Erken Seçim Ne Kadar Erken?
Sıradan insanların makro ekonomiden çok ev ekonomisiyle ilgili b/ilgileri vardır ve bu hesap filenin kaça dolduğu, tencerenin kaça kaynadığı ve en önemlisi ay sonunun getirilip getirilemediğiyle ilgilidir. Bu yüzden, Süleyman Demirel’in meşhur ifadesiyle “Tencerenin yıkamadığı iktidar yoktur” ve ebatları ya da içinde pişen ne olursa olsun nihaî kertede tencereler içinde en çok seçimleri kaynatırlar.
Seçimleri değerleri kılan nedir? Öncelikle az olan her şey gibi seçimler de kıtlığından dolayı değerlidir.
Mesela, hiçbirimiz ontolojimize dair bir seçimde bulunmadık, yani “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” diye bir sorgulamada bile bulunmadan, var olup olmama arasında seçenek sunulmadığı için ihtiyar göster/e/meden varız. Bu mecburi var oluş kendi yetmezmiş gibi varlığın diğer cebri boyutları ve uzantılarını da ge/rek/tirmektedir. Örneğin, hiçbirimiz var olduğumuz zamanı ve uzamı tayin ve takdir edemedik. Varlığımızı intihar ederek sonlandırmıyorsak ne zaman, nerede ve nasıl son bulacağını bilmiyoruz. Kaldı ki; intihar etsek bile ne bu eylemin başarıyla sonuçlanacağına ne de başarıyla sonuçlanıp ölsek bile sonrasına dair -bir çok farklı inanç olsa da- en ufak bir bilgimiz yok. O yüzden nihilizmin önerdiği üzere insanın yegâne özgürlüğünün intihar etmek olduğunu ajitatif derecede naif bulmuşumdur. Zira mefhumu muhalifinden hareketle intihar etmemek de bir o kadar özgürlük içermektedir.
Seçebildiklerimiz, Seçemediklerimiz
Seçme noktasında başka yoksunluklarımız da doğumla paket halinde gelmektedir. Örneğin, var oluşumuzu sebep dairesinde mümkün kılan biyolojik ebeveynlerimizi de hiçbirimiz seç/e/medik. Böyle bir imkânımız olsa ve biz onları seçsek bile onların bizleri seçeceğini düşünmek de fazlasıyla iyimser kalmaktadır. Ayrıca biyolojik ebeveynlerinizi hukuken reddetseniz veya onlar (da) sizi evlatlıktan azletse bile başta kronik hastalıklar ve zekanız olmak üzere genetik miras olarak onların bir parçası olmaya devam ediyorsunuz. Bu metazori varoluşumuzla ne biyolojik ne de toplumsal cinsiyetimizi seçemediğimiz gibi en nihayetinde bir piksel meselesi olsa bile renklere yüklenen toplumsal anlam nedeniyle deri rengimizden başlamak üzere göz ve/ya saç rengimizi de kendimiz seçmedik. Bunları lens gibi protezler veya saç boyası gibi kimyasallar ya da Michael Jackson gibi çeşitli operasyonlarla değiştirmek mümkün olduğunda bünyemize konulan sınırları en azından görünüşte aşabildiğimiz için bile seçimler değerli hale geliyor. Sözün özü, seçebildiklerimiz o kadar az ki, seçebildiklerimiz doğrudan değerleniyor.
Seçebildiklerimize gelince onlar da tarihsel olarak verili olmadığı gibi ilanihaye seçimlik kalacaklarının da bir garantisi yok. İşte bu yüzden uzun insanlık yürüyüşünde tabldot olanların à la carte hale geldiğini fark ettiğimizde seçimin ve seçebilmenin önemini kavrıyoruz. Bugün için artık sıradanlaştığı üzere insanların iş ve/ya eş seçimlerinin modernite öncesinde hükümdarlar da dâhil toplumun bütün kesimleri için hiç de öyle kolay ve yaygın olmadığını biliyoruz. Artan dikey ve yatay hareketlilik giderek kolaylaştıkça hatta cebrîleştikçe başta formel eğitim marifetiyle yeni kastlar, tabakalar ve sınıflar oluşsa da alt katmanlar için yarıklardan yukarılara doğru sızmak da antikite ve feodaliteyle kıyaslandığında kolaylaşmıştır.
Dahası, toplumun değer yargılarını değiştirmek için uzun bir devrimci savaşa girmek insanın konformist yapısıyla çok da örtüşmediğinden yaşadığımız toplumu memnun etmek ya da en azından başımıza bir şey gelmesin diye, riyakarca, toplumsal değerleri ve gelenekleri yeniden üretiyoruz. Bireysel olarak din veya mezhep bazında inanmasanız bile o inanç ve ilintili toplumsallık hatta siyasallık, size doğumunuz sonrasında verilen isimle başlamak üzere tüm hayatınızı çepeçevre kuşatıyor. Birey için özel bir anlam ifade etmese bile etnisite, anadil ve benzeri her fenomen hayatımız boyunca bizi biteviye t/üretiyor -ve tabii ki tüketiyor- çünkü anadilimizle düşünmeye çalıştığımız için anlam dünyamız, onu mümkün kılan anlamlandırma kapasitemiz ve kültürel kodlarımız da bu minvalde şekillenmektedir.
Seçim Dolu 20 Yıl
Seçim olgusunun felsefi, toplumsal ve psikolojik arka planına biraz değindi isek, artık demokrasinin uzantısı seçimlerin de seçim ihtimali olmayan siyasi rejimlere kıyasla başlı başına bir değer olduğu zaten izahtan varestedir. Mevzumuz Türkiye’nin hiç de yabana atılmayacak bir süredir erken seçim tartışmalarıyla çalkalanıyor oluşudur. Bu artık seçimi kaybedenler için söylenegelen “yenilen pehlivan güreşe doymaz” şeklinde geçiştirilebilecek bir ma/ne/vra değil tam tersine gündelik siyasetin ana gündemi haline gelmiştir. Zaten eşyanın tabiatı gereği bir seçim bittiğinde hem kazanarak iktidar olan hem de kaybederek muhalefete düşen veya muhalefette kalan taraflar için bir sonrakine hazırlanmak üzere yeni seçim süreci başlar. Bu süreklilik “harç bitti yapı paydos” demediğiniz veya tekaüt olmadığınız sürece sadece seçimler için değil bir sonraki seferi olan bütün ameller için de geçerlidir.
Türkiye, 2002’den bu yana önceki 20 yıl ile kıyaslanamayacak kadar bir seçimler ve referandumlar ülkesi olmuştur. 1982-2002 arasındaki yirmi yıllık dönemde beş genel seçim (1983, 1987, 1991, 1995, 1999), dört yerel seçim (1984, 1989, 1994, 1999), üç referandum (1982, 1987, 1988) ile toplam 12 kez sandık başına gidilmiştir. 2002-2021 arasındaki on dokuz yılda ise altı genel seçim (2002, 2007, 2011, 2015 Haziran, 2015 Kasım, 2018), dört yerel seçim (2004, 2009, 2014, 2019), üç referandum (2007, 2010, 2017), ve iki (2014, 2018) de halkın doğrudan katılımıyla Cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere toplam 15 kez seçim sandıkları kurulmuştur. Böylece bir önceki yirmi yıl ile kıyaslandığında toplam (yerel ve genel) seçim ve referandum sayısında ¼ artış yaşanmıştır. İstanbul’daki Mart 2019 yerel seçimlerinin Haziran’daki zoraki ikinci turu, İstanbul’un 2019 itibariyle ülke nüfusunun %18,66’ını oluşturmasının da etkisi ile bırakın tekrarlanan tek ilin bir yerel seçim olmasını genel seçim havasını da aşarak adeta tüm ülkenin nefesini tutup izlediği bir referanduma dönüşmüştür. 2002’den bu yana iktidar partisinin koltuğunu el-hak koruduğu ve bütün seçimleri ve referandumları kazandığı göz önüne alınırsa psikolojik olarak adeta her yılın seçim havasında geçtiği bile söylenebilir. Zaten 19 yılda 15 kez sandık başına gidildiği düşünülürse argümanımız matematiksel olarak da doğrulanmış olur. AK Parti -2015’deki Haziran seçimlerinin Kasım’da yenilenmesini saymazsak- olabildiğince genel seçimleri vaktinde yapmanın altını çizdiğine göre yerel seçimler ve referandumları genel seçimlere hazırlık mahiyetinde işlevselleştirebilmiştir. Öte yandan erken seçimlerin Türkiye siyasetinde bir pratiğe dönüşmesi konusunda Verda Uyar şunu ifade etmektedir:
1982 Anayasası’nda yapılan düzenleme ile yasama dönemi 5 yıla çıkarılsa da bu tarihten itibaren Türkiye siyasi tarihinde erken seçim oldukça yaygın bir pratik olarak karşımıza çıkıyor. Hatta 5 yıllık yasama sürecine rağmen, 1983-2009 tarihleri arasındaki tüm seçimler, çeşitli gerekçelerle planlanan tarihlerden önce yapıldı. (“Bugüne Kadar Yapılan Erken Seçimler Kime Yaradı?” Doğruluk Payı)
Bir başka perspektiften baktığımızda ise hiçbir seçim, erken seçim değildir. Nasıl ki; siyaset değişen şartlara göre yeni/den karar vermek üzerine kuruludur, seçimler de aynı şekilde şartların değişimine uyumlu olmalıdır. İktidar, pandeminin getirdiği başta ekonomik yıkımı zamana yayarak düzeltebileceği inancıyla erken seçimi elbette istemezken; muhalefet ise tam da kan almak istedikleri bu Aşil topuğundan bir erken seçim çıkarmak gayretindedir.
Sıradan insanlar hayatlarını genelde rakamlar özelde de istatistikler üzerinden ölçmezler. Zaten bir İngiliz atasözünün dediği gibi “İki tür yalan vardır: Biri adi yalanlar, diğeri de resmî istatistiklerdir.” Nasıl ki sıradan insanlar hamasetle duygularından vurulup manipüle edilebiliyorlarsa rakamların da bir o kadar manipülasyona açık olduğunu dünya siyasi tarihinden mebzul miktarda örnekle biliyoruz. O yüzden yine bir İngiliz atasözüyle dillendirirsek “Rakamlar yalan söylemez ama yalancılar rakam söyler.” Ölçme teknikleri değiştirilerek büyüme rakamlarıyla oynanabildiği gibi enflasyon sepetine konan ürünler ve yüzdeleri ile hatta bu fiyatların nereden alındıkları da dâhil olmak üzere bütün rakamlarla oynanabilir.
Fıkradaki muhasebecinin yeni patronun sorduğu “2+2 kaç eder?” sorusuna “Siz kaç olmasını isterdiniz?” şeklindeki mukabelesi gibi bütün rakamlar eğilip bükülebilir, istenildiği kadar tahrif ve tahrip edilebilir. İşte bu yüzden, sıradan insanların ne enflasyon ne de büyüme rakamlarıyla doğrudan işleri olur. Sıradan insanların makro ekonomiden çok ev ekonomisiyle ilgili b/ilgileri vardır ve bu hesap filenin kaça dolduğu, tencerenin kaça kaynadığı ve en önemlisi ay sonunun getirilip getirilemediğiyle ilgilidir. Bu yüzden, Süleyman Demirel’in meşhur ifadesiyle “Tencerenin yıkamadığı iktidar yoktur” ve ebatları ya da içinde pişen ne olursa olsun nihaî kertede tencereler içinde en çok seçimleri kaynatırlar.
İhtimal İhtimal İçinde
Erken seçimin kapıda olduğuna dair kıyamet alameti gibi olmasa da bazı emareler vardır. İlk başta oldukça alakasız gibi görünse de ilk işaret fişeğinin İstanbul Sözleşmesi’nin mülgasıyla atıldığı söylenebilir. Zira Saadet Partisi (SP) Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesi sonrasında Türkiye’nin bu mutabakattan ayrılacağını söylediğinde eğer bu gerçekleşirse karşılığında SP’nin Cumhur İttifakına eklenmesinin yolu açılacağını düşünmüştüm. Asiltürk’ün Cumhur İttifakının diğer partisi MHP’nin lideriyle Kıbrıs’ta uçaktan inerken verdikleri samimi pozları da akılda tutarsak doğal sınırlarına ulaşan bu ittifakı genişletmek için kritik hamle yapılmıştır.
Benzer bir durum Millet İttifakı için de geçerlidir. Ayrıca Anayasa değişikliği paketinde seçim barajının düşürülmesine dair Cumhur İttifakındaki mutabakat da bırakın erken seçimi olası bir baskın seçim için birbirinin içine geçmiş iki aşamalı stratejik bir hamledir. Birinci aşaması yeni Anayasanın sunulacağı referandumdaki sonuca göre ikinci aşama devreye girerek seçimlerin erkene alınıp alınmayacağı da netleşecektir. HDP’nin kapatma davasına dair Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar ne olursa olsun erken seçim tartışmalarına gölgesinin düşeceği muhakkaktır. Hatta referandumun Cumhur İttifakının beklentisinin hilafına sonuçlanması durumunda iktidar partisi MHP ile yollarını ayırıp baskın bir seçim isteyebileceği gibi MHP de 2002 erken genel seçimlerini mümkün kılmasına benzer bir hamle yapabilir.
Şu an için abartılı bulunabilecek bu tahminler Türkiye siyasi tarihine baktığımızda hiç de yabana atılmayacak olanakları içermektedir. Kaldı ki; 2015 Haziranı genel seçimi gecesi MHP lideri Devlet Bahçeli kendisine Başbakanlık teklif edilse bile malum koalisyonun parçasını olmayacağını belirterek 2015 Kasım genel seçimlerinin önünü açtığı gibi Kasım 2019’da yapılacak genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2018 haziranında yapılmasını yine mümkün kılan MHP olmuştur. İşin özü, MHP olası bir erken seçimi yine olanaklı kılabilecek anahtar partidir.
Elbette bütün bu gelişmelere rağmen genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimi erkene alınmayıp vaktinde yapılabilir. Öyle olsa da zamanından önce başlayan hatta önceki seçimden beri süren seçim havası ile gelmekte olan aslında erken seçimdir.