Ergun Özbudun: Büyük Bir Değeri ve İnsanı Kaybettik
“Türk Tipi Başkanlık Sistemi”, “Çoğunlukçu Demokrasi”, “Otoriterliğe Sapma”, Ergun hocanın kullandığı ve bizlere kazandırdığı kavramlar oldu. Demokrasinin pekişmesi ya da pekişememesi konusunu ve çalışma alanını Türkiye’ye getiren Ergun hoca, demokrasiden sapma çalışmalarına da öncülük yaptı. Ülkemiz büyük bir değerini kaybetti. Bizlere onun ismini, düşüncesini, anayasal demokrasiye inancını yaşatmak düşer.
1995, Eylül ayı… 2001 yılına kadar çok güzel günler geçirdiğim Bilkent Üniversitesi’ne yurt dışından geliyorum.
Üniversitede, bölümümde, beni en sıcak karşılayan insanların başında Ergun (Özbudun) hoca gelmişti.
Yakın zamanda kaybettiğim ve önemli bir Ceza Hukuku ve Hukuk Felsefesi hocası ve akademisyeni olan amcam Selahattin Keyman’ın arkadaşı ve meslektaşı Ergun hoca.
Oradan biliyordum kendisini ama hiç tanışma fırsatımız olmamıştı.
Türkiye’nin en önemli Anayasa Hukuku ve Anayasal Demokrasi hocalarının ve akademisyenlerinin başında geliyordu.
Her ikisi de 1937 doğumlu.
Ergun hocaya bakarken, bu 1937 doğumlularda bir şey var diyordum. Ülkemizde ve yurt dışında tanıdığım 1937 doğumlu çok önemli akademisyenler vardı.
Bana hep Fuat’cım diye hitap eden, kendisinden ve çalışmalarından çok öğrendiğim, birlikte yakın çalışma fırsatı bulduğum, çok nazik, saygıdeğer bir insan olan, bir hoca olarak çok değerli, çok bilgili, ama bir o kadar da adil ve etik yapıda, aynı zamanda müthiş fıkra repertuvarıyla çok eğlenceli, çok iyi fıkra anlatan, yanında hiç sıkılmayacağınız Ergun hocayla birlikte ya da ona yakın bir yerde geçireceğim günler, Bilkent’te karşılaştığımız o gün başlamıştı.
O yıllar çok zor ve karanlıktı: Türkiye hızla darbeye gidiyor, ekonomik kriz, enflasyon, ahlaki çöküş her geçen gün biraz daha artıyordu.
28 Şubat post-modern darbesi ha oldu, ha olacaktı.
Merkez sağ ve merkez sol çökmüş; Refah Partisi güçlenmişti.
Asker her an müdahale edecek gibiydi.
Siyasetçiler, akademisyenler, bürokratlar, askerlerin düzenlediği toplantılara gitmek için sıra bekliyorlardı.
Şaşkınlık içinde ben ve az sayıda arkadaşım akademisyenlerin, siyasetçilerin, bürokratların bu hazin ve vahim durumunu seyrediyorduk.
Ergun hoca bizle, demokrasinin ve akademik ahlakın yanındaydı.
1945-50’de demokrasiye geçen ama yaklaşık 50 yılda demokrasisini bir türlü pekiştirememiş (konsolide edememiş) Türkiye üzerine kitabını yazıyordu.
2000 yılında çıkan Contemporary Turkish Politics: challenges to democratic consolidation (Çağdaş Türk Siyaseti: demokratik pekişmeye meydan okumalar) kitabı bence bu konuda yazılan en önemli kitaplardan birisidir.
Anayasa-demokrasi ilişkisini ve anayasal demokrasiyi en iyi, temelli ve açıklayıcı anlatan Ergun hocayı her zaman hayranlıkla dinlemişimdir.
Bu konularda onunla sohbet etmek büyük bir zevkti, öğreticiydi.
Kimlik-vatandaşlık-sivil toplum konularını da içerecek şekilde “demokrasimiz niye kasabada tek oyun olmuyor” sorusuna yanıt arayan çalışmalarımı yapıyordum. Ergun hocanın bu konuda bana katkıları çok büyük ve önemliydi.
Üniversitemizde ve bölümümüzde başörtülü öğrencilerimiz vardı. Çok iyi öğrencilerdi.
Ergun hoca ve arkadaşlarla, “bilimsel ahlak önce gelir” diyerek onları koruyorduk.
Bugün benzer değil, tam tersi bir tavrı görmek Ergun hocayı da, beni de üzmüştür.
Ama “Hayır, karşılık beklemeden yapılırsa hayır olur” derdik.
Bugün de, öğrencilerimizi ve arkadaşlarımızı benzer haksızlıklara karşı koruduk.
1998 yılında, Peter Berger ve Samuel Huntington’dan aldığımız teklifle, “Çoklu Küreselleşme ve Alternatif Moderniteler” projesinin Türkiye kısmını birlikte yaptık.
Ergun hocayla yakın ve birlikte çalışmak da büyük bir zevkti: Eğlenerek öğreniyor ve çalışıyorduk.
“Fuat, şu fıkrayı dinle öyle başlayalım”lı yurt içi ve dışı çalışmalarımız iki yıl sürdü.
Benim Anadolu kentlerini, yerelin dönüşümünü ve sonrasında bu dönüşümle AK Parti’nin seçim kazanma ve güçlenme süreçlerinin ilişkisi konuları üzerine çalışmam bu projeyle başlamıştır.
Birlikte makaleler yazdık, sunuşlar yaptık.
Bu konuda yayımladığım kitaplarımda Ergun hocanın katkısı vardır.
Akşam yemekleri onun önce fıkraları, sonra değerli yorum ve analizleriyle geçiyordu.
Peter Berger’in Fıkraların Sosyolojisi kitabına karşı Ergun hocanın müthiş zevkli fıkraları vardı.
Ergun hoca çok değerli bir hukukçu olan eşi Serap Yazıcı’nın yanına İstanbul’a taşınma kararı alıp, Bilkent Üniversitesi’ni bırakıp İstanbul’a yerleşti.
Elinden düşürmediği sigarasını içerken, “Fuat, ben artık İstanbul’a gidiyorum” dedi.
Üzülmüştüm çok ama onun yüzündeki sevinç benim de sevinmeme neden olmuştu.
“Yüzündeki sevinç eksilmesin hocam” demiştim.
Zaten, iki yıl sonra ben de aldığım bir teklif üzerine Koç Üniversitesi’ne geçerek İstanbul’a taşındım.
İstanbul’da görüşmek zordur.
Ama aramızdaki sevgi ve akademik sohbet hiç bitmedi.
2007 yılında, Ergun hoca ve arkadaşları AK Parti için yeni ve sivil anayasa metni hazırlıyorlardı ve bu metni tartışmaya açıtılar.
Ergun hocanın davetiyle İstanbul’daki toplantılara katıldım.
Türkiye için çok önemli bir süreç başlamıştı.
Türkiye o zaman da kutuplamış bir ülkeydi ama bugünün tersi anayasa ve demokrasi üzerine çok önemli tartışmalar yapmıştık.
Ergun hoca, bu metnin rafa kaldırılmasına çok üzülmüştü.
Bununla birlikte, bu metin, 2011’de sivil toplumun katılımıyla da başlayacak ilk “Sivil ve Demokratik Anayasa Yapım Süreci”ni de başlatmıştı.
2011’de Koç Üniversitesi’nden İstanbul Politikalar Merkezi direktörü olarak Sabancı Üniversitesi’ne geçmiş durumdaydım.
Aynı yıl Anayasa Yapım Süreci’ne elimizden gelen katkıyı yapmaya çalışıyorduk.
Ergun hocanın katkıları da çok önemliydi.
Ergun Özbudun’un anayasa bilgisinin, deneyiminin ve uzmanlığının ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anlıyorduk(m).
Onun, çok önemli ama çok da bilinmeyen 1921 Anayasası kitabını o zaman okumuş ve çok etkilenmiştim.
Ölümünden önce, 2021 yılında, Ergun hocayla 1921 Anayasası’nın 100’üncü yılı nedeniyle programlar yapmış, aynı panellerde konuşmuştuk.
1921 Anayasası çalışmasını ve metnini çok önemserim. Bülent Tanör hoca gibi, Ergun Özbudun hoca da bu Anayasa’yı, anayasa tarihimizin “en demokratik, kapsayıcı ve uzlaşma ile ortaya çıkmış anayasa yapımı” olarak görür.
Ders almadığım her ikisi de, anayasa-demokrasi ilişkisi üzerine çok şey öğrendiğim hocalarım oldu.
2011 yılında anayasa çalışmaları başta AK Parti ve CHP olmak üzere siyasi partilerin olumsuz yaklaşımlarıyla bitti.
Çalıştığım İstanbul Politikalar Merkezi’nin katkılarıyla, sivil toplumdan oluşan Denge ve Denetleme Ağı çalışmasını aynı yıl başlattık.
Ne zaman ihtiyacımız olsa, ne zaman davet etsek, Ergun hoca önemli gördüğü bu çalışmaya çok önemli destek verdi.
Hatta onunla bir ay evvel yaptığım son konuşmamda, beni aramış ve son yayınımız Demokrasi Almanak’ını beğendini söylemişti.
2014 yılı, AK Parti iktidarının demokrasiden uzaklaşmaya başladığı yıl oldu.
Bu uzaklaşma, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle hızlandı.
Türkiye, demokrasiden otoriterliğe sapmış “melez rejim” olarak tanımlanmaya başlandı.
Ergun hocanın bu süreç üzerine yazdığı makaleler de çok değerli ve önemliydi.
“Türk Tipi Başkanlık Sistemi”, “Çoğunlukçu Demokrasi”, “Otoriterliğe Sapma”, Ergun hocanın kullandığı ve bizlere kazandırdığı kavramlar oldu.
Demokrasinin pekişmesi ya da pekişememesi konusunu ve çalışma alanını Türkiye’ye getiren Ergun hoca, demokrasiden sapma çalışmalarına da öncülük yaptı.
Son çalıştığı üniversite olan Şehir Üniversitesi, iktidarın kararıyla kapatıldı.
Hocalar işsiz, öğrenciler okulsuz kaldılar.
Bu karar da, demokrasiden sapmanın bir tezahürüydü ve Ergun hocayı çok üzmüştü.
Ergun hocanın davetiyle Şehir Üniversitesi kapanmadan önce, Anayasa, Demokrasi ve Sivil Toplum panelindeydim.
Hatırlıyorum: Üzüntülü ama bilgi ve erdem dolu bir konuşma yapmıştı.
Dün sabah, 1 Kasım 2023’te, ölüm haberini alıp yıkıldım.
Son dönemlerinde ülkemizde yaşananlar Ergun hocayı çok üzmüştü.
Ülkemiz büyük bir değerini kaybetti.
O, Rumi’nin sözleriyle, “aynaya bakan değil, cana bakan”lardandı.
Bizlere onun ismini, düşüncesini, anayasal demokrasiye inancını yaşatmak düşer.