Dünyanın Güvenlik Riskleri, Türkiye’nin Dış Politika Arayışları


- FUAT KEYMAN
- 11 Ocak 2022
Dış politikanın iç politika tarafından daha fazla rehin alınacağı 2022 yılına girdik. Bu durum seçimlere kadar sürecektir. Dış politikadaki savrulma görüntüsü de, hepimizi şaşırtan hamleler ve söylemler de devam edecektir.
Time dergisinin dış politika yazarı Ian Bremmer, 2022’deki güvenlik riskleri sıralamasını yaparken, benim de katıldığım bir görüşü dile getiriyor: Hem Amerika hem de Çin’in kendi iç politikalarına odaklanma tercihleri, küreselleşen dünyada büyük güçler arası çatışma olasılığını zayıflatırken, diğer güvenlik risklerine karşı mücadelede potansiyel liderlik pozisyonu almayı ve koordineli çalışmayı da zorlaştıracaktır.
Bremmer’in yaptığı güvelik riskleri sıralaması şöyle: “1) Sıfır-COVID’in başarılamaması; 2) Tekno-taraflı dünya; 3) 2024 Başkanlık seçimi öncesi Amerika’da ara seçimler; 4) Çin’in iç problemleri; 5) Rusya; 6) İran; 7) Küresel ısınma; 8) Çökmüş devletler (Afganistan’dan Yemen’e ve Etiyopya’ya, Myanmar’dan Haiti’ye ve Venezuela’ya uzanan geniş coğrafyada); 9) Halk ile neoliberal şirketler arası kültür savaşları ve 10) Türkiye”.
Uluslararası Kriz Grubu yöneticileri Comfort Ero ve Richard Atwood, Foreign Policy’de (29 Aralık 2021) yayımlanan yazılarında Bremmer’e yakın bir görüşle, genel olarak büyük güçler arası çatışmanın durgunlaşacağını, Amerika-Çin geriliminin devam edeceğini, savaşların ve savaşlarda ölenlerin sayılarının düşeceğini, diplomasi ve masanın ön plana çıkacağını belirtiyorlar. Buna karşın, izlenmesi gereken çatışma alanlarının başına da Rusya-Ukrayna, Etiyopya, Afganistan, Yemen, İsrail-Filistin, Haiti, Myanmar ve Afrika’da terör örgütlerinin saldırılarını koyuyorlar. COVID-19 ve küresel ısınmanın da önemli risk alanları olmaya devam edeceğini ekliyorlar.
Bu çalışmaların yanı sıra 2022’de güvenlik riskleri üzerine yapılan çalışmalarda en fazla değinilen ve odaklanılan konunun “siber-güvenlik ve siber-saldırılar” olduğunu da belirtelim.
Dünyadaki Türkiye, Türkiye’deki Dünya
2022 yılı güvenlik riskleri haritalamasını Türkiye açısından okursak dört noktanın dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.
Birincisi, dünyanın Türkiye’ye ve Türk dış politikasına ilgisinin az olduğu bir yıl izleyeceğiz gibi görünüyor. Bir tek Bremmer’in sıralamasında Türkiye 10’uncu sırada güvenlik riski olarak yer alıyor ama nedeni iç politika, otoriterleşme ve kutuplaşmayla ilgili. Türkiye’nin stratejik otonomi, sert-askeri güç ve küresel/bölgesel ölçeklerde etkili olma temelli aktif dış politika anlayışının bittiği giderek daha da netleşiyor.
İkincisi ve daha önemlisi, güvenlik risk algılayışı ve okuyuşu içinde dünyanın öncelikleriyle Türkiye’nin öncelikleri ayrışıyor ve aradaki makas açılıyor. Türkiye için önem taşıyan Suriye, Irak, Libya ve Doğu Akdeniz, ilk 10 güvenlik riski içinde yer almıyor. Dahası, özellikle Suriye, Libya, İran, Irak meseleleri, gerek Amerika-Rusya gerekse de büyük güçler arasındaki diplomasiye ve pazarlığa bırakılmış durumda. Suriye konusunda Amerika-Rusya görüşmeleri ve pazarlığı giderek güçleniyor ve bu durum, Türkiye’nin masada ikinci plana atıldığı görünümü veriyor.
Üçüncüsü, dünyanın çatışma alanında ilk sıraya koyduğu Ukrayna meselesi ve sonrasında başlayan Kazakistan’daki rejim-halk çatışması; güvenlik alanının büyük güçler arası çatışmadan ziyade “salgın, iklim, gıda, su ve iş güvencesi” gibi temel ihtiyaçlarla ilişkilendirilmesi; demokrasi-otokrasi gerilim ekseninin derinleşmesi ve bunların güvenlik ile birlikte düşünülmeye başlanması, Türkiye’nin, Amerika, AB, Avrupa; dolayısıyla Batı ile ilişkilerindeki bozulmanın devam edeceğini ama Rusya ile ilişkilerinin de kolay olmayacağını gösteriyor.
Rusya ve Çin tercihi içinde Batı’dan uzaklaşan Türkiye; Ukrayna, Kazakistan ve post-Sovyet coğrafyasındaki gelişmelerin yönüne göre Rusya ile ilişkilerinde de sıkıntı yaşayabilir. Galip Dalay’ın, Perspektif’te yayımlanan yazısında (21 Aralık) vurguladığı gibi, “jeopolitik ve ideolojik Avrasyacılık” içinden geliştirilen “Türk dünyası fikri” ile Rusya’nın güç-çıkar temelli yayılmacı bölgesel politikası arasında “rakip ve hasmane olma”, stratejik ortak olmanın önüne geçebilir.
Türkiye ve Savrulan Dış Politika
Tüm bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin dünyaya bakışında da özellikle giderek derinleşen ekonomik krizle birlikte değişim yaşanmaya başlandı. Batı eleştirisi, güçlü ülke olma retoriği ve Rusya ve Çin ile iyi ilişkilere girme isteği devam etse de dış politika alanında yaşanan “savrulma, zemin kaybetme ve etkili olamama” sorunları derinleşiyordu.
Dördüncüsü, dünya siyaseti içinde yalnızlaşan, stratejik otonomi iddiası biten ve kendisine ilginin azaldığını gören Türkiye görüntüsü, aslında bir taraftan “savrulan dış politika”, diğer taraftan da “dış politikanın iç politika tarafından rehin alınması” anlamına geliyordu.
2021’in ortalarında başlayan ve içeride enflasyon krizi ve seçimleri kaybetme riski tarafından belirlenen bu süreçte, dış politika alanında daha önce ilişkilerin bozulduğu ülkelerle “ilişkileri düzeltme” hamleleri yapılmaya başlandı. Mısır, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Suriye ile ilişkileri düzeltme çabasına girildi.
Amerika ile ilişkilerin daha da bozulmaması istendi. Başkan Biden’ın düzenlediği Demokrasi Zirvesi’ne Türkiye’yi davet etmemesi eleştirilmedi. Rusya’nın Türkiye’nin aleyhine hamlelerine ve söylemlerine sessiz kalındı. Katar ve Azerbaycan ile devlet-devlet ilişkisini aşan ve en yakın dostalar olarak tanımlanan ilişkiler devam etti. Katar’ın Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs ile iş birliği yapması görmezden gelindi.
Bu çabanın 2022’de de devam edeceğini öngörebiliriz. Her ne kadar Türkiye’nin özellikle bölgesindeki kilit ülkelerle iyi ilişkide olması önemli ve desteklenmesi gereken bir durum olsa da, bu çabanın belli bir stratejik vizyon olmadan ve daha çok gerek ülke içi gerekse bölgesel ve küresel gelişmelere tepki niteliğinde ad–hoc kararlar temelinde yapılması da not edilmeli.
Örneğin Hükümetin, Birleşik Arap Emirlikleri’yle bir anda dostluk ilişkisine girme kararı, Suudi Arabistan’ı ziyaret etme isteği, İsrail ve Mısır ile ilişkilerini sıcaklaştırma arzusu ve belki de Suriye’de görüşmeleri başlatması; her biri ve hepsi altı çizilmiş bir “niye” sorusunu beraberinde getiren ve dış politika çalışanlarını şaşırtan kararlardı.
Dış politikanın iç politika tarafından daha da fazla rehin alınacağı 2022 yılına girdik. Bu durum seçimlere kadar sürecektir. Dış politikadaki savrulma görüntüsü de, hepimizi şaşırtan hamleler ve söylemler de devam edecektir. Şüphesiz ki bu durumu maskelemek için “dış politikada çıkar ilkelerden önce gelir” tümcesinin sıklıkla dile getirildiğini duyacağız ya da okuyacağız. Sanki, stratejik akıl ve vizyon olmadan çıkar olabilirmiş gibi…
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

FUAT KEYMAN
