‘Derin Devlet’ Meselesi
1990-2010’lu yıllarda derin devlet denilen yapı; kirli, vatandaşa düşman, suç işleyen, kamu kaynaklarını gasp eden, insan hakları ihlallerini sistematik hale getiren kötülüğün ismiydi. Hepsinden önemlisi devlet olamamanın adıydı. Ancak bu durum, gerçeklikten kopuk tarih anlatısı üzerinden, ‘güçlü görünmenin’ sembolüne dönüştü.
Eski Çin’de bir köyün yakınında bir dağ varmış. Dağın içindeki mağarada bir ejderha yaşarmış. Köylüler ejderhanın şerrinden korktuklarından her yıl düzenli olarak ona hediyeler gönderirlermiş. Arada bir köyden bir yiğit delikanlı çıkar, ejderhayı yok edeceğini söyleyerek kılıcını alır gidermiş. Ama nice yiğitler gitmiş, dönen olmamış.
Gel zaman git zaman bütün yiğitlerden daha yiğit, namı bütün bölgeyi almış başka bir delikanlı çıkmış köyden. O da ejderhayı yok etmek için niyetlenmiş. Akrabaları, dostları onu bu işten vazgeçirmek için çok uğraşmışlar. Gidenlerin dönmediğini çok söylemişler. Ama nafile. Genç yiğit azığını ve kılıcını alıp yola çıkmış. Dağa varmış. Kısa bir araştırmadan sonra ejderhanın inini bulmuş ve kılıcını çekerek içeri girmiş. Bir müddet mağarada ilerledikten sonra karşısına korkunç ejderha çıkıvermiş. Genç soğukkanlılığını kaybetmemiş. Kılıcını olanca gücüyle ejderhaya indirmeye başlamış. Ejderhanın hamlelerini de ustalıkla savuşturmuş. Bu vuruşma kısa bir süre sonra ejderhanın ölümü ile sona ermiş.
Mağara gencin zafer çığlığı ile yankılanmış. Genç heyecan içinde ileri geçip mağarayı araştırmaya başlamış. Gözleri kamaştıran bir hazine bulmuş. Tabii etrafa saçılmış birçok kurbanın kemiğini de görmüş. Ancak bir şey dikkatini çekmiş. Bu kemiklerin arasında hiç insan kemiği yokmuş. Genç buna bir anlam verememiş. Öyle ya bunca yiğit bunca yıldır bu dağa ejderha ile karşılaşmaya gelir ama hiçbiri dönmezmiş. Ama ortadaki kemikler ancak hayvanlara ait olabilecek kadar büyükmüş. İşte ne olduysa o anda olmuş.
Genç birden titremeye başlamış. Kılıcı tutan eline baktığında dehşet içinde kaba tüylerin derisini kapladığını, tırnaklarının uzayıp sivrildiğini, dar gelen elbiselerinin parçalandığını görmüş. Bağırmak istemiş, ama ağzından korkunç bir homurtu çıkmış ve ejderhaya dönüşmüş. Mağaradaki hazine, güç, ortaya çıkan kibirle, toplumsal çürüme, yozlaşmayla ‘kurtarıcıların’ canavarlaşması.
Devlet ve Derin Devlet
Bugün devlet olarak adlandırdığımız organizasyonun tarihi, M.Ö. 2300’lü yıllara dayanır. İnsanlar arası ilişkilerin koordinasyonu ve yönetilmesi açısından ihtiyaç duyulan yapı olduğu için tarihi geçmişi oldukça eski. Devlete ilişkin farklı tanımlamalar yapılsa da genel anlamıyla devlet, toplumun örgütlenmiş biçimi, kolektif iradenin organizasyona dönüşmüş şekli, siyasal bir aygıt, hegemonyanın gelişmiş ve somut kurumlara dönüşmüş hali olarak tanımlanmaktadır.
Ancak bazı devletler bir aygıt olmanın ötesine geçen özelliklere sahiptir. Bu tür devletlerin temel özelliklerini, devamlılık, kurumsallaşma, bireyler arası ve bireyler ile devlet arası ilişkileri düzenleyen kurallara sahip olma şeklinde somutlaştırmak mümkün. Hatta devletler toplumun yaşam koşullarını geliştirme düzeyleriyle dahi farklılık gösterirler. Bu tür özellikleri ön plana çıkmış devletleri, sadece yönetim aygıtı olarak değerlendirmek doğru olmaz. Bu yapıların tüm faaliyetleri bir stratejiye dayanır ve bu anlamıyla da tüm süreçleri belirleyen bir akıldan bahsetmek mümkündür. Yukarıda bahsettiğimiz özelliklerin yanı sıra, akıl ve stratejik düşüncenin belirleyici olduğu devletlere ‘derin’, kökleşmiş devlet denilir. Bu tür yapılarda belirleyici olan temel amaç, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan halkın yaşam koşullarını iyileştirme, tercihlerini gözetme ve korumadır. Bu anlamıyla derin devlet ve devlet aklı ifadeleri, kamuoyundaki yaygın anlamlarıyla, olumsuz değil, olumlu özelliği ifade eder.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin bakiyesi üzerine kurulmuş bir devlettir. Osmanlı Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bakiyesi üzerine kurulmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti ise Büyük Selçuklu Devleti’nin bakiyesi üzerine kurulmuştur. Büyük Selçuklu Devleti’nin dayandığı devletler de var. Bu anlamıyla bakıldığında, bahsettiğimiz silsileyi sadece yönetimsel bir aygıt olarak değerlendirmek doğru olmaz. Devamlılık ve kurumsallaşma bakımından da bir geleneği sürdürmektedir. Bu nedenle birbirlerinin bakiyesi üzerine kurulmuş olsa dahi, bu devletler derin devletlerdir. Bin yılı aşan tarihten, birbirine devredilen gelenekten, kurumsal yapılardan ve egemenlikleri altına aldıkları coğrafyaların birikimlerinden yararlanmasını bilen bir yapıdan bahsediyoruz.
Peki; Sahiden Derin Devlet Var mı?
Şimdi, yukarıda yaptığımız tanımı dikkate alarak, üzerinde durulması gereken konu şu: Türkiye’de bu türden bir derin devlet var mı, yok mu? Yönetim aygıtı olmanın ötesine geçmiş, devamlılığını muhafaza eden, kurumsallaşmayı geliştirerek sürdüren, bireyler arası ve bireylerle devlet arası sorunların işleyişine ilişkin yasal mevzuatı günün koşullarına göre revize ederek uygulayan ve halkın yaşam koşullarını iyileştirmeye odaklanmış bir yapı var mı? Ülkenin, milletin taleplerini, önceliklerini düşünen ve devletin uygulamalarına egemen olan bir akıl var mı?
Yukarıda yaptığımız tanıma göre bu sorulara olumlu cevap vermek gerekir. Ancak uygulamaya baktığımızda ilgili sorulara olumlu cevap verme şansımız yok. İsterseniz konuyu birkaç örnek üzerinden tartışalım;
- 12 Eylül 1980 darbesinin öncesini ve sonrasını anımsayalım. Toplumun okumuş ve genç insanlarının gruplara ayrıldığı, çatışmaların arttığı, çatışmalarda 6 bine yakın insanın hayatını kaybettiği, 650 bin kişinin gözaltına alındığı, 230 bin kişinin askeri mahkemelerde yargılandığı, 1,7 milyon kişinin fişlendiği, 171 kişinin işkence ile öldürüldüğü ve 50 kişinin idam edildiği bir atmosfer yaşandı. Olan bitenlerin hiç birisi ülkenin ve halkın menfaatine değildi. Bu veriler dikkate alındığında, derin devletten ve devlet aklından bahsetmek mümkün mü? Şayet derin bir devlet ve onun da sağlıklı işleyen aklı olsaydı, bunlara izin verir miydi? Bunlara izin veren bir akıl varsa, onu derin devlet, ülkenin ve milletin önceliklerini, taleplerini dikkate alan bir devlet aklı olarak tanımlamak mümkün mü?
- PKK terör örgütünü düşünelim. 12 Eylül darbesi öncesinde ortaya çıkan bu yapının kuruluş sürecinde devlet içindeki kimi unsurların dahlinin olduğu hep konuşuldu. Örgüt ilk yıllarda, bölgedeki Kürt örgütlerini hedeflediği için olsa gerek pek önemsenmedi. Ama bölgede palazlanan ve Kürtlere musallat olan bu yapının geldiği düzey ortada. Binlerce insan hayatını kaybetti, bir kısım vatandaşın devlete olan güveni sarsıldı ve vatandaşlık bağında erozyon oluştu. Ekonomik faturayı bir kenara bırakıyorum. Geçmişte yürütülen mücadelede sergilenen yanlış tutumlar, örgütün toplumsal zemin bulmasını kolaylaştırdı. Bu konuyu istediğiniz çerçeveden konuşabiliriz. Ancak kesin olan şey, kısa bir parantez dışında, aklın, stratejinin olmadığı ve milletin önemsenmediğidir. Peki, var olduğu söylenen derin akıl ve derin devlet nerede?
- İsterseniz 90’lı yıllara bakalım. PKK terörü artmış ve buna karşı yürütülen mücadele sertleşmiş. Siyaset kurumu mücadele sürecinin hiçbir noktasında yok. Siyaset kolayına geldiği veya başka imkânı olmadığı için bu alanı tümden güvenlik bürokrasisine havale etmiş. Bu durum ise devlet içi çetelerin ve bu çetelerin kullandığı mafyatik yapıların ortaya çıkmasına neden olmuş. Bir yandan “vatanı kurtarıyoruz” naraları altında yapılan yargısız infazlar, öte yandan gayri meşru ilişkiler (uyuşturucu ticareti, kumarhaneler vs.) genel pratik haline gelmiş. Devletin tüm reflekslerinin çeteler tarafından ‘esir’ alındığı bir süreç. Bu yetmezmiş gibi ülkeye faturası yüz milyar doları aşan banka yolsuzlukları. Evet, ülkenin ve bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan vatandaşların önceliklerini, taleplerini düşünen, dikkate alan derin bir akıl olsaydı, bunlara seyirci kalır mıydı?
- 28 Şubat darbesini hatırlayalım. Seçim olmuş ve ortaya bir koalisyon çıkmış. Koalisyon, ülkenin içinde olduğu sorunları çözmek için uğraşıyor. Ekonomik veriler, uzun yıllar sonra düzelme eğiliminde. Kamu kaynaklarının yönetimine bir disiplin getirilmiş. Ama kendilerini ülkenin asıl sahibi gören kimi zevat hoşnutsuz. TBMM’den çıkmış hükümetin kimi üyelerinin eşlerinin örtülü olmasından, ramazan iftarlarından, namaz kılmaktan, Meclis lojmanlarına gidip gelen başörtülü kadınlardan rahatsız. Rahatsızlığın sonucunda hükümet hesaba çekiliyor, atanmış zevat “bunları yapacaksın” diye liste veriyor ve tanklar sokaklara çıkarılıyor. Ve beklenen son darbe. Şimdi, ülkenin menfaatlerini önceleyen bir akıl ve derinlik olsa bunlar olur muydu?
- FETÖ’nun devlete egemen olmasına bakalım. Bu örgütün ortaya çıkışı 60’lı yılların sonu, 70’lı yılların başı. Uzun yıllar oldukça düşük düzeyde seyreden örgütlenmenin önü 12 Eylül askeri darbesiyle açıldı. Örgüt kısa sürede eğitim, ticaret, iş hayatı ve kamuda yapılandı ve tüm kılcal damarlara kadar sızdı. 1987 yılından itibaren emniyet, askeriye ve yargıya sızmaya başladı. Bunu gizli dahi yapmadı. Bu yetmezmiş gibi 28 Şubat darbesi alternatif tüm bağımsız ve muhafazakâr kesimleri hedef aldı, yargıladı ve üzerlerine beton döktü. Muhafazakâr kesim FETÖ’ye mahkûm edildi. Bu adım ile örgütün hem devletin hem de toplumun her köşesine yerleşmesinin ve hâkim olmasının önü açıldı. Sonuç ortada. Sağlıklı işleyen bir devlet aklı olsaydı bu duruma izin verir miydi? Bir yapının devlet hiyerarşisi içinde ayrı bir hiyerarşi oluşturmasını seyreder miydi?
Aynı bakış açısıyla yakın tarihe bakılırsa, derin devlet/akıl yerine, milyonlarca insanın umudunu ve birikimini tüketen yaklaşımların varlığı görülebilir.
Sonuç itibariyle; bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak meselenin özeti; “derin devlet, derin akıl, derin vicdan olsaydı bunlar olur muydu” sorusuna verilecek cevapta. Elbette; ülkeyi ve halkı düşünen vicdanlı bir akıl ve strateji geliştiren bir anlayış olsaydı yukarıda verdiğimiz olumsuz örnekler olmazdı. Stratejik bir akıl yerine, küçük taktik adımları strateji olarak empoze etmeye çalışan ve kendi pozisyonlarına odaklanmış kesimler var. Bunun ülkeyi sağlıklı bir zemine taşıması ise mümkün değil.
‘Derin Devlet’ Denilen Şey Ne?
Ülkemize ilişkin yukarıda ifade ettiğimiz örnekler ve benzerleri analiz edildiğinde, derin devletten veya devlet aklından bahsetmenin mümkün olmadığı görülür. Peki, derin devlet denilen şey ne? Bu yapıyı; anayasada çerçevesi çizilmiş olan devlet aygıtının dışında ortaya çıkan ve ülkeyi yöneten siyasal liderliğe bağlı olmayan, kendi özel gündemi ve hedefleri olan bir yapı veya klik olarak tanımlayabiliriz. Özellikle güvenlik, kolluk ve istihbarat bürokrasisi içinde ortaya çıkan ve kini sivil unsurlarca da tahkim edilen legal/yasal olmayan yapı/klik.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Bunlar için asıl olan şey; kendi varlıklarını sürdürmek, üyelerinin iş/ekonomik güvenliklerini sağlamak, güçlerini ve otoritelerini artırmak, kayıt dışı şiddet ve ticaret faaliyetlerini genişletmek, kendi ideolojik hedeflerini ülkenin önüne koymak, milletin oylarıyla seçilmiş iktidarların belirlediği politikaların hayata geçmesini engellemek, güç mücadelesi için nüfuz ettikleri mafyatik yapıları kullanmak sayılabilir. Yani; devlet aygıtına egemen olmak, yönetmek ve manipüle etmek isteyen küçük çıkar grupları, çeteler. Bunları derin devletin ve derin aklın temsilcileri olarak tanımlamak büyük bir yanlıştır. Doğru olan, bunların devletin içine çöreklenmek isteyen çeteler/gruplar ve klikler olduğudur. Yani; vatandaşa ve devlete tuzak kuran sığ anlayışın temsilcileri. Burada; derin devlet, derin vicdan ve derin akıl yok.
Çin masalını hatırlayalım. Kendilerini kurtarıcı diye sunanlar ve “ülke içi canlarını ortaya koyduklarını söyleyenler”, aslında masaldaki ejderhadır. “Derin” diyen tanımlanan unsurların durumu, tam da böyle bir şey. Bunların bildiği tek şey, tuzak kurmak. Bunu ise toplumu ayrıştırarak, birbirine düşman ederek ve birbiri üzerinden korkutarak yaparlar. Türkiye bunun örnekleriyle dolu.
Aslında; 1990-2010’lu yıllarda, derin devlet denilen yapı, kirli, vatandaşa düşman, suç işleyen, kamu kaynaklarını gasp eden, insan hakları ihlallerini sistematik hale getiren kötülüğün ismiydi. Hepsinden önemlisi devlet olamamanın adıydı. Ancak bu durum, gerçeklikten kopuk tarih anlatısı üzerinden, ‘güçlü görünmenin’ sembolüne dönüştü. Kimi yayınlar/diziler/filmler bir yandan gayri meşru yapıları meşrulaştırdı, öte yandan da seçilmiş iktidarın meşruiyetinde erozyona neden oldu. Ve kısa sürede Susurluk, faili meçhuller, yolsuzluklar, çeteler, darbeci yapılar gibi gerçekler unutuldu. Unutulmakla kalmadı, devlet içindeki çetelere bağlı olduğu değerlendirilen mafyatik yapıların egemenlik alanlarını genişlettiği bir atmosferi yaşıyoruz. Bu arada; mafyatik yapıları, bilinen dar anlamıyla değil, kayıt dışı ve yasa dışı tüm faaliyetler için kullanmak gerektiği ise açık.
Sonuç Olarak
Yukarıda paylaştığımız ve çoğaltabileceğimiz örneklerden sonra, “Türkiye’de kaç bin yıllık devlet geleneği var” diye ‘övünmek’ anlamsızlaşıyor. Anlamlı olan, ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin kendini parçası hissettiği ve eşit haklara sahip olduğu çoğulcu iklimi oluşturmak. Bu iklimi oluşturmakla birlikte, kurtarıcılara ihtiyaç duymak ve canavarlaşan kurtarıcılardan kurtulmak döngüsünü kırmak da şart.
İşte hukuk, bu fasit döngüyü kırıp, normal olanı egemen kılmak için var ve bunu işletmek lazım. Çünkü yasa/hukuk/norm, toplumu da devleti de bağlayan, düzenleyen ve ‘terbiye’ eden evrensel kurallar bütünüdür. Hukuk yoksa, herkesin potansiyel canavar olma ihtimali var. Unutmayalım; devlet içinde, kenarında veya dışında kayıt dışı/yasa dışı yapıların tümü semptomdur/bulgudur, hastalık ise hukuku işletmemektir, hukuksuzluktur. Halbuki; devlet hukuk demektir ve hukuku herkese için uygulamaktır.