Erdoğan İçin Çıkış Yok Mu?

Döviz kurlarının düşmesi nedeniyle iktidar kanadının moral motivasyonu muhtemelen uzun zamandır hiç olmadığı kadar yüksek. Ancak, şu günlerin “pastırma yazı” gibi kısa sürmesi olasılığını da gözden uzak tutmamak gerekir. Seçmenler bir süre sonra enflasyon veya işsizlik gibi yaşam standartlarını doğrudan etkileyen alanlarda olumlu gelişmeler görmezse, iktidarla ilgili şu ana kadarkinden daha büyük bir hayal kırıklığı da yaşayabilirler.

Türkiye’nin başkanlık sistemine geçişinin ulusal güvenlik ve siyasal sistemle ilgili gerekçelerinin yanı sıra önemli ekonomik nedenleri de vardı.

 

2014 yılından itibaren sürekli gelgitler yaşayan ve büyüyemeyen ekonomi bir süre sonra önemli bir toplumsal sorun haline gelmeye başladı. 7 Haziran 2015 genel seçimlerine giderken başta emekliler olmak üzere çeşitli toplum kesimlerinin ekonomik beklentilerinin karşılanamaması, dönemin AK Parti iktidarı açısından ciddi bir kırılganlık yaratmıştı. Neticede çoğu kimse için sürpriz bir biçimde 10 puan kayıpla AK Parti yüzde 40 civarında bir oy alarak 7 Haziran genel seçimlerinden yaralı çıkmıştı. Yaklaşık beş ay sonra 1 Kasım’da yinelenen seçimlerde AK Parti yeniden yüzde 50 civarında bir oy alarak tek başına iktidar oldu ancak ekonomik sorunlar olduğu gibi devam etti.

 

Türkiye’nin başkanlık sistemine geçeceği 24 Haziran 2018 genel seçimlerinin yapılmasına sayılı günler kala Erdoğan’ın yaptığı “Bu kur filan, bunların hiçbirisi bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil. Bizim geleceğimizi, biz belirleyeceğiz. 24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” açıklaması aslında yeni sistemin en büyük vaadinin “ekonomi” olduğunu ifade ediyordu. Ancak yeni sistemin hayal kırıklıkları çok hızlı başladı. Ağustos ayında ABD’li Rahip Brunson nedeniyle ortaya çıkan döviz krizinin tetiklediği ekonomik türbülans, o günden beri hız kesmeden ülkemizi sarsmaya devam ediyor.

 

24 Haziran genel seçimleri AK Parti açısından bir tür Pirus Zaferi’ydi. Görünüşte bütün siyasi hedeflerini gerçekleştirmişti, ancak BBP ile birlikte girdiği seçimde oy oranı yüzde 42,6’ya inmiş ve TBMM’de ancak MHP’nin desteği ile çoğunluğu sağlayabilecek seviyeye gerilemişti.

 

Genel Seçimlerden yaklaşık 9 ay sonra yapılan yerel seçimlerde, yaşanmakta olan ekonomik krizin siyasi faturası seçmenler tarafından iktidarın önüne bir kez daha konuldu. Bu seçimde AK Parti ülke genelinde yüzde 38 civarında bir oy alabildi ve başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çok sayıda büyükşehir ve il belediyesini kaybetti.

 

AK Parti açısından kötü gidişat yerel seçimlerden sonra da devam etti. Ekonomik krizin yanı sıra yaşanan çok sayıda sorun (göçmen meselesi, adam kayırma, otoriterleşme, yargının siyasallaşması vs.) iktidarın oy kayıplarının durdurulamamasına neden oluyordu. 2020’nin ilk çeyreğinde başlayan korona pandemisi tüm bu olumsuzlukların üzerine kelimenin tam anlamıyla tuz-biber ekti.

 

2021’in Nisan ayında beklenmedik bir süreç daha devreye girdi. Sedat Peker’in yurtdışından yapmaya başladığı açıklamalar bir süre sonra seçmen tercihlerini de etkilemeye başladı. Ağustos ayında yaşanan ve iktidarın yönetsel zaafları nedeniyle üstesinden gelmekte zorlandığı orman yangınları ve yine o dönemde yoğun olarak gündeme gelen Afganlı göçmenlerle ilgili tartışmalardan sonra AK Parti tüm tarihi boyunca almış olduğu en düşük oy seviyesine geriledi. İlk girdiği seçim olan 2002’de aldığı yüzde 34’ten sonra her zaman bu seviyenin üzerinde kalmayı başaran AK Parti, geçtiğimiz sonbaharla birlikte kendi dip seviyesinin altına indi.

 

Bu süreç boyunca çok sayıda araştırma şirketinin açıkladığı tahminlerde hem Sayın Erdoğan’ın hem de AK Parti’nin iktidar olmak için gerekli oy seviyelerinin altında görünmesi, genel siyasal psikolojiyi de dönüştürdü. 2002’den geçtiğimiz sonbahara kadar gerçekleşen tüm seçimlerden önce yapılan araştırmalarda sorulan “sizce seçimi kim kazanır?” sorusuna kamuoyunun çoğunluğu istisnasız “AK Parti” yanıtını verirken, son 4-5 aydır artık “muhalefet” cevabını verenler çoğunlukta.

 

21 Ekim’de Merkez Bankası’nın Erdoğan’ın talimatıyla faizleri 200 baz puan düşürmesinden sonra döviz kurlarının her gün yeni rekorlar kırması ve ekonominin kontrolden çıktığı yönündeki yaygın kanaatler, iktidar aleyhindeki bu siyasal psikolojiyi daha da güçlendirdi. Erdoğan’ın Dolar garantili mevduat uygulamasını açıkladığı ana kadar muhalif politikacı, yorumcu, kanaat önderi veya seçmenlerin çoğu artık bir dönemin kapanmak üzere olduğuna ve yeni bir dönemin başlayacağına muhtemelen büyük çoğunlukla inanmaya başlamıştı.

 

Yapılan açıklamayı müteakip döviz kurlarının hızlı biçimde düşmesinden sonra, iktidarın başlattığı bu uygulamanın ekonomik ve politik olarak işe yarayıp yaramayacağı konusunda tartışmalar da başladı.

 

Her bir somut olayın olası siyasi sonuçlarını tartışmak şüphesiz ki anlamlı bir çaba. Ancak geldiğimiz noktada, son alınan kararların ötesinde, genel olarak Tayyip Erdoğan’ın bundan sonrası için nasıl bir yol haritası izleyebileceğini anlamaya çalışmak daha önemli olmaya başladı.

 

Erdoğan’ın Avantajları

 

  1. AK Parti seçmen sadakatini güçlendirebilmek için uzun yıllardır çok güçlü bir endoktrinasyon çalışması yürütüyor. Dindar nesil yetiştirme çabası, açılan İmam Hatip Liseleri, medyanın büyük ölçüde kontrol edilmesi, mevcut muhafazakar STK’ların yanı sıra, bazıları doğrudan Erdoğan ailesi tarafından yönetilen yeni vakıflar kurulması ve bunlara aktarılan geniş kaynaklar, yeni bir tarih bilinci oluşturmak amacıyla çekilen çok sayıda dizi, camilerin sık sık propaganda mekanizmasının parçası haline gelmesi, dinî konular kadar siyasi meselelerde de konuşan ilahiyatçılar gibi çok sayıda yöntem ve mekanizma üzerinden seçmenlerinin bir kısmını önemli ölçüde formatladı.

  2. Uzun yıllardır sürdürülen kutuplaşma siyaseti, kendi dışındaki herkesin bir şekilde kriminalize edilmesi, ihanetle ya da kötü niyetli bazı mihrakların maşası olmakla suçlanması yahut bir tehdit olarak gösterilmesi nedeniyle seçmenlerinin bir kısmının parti değiştirme olasılığını minimize etmeyi başardı.

  3. Seçmenlerin yüzde 60’ından fazlası kendini milliyetçi, muhafazakar, İslamcı ve Ülkücü olarak tanımlıyor. Demokrasi kültürü zayıf, otoriter liderlik ve yönetim anlayışının yanı sıra patrimonyal siyaseti de ideolojik gerekçelerle benimsemeye meyyal bu seçmenler, AK Parti açısından, avantajlı olduğu bir oy havuzu anlamına geliyor. AK Parti’nin 2015’ten sonra liberalleri dışlayıp o güne kadar uzak durduğu milliyetçiliğe yönelmesi ve MHP ile kurduğu ittifak, İslamcı ve muhafazakarların yanı sıra geniş bir milliyetçi tabanla da yakınlaşmasını sağladı.

  4. Yaklaşık 20 yıldır aynı lider ve parti tarafından yönetilen seçmenlerde, benzer deneyimlere sahip başka ülkelerde de rastlandığı gibi, değişim kaygısı gelişiyor. AK Parti temsilcileri ve kanaat önderleri de uzun zamandır bu tedirginliği harekete geçirecek bir dil kullanıyorlar. “Beka” retoriği, su ve doğalgaz faturalarımızın terör örgütlerinin üyelerince dağıtılacağı ya da kazanımların kaybedileceği gibi çeşitli hayali tehditler, bu çabaların sonucunda toplumun gündemine sokuldu. Değişimden duyulan tedirginlik, bazı seçmenlerin iktidar dışındaki seçeneklere yönelmesini zorlaştırıyor. AK Parti’den kopan seçmenlerin ortağı olan MHP’ye yönelmesinin altında yatan en önemli sebep de yine bu değişim korkusu. Bugüne kadar çok sayıda seçmen başarısız buldukları AK Parti’yi terk etti ama MHP’ye oy vererek yeni bir iktidar yapısının ortaya çıkmasına da imkan tanımadı.

  5. Daha önce Gazete Pencere’de yayınlanan bir yazımda da bahsettiğim üzere, AK Parti’ye avantaj sağlayan önemli bir faktör de Sağcıların iktidara olan tutkusudur. Sağ seçmenlerin çoğunluğunu oy vermeye yönelten sebeplerin başında söz konusu partinin iktidar olma olasılığı geliyor. Sağ seçmenler siyaseti büyük ölçüde iktidar olma veya iktidardakilere yakın durma şeklinde değerlendiriyor. Erdoğan’a ve AK Parti’ye oy vereceğini söyleyen seçmenlerin neredeyse yarısının başta ekonomi olmak üzere, önemli şikayetleri var. Ancak iktidar gücünü elinde tutması nedeniyle bu seçmenler AK Parti’den uzaklaşmıyorlar.

Tüm bu faktörlerin neticesinde, Kasım ve Aralık aylarında yaşanan şiddetli ekonomik sorunlara rağmen, AK Parti oy oranını yüzde 30’un biraz üzerinde stabil tutmayı başardı. Belki de daha doğru bir ifadeyle seçmenler her şeye rağmen AK Parti’nin yanında yer alacak kadar tolerans eşiklerini süreç içerisinde yükselttiler.

 

Erdoğan’ın Oyun Planı

 

Yukarıda sıralanan avantajları Sayın Erdoğan’ın oyun planı konusunda bize ipuçları da veriyor.

 

  1. Gerek asgari ücretle ilgili tutumu gerekse de döviz artışlarını engellemek amacıyla çeşitli ekonomik ve politik riskleri göze alması Erdoğan’ın bazılarının yaymaya çalıştığı gibi seçimlerde demokrasi dışı işlere yönelebileceği yönündeki komplo teorilerini haksız çıkarıyor. Sayın Erdoğan en büyük gücünün sandık olduğunun farkında ve sandıktan galip çıkmasını sağlayabilecek şeyleri yapmaya gayret ediyor.

  2. Mutsuz seçmenlerinin başka partilere yönelmesini engellemek için önümüzdeki süreçte kutuplaşma ve karşı tarafı suçlama stratejisini daha çok kullanacak ve bu sayede bilhassa ikinci turda avantaj elde etmeye çalışacaktır.

  3. Kendisi açısından işlerin kötüye gittiğinin ve kısa vadede yapılacak bir seçimi kaybedeceğinin farkında. O nedenle her şeyden önce zaman kazanmaya çalışıyor. Bu arada da seçmenlerinin daha büyük bir kısmını mutlu edecek; onların takdirini ve sadakatini yeniden kazanmasına yardımcı olacak bazı adımları atabileceğini düşünüyor.

  4. Ne son iki aydır kamuoyuna sihirli bir formül gibi anlatılan ve ucuz TL-ucuz emek-yüksek ihracat-cari fazla şeklinde açıklanan yeni modelin ne de döviz destekli mevduatın oylarının artmasına herhangi bir katkısının olmayacağını aslında Sayın Erdoğan’da biliyor. Amaçladığı şey, oylarını belli bir aralıkta tutmaya çalışmak. Çünkü artık seçimi ilk turda kazanamayacağının farkında ve bu nedenle öncelikle ikinci tura kalabilmeyi hedefliyor. İkinci turda ise yüzde 60’ından fazlası aşırı sağ eğilimlere sahip seçmenlerden yüzde 50 + 1’in oyunu alabileceğini düşünüyor.

Sonuç

 

Bu hesapların ne ölçüde gerçekleşebileceğini şimdiden tahmin etmek oldukça zor. Sayın Erdoğan yukarıda sıraladığımız avantajlarından belki de daha fazla dezavantaja sahip. Muhalefet şimdiye kadar bu dezavantajları iyi kullandı ve önce yerel seçimlerde önemli başarılara imza attı; arkasından da gündelik siyasal süreçlerde ülkenin genel psikolojisini değiştirecek bir gündem yönetimi performansı göstermeyi başardı.

 

Son günlerde döviz kurlarının düşmesi nedeniyle iktidar kanadının moral motivasyonu muhtemelen uzun zamandır hiç olmadığı kadar yüksek. Ancak, şu günlerin “pastırma yazı” gibi kısa sürmesi olasılığını da gözden uzak tutmamak gerekir. Seçmenler bir süre sonra enflasyon veya işsizlik gibi yaşam standartlarını doğrudan etkileyen alanlarda olumlu gelişmeler görmezse, iktidarla ilgili şu ana kadarkinden daha büyük bir hayal kırıklığı da yaşayabilirler.

 

Öte yandan muhalefet de henüz bir sonraki seçimi garantiye alabilmiş değil ve önünde aşması gereken bazı engeller var. Millet ittifakının büyümesi zorunluluğu bunların başında geliyor.

 

Dolayısıyla her iki kanadın önümüzdeki süreçte siyasal avantajlarını pekiştirmesi için çok çaba harcaması gerekecek. Ortak aklı, bilgiyi ve sağduyuyu daha çok kullanan taraf ise ipi göğüsleyecek.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.