Diplomat Kentin İnşası

Diplomasi güçlendikçe kentleşmeyi, kentleşme de diplomasiyi beslemektedir. Bu simbiyotik ilişki sanayi ve/ya finans kentlerinin oluşması gibi gelecekte diplomat şehirlerin de ön plana geçmesini mümkün kılacaktır.

Her ne kadar bir önceki yazımda bu yazımın “ümmet, vatandaşlık ve aidiyet bağlamında” olacağını belirtsem de ilgili yazımı aşağıda bahsi geçen programa hazırlık mahiyetinde ertelemek durumunda kaldım. 

 

26-28 Ekim 2023 tarihlerinde Konya’da “Geleceği Tasavvur Etmek” başlığıyla Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler (United Cities and Local Governments; UCLG) Dünya Konseyi toplantısı öncesinde Sosyal İnovasyon Ajansı (SİA) tarafından “Şehir ve Diplomasi” başlıklı bir konuşma yapmak üzere davet edildim. SİA, Konya Büyükşehir Belediyesi (KBB) ve Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) tarafından kurulan ve yerel yönetim-üniversite işbirliği bağlamında rol model olma iddiası taşıyan bir kurum. Bu iddiasını da “Çözüm uzayı kurar” mottosu çerçevesinde adına yakışır şekilde yenilik kültürü inşa etmek ve ilintili ortak sistemler tasarımı kurarak toplumsal meselelerin çözümüne taşımak üzere bir think-tank gibi hareket eden bir yapı. Ajans, bu hedeflerine ulaşabilmek için hazırladığı çeşitli raporlar ve podcast’ler aracılığıyla bir anlamda geleceğin şehrinin temellerini de atıyor. Kendi adıma SİA’nın çeşitli programlarına müdavim şehirdeki üniversitelerin farklı bölümlerinde öğretim gören lisans ve lisansüstü öğrencilerinin oldukça ilgili iştirakleriyle pek keyifli bir söyleşi geçirdim. 

 

Diplomasi, Hemen Şimdi!

 

7 Ekim 2023’te Hamas’ın silahlı gücü İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın “Aksa Tufanı” ismini verdikleri, sıkıştıkları Gazze’yi yarıp İsrail topraklarına başlattıkları silahlı operasyona İsrail Ordusu’nun “Demir Kılıçlar” adını verdiği misillemesiyle başlayan savaşın tüm dünyada gündemi belirleyici olduğu bugünlerde -bütün dönemlerde olduğu gibi- diplomasinin ne kadar elzem olduğunu bir kez daha fark ettik. 

 

Diplomasinin yokluğu illaki savaş anlamına gelmediği gibi savaşlar esnasında da pek tabii diplomasinin işlevini sürdürdüğünü biliyoruz. Savaş esnasında diplomasi devam ettiği gibi zaten barış dönemlerinde Epikürist anlamda savaş, eşyanın tabiatı gereği yoktur. İşin özü, matematiksel bir ifadeyle, diplomasi büyüktür savaş veya barış. Diplomasi sadece devletler arasında bir uygulama değildir. Kaldı ki; devletleri de yöneten insanlardır ve diplomasi bireysel ilişkilerde de bir yöntem olup “Al gülüm, ver gülüm” lafzı mütekabiliyet ilkesini bir slogan düzeyinde kısaca açıklar. “Almadan vermek Allah’a mahsustur” derseniz diplomaside kaybedersiniz, zira “Veren el, alan elden üstündür.” Kaldı ki savaş ilanı bile -bir ritüel olarak- savaş açılacak ülkenin büyükelçisinin mukim olduğu ülkenin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılması, savaş deklarasyonunun kendisine iletilmesi, persona non grata ilan edilmesine müteakip makul en kısa sürede ülkeyi terk etmesinin istenmesi ve bu toplantıdan ayrılırken eşine iyi dileklerin iletilmesi gibi ritüelleri barındıran bir protokole sahiptir, en azından teorik olarak. Uzun süredir Diplomasi dersi vermediğim için sıralama konusunda biraz paslanmış olabilirim. 

 

Diplomasi elbette belirli ritüellerle inşa edilmiş bir protokoller manzumesi değil, çok daha fazlasıdır. Öncelikle, bir nevi koruyucu hekimlik gibi diplomasi, savaşlar başta olmak üzere ülkeler arasındaki krizleri şiddete başvurmadan önlemeye yöneliktir. Eğer diplomasi bu minvalde başarıya ulaşmazsa, bu sefer bir cerrah gibi savaşa ve/ya silahlı çatışmaya neşter atıp şiddeti bitirmek üzere yeni bir role bürünür. Dahası savaş ve/ya silahlı çatışma bitti diye diplomasi de sona ermiş olmaz, hatta tam tersine asıl o an başlar ve krizin/silahlı çatışmanın/savaşın nüksetmemesi için düzenli hekim kontrolü gibi yeniden imar ve bu imar için fon bulma teşebbüslerinde de diplomasiye geniş bir alan açılır. 

 

Kısacası, diplomasi her anlamda ve her alanda karşımıza çıkan bir fenomen. Kaldı ki spordan sanata, eğitimden iş dünyasına diplomatik kanalların artması ve derinleşmesiyle kurumsal anlamda dışişleri bakanlıkları başat aktör konumlarını korusalar da yegâne aktörlüklerini kaybedeli epey oldu. Hatta diğer bakanlıkların, başka resmî kurumların etkinliklerine, kamuoyunun tutumuna ve/ya pek tabii meselelerin çetrefilliğine göre böyle bir konuma herhangi bir şekilde sahip olup olmadıkları da ayrıca tartışmalı. Öte yandan bugünlerde haber bültenlerine savaş görüntülerinin akabinde yansıyan ilk haberler, önde gelen ülkelerin başbakanları, cumhurbaşkanları ve tabii ki de dışişleri bakanları arasındaki vicahi ve/ya telefon görüşmeleri. Zaten mekik diplomasisi ve/ya telefon diplomasisinin, ulaşım ve iletişim kanallarının zenginleşmesiyle diplomasinin en çok ön plana çıkan çeşitleri olduğunu görüyoruz. Zira, küreselleşme bir iletişim ve ulaşım devrimi olarak kavramsallaştırıldığında küreselleşmenin diplomasiyi beslediği ve zenginleştirdiği aşikâr. 

 

“Anlaşamamakta Bile Anlaşmak”

 

Diplomasiyi her derde deva bir ilaç gibi sunarken elbette şiddetin -her ne kadar hoşumuza gitmese- de insanlık tarihi boyunca bir çözüm yolu olarak kullanılageldiğinin farkındayım. Öte yandan, şiddet pahalı bir çözüm ortağı olduğu kadar başarıya ulaşma ihtimali de her zaman için kesin değildir. Diplomasi ise b/ilim gibi her zaman kazançlıdır, çünkü “anlaşamamakta bile anlaşmak”, anlaşabilmek için ilk adımdır. Diplomasiyi ön plana çıkaran dönüşümlerden biri de iki dünya savaşından sonra insanoğlunun üçüncüsüne izin vermeyecek kadar rasyonelleşmesidir, en azından böyle bir evrim geçirdiğini umuyorum. 

 

Küresel refahın artışı ve bu refahı korumanın yolunun barışı olabildiğince korumak olduğu kapitalist sistem tarafından içselleştirildikçe barışa daha çok fırsat vermek ve böylece kalkınmanın önünü açmak ülkelerin ve uluslararası örgütlerin temel hedefi haline gelmiştir. Bu yüzden diplomasi hayatın temel fonksiyonlarından biri haline geldikçe giderek küresel kamuoyuna mal olmuş ve sadece diplomatlara bırakılamayacak kadar önem kazanmıştır. Zira devlet düzeyinde diplomasinin paradoksal bir boyutu da ülkelerin devlet başkanlarının genelde başkomutan olarak askeri üniformalarıyla en üst düzey diplomat şapkalarını beraber giymelerini gerektirmektedir. İşte diplomasinin devletlu boyutunun giderek kırılmasıyla, örneğin; Erasmus marifetiyle başka bir ülkede kısa bir süre eğitim-öğretim faaliyetinde bulunan öğrenciler ve öğreticilerden tutun da Birleşmiş Milletler (BM) iyi niyet elçilerine kadar geniş bir kitle gönüllü ve/ya değil diplomatik çarkların parçası olmuşlardır. Kısacası artık diplomasi sadece bürokratik bir mekanizma ve/ya enstrüman değildir, çünkü sadece ülkeler arasında değil bireyler, topluluklar arasında ilişkiler çeşitlendikçe ve derinleştikçe diplomasi kendine yeni alanlar açar. Bunda toplumsal faaliyetlerin yoğunlaştığı mekânlar olarak kentlerin modernleşmeyle hem sayısal hem de nüfus bakımından dikey ve yatay yoğunlaşmaları etkili olmuştur. Böylece kentler antik Yunan’daki kent devletleri gibi -henüz- bağımsız siyasal üniteler haline gelemese de sahip oldukları ve giderek artan maddi imkânlarıyla bağlı bulundukları ülkelerden küresel anlamda daha fazla belirginlik kazanmaktadır. Bu da kentleri bilimden spora, finanstan kültüre mümeyyiz oldukları sahalarda birer diplomat kent inşasına yönlendirmektedir. İlginç olan ise küreselleşmenin bir süreç olarak kentlerin sadece diplomatik anlamda değil belki de her anlamda ön plana geçmesine harç taşıması da kentlerin diplomatlaşmasını ve böylece diplomat kentlerin inşasını mümkün kılmaktadır. 

 

Bu noktada karşımıza başka bir paradoks çıkmaktadır. Küreselleşme dünyayı bir köye hatta bir mahalleye dönüştürüyorsa nasıl oluyor da giderek daha fazla kent diplomasisinden hatta diplomat kentlerden bahsedebiliyoruz? Bu soruya verilebilecek en kısa cevap, küreselleşmenin zaten paradoksal olarak birbiriyle her zaman uyumlu olmayan katmanlardan oluşmasıdır. Aynı şekilde kentleşme de moderniteyle pekişen bir süreç olarak yabancılaşmadan yalnızlaşmaya, gettolaşmadan gecekondulaşmaya kent/li/leşmeyle bağdaştıramayacağımız paradokslardan oluşur. Zira modernleşme öyle topyekûn bir değişmeyi öngörse de bunu her zaman yerine getiremez.

 

Küreselleşme kapitalizmle bezenirken, küresel kapitalizm ön plana çıktıkça kentler de eğitim olanaklarından rekreasyon aktivitelerine, finanstan barışçıllıklarına değin çeşitli endekslerce belirlenen marka değerleri üzerinden ölçülmektedir. Elbette nüfus burada önemli bir faktör ama eğer bu niceliğe bir nitelik katamıyorsanız tam tersine sayısal kalabalıklar başınıza nitelikli dertler açabilir. Kapitalizmin kendisi kentsoylu bir olgu olduğundan kentleri parlatması hiç de şaşırtıcı değil. Dahası, tarihsel olarak da yerleşik hayata geçildiğinden beri köylerin kalabalıklaştıkça şehirlere dönüştüğünü ve şehirlerin de köylerini yuttuğunu görüyoruz. Sanırım İstanbul’daki semt isimleri bu meramımı gayet iyi açıklar. Aynı şekilde küreselleşme şeffaflığı iyi yönetişim üzerinden pekiştirdikçe ve böylece her şeyi aşikâr kıldıkça gizli diplomasinin de açık diplomasiye dönüşmesi mümkün oldu. Giderek açık kaynak kullanımının ön plana geçmesiyle diplomatların “yalancı casuslar” olarak algılandıkları ve hayatlarını “Elçiye zeval olmaz” ilkesi çerçevesinde her zaman olmasa da koruyabildikleri dönemler oldukça geride kaldı. İşte bu dönüşüm beraberinde yerel yönetimleri güçlendirip onlara önem kazandırdıkça kent diplomasisi de önem kazandı. Bugün belediyelerdeki Uluslararası İlişkiler Ofisleri, üniversitelerde olduğu gibi bu dönüşümün uzantısıdır. 

 

Sonuç olarak diplomasi, siyasetin yapılış şekillerinden bir tanesidir. Diplomasi güçlendikçe kentleşmeyi, kentleşme de diplomasiyi beslemektedir. Bu simbiyotik ilişki sanayi ve/ya finans kentlerinin oluşması gibi gelecekte diplomat şehirlerin de ön plana geçmesini mümkün kılacaktır. Bu diplomat şehirler illa Cenevre gibi BM’ye bağlı alt kuruluşların yaygın kümelendiği bir coğrafya şeklinde olmak zorunda olmayıp küresel sivil topluma mekân sağladığı ölçüde belirginleşecektir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.