Doğu Akdeniz’de Küresel Rekabet

Doğu Akdeniz’de yaşanan rekabet, tarihi anlaşmazlıkların geleneksel sert ve yumuşak güvenlik başlıklarını içeren, enerji, göç ve deniz alanlarının paylaşımı gibi yeni konularla boyutlanan karmaşık bir sorunlar yumağı olarak karşımızda duruyor. Türkiye’nin, Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’in doğusunda şekillendirdiği oyunu, Doğu Akdeniz’in batısına -Yunanistan’ın oyun sahasına- taşımış olması dengelerin sarsılmasına yol açtı. Libya’da yaşanan gelişmelerin seyri, Doğu Akdeniz’de oyunun yeniden kurulmasının da anahtarı haline gelmiş vaziyette.

Doğu Akdeniz’de Küresel Rekabet

Tarih boyunca devletlerarası küresel rekabetin başlıca sahalarından biri olan Doğu Akdeniz, son 10 yılda Kıbrıs adasının güneyi ile İsrail ve Mısır açıklarında keşfedilen, başta doğal gaz olmak üzere hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı ve taşınması gibi konular üzerinden yeniden bir rekabet alanı haline geldi. Bu rekabet, Orta Doğu’da yaşanan İsrail-Filistin, Kıbrıs, Lübnan gibi bilindik çözümlenemeyen anlaşmazlıklara Arap Baharı sonrasında Mısır, Libya ve Suriye gibi yeni konuların eklenmesi ile yeni bir boyut kazandı.

 

Denkleme son dönemde ABD, AB, Rusya, Çin gibi bölge dışı aktörlerin öncelikleri ve beklentileri de eklenince konu küreselleşti. Doğu Akdeniz’de yaşanan rekabet bu haliyle tarihi anlaşmazlıkların geleneksel sert ve yumuşak güvenlik başlıklarını içeren, enerji, göç, deniz alanlarının paylaşımı gibi yeni konularla boyutlanan karmaşık bir sorunlar yumağı olarak karşımızda durmakta. Bu başlıkların yerel, bölgesel ve küresel aktörlerin çıkarlarına dokunan doğası, bilindik ittifak ilişkilerini sarsan, zaman zaman çatışmalara kadar gidebilen beklenmedik yeni birliktelikler doğurmakta.

 

Son olarak, Türkiye ile Libya Ulusal Hükümeti arasında 27 Kasım 2019’da İstanbul’da imzalanan iki muhtıra (Güvenlik ve Askeri İş birliği Mutabakat Muhtırası ve Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası), Birinci Dünya Savaşı öncesi koşulları hatırlatır biçimde, Doğu Akdeniz’e ilişkin olarak görülen güvenlik konularını hızla Akdeniz’in batısına doğru kaydırdı. Suriye’de yaşanan son gelişmelere tepki olarak Türkiye’nin AB ile yaptığı göç anlaşmasını geçici olarak ortadan kaldırarak sınırlarını açması sonrası yeniden başlayan göç dalgası da bu duruma farklı bir boyut kazandırdı.

 

Bu bağlamda Doğu Akdeniz ‘meselesinin’ artık genel bir Akdeniz meselesi olduğunu, gelişmelerin seyrine göre Akdeniz’in büyük güçleri de içine çeken yeniden ‘yeni’ bir rekabet alanı olacağını iddia etmek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu alanda Türkiye’nin, diğer unsurlarca uzlaşmaz ve zorlayıcı bir aktör olarak görülmekle birlikte, etkin ve belirleyici bir ülkeye dönüştüğü de iddia edilebilir.

 

Doğu Akdeniz’i Paylaşmak?

 

Bu karmaşık ilişkiler yumağında, ilk olarak hidrokarbon kaynaklarının keşfi ile başlayan, sonrasında bu kaynakların miktarı, pazarlanması, taşınması gibi konu başlıklarıyla gündeme gelen Doğu Akdeniz’i bir gerginlik ve rekabet alanına dönüştüren başlıca konu başlığı Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımı ya da sınırlandırılmasıdır.

 

Gerginliğin başlangıç tarihini Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin (GKRY) Nisan 2004’te, Mart 2003’ten itibaren geçerli olmak kaydıyla, 24 deniz mili genişliğinde Bitişik Bölge ve 200 deniz mili genişliğinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan ederek bunu BM’ye deklare etmesine kadar çekmek mümkün. Bu tarih, Kıbrıs’ta çözümü önceleyen ve Türkiye ile KKTC’nin olumlu yaklaştığı Annan Planı’na ilişkin referandum ile neredeyse eş zamanlı bir döneme denk gelmekte. Aynı dönemde Türkiye’nin iç siyasi gündemine AB’ye üyelik müzakerelerinin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketlerinin çıkartılmasına ilişkin konular hâkimdi. Nitekim Aralık 2004’te Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilmiş, Ekim 2005’te de müzakerelere başlanması kararı alınmıştı.

 

AB ilişkilerde zirve noktası olarak nitelenebilecek bu dönemde GKRY’nin MEB ilanları ve bunun yaratacağı sonuçların Türkiye’deki siyasi karar alıcının gündemine fazlaca gelmediği iddia edilebilir. Farklı bir deyişle, Türkiye Doğu Akdeniz’e ilişkin konuların Kıbrıs’ta çözüm, AB ile iyi ilişkiler tesisi ve işbirliği odaklı politikalara kaynak olabileceği düşüncesindeydi.

 

Oysa GKRY, Şubat 2003’te Mısır, Ocak 2007’de Lübnan ve Aralık 2010’da İsrail ile MEB sınırlandırma anlaşmaları imzalamış ve oyununu bir üst aşamaya taşımıştı bile. Sonuçta Türkiye, daha bu tarihlerde Doğu Akdeniz’de KKTC dışında kıyıdaş devletlerle anlaşma yapmayan ve özellikle MEB ilanında bulunmayan tek devlet olarak kalmıştı. Bu süreç zarfında bir yandan Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde işler farklı bir mecrada ilerlemeye başlarken, diğer yandan Kıbrıs konusu çatışma ve çözümsüzlük odaklı eski günlere, İsrail ve Mısır’la ikili ilişkilerde de gündem olumsuza doğru dönmeye başlamıştı.

 

Enerji Oyunun Neresinde?

 

Doğu Akdeniz’de Türkiye dışındaki kıyıdaşlar arasında sınırlandırma anlaşmalarının yapıldığı dönemi takiben 2009-2010’da İsrail açıklarında, 2011’de Kıbrıs’ın güneyinde ve sonrasında Mısır’da doğal gaz yataklarının peş peşe keşfedilmesi ise konuyu başka bir düzleme taşıdı. Başlangıçta bu kaynakların Türkiye üzerinden uluslararası pazarlara ulaştırılması öngörülmekteydi. Hatta bunun tek ve alternatifsiz bir durum olduğuna inanılmaktaydı. Ayrıca gelişmeler Doğu Akdeniz kaynaklarının Irak’ın kuzeyi ile birlikte Türkiye’nin bir enerji merkezine dönüşmesi politikalarına hizmet edecek alternatif bir alan olacağına işaret etmekteydi ve bir anlaşmazlık kaynağı olarak görülmemekteydi.

 

Özellikle Mısır yataklarının keşfiyle birlikte bu bölgeden çıkacak doğalgazın Avrupa pazarı için alternatif potansiyel kaynağa dönüşmesi ve beraberinde yeni teknolojik gelişmelerle gazın Türkiye dışında bir güzergâhla, sıvılaştırışmış gaz (LNG) olarak taşınması imkânının ortaya çıkışı 2000’li yılların başındaki bahar havasının da sonunu getirdi.

 

Doğu Akdeniz Gaz Forumu

 

Ocak 2019’da Mısır’ın ev sahipliğinde Yunanistan, GKRY, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin’in katılımıyla Doğu Akdeniz Gaz Forumu oluşturuldu. Bu Forum daha önce Türkiye ile ilişkilerini dikkate alarak GKRY ile ilişki kurmayan İsrail, Ürdün ve hatta Filistin gibi bölgesel aktörlerin Türkiye olmadan, hatta Türkiye’ye rağmen birtakım yeni işbirliği kanalları açması bağlamında önemsenmelidir. Bu türde yeni bir işbirliğinin somut sonuçlar doğurması zaman alacak olsa da, daha önce bir araya gelmeyen unsurların, somut hedefler çevresinde çıkarlar geliştirmeleri ve işbirliğine gitmeleri ilk aşamada Türkiye’nin dışlanarak yalnızlaşması olarak okundu. Nitekim bu yapılanmanın yarattığı ivmeyle adı geçen ülkeler arasında askeri ve güvenlik iş birliği platformları kurulması, Orta Doğu’da özellikle Suriye odaklı gelişmelerle birlikte Türkiye’nin yalnızlaştığı ve bölgesel dengelerin Türkiye’nin beklentilerinin tersine şekillendiği bir sürecin son aşaması anlamına gelmekteydi.

 

Bu durum Ankara’nın yeni dönemde Doğu Akdeniz politikalarını gözden geçirirken karşı karşıya kaldığı/kalacağı sınırlılıklara da işaret etmektedir. ABD ve Rusya gibi bölgesel dengelere etki edebilen iki küresel aktörün adı geçen ülkelerle geliştirdikleri ikili ilişkileri de bu durumu Türkiye’nin istemediği ve tercih etmeyeceği zorlu bir yöne çevirdi. Türkiye’nin askeri tehdide giden bir yaklaşımı benimsemesi de bu bakış açısıyla açıklanabilir.

 

Gambot Diplomasisi

 

Bu aşamada Türkiye’nin dengeleri değiştirme ve oyunda kendisine yeni bir alan açma girişimi, Mavi Vatan olarak tanımlanan deniz alanlarında yasal hakların kullanılması uygulamasına geçilmesidir. Bu değişim, Doğu Akdeniz ve deniz yetki alanı konularının askeri ya da gambot diplomasisine (askeri tehdit) devredilmesi şeklinde de okunabilir. Türkiye’nin başta Doğu Akdeniz Forumu ve Türkiye’yi dışlayan diğer askeri iş birliği girişimlerine cevaben 18 Mart 2019’da BM’ye ilettiği mektupla Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı sınırına sahip ülke olarak Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarının sınırlarını Mavi Vatan adı altında çizmesi, Akdeniz dengelerinde yeni bir zorlayıcı diplomasinin başladığına işaret etmektedir.

 

Bu yeni bakış açısıyla Türkiye’nin kıta sahanlığının dış sınırının Türkiye ile Mısır arasındaki orta hat (median line) takip edilerek 28 derece doğu boylamının batısındaki bir noktada olduğu belirtilmekteydi. Amaç bu sınırların Ege ve Doğu Akdeniz’deki bütün ilgili tarafların mevcut koşullar ve özel durumları da dikkate alarak yapacakları sınırlandırma antlaşmaları sonrasında tespit edilmesiydi. Bu yaklaşımın ilk somut anlaşması ise yukarıda belirtilen Libya anlaşmasıdır.

 

Türkiye’nin alacağı pozisyonu ortaya koyan en somut ve işlerin sertleşeceğinin işareti olarak okunabilecek değerlendirmelerden biri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 27 Kasım 2018’de yaptığı “Akdeniz’de ve Ege’deki haklarımız meselesi eskiden beri üzerinde hassasiyetle durdurduğumuz hususlardır. Haklarımızı sonuna kadar kullanmakta ve buna engel olmak isteyenlere hadlerini bildirmekte kararlıyız. Fırsatçılık kötüdür. Uluslararası ilişkilerde fırsatçılık çok daha kötüdür. Akdeniz’de kimi ülkelerin kendi iç meseleleriyle uğraşmasını fırsat bilerek ekonomik hâkimiyet kurmak isteyenlere fırsat vermeyeceğiz. Türkiye olarak ne Doğu Akdeniz’de ne de diğer bölgelerde kendi tezlerimizden en küçük taviz vermeyeceğiz.” şeklindeki açıklamasıdır.

 

Nitekim Libya ile imzalanan Mutabakat Muhtırası bu yaklaşımın zirvesi olarak kabul edilebilir. İmzalanan muhtıralar ile Türkiye’nin neredeyse 2000’li yılların başından günümüze ilk defa başta Yunanistan ve GKRY olmak üzere konu ile ilintili aktörlerin tamamının sinir uçlarına dokunan bir adım attığı iddia edilebilir.

 

Son dönemde donanmanın diplomatik adımlar atılması ve etkin diplomasi yapılması amacıyla dinamik bir biçimde kullanılmasıyla birlikte, Türk tarafının alternatif birtakım adımlar atmaya başladığı görülmekte. Kasım 2019 başından itibaren Pakistan’ın Doğu Akdeniz’de yürütülen Akdeniz Kalkanı Harekâtı’na dâhil edilmesi, harekâta Ürdün’den gözlemci getirilmesi ve Hazar sahildarlarından dost, müttefik ve kardeş ülkelerin harekâta davet edilmesi gibi adımlar, Türkiye’nin bu konuda daha da hareketleneceğine işaret ediyor. Nitekim bu aktörler dışında son dönemde gözlemlenen İtalya ile birtakım yakınlaşma işaretleri, İsrail ile doğal gaz konusunda yeniden görüşmelerin başladığına dair haberler Doğu Akdeniz’in daha fazla gündemde kalacağını işaret ediyor.

 

İlişkileri Yeniden Kurmak Mümkün mü?

 

Gelişmelerin seyrine etki edecek önemli bir unsur, Doğu Akdeniz sahasında boy gösteren diğer aktörlerin nasıl bir yaklaşım izleyecekleridir. Türkiye’nin bu aktörlerle deniz alanlarının paylaşılması konusunda yaşadığı gerginliğin ötesinde kurduğu özellikle ekonomik ve ticari ilişkiler süreci rekabetten işbirliğine çevirebilir. Bu bağlamda üzerinde durulabilecek en görünür örnek, Türk-Rus ilişkileridir. İki aktörün ortak yakın çevrelerine genel bakışları ve siyasi çıkarları zaman zaman çok büyük farklılıklar gösterse de, ikili ekonomik ve ticari ilişkileri daima yapıcı bir unsur olarak kullanmayı becerdiler. Enerji ticaretinin bu ikili ilişkide genel itici unsur olduğu hatırlanmalı.

 

Türkiye ile Doğu Akdeniz’de rekabet içerisindeki ülkeler şu ana kadar ekonomik ve ticari alanda siyasi alandakine benzer bir krizden etkilenmediler. Bunun siyasi alana henüz yansımamasının en önemli sebebi, kaynakların ticari açıdan piyasalara girmemiş ve dolayısıyla üzerinde müzakere edilebilir kaynaklar olmamasından geçiyor. Türk tarafının bu kaynakların Türkiye ile işbirliğine gidilmeden etkin bir biçimde uluslararası pazarlara taşınamayacağı argümanını gerektiğinde sert güç kullanımıyla desteklemeyi tercih etmesi bu şekilde açıklanabilir. Diğer aktörlerin de hazırlık aşaması olarak göreceğimiz bu aşamada benzer tavır sergilediği görülüyor.

 

Yunanistan ve GKRY ilk aşamada tepkisel bir bakış açısıyla ve Türkiye karşısında daha kuvvetli ve etkili bir duruş sergileyebilmek amacıyla AB ve ABD desteğini aradılar. Söylem düzeyinde verilen destekler AB ve ABD’nin konuyu uzaktan takip ettiğine işaret ediyor. İkilinin tarafları çatışmadan kaçınarak müzakereler yoluyla çözüm bulma yönünde uyarmanın ötesine geçmediği görülüyor. Aslında bu, Yunanistan ve GKRY’nin AB üyesi oldukları gerçeği de dikkate alındığında Türkiye’nin beklentileri ile uyumlu bir durum.

 

Dengeleri etkileyebilecek bir diğer küresel aktör olan Rusya’nın ise son dönemde Suriye de dâhil olmak üzere Türkiye ile büyük çaplı çatışmadan uzak durarak mümkünse birlikte hareket etme eğilimi sergilemesi de Türkiye açısından bir avantaj olarak görülebilir. Son dönemde Türkiye’den yükselen İsrail ve Mısır ile yeniden görüşülmeye başlanması, yapıcı adımlar atılarak iş birliğini önceleyen yeni söylem ve politikaların geliştirilmesi yönündeki değerlendirmeler de oyunu yeniden 2000’lerin başına sarma girişimi olarak okunabilir.

 

Son gelişmelerin Doğu Akdeniz açısından gerçek anlamda bir oyun değiştirici olduğu söylenebilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de MEB ilanı ihtimali, 2000’li yılların başından itibaren uygulanan politikaların farklılaşmasına neden olabilecek somut bir adım olarak gündeme gelmiş durumda. Türkiye’nin Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’in doğusunda şekillendirdiği oyunu, Doğu Akdeniz’in batısına Yunanistan’ın oyun sahasına taşımış olması ise dengelerin sarsılmasına yol açtı. Libya’da yaşanan gelişmelerin seyri ve elbette Libya’nın geleceği bu bağlamda Doğu Akdeniz’de oyunun yeniden kurulmasının da anahtarı haline gelmiş vaziyette.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.