Dijital Ölümsüzlük
2019 Haziran itibariyle 50 milyon kadar ölü Facebook kullanıcısı bulunuyordu ve ölen kullanıcı sayısının çok geçmeden hayattaki kullanıcıların sayısını geçeceği tahmin ediliyor; her geçen günle birlikte amansızca bu platform da koca bir hayalet gemiye dönüşüyor.
Birkaç ay önce beni gerçekten korkutan bir şey oldu. Akıllı telefonum elimde, bir yıl önce bir trafik kazasında kaybettiğim bir arkadaşımla WhatsApp’ta yaptığımız eski yazışmaları yeniden okuyordum, derken ekran birden bire titredi ve arkadaşım “online” oldu. Büyük olasılıkla telefonu bir yakınındaydı ve o da o arada telefona göz atıyordu; belki de bir bilgiye ulaşmaya çalışıyorlardı ya da bir ihtimal sadece sevdikleri bu kişinin çevrim içi yaşantısı üzerine tekrar düşünmek istemişlerdi, tıpkı bir fotoğraf albümüne bakmak veya mektuplara göz atmak gibi.
Bunun basit bir açıklaması vardı ama yine de ürkmüştüm: Bu hesabın canlandığını görmek sinir bozucuydu, çünkü sosyal medya profillerinin hesabın sahibiyle ayrılmaz bir biçimde iç içe geçtiğini, neredeyse fiziksel benliklerinin bir uzantısı olduğunu düşünme eğilimindeyiz.
Bir kişinin dijital simgesinin ve toplanan verilerin ahlaki ve hukuki statüsü nedir? Diğerleri gibi sadece bir mülkiyet midir yoksa kendine özgü bir kategoride mi yer alır? 2018 yılında Almanya Federal Mahkemesi, bir trenin altında kalarak ölen 15 yaşındaki bir kız çocuğunun ebeveynlerinin, miras hukuku uyarınca çocuklarının Facebook hesabına erişme hakları olduğuna hükmetti. Kızlarının kendisini öldürmeye teşebbüs etmiş olabileceğine inanan aile, ölüm anında zorbalığa uğrayıp uğramadığını tespit etmek üzere çocuklarının çevrim içi yazışmalarını okumak istemişti. Bu durum onların Facebook’un katı gizlilik politikası ile ihtilafa düşmelerine yol açtı. Facebook’un gizlilik politikası ölen kullanıcıların yakınlarına oldukça sınırlı bir erişim izini veriyor: Bu profilleri “anabilir” ya da tümden silebilirler. Facebook lehine verilen kararı temyizde bozan ülkenin en yüksek mahkemesi, bu gibi dijital verilerin bir kişinin özel günlüğünden farklı değerlendirilemeyeceğine, ölümden sonra yasal mirasçılarına bırakılacağına karar verdi.
Özellikle bu özel durumda, sezgisel olarak doğru olan buymuş gibi geliyor. Ama bir hesaba erişim izni olması ile bu izni kullanarak ölen kişinin adına yeni içerik göndermek birbirinden farklı şeyler. Yıllardır yasta olan ebeveynlerin ölen çocuklarının hesabını kontrol ettiği ve bu hesaptan gönderimde bulunduğu ve sadece Facebook bu hesabı sildiği ve kapattığı için bilinen birçok dava oldu. Yaslı ailenin bu hesabı kullanarak elde ettiği manevi teselli çocuğun özel hayatının gizliliği hakkının gölgesinde kaldı. Bu da doğru geliyor. Belli ki tutturulması gereken bir denge var: Diğer yargı mercileri Almanya’nın yaptığı gibi bir dijital miras kavramını tanımaya karar verirse, verilen bu karar ölen kullanıcının online kimliğinin kutsallığını koruyacak bir biçimde kanunlaştırılmalı.
2019 Haziran itibariyle 50 milyon kadar ölü Facebook kullanıcısı bulunuyordu ve ölen kullanıcı sayısının çok geçmeden hayattaki kullanıcıların sayısını geçeceği tahmin ediliyor; her geçen günle birlikte amansızca bu platform da koca bir hayalet gemiye dönüşüyor. Gelişmekte olan “dijital yaşam sonu planlama” hizmetleri pazarı — “dijital miras” sorununuzu çözmenize yardım etmeyi teklif eden DeadSocial gibi şirketlerle — çevrim içi yaşantı bürokrasisiyle gerçek hayatta ölmeden önce ilgilenilmesi gerektiğinin giderek daha çok kabullenildiğini gösteriyor. Turin Üniversitesi’nde bir filozof ve tanatolog olan Davide Sisto, ölüm ve internet hakkında oldukça ilgi çekici bir kitap kaleme aldı. Bu kitap Bonnie Mcclellan-Broussard tarafından İngilizce’ye çevrildi ve Online Afterlives: Immortality, Memory, and Grief in Digital Culture (Ölümden Sonra Online Yaşamlar: Ölümsüzlük, Bellek ve Dijital Kültürde Yas) ismiyle yayımlandı.
Sisto, yas sürecinin dijitalleşmesiyle ortaya çıkan hukuki ve etik ikilemleri teslim ederken, bunun uzun erimli sosyal etkileri hakkında nispeten iyimser. Ölüm “dijital” olduğu için diyen yazar, “dijital anı saklama hizmetleri”nde uzmanlaşan çeşitli şirketler sayesinde “şimdi bunun toplumsal boyutunun yeniden keşfini tecrübe ediyoruz.” görüşünde. Elysway gibi siteler Facebook’taki anma sayfası formatını taklit etmektedir: Kullanıcılar, taziyeleri ve anılarının yanına sevdiklerinin fotoğraf ve videolarını yüklemekteler. Başka bir site olan SafeBeyond, hayatını kaybedenlerin ölmeden önce kendilerinin düzenlediği ve sevdiklerine bir nevi veda hediyesi olarak vasiyet bıraktıkları fotoğraf, video ve diğer materyallerle diğerlerinden biraz farklılaşıyor. Bu platformlar biraz sıkıcı olabiliyor — Elysway, kullanıcıları “yolcu” olarak adlandırılırken, ölen kişi “yıldız” ve sayfa yöneticisi de “melek” olarak adlandırılıyor — ama insanların yas sürecini yaşamak ve sevdiklerini anmak için sanal bir uzamda bir araya gelmesini sağlayarak, kıymetli bir işlevi yerine getiriyorlar.
Ölümün — botlar, hologramlar ve dijital “muadiller”i aracılığıyla — “dijital ölümsüzlük”e erişmesini sağlamaya yönelik girişimler tamamen değilse de sağlıklıdır. Bu girişimlerde, önceden var olan dijital verileri bir simülakrum oluşturmak için kullanan ve Sisto’nun belirttiği gibi “dekompozisyon sürecinde fiziki kişiyi dijital vekili ile” değiştiren dikkatle işlenmiş bir hileye başvurulur. 2018 yılında kullanıma sunulan bir yapay zeka “duygusal sohbet botu (chatbot)” uygulaması olan Replika, gerçek insan sohbet modellerini yüksek derecede bir gerçeklikle kopyalamak üzere sekans sekans “derin öğrenme” kullanır. “Hedef,” diye yazar Sisto, “bizi yeniden üretebilecek ve öldüğümüzde yerimizi alabilecek dijital bir simge (avatar) yaratmaya yaklaşmaktır.” Kullanıcısının “dijital muadil”ini yaratmayı amaçlayan Eterni.me’nin mantığı da buydu. Bu muadil, sadece bir sohbet botundan öte, gerçekçi, üç boyutlu ve siz öldükten sonra sevdiklerinizle sohbet edebilecek bir dijital avatar formunu almaktadır. LifeNaut çok daha ileri giderek bedeninizi ve zihninizi “yedekleme”yi teklif etmektedir. Kullanıcılar klonlamanın mümkün olduğu bir gelecekte kullanılma ihtimali dahilinde dondurulmuş DNA örneklerinden oluşan bir “BioFile”(biyolojik dosya) vermektedir. Bu daha sonra bir “MindFile” (zihin dosyası) ile tamamlanmaktadır:
Her bir kullanıcının kişiliğine ilişkin beş yüz kadar soruya yanıt vermesi gerekir. Sorulara verilen yanıtlar kullanıcının psikolojik profilini eksiksiz bir biçimde yeniden oluşturmak üzere işlenir. Bunların en son çıktısı, kullanıcının yaşamındaki bazı temel olayları tasvir edecek bir ses sentezleyicisi kullanan elektronik olarak canlandırılmış bir avatar olmalıdır. Bu avatar, teknolojinin geleceğini keşfetmek ve yaşam kalitesini artırmakla ilgilenen diğer insanlarla – hayattakiler ve ölmüş olanlarla – bağlantı kuracaktır. Kullanıcının yüz hatları ile donatılmış bu avatarlar, bir kişinin ölümünün ardından öncelikle hayatta olan yakınlarıyla etkileşime girecek ve dijital ölümsüzlüğün ilk ilkesini cisimleştirecektir: Önemli olan, onu geliştirecek ve ona değer kazandıracak olan teknolojik bir bedene aktarılabilecek ve aktarılması zorunlu olan zihin bütünlüğünüzdür.
Teknolojik olarak ne kadar ileri olsa da ve canlı gibi görünse de bu sözde oluş yalnızca onları oluşturan dönüştürülmüş bilginin olacağı kadar iyi olacaktır. Böylece, “gerçeklik sadece yaratıcı hikaye anlatma ve bu hikayeyi aktarma sorunu olur.” İnsan oluşu, sadece düşünmeden rutin bir şekilde hareket eden canlı oluştan ayıran şey — hadi buna ruh diyelim, öyle olduğunu varsayalım— oldukça kritik bir biçimde kaybolacaktır. Sisto “İnsan kapalı bir sistem, kalıplaşmış bir sebep sonuç mekanizmasına dayanan şematik modelleri ve ilkeleriyle, yöntemsel akıl yürütmenin toplam otonomisince koşullanan bir sistem değildir” der ve bunda ısrar eder.
Böyle bir şeyin sağladığı refakatin, duyduğu büyük üzüntüyle başa çıkmaya çalışan insanları rahatlatabilmesi ihtimal dahilindedir. Bu, toplumsal düzeyde, yaşlanmakta olan bir nüfusun uzun süren yalnızlığının etkisini azaltabilir. Belki de Replika ve Eterni’nin başlangıç hikayesinin kişisel kayıplara dayanması tesadüf değildir: Replika’nın kurucusu Eugenia Kuyda yakın bir arkadaşını trafik kazasında kaybettikten sonra öncü bir sohbet botu yapmış, Eterni’nin kurucusu James Vlahossa ise benzer şekilde babasının ölümünden esinlenmiştir. Bu dürtü anlaşılabilirse de teselli ve inkar arasında ince bir çizgi var, sağlıklı bir yas ile bir çeşit dijital nekrofili arasında da. Sisto, bu tür teknolojilerin yaygınlaşmasının ölümle ilişkimizi değiştirerek, cenaze ritüelinin sağladığı kapanma duygusuna zarar verip, yakınını kaybeden kişiyi “patalojik melankoliye […] geleceğe doğru ilerleyememeye” mahsur bırakarak daha kötü bir hale getirip getirmeyeceğini merak etmekte kesinlikle haklı.
Edebiyat alanında bir bilim insanı olan Kathleen Fitzpatrick, 2011 tarihli Planned Obsolescence (Planlı Değer Yitimi) kitabında, edebi hayatın dijitalleşmesinin bizi matbaa ve el yazmasının ortaya çıkışından önce gelen hikaye anlatıcılığına dayanan kahve kültürüne geri götüreceğini öne sürmüştür. Sisto da şurada yas hakkında benzer bir argümanda bulunur: İnternet, “ölümcül hastalığa yakalanmış hastaların hastanelere, ölülerin mezarlıklara […] ve yas tutanların evlerine kapatılmasının izolasyonu artırmasıyla yirminci yüzyılda kaybolmuş olan” toplumsal yanını yeniden canlandırarak, “bize yas sürecini tekrar koruma, topluluk bağlamına yerleştirme fırsatı sunmaktadır.”
Amerika Birleşik Devletleri’nde giderek yaygınlaşan kare kod mezar taşları bu doğrultuda atılmış küçük bir adımdır: Bu taşlar kullanıcıların mezar taşındaki barkodu akıllı telefonlarına taratarak telefonlarında sevdiklerinin hatıralarının — çevrim içi bir biyografi, videolar ve fotoğrafların — sergilendiği dijital bir arşive erişmelerini sağlamaktadır. Bu barkodların, ölen kişi ile ilişkisi olsun olmasın, mezarlığa giden herkes için erişilebilir olduğu gerçeği de sembolik olarak önemlidir: Hatıralar arşivi etkileyici bir biçimde — geleneksel olarak mezar taşında yer alan biyografik bilgilerle eşit derecede — kamusallaşmıştır.
Sisto, bu tür dijital yeniliklerin, mahremiyet duvarlarını yerle bir ederek, ölümün kendisinin etrafını kuşatan tabuyu aşmamıza yardımcı olabileceğini öne sürmektedir. Bir toplumsal öznellik kavramını açıklamak için Alman Romantizmi’nin Weltseele (dünyanın ruhu) terimine başvurur: “Tekil bir kimlikten öznelerarası ya da birbirine bağlı bir kimliğe değişim yaşıyoruz.” Ölünün, ürkütücü robotlar olarak değil de muazzam bir açık kaynak bellek kutusu biçiminde bizimle yaşayabileceği düşüncesi, 19. Yüzyıl filozofu Gustav Theodor Fechner’in metafizik ütopyanizmini çağrıştırmaktadır. Fencher’in Little Book of Life After Death (Ölümden Sonra Yaşam Kitapçığı, 1836) isimli eseri, yaşamın üç evreden oluştuğuna ilişkin gerçek dışı ama rahatlatıcı bir teori ortaya atmıştır: Rahim evresi, doğumla ölüm arasındaki evre ve ölümsüz ruhun kosmozun kalanına karıştığı üçüncü bir evre. “Bir kişi hayatı boyunca neye katkı sunmuş olursa olsun, yaratılışına, biçimlenmesine ya da korunmasına, insan idealizminin toplamına, üçüncü evrede, beden […] yok olduktan çok sonra bile eylemeyi sürdürecek olan onun ölümsüz kısmıdır.”
Gerçekte olmayan birini varmış gibi gösteren yapay zekanın (deep-fake) hortlakları ile takılmak muhtemelen bize pek iyi gelmeyecekse de, diğer dijital yenilikler uzun vadede ölüm ve yasla ilişkilerimizi olumlu yollarla yeniden şekillendirebilir. Kısa bir zaman önce BBC’deki bir belgeselde gazeteci Jordan Erica Webber, kaybettikleri sevdiklerini video oyunlarına yazarak anılarını canlı tutan, yasta olan birkaç kişiyle görüştü. Bu pratik, sağaltıcı faydalar getirmiş gibi görünüyor. İlerideki yıllarda bu türden daha fazla şey görmeyi bekleyebiliriz. Pek çoğumuz, doğal olarak, ölüm hakkında öteden beri süregelen toplumsal geleneklerin kurcalanması konusunda hassas olsa da açık görüşlü olmak için çok neden var.
Bu çekimser iyimserlik konusunda küçük ama önemli bir uyarı, Sisto’nun haklı olarak işaret ettiği gibi, teknolojik değişimin durmak bilmeyen hızıyla eskime eğiliminde olan veri sistemlerinin uzun vadede sürdürülebilirliğine ilişkindir. Bugün kalıcı gibi gelen bir format, birkaç kuşak sonra kullanılmaz hale gelebilecektir. Gerçekten ve sahiden kalıcı bir şey ararsanız, kağıt ve mürekkep gibisi yok.
Bu yazı, 11 Ocak 2021 tarihinde Los Angeles Review of Books sitesinde yayımlanmış olup, Evrim Yaban-Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.