Cumhuriyet ve Herkes

 29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in ilanından çok, öncesinde ve sonrasında olanlarla ilgili olduğundan, bu olanlar da bugün muhalefettekilere yakın duygu ve fikirleri harekete geçirdiğinden, 100’üncü yıl iktidar cenahında mütenasip bir coşkuya yol açmamış görünüyor. Biraz devletin coşku tertibatını cılız tutmasıyla biraz da 14/28 Mayıs seçimlerinde yaşanan hüsranla ilgili olsa gerek, muhalefettekiler de Cumhuriyet’in 100’üncü yılıyla uyarlı bir coşku ve heyecan göstermiş değil.

“Müjdeler var yurdumun toprağına taşına. Erdi Cumhuriyetim 50 şeref yaşına.” Yaşı yetenler Cumhuriyet’in 1973’te kutlanan 50’nci yaşı için bestelenen marşın bu ilk iki dizesini hatırlıyordur. Marştan başka çok bir şey aklımda kalmış değil ancak Cumhuriyet’in 50’nci senesinin o günün imkânları içinde epey bir heyecan ve coşkuyla kutlandığını biraz hatırlıyorum, biraz da tahmin edebiliyorum. 

 

100’üncü yıl için aynı şeyi söylemek, malum pek mümkün değil. Ne herkesin kolaylıkla ezberleyip eşlik edebildiği bir marş çıktı ortaya 100’üncü yılda ne de devletin ve milletin heyecan ve coşkuyla katıldığı kutlamalar oldu. 

 

İktidardakiler, Muhalefettekiler

 

Keyfiyetin nedeni niçini üzerine çok laf edilebilir, biraz da edildi nitekim. Devletin ‘heyecansızlığını’ iktidarda olanların cumhuriyetle aralarının hoş olmayışıyla açıklamak, ilk bakışta cazip gelse de, çok doğru değil. İktidarda olanların demokrasiyle aralarının iyi olmadığı açık. Ancak aynı şeyi cumhuriyet için söylemek doğru olmasa gerek. Esas sebep genel olarak cumhuriyet ya da Cumhuriyet’in 100 senesi değil de, 100’üncü senenin ilk seneyi, ilk senenin de Cumhuriyet’in banisini ve onun başında olduğu ‘kuruluş serüvenini’ göstermesi zannımca. 2016 sonrasında çok çaba harcanmasına karşın Cumhuriyet’in banisi ve kuruluş serüveninin cari siyasette harekete geçirdiği duygular ve fikirler çok değiştirilebilmiş değil ve bunlar da halen iktidardakilerden çok CHP gibi muhalefetteki siyasi programlara yakın duygu ve fikirler. Bu türden duygu ve fikirleri büyüteceği bilindiğinden ya da hissedildiğinden olsa gerek 100’üncü sene, 100’üncü seneye denk düşen bir coşku ve heyecanla kutlanmadı kanaatindeyim. 

 

Konuşmanın şimdi yeri mi emin değilim ama 29 Ekim 1923 tarihinin kolektif tahayyülde Cumhuriyet’in ilanından başka bir şeyleri gösterdiğini bizzat Cumhuriyet’in ilanı hadisesinden çıkarmak da mümkün aslında. Taha Akyol’un birkaç ay önce yayımlanan Neden 29 Ekim? (Doğan Kitap) çalışmasında gösterdiği üzere, uzunca bir süre meclis hükümeti sisteminden yana kalan Atatürk BMM üzerindeki gücünü pekiştirmek ihtiyacı duyduğu için 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan etmeye karar vermiş görünüyor. Nitekim, 1839, 1876, 1908 ve 1922’de olanlardan sonra kolektif vicdan Cumhuriyet’e giden yolda olunduğunun idrakinde olduğundan olsa gerek, Cumhuriyet’in ilanı monarşiden Cumhuriyet’e geçmekle değil, Cumhur reisinin gücünün sınırlarıyla ilgili bir tartışmaya sebep olmuş zamanında. Bu da 29 Ekim 1923’ün bugünkü manasının, bu tarihin bugün harekete geçirdiği duygu ve fikirlerin, bu tarihte olanla değil, öncesinde ve sonrasında olanlarla ve Cumhuriyet’in banisiyle ilgili olduğunu gösteriyor. 29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in ilanından çok, öncesinde ve sonrasında olanlarla ilgili olduğundan, bu olanlar da bugün muhalefettekilere yakın duygu ve fikirleri harekete geçirdiğinden, 100’üncü yıl iktidar cenahında mütenasip bir coşkuya yol açmamış görünüyor. 

 

Ancak mütenasip coşkudan uzak duranlar sadece iktidardakiler değil. Biraz devletin coşku tertibatını cılız tutmasıyla biraz da 14/28 Mayıs seçimlerinde yaşanan hüsranla ilgili olsa gerek, muhalefettekiler de Cumhuriyet’in 100’üncü yılıyla uyarlı bir coşku ve heyecan göstermiş değil. Biraz daha derin bir tefekkürden sonra söylemek gerekir belki ama muhalefet safındaki coşkusuzluğun devletin coşku tertibatını cılız tutması ve 2023 seçimlerinde yaşanan hüsrandan daha esaslı sebepleri de olabilir. 29 Ekim 1923’le özdeşleşen duygu ve fikirlerin zemini kalmadığı izleniminin galebe çalması, diğer bir deyişle, kaybetmiş olmanın idrak edilmiş olması ya da kaybettik duygusunun baskın çıkması gibi sebepler mesela.

 

Münevverler

 

Devlet ve millet 100’üncü seneye mütenasip seviyede coşkulanmazken, münevverler de Cumhuriyet’in 100’üncü senesine 100’üncü seneye mütenasip bir ilgi göstermiş değil. Mücbir sebeplerle bir zamandır akademinin dışında olmakla beraber münevverlerin iki esas enstrümanını, akademiyi ve yayın dünyasını göz ucuyla da olsa izliyorum ve orada gördüğüm şu: Cumhuriyet’in 100’üncü senesi, Cumhuriyet’in 75’inci senesi kadar bile gürültü koparmış, aman aman bir entelektüel mesaiye yol vermiş değil. Üniversiteler ve yayınevlerince yapılan işler hacim olarak 100’üncü seneyle mütenasip olmadığı gibi yapılan işler biraz da “yapmasak olmaz” türünden işlerden olmuş. Gözümden kaçmadıysa eğer, İngilizce yayımlanan bir iki sıkı derlemenin haricinde ortada 100’üncü seneye yakışan bir seri, kallavi bir çalışma yok. 

 

Münevverlerin Cumhuriyet’in 100’üncü senesine 100’üncü seneye mütenasip bir ilgi göstermemesinin de sebepleri olsa gerek. Memleketin hemen her zaman “düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülke” olması sabit sebebinin bugündeki türevleri olarak bir zamandır süregiden korku iklimi, yayın dünyasının sokulduğu cendere, muhalif akademisyenlerin üniversitelerden kazınması, milli ve yerli rejim diyerek devletin yeniden fetişleştirilmesi, cumhuriyetin manasının sabitlenmesine dair süregiden rekabetin yarattığı hassasiyetler, dünyanın her tarafına musallat olan süflilikten payımıza düşeni almış olmak gibi sebepler mesela.  

 

Sebepleriyle beraber bütün bu hal, diğer deyişle, sebepleriyle beraber akademinin ve yayın dünyasının 100’üncü seneye ilgisizliği şu soruları akla getiriyor: Başka koşullar hâkim olsaydı Cumhuriyet’in 100’üncü senesine dair bilgi üretimi nasıl olurdu? Mesela 100’üncü sene 2023’e değil de 1960’lardakine benzer bir entelektüel canlanmaya sahne olan 1990’lara denk gelseydi münevverler ne yapar, ne söylerdi? Ya da 1997’ye, 28 Şubat iklimine ya da çözüm süreci senelerine denk gelseydi? 1990’lara denk gelseydi liberaller, solcular nasıl anlatırdı 100’üncü seneyi, 1997’ye denk gelse İslamcılar, 2013’e denk gelse Kürtler? 

 

Kürtler

 

Cumhuriyet’in 100’üncü senesi çözüm süreci senelerine denk gelseydi Kürtler ne yapar, ne yazar, ne derdi, tahminlerim var ama 2023’e denk geldiğinde ne yazdıklarını biliyorum. Birkaç hafta önce Dipnot Yayınları’ndan çıkan Kürtler ve Cumhuriyet başlıklı 1.000 sayfalık çalışma vesilesiyle tabii ki…

 

İki yazıyla katkıda bulunduğum Kürtler ve Cumhuriyet, yayın dünyasında nadir görülen işlerden. Kürt Çalışmaları alanının bilinen onlarca ismi Ayhan Işık, Gülay Kılıçaslan, Behzat Hiroğlu, Kübra Sağır ve Çağrı Kurt’un sabır ve adanmışlık gerektiren editörlük çabasıyla bir araya getirilmiş ve Kürtlerin Cumhuriyet’le 100 senelik münasebetinin hemen her veçhesine ilişkin, kısa ve nitelikli yazılardan oluşan kalıcı bir eser oluşturulmuş. Ancak hemen ekleyeyim: Kürtler ve Cumhuriyet bir yazı yığınından oluşmuyor. Bilakis, Kürtlerin Cumhuriyet’le ilişkisini epey çeşitli, bir o kadar da zor problematik etrafında deşeleyen, tematik tarafı ağır basan bir çalışma Kürtler ve Cumhuriyet

 

İçeriği hakkında bu kadarını söyleyip Kürtler ve Cumhuriyet’in Cumhuriyet’in 100’üncü senesinde ortaya çıkan coşku ve ilgi bahsinde neye denk düştüğüne geçeyim. Kestirmeden ama tebessümle söyleyeyim: Kürtler ve Cumhuriyet Cumhuriyet’in 100’üncü senesine, 100’üncü seneye mütenasip bir ilgiyi herkesin ya da cumhurun değil, neredeyse sadece Kürtlerin gösterdiğine işaret ediyor. Cumhuriyet’in 100’üncü senesine Kürtlerin 100 yazar ve 100 yazıyla ‘coşkulu’ bir ilgi göstermesinin de sebepleri olsa gerek. Aklıma ilk gelen şu: Cumhurun içinde Cumhuriyet’le derdi olan halen çok olsa da derdini ortaya koyma enerjisine sahip olan bir tek Kürtler. 

 

Kürtlerin enerjisi devam eder mi, ne kadar devam eder, başkaları da yeniden enerji bulur mu, Cumhuriyet’in sonraki yıldönümleri bu seferkinden daha fazla coşku ve ilgi uyandırır mı, orasını hayat gösterecek.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.