Erdoğan İçin Karar Vakti
Devrimci bir süreci işletmekten başka çaresi kalmadı Erdoğan’ın. Gerçekleri görmekte, ülkenin orta-uzun vade maslahatını düşünecek halde olmadığını varsaysak bile kendi siyasi geleceği açısından radikal kararlar almak zorunda.
15 Temmuz sonrasının sistemik dönüşümü miadını tamamlamak üzere. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) her alanda sınavını verdi ve kumaşını gösterdi. Söylenecek söz, yapılacak dezenformasyon, şapkadan çıkacak tavşan kalmadı. Tümü bitti tükendi. Muhafazakâr tabanın buna ikna olması için gereken zaman ve limitler de -eli kulağında- tükenmek üzere. Son bir krediyle, sarıyı bir hayli aşağı çekerek, kırmızıyı yükseltti. Dindarların bir kısmı tepkilerini Yeniden Refah ile gösterdi. Çoğu sandığa gitmeyerek artık bu sisteme olan kredisinin iyice tükenmekte olduğunu ispat etti. (Veciz bir genel değerlendirme açısından Hatem Ete’nin Perspektif’te yayınlanan “İktidara Ders, CHP’ye Kredi, Siyasete Denge” adlı analizine bakılabilir.)
Muhafazakâr Seçmen Siyaseti Bir Kez Daha Dizayn Etti
Zannımızca seçim sonuçları geniş muhafazakâr kesimin etki gücünü ve siyasetin belirleyeni olduğunu bir kez daha ispat etmiş oldu. Başta ana muhalefet olmak üzere, aday belirlenimlerinden sahadaki söylem ve tutumlara kadar hemen tüm partiler kendisini bu seçmen profiline göre konumlandırdı.
28 Mayıs sonrası seçmen suçlayan analizleri sükûta erdirmesiyle de kendi rasyonalitesini bir kez daha ispat etmiş oldu.
Muhafazakâr seçmenin kültürel yapısı ve rasyonalitesini dikkate almayan hiçbir siyasi aktörün şansının kalmayacağı, dersini alacağı bir yöne doğru evrildiğimizi bir kez daha hatırlatmış oldu.
Seçmen, sadece saygı değil, hayat şartlarının da -tıpkı ilk 10 yıldaki gibi- gerçekçi biçimde düzeltilmesini beklediğini de hatırlatmış olmakla birlikte; ne inorganikliğe ne de hamasete yol vereceğini, olan-biteni iyiden iyiye anlamaya başladığını da ortaya koymuş oldu.
Bir sıralama yapmak gerekirse;
- Tabanın artık ‘beka merkezli’, ‘kimlik vurgulu’ yaldızlı sözlere karnı tok. (Hatta başına gelenlerin müsebbibi olarak göreceği proses de ivmelenmiş oldu.)
- Sistemi ayakta tutan ve sürekli beslenen ‘korkular’ en son 28 Mayıs’ta bir Pirus zaferine omuz verdi ama artık maymun gözünü açtı; o kredinin de süresi tükendi
- “Kimlikçi korkulara esaret”ten bir parça kurtuldu. Çözümsüzlük, onda da “denemek istemeyi” beraberinde getirdi.
- Ceza-kaybetme dengesini hâlâ elinde tuttuğunu, ama hamasetten ari kılıp mesafeyi daralttığını göstermiş oldu.
- Bunda, ilk 10 yılında sessiz devrimler yapan AK Parti’den rol kapma çabasındaki CHP’deki son 10 yıllık değişim çabalarının da etkisi oldu. (Değişimin yolu elbette uzun ama kitleyi empatiye alıştırmak başta olmak üzere yol işaretlerinin ivedilikle dizilmesi gerektiği kanaati pekişmiş oldu.)
- CeHaPe heyulasına yerel yönetimlerde bir kredi açıldı. (Rövanşist kesimlere haddini bildirir, “mış gibi” helalleşmeden organik yüzleşmelere kapı aralarsa ne âlâ. Bu minvalde tekrara düşmemek açısından Osman Sert’in Karar gazetesinde yayınlanan “CHP’nin Yükü” başlıklı yazısını önermiş olalım.)
Maddeleri uzatmak mümkün ama tümü CHS’nin hedeflerinin verdiği zararların toplamına ve kitlelerin köprüden önce çıkış yolları aramasına tekabül etmekte.
CHS’nin Şapkadan Çıkaracağı Tavşan Kalmadı
CHS zaten o tavşanları gerçekleri manipüle ederek, ülkenin toplam enerjisini bir bir tüketerek, elde kalanı müsrifçe harcayarak çıkarmakta idi. Maharet sistemde değil, yarattığı tüm sorunlara rağmen o sistemden bir türlü çıkılamamasında idi.
Geçmiş yaşanmışlıkların muhtemel tekrarı korkusu, jeopolitik gelişmelerin tetiklediği sanrılar, sisteme mecburen verilen desteği ve elbette 20 küsur yılda birikerek oluşan Erdoğan kültünün toplum üzerindeki kümülatif etkilerinin toplamını oluşturuyordu. “Düşmanlar” ve savunma sanayiindeki yaldızlı işler ve elbette ki muhalefetin zaaflı yapılanma biçimi ve ideolojik konsolidasyonu yanlış biçimde sürdürme eğilimi süreyi bir parça uzatmıştı.
Bir ara siyaset donmuş, başka bir ara ülke muhalefet sorunları yaşamış, lakin en sonunda “Yaparsa yine Erdoğan yapar” inancında ciddi yaralar açacak bir süreç yaşanmıştı.
Taban, CHS ile “Yaparsa Erdoğan yapar” arasında ciddi çelişkiler ve gerçeklik sorunları olduğunu yavaş da olsa kavramaya başladı. “O iyi, çevresi kötü” itikadı ciddi biçimde sorgulandı. Adı henüz konmamış olsa da, bir sonraki evrede cezalandırılanın sadece parti değil liderlik olacağının emareleri ortaya çıktı.
Erdoğan İçin Son Viraj
Balkon konuşmasında yanına kimseyi yaklaştırmayan Erdoğan’ın tavrı çevresine ciddi bir mesaj mıydı, yoksa MKYK’da, Bakanlar Kurulu’nda, yerelde yapılacak bazı değişikliklerle toplumu bir zaman daha oyalamanın ilk adımı mıydı? Zannımızca artık ikincisine oynamaya ne Erdoğan’ın, ne partinin, ne sistemin ne de sosyolojinin takati kaldı. Erdoğan’ın şapkayı artık önüne koyma zamanı geldiğine inandığını düşünmemek için sebepler kalmadı.
- CHS tıkandı.
- Hazine tükendi.
- Ortaklar ciddi yük olmaya başladı.
- Kadrolar ve taban tembelleşti, şımardı, umarsızlaştı, egoistleşti. Sistem gereği de üç maymunu oynar hale geldi. (Topu taca atmak anlamına gelebilecek ‘metal yorgunluk’tan falan da bahseden kalmadı.)
- Destek veren kitlelerde öfke ve küskünlükle karışık, her seçimde yüzde 7-8’lik azalma kendini dayatır oldu.
- Erimenin bir sonraki aşamasının hem parti hem de Cumhurbaşkanlığı seçimi için ciddi bir iflas olacağı gözle görülür oldu.
- Bir de bu tablonun üzerine, kemer sıkma politikaları ile geçecek 2-3 yılı eklersek (muhalif belediyelerin ve Meclis muhalefetinin katkı babındaki muhtemel performansını da buna katarsak) görünen köyün kılavuz istemeyeceği aşikâr. (Ki zaten emekliye “verememek” noktasındaki çaresizlik, bunun getireceği faturayı kabullenmişliğin acziyetini göstermekteydi. Körfez ülkeleri karşısındaki ‘alan el-veren el’ konumlanması ya da İsrail ile ticaret konusundaki çaresizliği de aynı meselede dış politikadaki halipürmelale işaret etmekteydi.)
Bu Sistemden Çıkılmazsa Korkulan Başa Gelir
Sistemin gösterdiği yegâne gerçekliği toplum kendi rasyonalitesiyle buluşturdu ki o da iki büyük parti dışındaki küçük partilerin buharlaşması oldu. Sistemin yapısı gereği iki ana gövdenin siyasette etkili olacağının kavranması, o partilerin adaylarının da şansının bir sonraki evrede yükseleceğinin garanti edilmesi, devranın dönüşünün çok da zor olmayacağını öğretti. Hiç gitmeyecekmiş gibi hesap yapanların eteklerinin tutuşmaya başladığı bir evreye geçildi. Çokça yapılan; “Kurduğunuz sistem ya rakiplerinizin eline geçerse” uyarısı, bir korkutma ve aklını başına getirmenin ötesinde somut, kolay kavranır ve ulaşılır bir hedef haline geldi. Sistemi sürekli topal kılacak bu özelliğin, onun bizatihi özü olduğu gerçeği sistem üzerinde düşünmeyi, sadece -kendine yontan- restorasyonlarla daha fazla ilerlemeyi sağlayamayacağı, zira toplumun ‘tükenişi’ iyiden iyiye cezalandırmasının an meselesi olduğu kavranmış oldu.
Erdoğan’ın Kısa-Orta Vade Yol Haritası Ne Olmalı?
Normal zamanda Erdoğan’a bu teklifleri yapmak, deveye hendek atlatmaktan zor olabilirdi. Kendisini ve sistemi birbirinden ayırmayı teklif, o sistemi oluşturan koşullar, klikler, örgütler, anlaşmalar, kurumsallığın kendisini masaya yatırmak gibi algılanabilirdi. Sistem idareci kişilerin ömrü açısından iki dudak arasını temsil ederken, kendi kurumsallığı açısından hantallığın ve ortak çıkarların kesişmesi olarak görülmekteydi.
Lakin artık o sistemin en etkili kişisinin geleceği/bekası söz konusu. Sistem iflas ederken, o lideri ve arkasındaki örgütsel birikimi de aşağı çekmekte. Yani güç konsolidasyonu artık eski etkisinde değil. Sözler etkisiz hatta öfkelendirici. Evet, kitle açısından henüz habitatın terki söz konusu değil ama gücün de artık işe yaramadığını iyiden iyiye fark ettiğinde aynı habitat içinden başkalarına ciddi bir şans vermeyeceğinin de hiçbir garantisi yok. Yani tehdit sadece “dışarıdan” gelmiyor; henüz ufukta görünmese de “içeriden” de gelebilir. Yani “yukarı tükürsen bıyık…” misali bir muhtemel gelecek akıbetin rotasını şimdiden çizmekte.
Peki bu gerçekleri görüp de sadece bir “Başkanlık Sistemi Restorasyonu” yeterli olur mu? Ya da muhalefete de kendini mahkûm kılan bir yeni anayasa süreci sadece bu restorasyonlar ve yeniden seçilme odaklı bazı rötuşlarla kabul görür mü? Öncelikle muhalefet bu kısmi restorasyona razı gelmez. Ama daha önemlisi bu orta vadede sadra şifa olmaz ve hepsinden önemlisi bundan toplum tatmin olmaz.
O halde daha köklü ve hatta -iddialı da görünse- devrimci bir süreci işletmekten başka çaresi kalmadı Erdoğan’ın. Gerçekleri görmekte, ülkenin orta-uzun vade maslahatını düşünecek halde olmadığını varsaysak bile kendi siyasi geleceği açısından radikal kararlar almak zorunda.
Muhtemelen yakın vadeyi parti dizaynı ve ekonomideki yol haritasının getirilerini beklemekle geçirecektir. Lakin bu süreçte, içeride kaynayan kazanlarla da uğraşmak zorunda kalacaktır. Hem parti içindeki klikler hem de ortakların Erdoğan’ın yoldan çıkmasını engellemek, Post-Erdoğan dönemde partiyi elde tutup konumlarını korumak isteyen mahfillerle de uğraşmak zorunda kalacaktır. Ki zaten bunlar bu minvalde harekete de geçtiler. Erdoğan’ın her sancılı dönemeçte yarattığı milatları bilenler açısında sistemden çıkabileceği, ortaklarını değiştirebileceği, eski yol arkadaşlarıyla şaşırtıcı biçimde bir araya gelebileceği endişeleri çoktan bacayı sarmış durumda. Şu an kimlerin Erdoğan’ın teşvikiyle, kimlerin kendi iradesiyle ön aldığını belirleyebilecek bir projeksiyon kimsenin elinde mevcut değil.
Bu minvalde türbülanstan çıkmak, hazin bir iflası ve yenilgiyi önlemek, hayal kırıklıklarına son vermek, gücün paylaşımını sağlamak, moralleri ve beklentileri perçinlemek, siyaseti normalleştirmenin herkese kazandıracağı bir farkındalık ile Erdoğan’ın yol haritasının ne olması gerektiği kısaca şu şekilde özetlenebilir:
- Erdoğan’ın, CHS devam ettiği sürece, ne sosyo-kültürel büyülerin ne şahsi kültünün önlemeye yeteceği şiddetli bir yenilginin kapıya dayanacağını görüp, muhalefet ile anlaşıp parlamenter sisteme dönüş için bir yol haritasını belirlemesi.
- Ne uygulanacak acı reçetenin ne de yeni konsolidasyon çabalarının başka çıkış yolu bırakmayacağını görmesi.
- Partiyi emin ellere teslim edip, kendisini partiden ayırıp bağımsız cumhurbaşkanlığının kendisi için de yegâne siyasi çözüm olacağını kavraması.
- Oy kayıplarının da dayattığı gerçeklik karşısında muhtemel koalisyonlu bir iktidara kapı aralayıp siyasetin de normalleşmesine yol vermesi.
- Eldeki kadroların da yetersizliğini görüp eski yol arkadaşlarıyla helalleşmesi; MHP ve ulusalcılar kamburundan ülkeyi çekip çıkarması.
- Bu birliktelik ve sistemik dönüşüm sayesinde toplumda sinerji oluşturup Kürt sorununa hep birlikte el atılması.
- 15 Temmuz OHAL düzeninin maliyetlerini gidermek ve bu düzene son vermek amacıyla hukuk ve yargı alanında hakiki devrimlerin önünün açılması.
- Hukukta “af devrimi” gerçekleştirip, başta siyasi mahkûmiyetlerin mağduriyetlerini giderip, KHK’lılık sorununa neşter vurulması.
- Ülkeyi, kendisinden sonra Asyatik bir despotizmle yönetme arzusu taşıyan, halkta karşılıkları olmayan, vesayet heveslisi odakların sistemden tamamen arındırılıp kliklerinin dağıtılması.
İçimizde bu satırları okuyup, onca yaşanan ve inşa edilen betonlaşmış gerçeklerin ardından “mümkün değil” diyenler elbette olacaktır. Kim bilir, belki de niyazımızı dökmek istemişizdir satırlara. Lakin Erdoğan bunları yapmadığı takdirde hem kendisinin hem de partisinin siyasi mevta olarak tarihe gömüleceğini, vesayetçi derin kadroların elinin kontrolsüz ve rakipsizce güçleneceği, ülkenin de yıllarca yaratılan enkazın altında debelenmesiyle, tarihin kendisini asla affetmeyeceğini fehmetmesi gerekmektedir.