Değişmesi Gereken Kader!
İliç’teki maden kazası, Gayrettepe’deki yangın, Antalya’daki teleferik kazası ve daha nice ‘kırmızı pazartesi’ gibi göstere göstere gelen facia, şehirlerimizin altyapıdan eğlenceye, turizmden gündelik hayat uygulamalarına kadar sağlıksız ve denetimsiz bir şekilde büyütüldüğünü elim sonuçlarla gün yüzüne çıkarıyor.
Gayrettepe’deki Masquerade isimli gece kulübünde 3 Nisan’da yaşanan yangınla ilgili soruşturma derinleştikçe, facianın ihmal ve denetimsizliklerle göstere göstere geldiği anlaşılıyor. Soruşturmaya göre; gece kulübü itfaiyeden yangın raporunu en son 2006 yılında almış ve Beşiktaş Belediyesi’nin mekâna verdiği son işletme ruhsatlarında itfaiye raporu yokmuş. Daha da vahimi 1.500 kişi kapasiteli kulüpte en az dört çıkış kapısı olması gerekirken yalnızca iki çıkış varmış ve bunlardan biri de mal giriş-çıkışı için kullanılıyormuş. Normal zamanda bile yangın ve kriz anları için yeterli güvenliğin olmadığı kulüpte, ramazan ayı fırsatıyla yapılan tadilatta hiçbir tedbir alınmamış. Ki uzmanlar ses sistemleri, nargile için yanıcı malzeme ve yüksek alkollü içkilerin bulunduğu mekânın yangın açısından taşıdığı riske rağmen gerekli önlemlerin alınması durumunda facianın bu kadar büyümeden önlenebileceğini vurguluyor.
Soruşturma derinleştikçe tadilat öncesi ve yangınla ilgili ihmaller zinciri daha da açık bir şekilde ortaya çıkacaktır. Ancak yangından kurtulabilen işçilerin ve yakınlarının anlatımları; İstanbul’un en işlek yerinde bile insanlarımızın güvencesizliğini, patronların insafına terkedildiğini yakıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu, göstere göstere gelen ilk facia değil, yakın tarihimiz bunun gibi bir çok vakayla dolu. O yüzden iş güvenliği üzerine çalışan kurumlar ‘kaza değil cinayet’ olarak tanımlıyorlar bu durumları. Yakıcı olan diğer bir konu ise; bu konuda çalışan bazı kurum ve kişilerin dışında genel olarak bu konularla ilgili tutarlı bir bakış açımızın, adalet mekanizmamızın olmayışı. Toplum olarak afet, kaza, facialara yaklaşımımız bile çok değişkenlik göstermiyor: Önce münferit bir durummuş gibi yaklaşma, siyasi duruşlarla şekillenen gündeme getiriş şekli, sonra da unutup geçme hali.
Türkiye’de genel itibarıyla herkes afet veya kazalarla ilgili tartışmalarda benzer tepkiler veriyor. Ve genellikle de oy vermediği veya yakın hissetmediği belediyenin yönetimindeki şehirlerde yaşananlarla ilgileniyor. Oralardaki denetimsizliği ve ihmalleri sorguluyor. Oy verdiği partinin yönetimindeki belediyeleri de merkezi idareyi sorgulamayı ise kerhen yapıyor veya bunu kamusal alanda yapmaktan imtina ediyor. Geçtiğimiz aylarda İzmir ve Karadeniz’de aynı anda sel felaketleri yaşanırken sosyal medyada tanık olduğumuz paylaşımlar, bu tarafgir tutumun örnekliğini gözler önüne seriyordu. İktidar destekçileri sadece İzmir’deki selleri, muhalefet destekçileri ise Karadeniz’dekini gündeme taşıyordu. Bu örneklikleri çoğaltmak mümkün. Binlerce insanımızı kaybettiğimiz 6 Şubat depremlerine olan yaklaşımı hatırlamak yeterli. Yerel ve merkezi kurumlar da bu ideolojik hizalanmanın sağladığı konforla hesap verebilirliği ihmal ettiği gibi yaşanan krizlerde de kendi ihmal ve kusurlarını göz ardı ederek diğer kurumlarının sorumluluğunu işaret ediyorlar. Kulüpteki yangında da böyle oldu, Antalya’da bayram tatilinde yaşanan teleferik kazasında da. Oysa kurumların hem sorunların çözümü hem de kriz anları için koordinasyon ve işbirliği içinde çalışması elzem. Yerel seçim sonuçları seçmenin bu konuda denge mekanizmasını, rekabet kurallarının işlemesini önemsediğini ortaya koyuyor. Ancak kriz zamanlarındaki sosyal medya kullanımı ve yaklaşım tam tersini gösteriyor.
“Bazen bir fotoğraf, bazen elim bir kaza ülkede sistemin nasıl çöktüğünü, tuzun çürüdüğünü ayan beyan ortaya koyuyor. Bu çürümeye işaret eden büyük fotoğrafı görmek yerine sadece önümüze düşen fotoğrafa odaklanıp birkaç günlük ahlanıp-vahlanmadan sonra unuttuğumuzda her seferde geri tepiyor. Ağır bedeller, açılmaz yaralar bırakarak… Bu yönüyle bakınca aslında hepimiz karanlıktayız…”
Şubat ayında yazdığım “Zeynep Karanlıkta Kaldı” başlıklı yazımı bu satırlarla bitirmiştim. Yakın zamanlarda gerçekleşen İliç’teki maden kazası, Gayrettepe’deki yangın, Antalya’daki teleferik kazası ve daha nice ‘kırmızı pazartesi’ gibi göstere göstere gelen facia, şehirlerimizin altyapıdan eğlenceye, turizmden gündelik hayat uygulamalarına kadar sağlıksız ve denetimsiz bir şekilde büyütüldüğünü elim sonuçlarla gün yüzüne çıkarıyor. İdeolojik hizalanmaların yerel veya merkezi yönetimlere oluşturduğu konforun; daha sağlıklı ve yaşanabilir, krizlere dayanaklı bir hayatın önündeki önemli engellerden biri olduğu umarım artık fark edilir. İhmal ve denetimsizliklerin kader olmadığı bir gündelik hayatın inşasında, siyasi konumlanmayla oluşan yaklaşım ve sorgulamayı geride bırakmak en temel başlangıç noktası. Gündemde yerini koruyan yerel seçim sonuçları ve siyasete etkileri tartışmasını bu yöne taşımamız elzem…