Erdoğan’ın Reformla Sınavı
Erdoğan için en makul çıkış yolu, asgari bir normalleşmeyi bile hayata geçiremediği bu iktidar denklemini bozmaktır. Bunun somut zemini, başkanlık sistemini ciddi bir reforma tabi tutmak veya parlamenter sisteme geçişi sağlamaktır.
Berat Albayrak’ın istifa ettiği 8 Kasım’dan bu yana Türkiye -bir türlü anlamlı ve tutarlı bir eksene oturmayan- “reform” gündemiyle meşgul. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomi yönetimindeki değişime paralel olarak dillendirdiği “ekonomide-hukukta-demokraside reform” söylemi, aynı anda birçok adresi hareketlendirdi. Siyasetin ve iktidarın uzunca bir süredir reform sözcüğünü gündemine almamış olması, reforma -lehte ve aleyhte- büyük bir anlam yüklenmesine yol açtı. Her bir kesim reforma kendi gündem ve önceliğini yansıttı.
İktidar için reform mevcut iktidar denklemini koruyarak geleceğini garantiye almak, toplumun genişçe bir kesimi için “olağanüstü” dönemin geride bırakılması ve siyasal normalleşme, muhalefet için “başkanlık” sisteminden vazgeçilmesi ve parlamenter sisteme geçiş, Bahçeli, diğer iktidar bileşenleri ve AK Parti’deki müttefikleri için potansiyel bir tehdit, iktidarın son dönemdeki söylem ve politikalarından rahatsız olan kimi AK Partililer için ise Bahçeli’ye mahkumiyetin son bulması ve Kürtler için yeni bir çözüm süreci anlamına geliyor. Bu geniş skala, siyasetin ve toplumun sıkışmışlığının, iktidar ile toplum arasındaki makas açıklığının, değişim talebinin ne denli derinleştiğinin en güçlü işareti olarak görülebilir.
İlk hafta, iktidarın reform beklentilerini düşürme, reform sözcüğünün içini boşaltma hamlelerine sahne oldu. Reform olasılığından endişelenen aktörlerin çizdiği sınır, yüksek beklentiye sahip olanların susturulması (ve cezalandırılması) ve Erdoğan’ın müttefiklerinin çizdiği sınırı dikkate aldığını ihsas ettiren açıklama ve kararlarıyla, reform söylemi yerini ekonomi ve dış politikada normalleşme arayışına bıraktı.
Sonraki haftalar, ekonomi ve dış politikada rasyonel söylem ve politikalara dayalı normalleşme beklentisinin de gerçekçi olmadığını gösterdi. Halen, Erdoğan ve Bahçeli’nin aynı anda birkaç adrese mesaj veren katmanlı ve kopuk mesajlarıyla reform gündeminin içeriği ve sınırları üzerindeki “pazarlık” devam ediyor. Türkiye, bir aydır, Erdoğan ve Bahçeli’nin kamuoyu önünde reform üzerinde yürüttüğü müzakereye tanık oluyor. Daha doğrusu, Bahçeli’nin Erdoğan’ı arayıştan vazgeçirmek, hatta arayışa girdiği için diyet ödetmek üzere gündeme taşıdığı marjinal başlıkları tartışıyor.
Son bir ayın bilançosu, iktidarın reform bir yana normalleşme başlığı altında toplanabilecek asgari bir esnekliğe ve/ya insicama sahip olmadığını göstermiş durumda. Bu da iktidarın ve ittifakın akıbetini tartışmaya açtığı gibi son beş yıllık iktidar denkleminin ürettiği siyasi maliyetlerin de sorgulanmasına yol açıyor.
Reform Mecburiyeti
İktidarı reforma sevkeden temel dinamikleri; ekonomideki bozulma, genel olarak Batı ile yaşanan krizin, özel olarak ise ABD seçim sonuçlarının iktidarı zorlayacak ekonomik ve siyasi hamlelere yol açma olasılığı ve bu iki dinamiğin doğal sonucu olarak, iktidarın önümüzdeki seçimleri kazanmasını engelleyecek destek kaybı olasılığı şeklinde sıralamak mümkün. Başka bir deyişle, seçmen desteğindeki azalma, ekonomik kriz ve dış dinamiklerin -birbirini besleyerek- iktidarın bekasını ve sürdürülebilirliğini riske sokmuş olması, iktidarı arayışa sevketmiş görünüyor.
Erdoğan 31 Mart seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok yerel yönetimi kaybetmesinin ardından, mevcut siyasi denklemi değiştirmek zorunda kalmadan seçmen kaybını telafi edecek birçok hamleyi (sınır ötesi harekatlar, Ayasofya’nın ibadete açılması, vs) hayata geçirerek, oy oranındaki erimeyi durduramasa da yavaşlatabildi. Ancak özellikle ortalama seçmenin iktidar algısını ve hayat standardını doğrudan etkileyen enflasyon, işsizlik ve Türk Lirasının aşırı değer kaybı üzerinden ekonomik krizin gün geçtikçe derinleşmesi ve ABD seçimlerinin Türkiye’nin bölgesel politikasını ve ekonomisini doğrudan etkileyebilecek bir yönetim değişikliğine yol açması mevcut siyasi söylem ve politikalarda bir değişime gitme ihtiyacı doğurmuş görünüyor.
Reformun İmkansızlığı
Ancak, sahici bir siyaset değişikliğinin önünde pek çok çetin engel var. 15 Temmuz sonrası “olağanüstü” siyasal iklimin kalıcılaşması üzerine bina edilen mevcut iktidar koalisyonu, inşa ettiği merkeziyetçi siyasal sistem, ürettiği güvenlikçi ve dışlayıcı söylem ve devşirdiği kadro ve çıkar gruplarıyla iç içe geçen entegre bir yapı oluşturmuş durumda. Sahici bir reform çabası, bu beş yıllık siyasi sermaye ile ayrışmayı gerektirdiği ölçüde, neredeyse imkânsız bir hedefe dönüşüyor.
Sistem, söylem, politikalar, kadrolar, iktidar alışkanlıkları gibi reform arayışını sabote edebilecek pek çok unsur sayılabilir. Bu düzeni değiştirmek, bu alışkanlıklardan vazgeçmek kolay değil. Ayrıca son beş yılda daha da derinleşen toplumsal ve siyasal kutuplaşma, bu kutuplaşma dolayısıyla siyasal esnekliğin kaybolması, bütün siyasi aktörlerin ittifak şablonlarına hapsolması, toplumsal reflekslerin iktidar mücadelesine endekslenmesi gibi unsurlar da reform imkanını daraltıyor. Erdoğan’ın kitlesini konsolide etmek ve muhalefeti ötekileştirmek üzere kullandığı sert ve dışlayıcı kimliksel söylem, siyaset değişimini zorlaştırdığı gibi Erdoğan’la özdeşleşen esneklik ve pragmatizm imkanlarını da daraltmış durumda.
Ancak, bütün bu unsurların yanı sıra, yapısal bir siyaset değişimini akamete uğratabilecek en belirleyici aktör Bahçeli’dir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Erdoğan’ı siyasal ve sayısal açıdan Bahçeli’ye bağımlı kılmış durumdadır. Bahçeli, reform arayışının bu bağımlılık ilişkisini gevşetebileceğini öngörerek, mevcut siyasal statükoyu korumak üzere Erdoğan’a sınır çizmektedir. Erdoğan alternatif bir ittifak denklemi kuramadığı ölçüde bu sınırlara riayet etmek durumunda kalmaktadır.
Bütün bu dinamikler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın -ihtiyaç duysa da- reformcu bir siyaseti hayata geçirmekte zorlanacağını, dolayısıyla da reform arayışının mevcut siyasal iklim ve ittifak denklemi gözetilerek sınırlandırılacağını gösteriyor. Bu çerçevede, bugüne kadarki haliyle, reform arayışının ekonomi ve dış politikada rasyonel politikalara yönelişle sınırlı olacağını söylemek yanlış olmaz.
Dolayısıyla, mevcut arayışı reform olarak adlandırmak yerine, olsa olsa ekonomi ve dış politika alanlarında -kısmi bir- normalleşme olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. İktidarın ekonomi ve dış politikada rasyonelleşme veya normalleşme niyeti de her şeyden önce bu politikaların sonuç üretme potansiyeline ve müttefiklerin razı olma koşullarına bağlı olacaktır.
Ekonomi ve Dış Politikada Normalleşme
Son bir aydaki gelişmeler, Erdoğan’ın -mümkün mertebe- demokrasi ve hukuk alanında herhangi bir değişime yönelmeden ekonomi ve dış politika alanlarıyla sınırlı bir siyaset değişikliğinin imkanlarını zorlayacağını gösteriyor. Bunun belirli bir düzeyde rahatlama sağlayacağı açıktır. Ekonomi yönetimindeki değişim ve öngörülebilir rasyonel politikalara dönüleceğine yönelik mesajlar, -en azından- ekonomide fantastik günü birlik politikalara yönelinmeyeceğine, dolayısıyla işlerin daha kötüye gitmeyeceğine yönelik bir kanaate yol açarak ekonomik dengeler üzerinde belli bir rahatlama sağlayacaktır.
Benzer şekilde, iktidar sözcülerinin AB ve ABD kaynaklı yaptırım ihtimallerine yangını büyüten reaktif mesajlar yerine diyalog ve müzakereyi öne çıkaran mesajlarla diplomasiyi adres gösteren yaklaşımları, dış politikada da öngörülen kötü senaryoların hayata geçmeyebileceğine yönelik bir iyimserlik doğurmuş görünmektedir. AB’nin yaptırım gündemini Mart’a ötelemesi ve ABD’nin beklenenin altında bir yaptırım kararı alması bu durumu teyit etmektedir.
Ekonomi ve dış politikadaki bu söylem ve siyaset değişikliği ihtimali, -doğru yönetildiğinde- iktidara zaman kazandıracak bir potansiyele sahiptir. Bu çerçevede, -kapsama alanı sınırlı, akıbeti meçhul de olsa- reform gündeminin iktidara nefes aldırarak, -şimdilik- kendisine yüklenen işlevi gördüğü söylenebilir.
Ancak ekonomi ve dış politika alanlarında -bugüne kadar yürütüldüğünden farklı- rasyonel ve öngörülebilir politikalara yönelmeyi zora sokacak iki önemli handikap bulunuyor.
İlk olarak bugüne kadar üretilen söylemler, yürütülen politikalar, girilen angajmanlar bu iki alanda sahici bir politika değişimini zorlaştırıyor. Ekonomi alanında; Erdoğan’ın faiz yaklaşımı, Merkez Bankasının siyasal bağımlılığı, iç ve dış yatırımcıların hukuki güvencelerden duydukları endişe, büyük yatırımlarda şeffaflık ve rasyonellik yerine iktidara yakınlığın belirleyici olması gibi birçok handikap mevcuttur.
Dış politika alanında ise; Türkiye’nin Rusya ile geliştirdiği ilişkinin derinliği, ABD ve AB ile ilişkilerin rasyonel bir zemine kaymasının olgusal ve psikolojik zorlukları, Suriye politikasının PYD’ye endekslenmesi gibi birçok handikap sayılabilir. Dolayısıyla ekonomi ve dış politika alanlarıyla sınırlı da olsa -mevcut siyasi zihniyet ve alışkanlıklardan dolayı- iktidarın rasyonel ve öngörülebilir söylem ve politikalarda sebat edip etmeyeceği belli değil.
Ekonomi ve dış politika alanlarında sahici bir siyaset değişimini zora sokacak bir diğer önemli faktör, bu alanlardaki siyaset değişiminin hukuk düzeninden demokratikleşme alanına pek çok söylem ve politika değişimini gerekli kılmasıdır. Başka bir deyişle, siyaset değişimini ekonomi ve dış politika alanlarıyla sınırlamanın mümkün olmayışı, önünde sonunda demokrasi ve hukuk alanında siyaset değişimini gündeme getirecektir.
Türkiye’nin bugünkü siyasi konjonktüründe, gündeme gelebilecek temel başlıklar, bazı siyasetçi, gazeteci ve sivil toplum aktörlerin tutukluk durumları ve Suriye’deki gelişmelere paralel olarak Kürt sorununa ilişkin gelişmeler olacaktır. Bahçeli’nin, reform arayışının sınırlarını çizerken işe Demirtaş’ın hüküm giymesi ve HDP’nin kapatılması gerektiğini vaz eden mesajlarla başlaması, bu durumu teyit etmektedir.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Erdoğan siyaset değişikliğinin ekonomi ve dış politika alanlarının dışına taşmayacağına yönelik peş peşe teminatlar vermesine rağmen, Bahçeli’nin el yükselterek mevcut siyasal zemini daha da kayganlaştıracak önerileri gündeme taşıması, siyaset değişiminin demokrasi ve hukuk alanını da kapsayacağına yönelik endişesinden kaynaklandığı gibi, ekonomi ve dış politikada reforma razı olmak karşılığında iç politikada Erdoğan’a diyet ödeterek kendisine mahkumiyeti arttırma amacına matuf görünmektedir.
Bahçeli’nin huzursuzluğunu yansıtan bu öneriler, ittifak içi güvensizliği ve asimetrik bağımlılık ilişkisini dışa vurduğu gibi, Erdoğan’ın ekonomi ve dış politika ile sınırlı da olsa normalleşmeye yönelik adımları atmakta zorlanacağını ve/ya ancak iç politikada daha da içe kapanma maliyetine bazı adımlar atabileceğini gösteriyor. Bu çerçevede, ekonomi ve dış politikada rasyonellik ve öngörülebilirliğin bedeli iç politikada irrasyonellik ve öngörülemezliğin artması olabilir. Erdoğan ekonomi ve dış politikadaki rasyonelleşmenin maliyetini iç politikada daha keskin tavırlarla dengelemeye çalışabilir. Ancak iç politikada normalleşme sağlanmadıkça ekonomi ve dış politikadaki normalleşme hedefi kırılganlığını sürdürecektir.
Bu çerçevede, ekonomi ve dış politika ile sınırlı da olsa, reform veya normalleşme siyasetinin akıbeti, Bahçeli’nin süreci nasıl algıladığı ile ilişkilenmiştir. İktidarın ve siyasetin geleceği Bahçeli’nin hamleleri karşında daha da kırılgan hale gelmiştir. Erdoğan’ın siyasi performansı, ülkeyi yönetme kabiliyetinden daha fazla Bahçeli’yi yönetme kabiliyetine endekslenmiş durumdadır.
Alternatif Senaryo
Bu tablo, iktidarın (ve genel olarak siyasetin) tıkandığını gösteriyor. Son bir ayki tartışmayı sadeleştirdiğimizde, olan biten, Erdoğan’ın iktidarını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu asgari normalleşmeyi hayata geçirmekte zorlanıyor olmasıdır. Bu yönüyle, reform veya normalleşme arayışı, Erdoğan’ın geleceği ve siyasal iradesi için bir turnusol işlevi yüklenmiş durumdadır. 18 yıllık iktidarında, karşılaştığı badireleri atlatmak için pek çok siyaset ve ittifak değişimini -başarıyla- hayata geçiren Erdoğan, iktidarının bekasını sağlamak için ihtiyaç duyduğu asgari normalleştirmeyi sağlama imkanından yoksun görünmektedir.
Düz bir okuma, Erdoğan’ın Bahçeli’ye bağımlılığı üzerinden faturayı Bahçeli’ye çıkaracaktır. Oysa, bu eksik bir okumadır. İktidarı siyasi bir çıkmaza sürükleyen esas faktör Bahçeli değil, Erdoğan’ın son beş yılda inşa ettiği iktidar denklemidir. Erdoğan’ı Bahçeli’ye bağımlı kılan, iktidarı yüzde 50 desteğe endeksleyen başkanlık sistemidir. Bahçeli’yi (ve onunla aynı hatta siyasal etkinlik gösteren AK Parti’deki statükocu aktörleri) etkili bir politik figüre dönüştüren Erdoğan’ın feragat etmek istemediği iktidar mimarisidir. Bahçeli’nin Erdoğan’dan daha fazla başkanlık sisteminde ısrar etmesi yersiz değildir. Erdoğan mevcut iktidar denkleminde yapısal bir değişimi gündemine aldığında Bahçeli, 2016 öncesi konumuna dönmek, milletten aldığı temsil ölçüsünde bir siyasi etkiyle yetinmek durumunda kalacaktır.
Bu okuma, iktidar için beka endişesini gidermenin en makul yolunu da göstermektedir. Erdoğan için en makul çıkış yolu, asgari bir normalleşmeyi bile hayata geçiremediği bu iktidar denklemini bozmaktır. Bunun somut zemini, başkanlık sistemini ciddi bir reforma tabi tutmak veya parlamenter sisteme geçişi sağlamaktır.
Sistem reformu veya değişikliği Erdoğan’ı bugünkü bağımlılığından kurtaracak, siyaseti de toplumu da kısıldığı kapandan çıkaracaktır. Her türlü reform veya normalleşme arayışının gelip dayanacağı yer sistem sorunudur. Kilit de anahtar da sistem ile ilgilidir. Erdoğan’ın serüveni de bu konuda alacağı inisiyatifle, vereceği kararla şekillenecektir.