Ekonomik Krizin Gölgesinde Eğitim ve Paydaşları
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de eğitimin yapısal ve aktüel sorunları ile bu sorunlara dayalı çözüm modelleri sıklıkla tartışılmaktadır. Bu sorunlar; eğitim almış bireylerin niteliğinden istihdamına, eğitime siyaset kurumunun müdahalesinden eğitim çalışanlarının mali ve sosyal haklarına, müfredatın içeriğinden nasıl işlenmesi gerektiğine, öğretmenlerin yeterliliklerinden sendikaların eğitimdeki rolüne kadar birçok başlık altında sıralanabilir.
2020 yılı Mart ayından beri pandeminin gölgesinde sürdürülen eğitim ve beraberinde getirdiği sorunlar bir ara sıklıkla konuşuluyorken, son aylarda bu soruna paralel olarak ekonomik krizin gölgesinde eğitimin konuşulduğunu görmekteyiz. Ekonomik kriz, hayatın tüm alanlarında olduğu gibi eğitim kurumlarını, velileri, öğrencileri ve başta öğretmenler olmak üzere tüm eğitim çalışanlarını düşündürmekte, etkilemekte ve kıskacına almaktadır. Bu kıskaca karşın eğitim sektöründe birer aktör olan eğitim sendikaları da haklı olarak taleplerini dillendirmekte ve ekonomik krizlerin etkisindeki öğrenci, veli ve eğitim çalışanlarına yönelik hak mücadelesi yürütmektedirler. Hayat pahalılığı, çocukların eğitim masrafları, yoksulluk ve gelirin enflasyonist ortamda uğradığı kayıp sadece çocukları değil aileleri ve bir bütün olarak eğitimin paydaşları ile dolaylı olarak ticari piyasayı da etkilemektedir.
Sendikaların eğitimin yapısal sorunları kadar aktüel sorunları karşısında dile getirdikleri perspektifi ve bunlara ilişkin çözüm modellerini, varsa kısa vadedeki çözüm önerilerini de konuşmak için Türkiye’deki eğitim sendikalarının görüşlerini Perspektif için odağa almaya çalıştık. Bu eğitim sendikalarından; Eğitim-Bir-Sen Genel Sekreteri Latif Selvi, Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Talip Geylan, Eğitim-Sen Genel Başkanı Nejla Kurul ve Eğitim İlke-Sen Genel Başkanı Ahmet Örs ile ekonomik krizin gölgesindeki eğitimin geleceğini; krizin öğretmen, veli ve öğrencileri nasıl etkilediğini şu iki soru ekseninde konuşmaya çalıştık:
1) Ekonomik krizin gölgesinde yer alan başta öğretmenler olmak üzere tüm eğitim çalışanlarını nasıl bir eğitim-öğretim yılı bekliyor? Belli başlı sorunlar nelerdir ve sendika olarak buna ilişkin çözüm önerilerinizi sıralar mısınız?
2) Ekonomik krizin gölgesinde yer alan veli ve öğrencileri (çocukların eğitim masrafları, hayat pahalılığı, enflasyonist ortamın getirdiği yüksek fiyatlar vb.) nasıl bir eğitim-öğretim yılı bekliyor? Belli başlı sorunlar nelerdir ve sendika olarak buna ilişkin çözüm perspektifiniz nedir?
“EĞİTİMDE İSTENİLEN SEVİYEYE, ÖZELLİKLE NİTELİK ARTIŞI BOYUTUYLA ERİŞEBİLMİŞ DEĞİLİZ”
LATİF SELVİ, Eğitim-Bir-Sen Genel Sekreteri
1) Mevcut durum itibarıyla 2022-2023 eğitim-öğretim yılı hayat şartlarının zorlaştığı, alım gücünün düştüğü, eğitim-öğretim masraflarının arttığı, iyileştirmelere ve yeni gelişmelere rağmen istenilen seviyeye gelinemediği bir zeminde, sorunların gölgesinde başlıyor. Türkiye son 20 yılda eğitimde daha önceki yıllarla kıyas kabul etmez nicel dönüşümlere sahne olmuştur. Şu an görev yapmakta olan öğretmenlerin yarıdan fazlasının son 20 yıl içinde atanmış olması bunun en görünen kanıtıdır.
Elbette ki halen eğitimde istenilen seviyeye, özellikle nitelik artışı boyutuyla erişebilmiş değiliz. Eğitimde nitelik artışını sağlayacak tedbirler, bu kapsamda öğretmenin mesleki gelişimini artıracak ve okullar arası başarı farkını minimize edecek önlemler şu an eğitim sistemimizin en acil ve başat sorunudur.
Bunun yanında eğitim çalışanları, toplumun diğer kesimleri gibi küresel ve yerel ekonomik sorunların kesiştiği bir dönemde daha önceki 20 yılda hayatlarında olmayan, hayatlarına etkisi asgari düzeyde olan bir sorunla, yüksek enflasyon denen olguyla karşı karşıya kaldılar.
Hayat şartlarını zorlaştıran, yoksunluk duygusunu artıran, alım gücünü düşüren ekonomik sarsıntı, en çok sabit gelirlileri etkilemektedir. Bu amaçla yeni eğitim-öğretim yılı öncesi eğitim çalışanlarının öncelikli gündemi ve beklentileri, enflasyon karşısında eriyen satın alma güçlerinin telafisidir. Hayat pahalılığı ve enflasyon cenderesinde zorlanan kamu görevlilerinin ücretlerinde iyileştirme yapılmalı, kayıplar giderilmeli, düşen alım güçleri telafi edilmelidir.
Beklentiler doğrultusunda geliştirilmeye muhtaç meslek kanunu, anayasal ve yasal hakları kısıtlanmış sözleşmeli istihdam, bir türlü kapatılamayan öğretmen açığı, öğretmen atamalarında mülakatın kaldırılmaması, istihdamda güçlük çekilen bölgelerde görev yapan eğitimcilere şûrada karar alınmasına rağmen ilave mali teşviklerin düzenlenmemesi, birim ek ders ücreti miktarının düşüklüğü, eğitim kurumu yöneticiliğinde özlük haklarını ve yetkileri geliştiren kariyer odaklı sürdürebilir bir sistemin halen hayata geçirilememesi, eğitimin rehberlik ayağının eksikliği, öğretmenleri şiddete karşı koruyacak bir yasal düzenlemenin çıkarılamaması, öğretmenlerin yer değişikliği taleplerinin karşılanmamasının doğurduğu mağduriyetler, görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavlarının gerçekleştirilmemesi, yardımcı personel istihdamı gibi sorunlar, eğitim çalışanlarının Bakanlık başta olmak üzere yetkililerden çözüm beklediği konulardır.
Eğitim-Bir-Sen olarak, Türkiye’nin daha müreffeh olma yolundaki uzun vadeli hedeflerine ancak sorunlarını aşmış bir eğitim sistemiyle erişebileceğine inanıyor; eğitimcilerin beklentilerinin yerine getirilmesinin önemini ifade ediyor, sorunların çözüme kavuşturulmasının makul önlemlerle mümkün olduğunu savunuyoruz.
Ek gösterge artışı konusunda gösterilen olumlu tavır ve irade, bazı eksiklere rağmen önemliydi. Aynı kararlı kapsayıcı bir çalışmayı sözleşmeli arkadaşlarımızın kadroya geçirilmesi için de görmek istiyoruz. Bunların yanı sıra atama ve yer değişikliği sürecinde yaşanan tıkanma ve karşılanamayan talepler Sendikamızın da raporlaştırdığı haliyle yeni bir yer değişikliği takvimi ihdas edilerek azami memnuniyeti sağlayacak ölçüde karşılanabilmelidir.
Görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavları her yıl periyodik olarak yapılarak eğitim çalışanlarının kariyer hedefleri ve yükselme talepleri karşılanabilmelidir.
Ek ders ücretleri ve fazla çalışma ücretlerinde artış sağlanarak hem eğitim çalışanlarının gelirlerinde artış hem de daha nitelikli hizmet sunumu sağlanabilmelidir.
KAMU GÖREVLİLERİNİN GELİRLERİNDE SOMUT BİR ARTIŞ ZORUNLUDUR
2) Her ne kadar kamu görevlileri toplu sözleşmesiyle kamu görevlilerinin ücretlerinde her altı ayda bir yüzdelik zammın yanında geçmiş altı aya ilişkin enflasyon farkları verilmekte ise de geriden gelen bu fark ödemesi, kamu görevlisinin içinde bulunduğu cari harcama dönemi içindeki enflasyon kaynaklı alım gücünün düşüşünü ve reel gelir kaybını telafi edememektedir.
Alım gücünün düşmesi sorunu, ekonomik olduğu kadar psikolojik yönden de ele alınmalı; kamu görevlilerinin ücretlerinde reel bir artışı, enflasyon oranının üzerinde bir ücret artışını sağlayacak bir ilave ödeme yapılmalıdır.
Bunun seyyanen zam, enflasyon farkının üzerinde bir ücret zammı, ek ödeme, ek ders ücreti vb. memur maaş kalemlerinde gerçekleşecek bir artış, refah payı zammı vs. hangi ad altında veya hangi yöntemle gerçekleştirileceği siyasi iradenin ve idarenin tercihidir. Ancak kamu görevlilerinin zihinlerinde, ücretlerinde ve gelirlerinde reel bir artış olduğu algısını sağlayacak türden somut bir artış zorunludur.
Öğretmenler, kamu personel sistemi içinde diğer kamu görevlilerinden farklı olarak kendilerine münhasır ödemeler almaktadırlar. Dolayısıyla eğitim gibi öncelik verilmesi gereken alanlarda nitelik artışları sağlanmasını teminen meslek grupları itibarıyla farklılaştırılmış ücret politikaları uygulanması gerekli hallerde bu münhasır ödemelerde artışlar gerçekleştirilmelidir. Bu bağlamda her yıl eğitim-öğretim yılı açılışı öncesinde öğretmenlere ödenen eğitim-öğretim ödeneği miktarı, (en az enflasyon oranında) artırımlı ödenmeli, hazırlık ödeneği diğer eğitim çalışanlarına da ödenmelidir.
Yine öğretmenlere münhasır bir ödeme kalemi olan eğitim-öğretim tazminatında da artış sağlanmalıdır. Ek ders ücretinin birim saat miktarı ise, katsayıya bağlı olarak belirlenmiş olsa da tazminat oranlarının getirisine denk olmaktan uzaktır.
Elbette ki toplumun bütün kesimlerinin ve eğitim çalışanlarının içinde bulunduğumuz enflasyonist ortamdaki satın alma güçlerinin düşmesinin, gelirlerinin ihtiyaçlarını karşılama kapasitesinin azalmasının, reel ücret geliri kayıplarının telafisi tek bir etkene bağlı değildir. Makro ve mikro ekonomik tedbirlerin bileşenlerinden oluşan hassas ekonomik dengenin karşısında halkın bireysel veya toplu tercihleriyle çok da etkin olabilmesi, günümüz iktisadi sisteminde mümkün değildir.
Hem maliyet enflasyonunun hem de talep kaynaklı enflasyonun en çok sabit geliri bulunan ücretli kesim üzerinde olumsuz etki gösterdiği dikkate alındığında, yapılması gerekenin asgari ücret artışları, enflasyon oranının üzerinde reel ücret artışı, yeterli gelir elde edemeyen kesimlerin ve işsizlerin parasal yönden desteklenmesi, sosyal yardımların artırılması, özel sektörün sosyal yardım üstlenmesinin teşviki gibi çalışan kesimlerin gelir artışına odaklı politikalar hayata geçirilmelidir.
“EĞİTİM SİSTEMİMİZİN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ, TÜRKİYE’NİN HAK VE ÖZGÜRLÜKLER TEMELİNDE YAPILANMASIYLA İLİNTİLİ”
ABDULBAKİ DEĞER, Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı
1) Türkiye çok zor ve sancılı bir dönemden geçiyor, dolayısıyla Türkiye için zorluk oluşturan bütün hususlar bu ülkenin bir bileşeni olarak eğitimciler için de zorluk oluşturuyor. Zorlukların başında şüphesiz gittikçe derinleşen ekonomik kriz geliyor. Maalesef Türkiye’de ekonomik darboğazın, yanında sosyal, kültürel, siyasal vs. gibi bir sıkıntılar yumağı getirdiğine çok dikkat edilmiyor. Bu açıdan derinleşen ekonomik kriz öğretmenleri sosyal, sınıfsal, kültürel, siyasal anlamda dar, kısır bir parkura; verimsiz, kısıtlayıcı bir ufka sürüklüyor. Bu başlı başına önemli bir husus.
Diğer taraftan yeni başlayacak eğitim-öğretim dönemimiz eğitim çalışanlarının penceresinden bakıldığında birtakım yapısal-tarihsel problemler barındırdığı gibi yukarıda da altını çizdiğimiz ekonomik kriz gibi aktüel, konjonktürel sıkıntılar da barındırıyor. Tarihsel bir perspektifle bakıldığında yapısal anlamda eğitim-öğretim sistematiğimiz devlet tekelindeki zorunlu kitlesel bir forma dayanıyor. Bu formun eğitimin yaygınlaştırılması, kitleselleşmesi, nüfusun homojenleştirilmesi anlamında belirli bir işlev gördüğü açık. Ancak diğer taraftan formun ciddi anlamda sınırlı olduğu, nitelik problemi oluşturduğu da ortada. Tarihsel pratiğimiz tüm istatistikleriyle bunu gösteriyor.
Sınırlılıkları yapısal olan bu sistem özbilinçten yoksun olduğu ve ontolojik bir muhakemenin kritiğinden özenle muaf tutulduğu için sınırlılıklarının neden olduğu pek çok maliyet sistemden alınıp sistem içindeki aktörler arasında pay ediliyor. Bu paydan nasibini alan talihsizlerden birisi de eğitim çalışanlarıdır. Sadece devletin ideolojik ajanı olarak konumlanıyor olmalarıyla sınırlı değil durum. Eğitim çalışanları aynı zamanda edilgen, pasif bir aktarıcıya dönüştürülerek de özsaygıları hırpalanıyor. “Sahnedeki bilge”den “kenardaki kılavuz”a doğru seyreden süreç, eğitim çalışanlarını yaptıkları işe yabancılaştırıyor, işe olan inançlarını, aidiyetlerini aşındırıyor. Eğitim sürecinin yapılanmasında, işleyişinde, içeriklendirilmesinde ve hatta yürütülmesinde aktif, dolayısıyla sorumluluk alan, inisiyatif kullanan bir aktör olması istenmediği gibi böyle bir yol hem düşünsel anlamda hem de fiili olarak kapatılmıştır, yasak sayılmıştır. Bünyesinde bulunduğu Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) başta olmak üzere devlet nezdinde kuru bir retorik dışında dikkate alınmaz, basit bir memurdur.
AKTÜEL BİR KONU OLAN ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU VAHİM BİR DURUMDUR
Eğitim çalışanlarının; çalışma ortamları ve koşulları, içinde yer aldıkları ilişki ağında MEB bürokrasisi dâhil tüm bileşenlerden gördükleri muamele, yetiştirilme ve istihdam süreçleri vs. nasıl basit bir memur olarak konumlandırıldıklarının somut göstergesidir. Nitekim bunun bir parçası olarak değerlendirilebilecek aktüel bir konu olan Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) vahim bir durumdur. Aynı şekilde önemli boyutta olan öğretmen açığı, muhtemelen sayıları yaklaşık 90 bine varan ve aleni bir emek sömürüsü olan ücretli öğretmenlik problemi var.
Eğitim sistemimizin temel sorunlarının çözümü Türkiye’nin hak ve özgürlükler temelinde yapılanması, devlet-toplum ilişkisinin bu nitelikler doğrultusunda tesis edilmesi, siyasetin hem alan genişletmesi hem de katılıma, farklılığa, çoğulculuğa imkân tanıyacak şekilde derinleşmesiyle ilintili. Aynı şekilde ekonomik hayatın istikrar kazanmasıyla ilintili. Bu alanlardaki iyileşme birtakım kronik sorunların aşılmasına, aşılma imkânlarının çoğalmasına katkı sunar, zemin hazırlar. ÖMK gibi diğer aktüel sorunlar ise özellikle MEB bürokrasisinin günümüz dünyasının temel yönetim ilkeleriyle hareket ederse üstesinden gelebileceği sorunlar.
Görece öğretmen, öğretmenin konumu, eğitimin niçin ve nasıl olması gerektiği gibi çok daha temel ve belirleyici alanlarla ilgili gelişme ise ülkemizin alanı ciddiye alma ve entelektüel bir mesai harcama kapasitesiyle ilintili olacak. Bu halimizle ürettiğimiz çözümler ancak sıkıntıların azaltılması yönünde işlev görebilir. Nitekim mevcut gerçekliğimiz o noktada bile yeterli mesafe alamadığımızı çarpıcı bir şekilde gösteriyor.
EKONOMİK KRİZ VE SİYASAL GERİLİM, OKULUN İŞLEVİNİ KARİKATÜRLEŞTİRİYOR
2) Yukarıda ekonomik zorlukların eğitim çalışanları için oluşturduğu maliyete ilişkin söylediğimiz hususlar; öğrenciler ve veliler için de geçerli. Bu zorlu süreç aynı zamanda okullarda yürüttüğümüz steril eğitim-öğretim faaliyetinin kaderini tayin ediyor. Çünkü çoğumuzu okuldan çok daha fazla yaşadığımız hayat, içinde yer aldığımız ilişki ve koşullar belirleyici şekilde eğitiyor. Ekonomik kriz, siyasal gerilim, sosyo-kültürel alt-üst oluş, teknolojideki çarpıcı gelişmeler vs. okulu, okul sistematiğini baskılıyor, etkisini, işlevini karikatürleştiriyor.
Şüphesiz bu fasılda şunu belirtmemiz gerekiyor; ne standart bir velimiz var ne de standart bir öğrencimiz. Köyde ilkokula başlayacak yedi yaşındaki bir öğrenciyle üniversite sınavına girecek lise son sınıftaki bir fen lisesi öğrencisi ve şüphesiz bunların velileri ayrı ayrı değerlendirilmeli. Veliler için önemli faktör, kriz dolayısıyla eğitim-öğretimin ciddi bir maliyet kalemi oluşturduğu gerçeğidir. Sadece kıyafet-kırtasiye giderleri değil ulaşım, beslenme, yardımcı kaynak ihtiyacı, destek eğitimi gibi hususlar önemli faktörler.
Öğrenciler için ise temel problem bütün halinde eğitim-öğretim sisteminin bir akademik fetişizme teslim oluşudur. Teorik olarak öğrenciler “biricik” olarak kabul edilseler de özü itibarıyla standart bir müfredata muhatap kılınıyorlar ve muhatap alındıkları bu müfredattan aldıkları başarıya göre ölçülüyorlar. Biricikliklerinin sistem içinde ne gerçek bir anlamı var ne de sistem buna göre yapılandırılmış durumda. İlkokul birinci sınıfta da lise son sınıfta da ders saati 40 dakika. Matematik dersi de, resim, müzik dersi de 40 dakika. Sayısal zekâsı olana da, sosyal zekâsı olana da 40 dakika.
Hepimiz biriciğiz ancak hepimiz için standart bir eğitim formu var. Eğitim ortamlarımız da işleyişleri de öğretmenlerin pedagojik formasyonları da buna göre yapılandırılmış. Okullar öğrencilerin sosyal, duygusal, fiziksel gereksinimlerine cevap verecek yapıda, kapasitede değil. Sınıf dediğimiz derslikler dışında çoğu okulumuzun ne sportif ne sanatsal faaliyetler yürütebileceği bir fiziki mekânı var vs.
VELİ VE ÖĞRENCİLER; İMKÂNSIZLIKLARIN VE EŞİTSİZLİKLERİN OKUL SİSTEMİ ÜZERİNDEN GİDERİLMESİNİ UMUYOR
Veli ve öğrenciler diploma, iş, statü ile bağlantısı nedeniyle eğitime olumlu şeyler yüklüyor ve eğitim üzerinden bunları bekliyorlar. Yaşam koşullarının getirdiği olumsuzlukların, imkânsızlıkların, eşitsizliklerin okul sistemi üzerinden giderilmesini umuyorlar, bekliyorlar. Ancak işin aslı gerçekten böyle mi, bu beklentinin gerçekliği mümkün mü, eşitsizliğin üretildiği bir yer mi okul yoksa yeniden üretildiği bir yer mi? Bütün bunları etraflıca değerlendirmek durumundayız.
Bu vesileyle sisteme ilişkin kabataslak bir projeksiyon tutmaya çalıştım. Tekrar pahasına olsa da eğitim-öğretim faaliyetinin okulla sınırlı olmadığını; içinde yer aldığı sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel hayatın bir parçası hatta çoğunlukla oranın bir yansıması olduğunun altını çizelim. Dolayısıyla buraya ilişkin bir çözüm söylemi bütüncül olmak durumunda.
Devleti, onun ideolojik karakterini, eğitimi nasıl ideolojik-politik bir aygıt olarak konumlandırdığını, müfredatı bilgi tekelinden bağımsız göremeyeceğimiz; eğitimdeki Tevhid-i Tedrisat söylemi ile tekbiçimciliği velhasıl zorunlu eğitimi, zorunlu din dersini, anadil(de) eğitimi ve talebini, ÖMK’yı, tören ve ritüelleri, müfredatı, yöntem ve teknikleri, zaman ve mekân planlamasını, bürokratik işleyişi, velinin ve öğrencinin talep ve beklentileriyle katılımını vs. içeren çok geniş ve çok boyutlu bir alan söz konusu.
Tüm dünyada kabul görmüş bir “eğitim hakkı” iyi kötü var. Ancak alan “öğrenim özgürlüğü”nden yoksun ve bu yoksunluk başlı başına alanın vaziyetini göstermeye yetiyor. Basit bir örnek: Çocuğunuz yedi yaşında. Okula gitmek zorunda. Gideceği okulu, yerleşeceği sınıfı, ders göreceği öğretmeni, hangi dersi göreceği, o dersin içeriğinde neyin olacağı, okulun ve sınıfın nasıl olacağı, ne zaman açılacağı ne zaman kapanacağı vs. size sorulmaz. Çocuk sizin mi gerçekten? Velayeti sizde mi, vasisi siz misiniz?
“ÖĞRETMENLERİMİZ KARİYER BASAMAKLARININ, FIRSAT EŞİTSİZLİĞİ OLUŞTURDUĞUNU DÜŞÜNMEKTEDİR”
Talip Geylan, Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı
Okulların açıldığı bugünlerde en önemli taleplerimizden birisi eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin artırılması ve tüm eğitim çalışanlarına verilmesidir. Bu, Türk Eğitim-Sen’in yıllardır dile getirdiği bir konudur. Zira eğitim hizmeti yardımcı hizmetlisinden yöneticisine kadar bütün eğitim çalışanlarının birlikte hareket ettiği bir alandır.
Her eğitim-öğretim yılı başında sadece öğretmenlerimize ödenen eğitim-öğretim hazırlık ödeneğinin ayrım yapılmaksızın tüm eğitim çalışanlarına ödenmesini talep ediyoruz. Milli Eğitim Bakanı Sayın Mahmut Özer’e son ziyaretimde bu konuyu bir kez daha ifade ettim. Eğitimin tüm giderlerinde fahiş artışlar yaşanmaktadır.
Türk Eğitim-Sen’in yetkili olduğu 2007 yılında Kurum İdari Kurul toplantısında hazırlık ödeneğinin tüm eğitim çalışanlarına verilmesi hususu kararını aldırmıştık. Taraf olan MEB, bu talebi kabul etmiş ve tavsiye kararı almıştır. 1 milyon öğretmene eğitim-öğretim hazırlık ödeneği verebilen Bakanlık, geriye kalan 80-90 bin çalışanına da aynı ödenekten verebilir. Bir de eğitim-öğretim hazırlık ödeneğinin miktarının artırılmasını talep ettim. Çünkü eğitimin tüm giderlerinde fahiş artışların olduğu düşünüldüğünde 1.325 TL ile bir hazırlık ödeneği olamaz. Türk Eğitim-Sen’in talebi, en azından bir maaş oranında eğitim-öğretim yılının başında tüm eğitim çalışanlarının desteklenmesidir.
Ülkemizde eğitim-öğretime ayrılan payın büyük kısmı, personel giderlerine ayrılmaktadır. 2021 yılında 146 milyar 920 milyon Türk lirası olan MEB bütçesi, 2022 yılında 189 milyar 10 milyon Türk lirası oldu. Buna rağmen MEB bütçesinin 132 milyar 28 milyon 643 bin Türk lirası personel giderlerine ayrıldı. MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesine oranı ise 2022 yılında yüzde 10,79 olarak belirlendi. Bu rakam 2020 yılında yüzde 11,45’ti.
MEB’İN 2022 YILI BÜTÇESİ EĞİTİMİN İHTİYAÇLARINI KARIŞILAMAK VE KALİTESİNİ ARTIRMAK İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR
Görüldüğü üzere 2022 yılı için ayrılan MEB bütçesi ne eğitimin ihtiyaçlarını karşılamayı ne eğitimin kalitesini, verimliliğini artırmayı ne de salgın döneminin ağır koşullarının yol açtığı başta öğrenme kayıpları olmak üzere birçok sorunu ortadan kaldırmayı istenilen düzeyde sağlayacaktır. Okulların yaşadıkları finansman sorununun büyük çoğunluğunun Okul Aile Birliği üzerinden çözülmeye çalışması önemli bir sorundur. Hükümet, yapılması gereken yatırımlar, okullara ayrılması gereken ödenekleri de göz önüne alarak MEB’e yeni eğitim-öğretim dönemi başlamadan ek bütçe tahsis etmelidir.
Yardımcı hizmetli personel eksiği, okulların yaşadığı en büyük sorunlardan biridir. Ağır bir pandemi geçiren ülkemizde okullarda yeni salgınlar yaşanmaması, hijyen tedbirlerinin artırılması, temizlik malzemelerinin eksiksiz olarak sağlanması, okulların temizlik yönünden yeni eğitim-öğretim yılına hazır olması çok önemlidir. Bu nedenle ilk yapılması gereken husus, okullarımızdaki hijyen tedbirlerini yürütecek yeterli sayıda yardımcı hizmetli personel alımı yapılmasıdır.
Sınavla öğrenci alan proje okullarına yönetici atamalarında liyakatsizlik çok fazladır. Ülkemizin en başarılı öğrencilerinin eğitim-öğretim gördüğü proje okullarına yönetici ve öğretmen atanırken adeta herhangi bir kriter aranmaması kabul edilemezdir. Buradaki en büyük sorun, proje okullarının MEB Yönetici Atama Yönetmeliği’ne tabi olmamasıdır. İşte bu nedenle Türkiye’nin en gözde okullarında en başarılı öğrenciler eğitim-öğretim görse de, bir kısım yöneticiler ehil olmayınca kalite de düşmektedir. Dolayısıyla MEB’in daha fazla zaman kaybetmeden proje okullarına yapılacak yönetici atamaları, MEB Yönetici Atama Yönetmeliği’ne tabi olmalıdır.
Bilindiği gibi ilçe milli eğitim müdürlüklerimiz, çocuklarımızın dersi boş geçmesin diye ek ders ücreti karşılığında vekil öğretmen görevlendirir. Türk Eğitim-Sen’in ücretli öğretmenlik araştırmasına göre 2021-2022 eğitim-öğretim yılında ücretli öğretmen sayısı 86.661’e ulaştı. 86 bin ücretli öğretmenimizin sadece 34 bini eğitim fakültesi mezunudur. Hatta 9.000’i formasyona sahip olmayan iki yıllık meslek yüksekokul mezunudur. Üstelik ücretli öğretmenler asgari ücretin dahi yarısı kadar bir aylıkla görev yapmaktadırlar. Bu durum, öğretmenlik hizmetinin haysiyetiyle de bağdaşır bir tablo değildir.
SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMENLER İLE KADROLU ÖĞRETMENLER AYRIMI KALDIRILMALIDIR
Öte yandan yaptığımız araştırmaya göre norm kadro açığı 121.131’e yükselmiştir. Dolayısıyla 121 bin norm açığınız varken, 86 bin ücretli öğretmen görevlendirmesi yapılırken, öğretmen açığı sorununu, 15 bin, 20 bin öğretmen atayarak çözemezsiniz. Bilindiği gibi yeni eğitim-öğretim yılında 20 bin öğretmen göreve başlıyor. Bu sayı ücretli öğretmen görevlendirmelerinden de anlaşılacağı üzere çok yetersizdir. Genç meslektaşlarımız adına hükümetten beklentimiz, bir an önce en az ücretli öğretmen sayısı kadar genç meslektaşlarımızın okullarla buluşturulmasıdır. Bu noktada Türk Eğitim-Sen olarak 2022-2023 Eğitim-Öğretim Yılında en az 70 bin atama talep ediyoruz.
Öte yandan sözleşmeli öğretmenler ile kadrolu öğretmenler arasındaki ayrımın kaldırılması ve tüm öğretmenlerin sadece kadrolu olarak istihdam edilmesi gerektiğini yıllardır söylüyoruz. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan meslek kanunuyla sözleşmeli ve kadrolu öğretmenler arasındaki ayrımı ortadan kaldıracaklarını bildirmişti. Ancak meslek kanununda buna ilişkin hiçbir hususun olmaması, Cumhurbaşkanı’nın sözünün yerine getirilmemesi bizleri hayal kırıklığına uğrattı. Yapılması gereken, 2011 ve 2013 yıllarında olduğu gibi, sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi ve bundan sonraki alımların tamamının kadrolu olarak yapılması, bu hususun da güvence altına alınmasıdır.
Şu anda kariyer sınavı kamuoyunun gündemindedir. Öğretmenlerimiz kariyer basamaklarının fırsat eşitsizliği oluşturduğunu düşünmektedir. Sendikamız da bu noktada yapılması gerekenin sınav şartı olmaksızın 10 yılını dolduran her öğretmenin uzman, 20 yılını dolduran her öğretmenin de başöğretmen olması gerektiğini ifade etmekte ve “Sınava Hayır” demektedir. Bu noktada başta MEB olmak üzere yasa koyuculardan beklediğimiz, 1 Ekim tarihinde TBMM’nin açılmasıyla meslek kanunundaki eksik hususların telafisi için gerekli adımların hızlıca atılmasıdır.
Eğitimde fırsat eşitsizliği en büyük sorunlardan birisidir. Nitekim sendikamızın 11.342 eğitimci ile yaptığı anket hem öğrenciler hem de öğretmenler açısından fırsat eşitsizliğini gözler önüne sermektedir. Sizlerle birkaç sonuç paylaşmak istiyorum:
Öğrenciler Açısından Fırsat Eşitsizliği;
- Katılımcıların yüzde 71,80’i okul bütçelerinin yeterli olmadığını düşünürken, yüzde 18,20’si kısmen yeterli olduğunu, yüzde 8,20’si ise yeterli olduğunu ifade etmiştir.
- Katılımcılar okul giderlerinin nasıl karşılandığına yönelik en çok; okul giderlerinin okul aile birliğinden (yüzde 73,90), il milli eğitim müdürlüğü tarafından (yüzde 40,50), kermes, deneme sınavı, gezi vb. etkinlikler yaparak (yüzde 34) ve gönüllü yardımseverler tarafından (yüzde 18,50) karşılandığını ifade etmişlerdir.
- Katılımcıların yarısı (yüzde 51,50) öğrencilerin okula getirdiği harçlıkların birbirinden farklı olduğunu belirtmiştir. Yüzde 34,10’u harçlık tutarlarının kısmen benzer olduğunu, yüzde 9,10’u ise benzer olduğunu ifade etmiştir.
- Katılımcıların yüzde 60,70’i ailelerin gelir düzeyi arttıkça çocuklarının eğitimine ayırdıkları miktarın da kısmen arttığını belirtmişlerdir. Ancak katılımcıların yüzde 23,10’u ailelerin gelir seviyesi artsa bile eğitime önem verilmediğini ifade etmiştir.
- Eğitim ortamlarında fırsat eşitliğine sahip olmayan öğrencilerin akranlarından hangi açıdan farklılık gösterdiği konusunda katılımcıların en fazla belirttiği hususlar sırasıyla; akademik başarı (yüzde 83,30), okula karşı ilgi (yüzde 60,60), okula uyum (yüzde 7,80), okula devam durumu (yüzde 51,70) ve akran ile olan iletişimleridir (yüzde 51,50).
Öğretmenler Açısından Fırsat Eşitsizliği;
- Katılımcıların yüzde 73,10’u öğretmenlerin eğitim-öğretim ortamlarında aynı fırsatlara sahip olmadığını ifade ederken, yüzde 6,50’si aynı fırsatlara sahip olduğunu ifade etmiştir. Katılımcıların yüzde 20,10’u ise kısmen aynı fırsatlara sahip olduğunu vurgulamıştır.
- Katılımcıların yüzde 75’i bütün öğretmenlerin yönetici olmak için aynı fırsata sahip olmadığını ifade ederken, yüzde 8,70’i aynı fırsatlara sahip olduğunu ifade etmiştir. Katılımcıların yüzde 15,10’u ise kısmen aynı fırsatlara sahip olduğunu vurgulamıştır.
- Öğretmenlerin yönetici olmak için fırsat eşitliğine sahip olmak noktasında öncelikli yapılması gerekenler sorulduğunda katılımcıların en fazla belirttiği hususlar; liyakate dayalı bir seçim sisteminin olması (yüzde 78,60), mülakatın kaldırılması (yüzde 69,40), yönetici atama puanlarının nesnel ve herkesin sahip olabileceği kriterlere göre düzenlenmesi (yüzde 62,30), MEB dışı yapıların atama sürecine dahil olmasının engellenmesi (yüzde 51,90) olarak ifade edilmiştir.
- Katılımcıların yüzde 81,80’i proje okullarına öğretmen seçimleri yapılırken fırsatların bütün öğretmenler açısından eşit olmadığını belirtirken, yüzde 9,90’ı kısmen eşit olduğunu, yüzde 2,50’si ise eşit olduğunu ifade etmiştir.
- Katılımcıların yüzde 63,70’i öğretmenlik kariyer basamaklarının fırsat eşitsizliğine neden olduğunu ifade ederken, yüzde 12,50’si kısmen neden olduğunu, yüzde 22,50’si ise fırsat eşitsizliğine neden olmadığını ifade etmiştir.
- Katılımcıların yüzde 63,10’u öğretmenlerin kendi aralarında kadrolu, sözleşmeli, ücretli gibi farklı istihdam şekillerinin öğrenciler açısından fırsat eşitsizliği oluşturduğunu söylerken, yüzde 18’i eşitsizlik meydana getirmediğini belirtmiştir.
- Katılımcıların yüzde 62,80’i tayin ve atama sürecinde bütün öğretmenlerin aynı fırsatlara sahip olmadığını düşünürken, yüzde 13,60’ı ise aynı fırsatlara sahip olduğunu düşünmektedir.
MESLEKİ OKULLARIN, DEVLET VE YATIRIMCILAR TARAFINDAN DESTEKLENMESİNİ KIYMETLİ BULUYORUZ
Bölgeler arası, iller arası, ilçeler arası, hatta mahalleler arası eğitim eşitsizliklerinin giderilmesi gerekmektedir. Eğitimde yaşadıkları sorunları asgariye indiren, reformist, PISA, TIMSS gibi sınavlarda rüştünü ispatlamış çocukların okuma, anlama, yorumlama, eleştirel düşünme, problem çözme becerilerinin üst düzey olduğu ülkelere baktığımızda tüm çocuklara aynı imkânları sağlayabildiklerini görüyoruz. Bu noktada uygulayıcılar sorunu temelde çözmeli, yani bölgeler arası, iller arası, ilçeler arası hatta mahalleler arası eğitim eşitsizlikleri gidermelidir.
Ayrıca mesleki eğitimin güçlendirilmesi, meslek liselerinin kalitesinin artırılarak başarılı öğrencilerin de bu okulları tercih etmesinin sağlanması, meslek liselerinin teşvik edilmesi ülkemiz ekonomisinin kalkınmasının da anahtarıdır. Dolayısıyla son yıllarda mesleki okulların devlet ve yatırımcılar tarafından desteklenmesini çok kıymetli buluyoruz. Bunun yanı sıra okulların derslik ihtiyacı karşılanmalı, yüksek mevcuda sahip okullarda ek derslikler ilave edilmeli, âtıl kullanılan alanlar derslik olarak hizmet vermelidir.
“OKULLARIMIZI, ÇOĞUL HALLERİMİZLE BİRLİKTE YAŞAMANIN MEKÂNLARINA DÖNÜŞTÜRMEMİZ GEREKİYOR”
Nejla Kurul, Eğitim-Sen Genel Başkanı
1)Ekonomik kriz varsıl küçük bir azınlık dışında yaşam maliyetini ciddi biçimde artırarak yurttaşları geçinememe sorunu ile karşı karşıya bırakıyor. Bir okulda sınıf ortamında geçim derdi olan öğretmenlerin motivasyonunu, öğrencilerin ise yoksulluk sınırında bir yaşamla eğitime ilgisini azaltıyor. Ekonomik kriz öğrencilerin dolayımında 8 milyona yakın işsiz veli ve 10 milyonu aşan sosyal yardımla geçinen veliyi çok derin biçimde etkiliyor.
Bir yandan yoksulluk ve yoksunluk bir yandan da derin yoksulluğun duyurulmaması için siyasal iktidardan gelen kolluk güçlerinin baskıları. Birkaç gün önce öğretmenlerimizin ve tüm eğitim emekçilerinin geçinememe sorununu ve çıkarılan Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun iptalini ifade etmek için MEB’in önüne gidecektik. Basın açıklaması takviminden saatler önce genel merkezimiz abluka altına alındı ve özgürlüğümüz engellendi.
Yoksulluk ve yoksunluk çok katmanlı yaşanıyor. Bölgeler, kentler, hatta mahalleler arasında bile eğitim hakkının kullanımında çok ciddi eşitsizlikler var. Aynı okulun içinde velilerin ekonomik gücüne göre farklı uygulamalar olduğunu gözlemliyoruz. Nitelikli okul-niteliksiz okul ayrımı hangi gelişmiş ülkede var? Ancak çocuklarına eşit eğitim hakkı sunması gereken Türkiye’de bu ayrım son çeyrek yüzyıl içinde çok derinleşti.
Kalabalık okullar, kalabalık sınıflar sorunu eğitim yatırımları yapılarak ortadan kaldırılmadı. Türkiye’de 4+4+4 ile başlayan yapısal sorunlar eğitimin niteliğini düşürdü, okullar arasındaki ayrımları keskinleştirdi, toplumsal sınıfsal ayrımlar artık çok daha açık biçimde yaşanıyor okullarımızda.
EĞİTİM SİSTEMİ HER ÇOCUĞU YERLİ-MİLLİ YAKLAŞIMIYLA TEKTİPLEŞTİRMEK İSTİYOR
Okullarımızı, eğitimi daha katılımcı ve kapsayıcı bir yaklaşımla yeniden düşünmeliyiz. Kamusal, bilimsel, laik, parasız, anadilinde, cinsiyet eşitlikçi ve demokratik bir eğitime gereksinme her gün daha çok hissediliyor. 4+4+4 modeli çalışmıyor, toplumsal kutuplaşmalara yol açıyor. Eğitim sistemi her çocuğu ‘yerli-milli’ yaklaşımıyla tektipleştirmek, aynılaştırmak istiyor. Zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri, zorunlu olarak seçtirilen (!) seçmeli din dersleri var hâlâ. Anadili farklı olan bu ülkenin çocuklarının dili ve kültürü görmezden geliniyor, hatta cezalandırılıyor. Bilim ve sanat, okulları adeta terk etti. Savaşa değil, eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlere daha çok bütçe ayırmalıyız, bütçe hakkını bu bağlamda insanları iyi yaşatacak nitelikte hayata geçirmeliyiz.
Siyasal iktidarın yarattığı çalışma rejimi genelde kamu emekçilerini, özelde öğretmenleri paramparça etti. Ücretli öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler, ‘düz’ öğretmenler, uzman öğretmenler, başöğretmenler… Sendikal hareketi “dar çıkar” örgütlerine dönüştürüyor bu süreç. Ayrıca bir de haksız ve hukuksuz biçimde kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilen on binlerce öğretmen var sivil ölüme mahkûm edilen. Her meslek grubunun toplumsal sorunlardan bağımsız diğer emekçilerle mücadele ederek daha çok pay almaya evrilen bu sendikal rekabet, emekçilerin ekonomik ve demokratik haklarını geriletecektir. Bu nedenle tüm sendikalara çağrı yapıyor, emekçilerden yana birleşik mücadeleyi savunuyoruz.
Okullarımızı, çoğul hallerimizle birlikte yaşamanın mekânlarına, demokrasi ve barış mekânlarına, öğretmenlerinin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürdüğü mekânlara dönüştürmemiz gerekiyor. Yeni dönemin güçlü bir öğretmen hareketini doğuracağını düşünüyorum. Öğretmenlerimiz bir yandan mesleğinin onurunu korurken bir yandan da öğrencilerinin geleceği için mücadele edecekler.
TÜM EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN MAAŞLARI, YOKSULLUK SINIRININ ÜZERİNE ÇIKARILMALIDIR
2) 2022-2023 eğitim ve öğretim yılı ekonomik krizin gölgesinde geçecek! Türkiye’nin her yeri betonla kaplanırken yeterli eğitim yatırımı yapılmadığından okullar kalabalıktır. Kademelere göre farklılaşsa da dersliklerde 40-50 öğrencili sınıfları sıklıkla görmekteyiz. Kırtasiye ve okul malzemeleri fiyatları velilerin borçlarını artıracak nitelikte el yakıyor. Üniversite öğrencileri barınacak yer bulamıyor.
Ancak merkezi yönetim bütçesinde eğitime ayrılan paya ve bu payın öğrenciler ve öğretmenler için kullanılıp kullanılmamasına bağlı olarak yeni dönem etkilenecektir diye düşünüyoruz. Yolsuzluk, yasaklar ve yozlaşmadan vazgeçilerek gelir dağılımını emekçilerden ve ezilenlerden yana daha adil bir niteliğe kavuşturabilirsek, bu dolayımla eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerine daha çok ödenek ayrılabilirse hem eğitim emekçileri hem de öğrenciler bu kriz dönemini görece daha rahat atlatabilir.
Öğretmenleri yarıştıran, ayrıştıran ve aralarında benzer işleri yapmalarına karşın maaş farkları yaratan Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal edilmelidir. Tüm eğitim emekçilerinin maaşları yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır. Öğretmenlerin barınma ve ulaşım sorunları giderek yoğunlaşmaktadır. Kira desteği, ulaşım desteği mutlaka gerekmektedir. Eğitim ve öğretime hazırlık ödeneği yılda iki kez bir maaş tutarına çıkarılmalıdır. Hem öğrencilerimiz hem de öğretmenlerimiz için toplu taşıma ve sıcak bir öğle yemeğinin çıkarılması sosyal devletin bir gereğidir.
“KÖKLÜ VE KUŞATICI BAKIŞLARDAN MAHRUM ÇÖZÜMLEMELERİN BİR KARŞILIĞI YOKTUR”
Ahmet Örs, Eğitim İlke-Sen Genel Başkanı
1) Sermayenin soygun düzeninde ekonomik kriz durumu, ezilen yoksul kesimler için daimî bir gerçekliktir. Bugünlerde bunun biraz daha derinleşmiş hâlini yaşıyoruz. Özellikle orta sınıfların da bu kategoriye dâhil olmasıyla çarpıcı bir tablo çıkmıştır ortaya. Şüphesiz öğretmenler ve diğer eğitim çalışanları da bu sınıflara dâhildir; onlar da alın terlerine, emeklerine yabancılaştırılmıştır. Çok büyük oranlarda kendilerine benzer sosyal sınıfların çocuklarıyla birlikte yeni bir öğretim yılına başlayacaklar.
Takdir edilmelidir ki zorlu bir sürecin başındayız. Eğitim-öğretim faaliyetlerinin zorunlu ve ideolojik olarak devlet kontrolünde olmasına dönük eleştiri ve itirazlarımızı bir kenara koyarak konuşalım: Paulo Freire’in işaret ettiği yoldan gitsin öğretmenler ve öğrencilerinin içinde yer aldıkları gerçekliğin eleştirisini yapabilmeleri için “ezilenlerin pedagojisi”nin imkânlarına odaklansınlar. Bu bilinci Nuri Pakdil’in eskimez uyarısıyla tahkim etsinler: “Öğretim yılı başlıyor, kolları bir kez daha sıvıyoruz. Yeniden yoksul, fukara çocuklara bilinç veriyoruz, umut dağıtıyoruz.” Bu soygun düzeninde en büyük çözüm önerisinin bu bilinci kuşanmak olduğuna inanıyoruz.
HER BİR ÖĞRENCİ İÇİN VELİLER KORKUNÇ BİR MASRAFLA KARŞI KARŞIYA KALACAK
2) İlkokuldan üniversiteye kadar her bir öğrenci için veliler korkunç bir masraf yüküyle karşı karşıya kalacaklardır. Öğrenciler, bu masrafın altında kalan ailelerine karşı mahcubiyetle gidip geleceklerdir okullarına. Burada bir öfke birikecektir. Sabah kahvaltıda sağlıklı beslenemeyen, fahiş fiyatlardan dolayı okullarda karnını doyuramayan yavrularımız; KYK yurtlarında yer bulamayan, astronomik seviyelere ulaşan özel yurt ücretlerini karşılayamayan üniversite öğrencilerimiz hangi öğrenim faaliyetinin içinde sorunsuzca yer alabilecektir? Bu durumda öfke katlanacaktır.
Bu öfkenin, ülkedeki soygun düzeninin eleştirel zeminde kavranmasına vesile olması en temel arzumuzdur. Köklü ve kuşatıcı bakışlardan mahrum birtakım çözümleme ve önerilerde bulunma edimlerinin bir anlam ve karşılığı yoktur. Unutulmamalıdır ki en güçlü çözüm teklifi meselelerin doğru kavranışıdır.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.
LATİF SELVİ
Konya, Meram'da doğdu. İlk öğrenimini Konya Meram Mehmet Karaciğanlar Mevlana İlkokulunda, orta ve lise eğitimini Konya İmam Hatip Lisesi'nde tamamladı. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. Ağrı ve Konya’da ilköğretim okulları, ortaokul ve liselerde öğretmenlik yaptı. Orta düzeyde Arapça ve İngilizce bilen Latif Selvi evli ve üç çocuk babasıdır.
ABDULBAKİ DEĞER
1978 yılında Bingöl’de dünyaya geldi. Ankara Üniversitesi DTCF Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde Kamu Yönetimi yüksek lisansı yaptı. 2013 yılında Milat Gazetesi’nde düzenli olarak yazmaya başladı. Taraf, Yenişafak, Karar gazetelerinde eğitim başta olmak üzere değişik konularda görüş ve değerlendirmeleri yayımlanan Abdulbaki Değer aynı zamanda 2016 yılından bu yana Özgür Eğitim-Sen’in (Özgür Eğitim ve Bilim Çalışanları Sendikası) Genel Başkanlığını yapmaktadır.
TALİP GEYLAN
1972 yılında Çorum-Osmancık’ta doğdu. Temmuz 1993 döneminde Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde Yüksek Lisansını tamamladı. 2018 ve 2022 yılında yapılan Olağan Merkez Genel Kurulu’nda Genel Başkanlık Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı olarak seçildi.
NEJLA KURUL
1963 Kayseri doğumlu. Çocukluğu ve ilk gençliği Eskişehir, İstanbul, Konya ve Almanya’da (Kronach-Nürnberg) geçti. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Planlaması Bölümü’nü 1985’te bitirdi. Aynı üniversitede öğretim üyesi olarak otuz yıl çalıştı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen’e katılan Öğretim Elemanları Sendikası’nda (ÖES) bir dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Wisconsin Üniversitesi’nde bir yıl (2000-2001) konuk öğretim üyesi olarak bulundu ve yükseköğretimin siyasal ekonomisi konusunda araştırmalar yaptı. 2020 11. Olağan Genel Kurulu’nda seçilerek Eğitim Sen Genel Başkanı olarak göreve geldi.
AHMET ÖRS
Şubat 1974’te Niksar’da doğdu. Niksar İmam-Hatip Lisesi'nden ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Kurucu ve yöneticilerinden olduğu TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen bünyelerinde yer almakta ve 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Tasfiye edebiyat-düşünce dergisinin editörlüğünü yürütmektedir. Yüzümüzü Ağartan, Kar Kesilen, Kiralık Meydan ve Ferhat’ın Şemsiyeleri adlı öykü kitaplarının yanı sıra İlim Yayma’nın Penceresi adlı bir de anı kitabı bulunmaktadır. YeniPencere.com sitesinde editörlük ve yazarlık çalışmalarını sürdüren Örs, 1996’dan bu yana edebiyat öğretmenliği yapmaktadır.