Erdoğanesk Siyaset mi, Müstakil Siyaset mi?
Muhalefet, Erdoğanesk siyasetin çerçevesi içinde kendi zihinsel ve duygusal haritalarını oluştururken onun çizdiği paradigmanın dışına çıkma hususunda da isteksiz. Seçim sonuçları bu haritaların yanlışlığını açıkça gözler önüne serse de yerel seçimler öncesinde onların kullanımında ısrar ediliyor.
Türkiye’de siyaset giderek Erdoğanesk bir karaktere büründü.
Erdoğanesk siyaset, toplumsal ve kurumsal muhalefet açısından konforlu, belirli hiyerarşileri olan ve tek ideali, asıl motivasyonu “Erdoğan kazanmasın” olan bir anlayışı ifade ediyor.
Toplumsal ve kurumsal muhalefet bizatihi bu anlayışla nitelik kazandı. Dahası, zihin haritası ve duygudurumu bu anlayışın hükmünde şekillendi, hatta bu anlayışı takıntılı bir şekilde üstlendi.
Öyle ki AK Parti ya da Erdoğan’a kazandırmamak muhalif ittifakların normatif sınırlarını teşkil etti.
Kimi zamansa, 28 Mayıs öncesi görüldüğü gibi beslendikleri toplumsal tabanlar, parti programları zıt görülen siyasi partiler arasındaki gizli ittifak protokollerinin tek dayanağı oldu.
“Aday değil, masa kazanacak”, “muhalefet, kendisine rağmen kazanacak” gibi söylemlerin kaynağı da “Erdoğan kaybetsin” anlayışının ana normatif ilke olmasıyla ilgili…
Temelinde Korku Olan İttifak: “Erdoğan Kaybetsin” İttifakı
Fakat muhalefetin takılı kaldığı, onun stratejilerini ve körlüklerini belirleyen bu ana ilke, yaşamsal bir korkuyla besleniyordu:
“Erdoğan kazanmasın” anlayışının temeli, tıpkı bir zamanlar liberallerin Trump’ta gördüğü gibi, AK Parti ve Erdoğan’ın izlediği politikaların toplumun çoğunluğu açısından bir “felakete” yol açtığı varsayımına adeta tapıyordu.
Korku, siyasi ve entelektüel düzeyde taptıkları bu varsayımın yanlış çıkma ihtimaliydi.
Toplumun farklı kesimlerinin sahip olduğu psikolojiyi kavrama noktasında bir sorun olduğunu gösteren bu korku, aynı zamanda toplumun barındırdığı kesimlerin siyasal psikolojilerine dair bir kavrayış geliştirmeyi de gereksizleştiriyordu.
Bu kavrayış o kadar önemsizleştirildi ki muhalefetin kimi bileşenleri “piro” mahlasını içeren sevinç çığlıklarına kapılmıştı.
“Ya o kadar da felaket değilse” korkusunun bastırılması için yapılanlar bu bağlamda, muhalefetin seçim stratejilerini dahi zayıflatan bir fanteziyi besledi.
Bu fantezi, sosyolojik gerçekliği anlamak yerine çeşitli akademik ve tarihsel analojilerle meşrulaştırıldı.
Son noktası ise sanıyorum, adayın kim olduğunun dahi önemsiz olduğu bir söylemin başat olmasıydı.
Asıl olan Erdoğan’ın kaybetmesiydi, diğer her şey, ülkeyi yönetecek profil bile önemsizdi: Fantezinin doruk noktası…
Bana kalırsa bu nokta, muhalefetin bir fanteziye kapılarak kendi tahayyülünün kurbanı olması tam olarak Erdoğanesk siyasetin sonucu…
Öyle ki “Altılı Masa” adındaki siyasal olarak çöpe atılması gereken bir mekanizmanın “doğru” olduğunu savunan kesimler hâlâ var. Bu kesimlerin ana odağı da “Erdoğan’ın kaybetmesi” gerektiği…
Negatif Siyasal Projeksiyon Terk Edilebilir mi?
Görüldüğü üzere, toplumsal ve kurumsal muhalefet kendi matematiğini negatif düzlemde oluşturmuş durumda…
Muhalefet, Erdoğanesk siyasetin çerçevesi içinde kendi zihinsel ve duygusal haritalarını oluştururken onun çizdiği paradigmanın dışına çıkma hususunda da isteksiz…
Seçim sonuçları bu haritaların yanlışlığını açıkça gözler önüne serse de yerel seçimler öncesinde onların kullanımında ısrar ediliyor.
Elimizdeki örnekte İYİ Parti’nin, kendi söylemiyle “hür ve müstakil” şekilde yer alma kararı “CHP kompleksi”, “Erdoğan’a yarar”, “kaybet-kaybettir” şeklinde etiketleniyor.
14 Mayıs öncesi “Erdoğan’ın kaybettiğini” ispatlamak için sıklıkla başvurdukları tarihsel atıflara ihtiyaç bile duymuyorlar: Refah Partisi’nin 1994’te yaptığı sıçrama gibi…
Çünkü orada “pozitif bir içerik” var, “o kaybetsin”den ziyade “ben kazanayım” zihniyeti hâkim…
Bakarsanız iktidarın alternatifi olduğu iddiasındaki bir siyasal partinin yapması gereken de budur.
Pozitif bir sıçramanın imkânsızlığı üzerinde oynayan “kaybettirme” zihniyeti, “Erdoğan’a yarar” diyerek siyasal bir kapasiteyi itham edebiliyor.
Aynısını farklı bağlamda belki İYİ Parti, CHP’ye de yapabilirdi. Burada derdimiz aktörlerin kim olduğu değil, aktörlerin davranışlarını belirleyen siyasal takıntı…
Erdoğanesk siyasetin negatif projeksiyonunun zihinsel haritaları ne derece gasp ettiğinin kanıtıdır böylesi yorumlar…
Erdoğanesk siyaset, kurumsal muhalefet açısından siyasette, seçim stratejilerinde pozitif içeriğin aslî olduğunu unutturdu.
Siyasal partilerin, tekil kararlarını dahi “tepkisellikle”, negatif bir çerçevede değerlendirmesi Erdoğanesk siyasetin bir sonucudur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en büyük başarısı da budur aslında, rakiplerini kendi çizdiği paradigmaya ve bu paradigmayı besleyen söylemlere hapsetmek…
Bu bakımdan günümüzün en azılı Erdoğan karşıtları, negatif bağlamda birer Erdoğanisttir.
Negatif bağlamların yarattığı körlüğün yoğun etkisini düşündüğümüzde kurumsal muhalefetin, siyasal, medyatik ve entelektüel boyutlarıyla Erdoğanist siyaseti terk etmeleri ciddi bir çaba gerektiriyor.
Kendi adıma buna pek hazırlıklı olduklarını düşünmüyorum. Erdoğanist siyasetin yarattığı siyasal konfor ve entelektüel paradigma pozitif içerikli bir projeksiyona hazırlıklı değil.
Kazanma yönünde içerikler ve stratejiler yerine, kaybetmenin bahaneleri ve “cepte” gördükleri oy potansiyelleriyle ilgilendiklerine eminim.