Esed’le Doğrudan Görüşme: Ne İçin?
Esed ile anlaşalım düşüncesi pratikte rejimi kurtarma projesinden başka bir şeye tekabül etmiyor. Hâlihazırda rejimin Rusya ve İran’dan bağımsız hiçbir şey yapamaması ve ülkenin içinde bulunduğu çok ciddi ekonomik kriz göz önünde bulundurulduğunda Esed rejimi ile normalleşmenin bu aşamada Türkiye’ye kazandıracağı bir şey olduğunu iddia etmek pek mümkün görünmüyor.
Suriye’de mayıs ayında gerçekleşen başkanlık seçimi mizansenin ardından Suriye rejimine meşruiyet kazandırma ve Beşşar Esed’i uluslararası siyasete yeniden entegre etme çabalarında son dönemde gözle görünen bir artış var.
Suriye’nin Arap Ligi’ne dönüşüne pek çok ülkenin yeşil ışık[i] yakmasıyla başlayan, bazı Avrupa ülkelerinin Şam’la diplomatik ilişkilerini düzeltme girişimiyle[ii] [iii] devam eden sürece şimdi de bir doğalgaz projesi eklenmiş vaziyette. Mısır doğalgazının Ürdün ve Suriye üzerinden Lübnan’a[iv] ulaştırılması projesi Beşşar Esed’e uluslararası alanda yeni bir meşruiyet elbisesi giydirilmesi çabalarına doğrudan hizmet ediyor. Konunun kayda değer taraflarından biri de şu: Lübnan’a gaz ulaştırılmasına Washington, Suriye üzerindeki yaptırımlara rağmen yeşil ışık yakmış durumda. Suriye’nin bu hususta Sezar yaptırımlarından muaf tutulacağı gözüküyor. Bunların yanı sıra Suriye’nin güney komşusu Ürdün ile arasında ciddi bir normalleşme süreci yaşanıyor. Yakın bir zamanda Suriye Savunma Bakanı’nın Ürdün Genelkurmay Başkanı’nı Amman’da ziyaret[v] etmesinin ardından Ürdün, Suriye ile olan bütün sınır kapılarını açıp, iki ülke arasındaki uçuşları[vi] da başlattı. Aynı şekilde Ürdün Kralı II. Abdullah ağustos ayındaki Washington ziyaretinde rejimin Suriye’de kalıcı olduğunu ve Avrupa ülkeleri ile ABD’nin Şam’da rejim değişikliği yerine rejim için “davranış değişikliğini[vii]” baz alan yeni bir söylem üretmesi gerektiğini ileri sürdü.
3 Ekim’de de Suriye savaşının başından beri ilk kez rejim lideri Esed ve Ürdün Kralı arasında bir telefon görüşmesi[viii] gerçekleşti. Ayrıca INTERPOL de Suriye üzerindeki yasağı kaldırarak ülkeyi iletişim ağına[ix] yeniden ekledi. INTERPOL ve Suriye arasındaki koordinasyonun başlaması ve INTERPOL başkanının yakın zamanda Şam’ı ziyaret etmesi bekleniyor. Bölgesel ve uluslararası alanda bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’de de Suriye rejimiyle doğrudan görüşme konusu yeniden konuşulmaya başlandı.
Aralıklı olarak temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp Türkiye kamuoyunun gündemine taşınan Türkiye’nin Suriye rejimiyle doğrudan görüşmesi meselesi, eylül ayı içinde Rusya tarafından Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun Afrin ve İdlib’de yoğun bir biçimde hedef alınmasından sonra ülke gündemine taşındı. 29 Eylül’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rus mevkidaşı Vladimir Putin’in Soçi’de gerçekleşen görüşmesinden önce ve sonra Türk televizyonlarında analiz yapan bazı yorumcular Türkiye’nin Esed ile doğrudan görüşmesi gerektiğini ileri sürdü. Hatta asker kökenli bir yorumcu İdlib’de askerî operasyon olmadan sorun çözülmez, Türkiye Rusya’nın İdlib’de operasyon düzenlemesine izin vermeli ve böylelikle bölge teröristlerden arındırılmalı ifadesini bile kullandı. Rejimle görüşülmesi gerektiğini savunan bazı kişiler, argümanlarını öyle bir noktaya vardırdılar ki “Taliban ile görüşen Türkiye neden Esed ile görüşmez?” bile diyebildiler. Böylesi bir söylemle Suriye ve Afganistan arasındaki devasa farkı ıskalamakla kalmayan mevzubahis yorumcular Taliban gibi bir hareketle Esed rejimini aynı kefeye koyabildiler.
Esas olarak ülkedeki Avrasyacı kanadın mütemadiyen gündeme taşıdığı Suriye rejimi ile doğrudan görüşmenin, Türkiye’nin Suriye kaynaklı problemlerine ne gibi bir katkıda bulunacağına, bilhassa da Esed’in ele geçirip konuşlanacağı bir İdlib’in Türkiye’nin güvenliğine ne gibi olumlu bir etkisi olacağına dair Rus yanlısı yorumculardan sadra şifa bir açıklama henüz gelmiş değil. Esaslı ve sahici cevaplar yerine ülkeye bu konuda sunulan şey bazı ham hayaller içeren çeşitli muğlak cevaplar. Meşruiyetini kaybetmiş Esed ile doğrudan görüşmenin ahlâkî problemleri bir yana bunun pratikte Türkiye’ye ne kazandıracağı epey meçhul.
Evet, ülkeler çıkarları gereği herkesle görüşebilir ama ülkesinin anahtarlarını altın tepside Rusya ve İran’a teslim etmiş, savaşta ordusu yok olmuş, ekonomisi çökmüş ülkesinin geniş kısımlarında otoritesi bulunmayan, sınırlarının kontrolünü büyük oranda kaybetmiş, ülkede ana aktör olmayan bir rejimle Türkiye doğrudan neden görüşsün? Zaten 2017 yılından bu yana süren Astana sürecinde Rusya aracılığıyla rejimle öyle veya böyle bir irtibat var. Bunu yeterli bulmayanlara Suriyeli ve Türk yetkililer (istihbarat unsurları) arasında zaman zaman bazı güvenlik toplantılarının[x] yapıldığını fakat olumlu bir sonuca varılamadığını da hatırlatalım. Ayrıca, rejimin ana hamisi olan Rusya’nın veremediği ama Beşşar Esed’in Türkiye’ye verebileceği nedir? Şu anki koşullarda rejimle tam teşekküllü bir doğrudan görüşme veya normalleşme arayışını savunanlar Esed ile görüşme üzerinden Türkiye’nin sınır güvenliğinin sağlanacağını mı, PYD’nin Kuzeydoğu Suriye’de elde ettiği kazanımların geri çevrileceğini mi ya da Türkiye’deki yaklaşık 4 milyon Suriyelinin ülkelerine geri gönderileceğini mi düşünmektedirler? Bu noktaları biraz irdeleyelim.
Türkiye’nin Sınır Güvenliği
Beşşar Esed, bugün ülkesinin sınırlarını büyük oranda kontrol edemiyor. İdlib’e bir operasyon düzenlendiği takdirde de Türkiye sınırlarına milyonlarca kişinin akın etmesi çok büyük bir olasılık. 2020 yılında gerçekleşen Rusya-rejim operasyonunda Türkiye sınırına can havliyle 1 milyon civarında insan dayanmıştı. İdlib’deki nüfus Suriye’nin geri kalanından da ciddi bir farklılık arz ediyor ayrıca. Savaş öncesi 1,5 milyon[xi] civarında olan İdlib’in nüfusu, Astana’da üzerinde uzlaşı sağlanan çatışmasızlık bölgelerinden üçünün Rusya ve rejimin askerî operasyonları neticesinde ele geçirilmesi ile 4 milyona dayandı. Askerî yöntemle rejimin eline geçen çatışmasızlık bölgelerinde Esed rejimiyle uzlaşmayan halk yönünü İdlib’e çevirmişti. Böylelikle bölgenin nüfusu katlanarak büyüdü. Bugün de bir operasyon olması hâlinde rejimle bağı tamamen kopmuş olan halk Esed yönetimi altında yaşamaktansa ülkeden çıkmayı arzu edecektir. Bunda şüphe olmasın. Yeni bir mülteci dalgası, Türkiye’de mültecilere dönük yükselen ırkçı dalga göz önüne alındığında ne Türkiye ne de Suriyeli mülteciler için hayırlı olacaktır. Ek olarak, Türkiye’nin bölgede olmadığı ve İdlib’deki muhalefetin ezildiği bir denklemde, Türkiye’nin sınırlarına Halep’te bulunan İran destekli milislerin mobilize edilmesi de muhtemel bir olasılık ki İran destekli Şii milislerin böylesi bir varlığı ülke için ilerde ciddi bir tehdit olabilecektir. Yani burada anlamamız gereken İdlib’de Rusya-rejim ikilisinin Türkiye sınırları için bir güvenlik garantisi olmadığı aksine, şu anki halleriyle ciddi bir tehdit oluşturdukları. 2020 yılındaki operasyon da bunu göstermişti zaten.
PYD/YPG’nin Kazanımlarının Geri Çevrilmesi
Türkiye Esed ile normalleştiği takdirde PYD/YPG’nin Kuzeydoğu Suriye’deki kazanımlarının geri çevrileceği düşüncesi de makul bir düşünce değil. Bu düşünceyi serdedenler “Rejimle normalleşelim, İdlib’in anahtarlarını Esed’e teslim edelim ve birlikte PYD’nin projesini boğalım” diye düşünüyorlar. ABD’nin Suriye’de askerî varlığını sürdürdüğü bir senaryoda bu pek mümkün değil. Washington’da Biden yönetiminin stratejik odağını Asya’ya kaydırdığı ve Ortadoğu’nun ABD’nin öncelik sıralamasında alt sıralarda olduğu doğru olmakla beraber, ABD’nin Suriye’den yakın vadede çekileceğine dair net bir emare ufukta görünmüyor. Nitekim ABD’nin PYD/SDG’ye yönelik hem malî hem de askerî desteği, ivmesi azalmış olsa da devam ediyor. Ne var ki, bu durum PYD idaresi açısından bir siyasi kazanıma tahvil edilecekmiş gibi görünmüyor. Kuzeydoğu Suriye’de ABD’nin statükonun devamından[xii] yana olduğu artık net bir şekilde ortada. Ayrıca, Suriye’nin ABD için Afganistan gibi bir maliyet kalemi olmadığı da izahtan vareste. Her ne kadar son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’ta Biden ile görüşememesinin de etkisiyle, ABD Suriye ve Irak’tan çekilmeli[xiii] dediyse de bu aslında Türkiye’nin hayrına olmayabilir.
ABD’nin yakın vadede Suriye’den çekilme gibi bir niyeti yok ancak olsaydı bile böylesi bir ortamda Suriye’de denge tamamen Rusya’nın lehine kayar ve Türkiye, Rusya ile karşı karşıya kalırdı. Bu durum da Türkiye için kötü bir senaryo. Bunun yanında, PYD/YPG’nin sadece ABD ile ilişki kurmadığı da akılda tutulmalı. Suriye’de SDG kontrolündeki pek çok alanda SDG’ye Rusya tarafından bir koruma şemsiyesi sağlanıyor. SDG zor durumda kaldığında Rusya ile de ara formüller bulabiliyor. Bunun da hatırda tutulması lazım.
Dolayısıyla pek çok kişi söylemekten imtina etse de yukarıdaki noktalar sebebiyle ABD’nin Suriye’deki varlığı Türkiye için aslında bir denge işlevi de görüyor. Fakat ne yazık ki, İdlib’de maalesef Türkiye bunu ciddi bir kazanıma çeviremedi. ABD yetkilileri söylemsel bazda Türkiye’ye destek mahiyetinde açıklamalarda bulunmalarına rağmen pratikte İdlib konusunda Türkiye’ye ciddi bir destekleri yok. Kötüleşen Türkiye-ABD ilişkileri nedeniyle de İdlib’de Türkiye daha da yalnızlaşmış durumda.
Suriyeli Mülteciler
Suriye krizinin başından beri Türkiye’deki muhalefet Suriye krizini bir halkın daha iyi ve meşru bir yönetim talebi olarak değil, Batı’nın bir komplosu olarak okudu. Esed ile ideolojik yakınlığı olan sol gruplar da bu duruma çanak tuttu. Sol dünya görüşünden beklenen mazlumla dayanışma yerine Türkiye’deki sol akımların çoğu, mülteciler konusunda bir hayli olumsuz bir tutum sergileyerek, Suriye rejimi taraftarlarının söylemlerini istikrarlı bir şekilde kamuoyuna sundu. Suriyeli mültecileri Türkiye’de iç savaş çıkarma projesi olarak kodlayan bir kesim de “Suriyeliler Türkiye’ye bombalandıkları için gelmediler, gelmeleri için bombalandılar” gibi vicdansız bir söylemi kullanmaktan imtina etmiyor. Dahası, mülteci düşmanlığı yapan bir kesim hem Türkiye’de mültecilerin bulunmasına hem de milyonlarca kişilik bir mülteci akınını engelleyen Türkiye’nin Suriye’deki askerî varlığına karşı çıkıyor. Mültecileri diline dolayanlar bu paradoksu göz ardı etmeyi tercih ediyorlar. Onlara göre, Türkiye İdlib’den askerlerini çeker ve sınır kapılarını kapatır, Suriye’de de olanlar olur. Ne var ki, Suriye krizi Suriye’de olanların Suriye’de kalmadığını net bir şekilde gösterdi bize bugüne dek.
Mültecileri diline pelesenk eden ve Esed rejimi ile bir normalleşme üzerinden Suriyelileri ülkelerine göndermenin gözlerini kamaştırdığı gerek ülkedeki muhalefetin gerekse de televizyonlarda boy gösteren yorumcularımızın şunu bilmesi gerekiyor: Mültecileri savaş hâlindeki bir ülkeye gönderme hususundaki hukukî ve ahlâkî problemler bir kenara konulsa dahi, bu fikrin pratikte tekabül ettiği bir nokta yok. Mülteci karşıtlığı oy devşirme için kullanışlı bir söylem olsa da Suriyelileri geri gönderme düşüncesinin siyasal bir realitesi yok. Halkına ekmek temin edemeyen, ülkeye dönenlerin istihbarat elemanlarınca kaybedildiği[xiv], rejim kontrolündeki insanların da adeta bir açık hava hapishanesinde yaşadığı Suriye’ye mülteciler neden dönsün?
Bir başka husus da şu: Esed bugün ülke içerisinde dahi 7 milyonun üzerindeki bir kitleyi kontrol edemiyor. Benzer şekilde Suriye’den kaçan Suriyelilerin sayısı da 8 milyonun üzerinde.[xv] Yani rejimin 15 milyondan fazla Suriyeli üzerinde bir kontrolü yok. Esed’in kontrol ettiği nüfus ise 9 milyonun biraz üzerinde. Buna ek olarak, Suriye’de geçen yıl rejim, Rusya ile beraber mültecilerin dönüşü için bir konferans düzenlemişti ancak katılımcılar bile konferansla dalga geçip[xvi] Suriye’deki insanlar fırsat bulduklarında ülkeyi terk eder demişlerdi. Mülteciler hususundaki bir başka mesele de şu: Rejimin kendisine muhalefet eden kişilerin geri dönüşünü sahici bir şekilde istediğini düşünmeleri sahadaki gerçeklikle uyuşmuyor. Zira bugün rejimin verdiği garantilere güvenip ülkeye dönen pek çok kişi ortadan kaybolmuş durumda. Ülkeye döndüğünde gözaltına alınan, işkence gören, zorla kaybettirilen, tecavüze uğrayan sayısız insan olduğu raporlara[xvii] yansımış durumda.
Ayrıca önceki yıllarda Suriye Hava Kuvvetleri İstihbaratı Başkanı General Cemil Hassan, “Liderine sadık 10 milyonluk bir Suriye, vandalların olduğu 30 milyonluk bir Suriye’den daha iyidir.[xviii]” demişti. Rejimin kötü şöhretli komutanlarından biri olan Issam Zahreddin de mültecilere dönük olarak “Lütfen Suriye’ye dönmeyin, Suriye hükümeti sizi affetse bile biz sizi affetmeyeceğiz ve unutmayacağız[xix]” demişti. Bu söylemler aslında rejimin Suriyeli mültecilere dönük politikasını net olarak ortaya koyuyor ve Esed’in kontrol ettiği alanlara Suriyeli mültecilerin neden dönmediğini ve dönmeyeceğini gösteriyor. Bazılarının iddia ettiğinin aksine, Suriye rejiminin temelde istediği şey kendisine muhalif olan mültecilerin dönmesi değil, Suriye askerî muhalefetine kaybettiği toprakları geri alabilmek. Suriye rejimi kontrol edebileceği küçük bir nüfustan gayet memnun. Türkiye’de yaşayan Suriyeliler de savaş uzadıkça Türkiye’de daha köklü bir hâle gelecekler. Bu noktalardan hareketle, Türkiye’nin Suriyeli mültecilerin çok büyük çoğunluğunun ülkelerine geri dönmeyeceğini göz önünde bulundurarak iyi düşünülmüş ve planlanmış bir entegrasyon politikasını hayata geçirmesi, Esed rejimi ile normalleşmesinden çok daha akıllıca bir hamle olacaktır.
Türkiye İdlib’den Çekilmeli mi?
Türkiye’de Suriye rejimi ile iş birliğini savunanların kahir ekseriyeti esasen bu önermeyi sahici bir siyasi reçete olduğundan ileri sürmüyor. Bu önermenin arkasındaki temel saik iddia sahibi kişilerin-en azından bir kısmının- Baas rejimi ile olan ideolojik yakınlıkları. İdeolojik bagajları nedeniyle Türkiye’de de Baasvari bir rejim görmekten mutluluk duyacak bir güruh var Türkiye’de. Batı’ya ciddi manada mesafeli, Rusya ve Çin hayranı bu kişilerin Baas modelini Türkiye’ye ithal etmek istediği söylemlerinden anlaşılıyor.
Ayrıca, Beşşar Esed ile iş birliğini savunanlar rejime gereğinden fazla önem atfediyor. Hâlihazırda rejimin ülkenin kuzeyindeki ve doğusundaki geniş kısımlarında otoritesi yok. Dahası rejimin Rusya ve İran’ın desteğiyle ele geçirdiği bölgeler de kronik problemlerden mustarip vaziyette. Ülkenin ordusu da çökmüş durumda- ki ordunun durumu ve Esed’in ülkenin üzerinde ne ölçüde kontrol sahibi olduğunu anlama noktasında Dera bölgesi iyi bir fragman sunmuştu temmuz ayında. Rusya’nın müdahil olmadığı anlarda rejim güçleri kısa bir süre içerisinde epey bir noktayı muhaliflere kaybetmişti. Bu nedenlerle Suriye krizine siyasi bir çözüm bulunmadan Türkiye’nin İdlib’den çekilmesi ülkenin hayrına olmaz. Dolayısıyla şu an için Türkiye için en makul seçenek bölgedeki statükoyu korumak denilebilir. Ne İdlib halkının yeni bir katliama, ne de Türkiye’nin ödeyeceği yeni bedellere tahammülü var. Ayrıca, Türkiye’nin İdlib’den çekilmesi sonrası Türkiye’nin Suriye’de varlığının olduğu diğer bölgelerden de çekilmesinin isteneceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok ki böylesi bir durum Türkiye’nin Suriye üzerindeki iddialarından peyderpey vazgeçmesi anlamına gelmekte.
Yeni Bir Suriye Politikası İhtiyacı
Türkiye’nin Esed rejimi ile normalleşme üzerinden kazanabileceği pek bir şey yok. Bunu üstte ifade ettik. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey bütünlüklü ve tutarlı bir Suriye politikası. Özellikle 2016’dan bu yana Türkiye Suriye’ye kesif bir güvenlik perspektifiyle yaklaşıyor. Bu yaklaşım da aslında şu an tutarsız bir Suriye politikasına sebebiyet vermiş durumda. Bunun en bariz örneği Fırat’ın doğusu ve batısında Türkiye’nin uyguladığı taban tabana zıt politika. Türkiye çok uzun bir zamandır istikrarlı bir şekilde Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapıyor ki yakın zamanda meşum bir darbe girişimine maruz kalmış bir ülke için bu gayet doğal ve anlaşılır bir tutum. Ancak pratikte Türkiye, Fırat’ın doğusunda PYD’nin siyasi projesine karşı çıkarken Fırat’ın batısında kontrolü altındaki muhalif unsurlar üzerinden aslında alternatif bir siyasi proje sunuyor. Bu durum da Türkiye’nin Suriye’de elde etmek istediği hedefler açısından bir çelişki yaratıyor. Tam da bu nedenle Türkiye’nin Suriye politikasını revize etmesinde fayda var.
Suriye’de farklı bölgesel ve uluslararası aktörlerin çatışan çıkarları, ülkenin fiili bölünmüş yapısı ve 2011’den bu yana yaşadığı büyük yıkım sebebiyle rejim ve muhalif halk arasındaki bağın tamamen kopmuş olması hasebiyle Suriye’nin 2011 öncesi merkezî yönetim yapısına kavuşması pek mümkün görünmüyor. Bunun yerine adem-i merkeziyetçiliğin bir opsiyon olarak ele alınması Suriye krizinin çözümü için fayda sağlayabilir.
Hasılıkelam, Türkiye’nin Suriye kaynaklı problemlerine Esed rejimi ile uzlaşma üzerinden çözüm üretilmesi düşüncesi realist siyasal bir reçeteden ziyade, dar bir ideolojik dünya görüşü üzerine bina edilmiş durumda. Esed ile anlaşalım düşüncesi pratikte rejimi kurtarma projesinden başka bir şeye tekabül etmiyor. “Taliban ile görüşüyoruz da Esed ile niye görüşmüyoruz?” diye soranların şunu anlaması gerekiyor: Esed ülkesi üzerinde Taliban gibi bir kontrole sahip olsaydı belki böylesi bir dönemde siyasi realizm adına Esed’in meşruiyetini kaybetmiş eli kanlı bir diktatör olduğu gerçeği bir kenara konularak kendisiyle doğrudan görüşülebilirdi. Ne var ki, hâlihazırda rejimin Rusya ve İran’dan bağımsız hiçbir şey yapamaması ve ülkenin içinde bulunduğu çok ciddi ekonomik kriz göz önünde bulundurulduğunda Esed rejimi ile normalleşmenin bu aşamada Türkiye’ye kazandıracağı bir şey olduğunu iddia etmek pek mümkün görünmüyor.
Sözün özü, Türkiye’nin Suriye kaynaklı problemlerine Esed’le doğrudan görüşme üzerinden yaşanacak bir normalleşme değil, bütünlüklü ve tutarlı bir Suriye politikası olumlu bir katkıda bulunabilir.
__
[i] https://www.al-monitor.com/originals/2021/03/egypt-uae-calls-syria-arab-league-return-war-region.html
[ii] https://balkaneu.com/greece-and-cyprus-preparing-to-re-open-embassies-in-syria/
[iii] https://www.al-monitor.com/originals/2021/07/serbia-has-its-reasons-sending-ambassador-syria
[iv] https://www.al-monitor.com/originals/2021/09/lebanese-energy-plan-includes-syria
[v] https://syrianobserver.com/news/69809/defense-minister-of-syria-in-jordan.html
[vi] https://www.reuters.com/world/middle-east/jordan-fully-reopens-main-crossing-with-syria-2021-09-29/
[vii]https://syrianobserver.com/features/68630/why-jordan-is-pushing-to-normalise-ties-with-the-syrian-regime.html
[viii]https://www.reuters.com/world/middle-east/jordans-abdullah-receives-first-call-syrias-assad-since-start-conflict-2021-10-03/
[ix] https://english.alaraby.co.uk/news/syria-re-added-interpol-risking-potential-abuse
[x] https://syrianews.cc/dr-bashar-jaafari-syria-is-back-as-a-major-regional-player-interview/
[xi]https://reliefweb.int/sites/reliefweb.int/files/resources/Syria%20governorate%20profiles%206%20August%202014.pdf
[xii]https://research.sharqforum.org/2021/08/27/heated-conflict-or-consolidation-of-the-status-quo-in-northeast-syria-what-is-next-for-the-aanes/
[xiii]https://www.kurdistan24.net/tr/story/71250-Erdo%C4%9Fan:-ABD-Afganistan%E2%80%99dan-%C3%A7%C4%B1kt%C4%B1%C4%9F%C4%B1-gibi-Irak-ve-Suriye%E2%80%99den-de-%C3%A7%C4%B1kmal%C4%B1d%C4%B1r
[xiv] https://www.washingtonpost.com/podcasts/post-reports/where-is-mazen-alhamada/
[xv] Rakamlar için bkz. Khalid Alterkawi, Abdulwahab Assi, Obada Alabdallah ve Bashir Nasrallah, “The Demographic Change in Syria-2021-2011”, Jusoor for Studies, Istanbul, Mart 2021, s.4.
[xvi] https://twitter.com/Qussai_jukhadar/status/1326978037586546695
[xvii] Bkz. Amnesty International, “You’re Going to Your Death-Violations Against Syrian Refugees Returning to Syria”, London, 2021.
[xviii] https://eaworldview.com/2018/08/syria-daily-10-million-trustworthy-people-better-than-30-million-vandals/
[xix] https://sofrep.com/news/syrian-army-general-warns-refugees-dont-ever-return/