yapılacak doğrudan ödemeler de dahil olmak üzere, 1,9 trilyon dolarlık bir teşvik paketini Kongre aracılığıyla hızlandırması iki açıdan önemliydi. Birincisi, ABD ekonomisinin yıllık üretiminin yaklaşık yüzde onuna denk gelen bu teşvik, 2008 küresel mali krizinden sonra Barack Obama tarafından verilen acil durum desteğinden çok daha büyük. İkincisi ve belki de daha önemlisi, gelecekte bütçe açığında azalma vaadi içermiyor. Biden yönetiminin genel anlayışında ne tasarruf düşüncesi ne de borçlanmanın körüklediği talebin kaçınılmaz olarak daha yüksek enflasyona yol açacağı fikri yer alıyor.

Biden’ın planının bir sonraki aşaması, Amerika’nın çökmekte olan altyapısını yeniden inşa etmek için 2 trilyon dolar daha harcamak olacak. Bu da Donald Trump’ın kurumlar vergisi oranlarında yaptığı kesintinin bir kısmını denkleştirmek üzere tersine bir işlemle finanse edilecek. Kongre’deki Cumhuriyetçiler buna karşı çıkacak ama IMF karşı çıkmayacak. IMF’nin ekonomi danışmanı Gita Gopinath, bu hafta kendisine hedeflenen artış ile ilgili soru yöneltildiğinde, Trump’ın kurumlar vergisi kesintisinin yatırımları artırma konusunda pek işe yaramamış olduğunu söyledi. Buna ek olarak Gopinath’ın, ABD’nin geleneksel olarak ihtiyatlı yaklaştığı, ancak şimdilerde desteklediği bir şey olan küresel asgari kurumlar vergisi oranı hakkında olumlu bir heyecanı vardı.

IMF, geçtiğimiz yıl özel çekme hakları olarak bilinen para rezervleri aracılığıyla üyesi devletlerin mali kapasitesini artırmaya çalışıyordu. Trump’ın İran’ın bu hakları güvence altına alacağına dair endişesi, kendisi Beyaz Saray’da iken herhangi bir ilerleme kaydedilemeyeceği anlamına geliyordu. Biden yönetiminin Hazine Bakanı Janet Yellen döneminde bu açmazdan çıkıldı ve 650 milyar dolarlık özel çekme hakkı ödeneği açıklandı.

Nasıl ki eski Washington konsensüsü küçük devletlere, düşük vergilere ve denk bütçelere inanmışsa, yeni Washington konsensüsü aktivist hükümetlere, kapsayıcı büyümeye ve yeşil yeni anlaşmaya inanıyor. Nispeten yakın bir zamana kadar, çok taraflı sistemin bu tür fikirleri destekleyen tek hattı BM’nin Cenevre’de bulunan ticaret ve kalkınma koluydu.

Artık durum bundan ibaret değil. IMF’nin küresel ekonominin durumuna ilişkin bu haftaki düzenli haftalık güncellemesi, pandeminin halihazırda var olan eşitsizlikleri nasıl daha da kötü bir hale getirdiğini vurguluyor. Virüsün ve ekonomik sonuçlarının yoksullar, gençler, kadınlar ve etnik azınlıkları oldukça sert vurduğu ülkeler için bu doğru. Dünyanın daha yoksul kesiminden farklı olarak, kapanmaların etkisini azaltacak çok daha fazla olanağa sahip merkez bankaları ve maliye bakanlıkları olan gelişmiş ülkeler arasındayken de bu doğru.

IMF ve kardeşi Dünya Bankası, Covid-19’a karşı mücadelede herkes aşılanana kadar nihai bir zaferden bahsedilemeyeceği konusunda oldukça net. Sorun sadece gelişmekte olan ülkelerde yeterli dozun bulunmaması değil. Bu ülkelerin sağlık sistemlerinin yeterince güçlü olmaması ve tedavi vermek üzere yetişmiş personelin bulunmaması da sorun. Benzer biçimde, dünya karbonsuz bir geleceğe doğru geçiş yapacaksa, gelişmekte olan ülkelerin de buna dahil edilmesi gerekiyor. Bu da ekstra mali kaynaklar gerekeceği anlamına gelir. Üstelik yeni bir gelişmekte olan ülke borç krizine dair korkuların oldukça yaygın olduğu bir zamanda.

Şundan emin olun, IMF hala kolay ikna edilebilir bir örgüt değil. Finansal destek bedeli olarak dayatılan şartlar çoğu zaman oldukça acımasız. Bunun yanında eleştirmenler, IMF Başkanı Kristalina Georgieva’nın hak temelli retoriği ile örgütün mücadele içinde olan ülkelerdeki temsilciliklerinin dayattığı politikalar arasındaki tutarsızlığa dikkat çekiyor.

Tüm bunlar olurken, Biden’ın yapmakta olduğu şeye soldan da sağdan da tepkiler geliyor. Biden’ı eleştirenlerden bazıları kendisini neredeyse yeterince radikal olmamakla suçluyor. Diğerleri ise ABD Merkez Bankası’nın tüm para yaratma işlemlerinin ve ABD Hazinesi’nin bütçe açığına dayalı devlet harcamalarının bir şekilde çok daha yüksek enflasyon anlamına geleceğine ikna olmuş durumda. Ekonomist Milton Friedman’ın hayaletini uyandırarak, tüm bunların sonunun iyi olmayacağını söylüyorlar.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

İktisadi düşüncede geçtiğimiz on yıl boyunca aşama aşama gelişen değişimi hızlandıran bu salgın nedeniyle Friedmancılar şimdilik marjinal kalmış görünüyorlar. Biden’ın ekonomiyi yönetme yaklaşımının (rahatça harcama yapmak ve Çin’e karşı sert bir tavır takınmak), kendinden hemen önce gelen başkanın yaklaşımıyla, Obama’nınkiyle olduğundan daha fazla ortak yanı var.

Yaklaşımlardaki değişim kısmen bir sonuçsuzluktan kaynaklanıyor. Tasarruf, vaat edildiği gibi özel yatırımda hızlı bir artışa ve daha hızlı bir büyümeye yol açmadı. Aslına bakılırsa 2010’lar durgun yaşam standartlarıyla kayıp bir on yıldı. Bu da Bidenomics’in (Joe Biden’in önerdiği ekonomi politikalarının) Amerikalı seçmenler arasında neden rağbet gördüğünü açıklıyor.

Krizler, bazı denemeleri de teşvik eder. Çalışamayacak durumda olanların ücretlerine ödenek ayırmaya yönelik ücretsiz izin planları, temel gelirle aynı şey değildir. Bu ikisi ancak insanları bu fikre alıştırmaya yetecek kadar benzerler. Rishi Sunak’ın geçtiğimiz yıl Birleşik Krallık’taki acil durum destek programlarına neden 400 milyar sterlinden fazla harcama yaptığını ideolojiden daha ziyade zorunluluk açıklıyor ama İşçi Partili bir bakan da aynısını yapardı.

Sanki tarih tekerrür ediyor. Birinci dünya savaşının sona ermesinin ardından yerel para değerinde altını esas tutan altın standardının sona erdiğinin anlaşılması on yıldan uzun sürmüştü. İlk petrol krizinden daha ziyade ikinci kriz 1980’lerde yeni sağın ekonomi bilimine kapı açmıştı. Mali krizin Washington konsensüsüne karşı bir meydan okumayla sonuçlanacağını düşünenler yanılmadı. Eskiden dertlere deva olan fikirler hakikaten sorgulanıyor. Sadece beklenenden on yıl daha uzun sürdü, hepsi bu.

Bu yazı The Guardian sitesinde yayınlanmış olup Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.