Eşitsizlikler Derinleşirken Kuralları Kim Koyacak?
Bugünlerde ekonomik sıkıntılarımızın tümü, eşitsizliğin dört atlısının (yükselen enflasyon, rekor gıda ve enerji fiyatları ve hepsinden önemlisi de Ukrayna’daki savaş) dörtnala üzerimize doğru geldiği “kusursuz küresel fırtına” ile ilişkilendiriliyor. Yönetici seçkinlerin, toplumlarımızı çöküşün eşiğine getiren güç dinamiklerine dokunmadan, kuralları pervasızca yeniden yazmalarına müsaade ettiğimiz takdirde bu “kusursuz fırtınadan” çıkmamız mümkün değil.
Washington’daki ekonomi zirvelerinin Hartum ya da Karaçi sokaklarında tepki topladığına pek sık tanık olmayız. 10-16 Nisan tarihleri arasında ABD’de gerçekleşen IMF ve Dünya Bankası Bahar Toplantıları da bu anlamda istisna değildi.
Bakanların ve diğer yetkililerin hafta boyunca birbiri ardına sıraladıkları değerlendirmeleri dinleyince, karşı karşıya olduğumuz çoğu krize çözüm bulmanın mümkün olup olmayacağını sormadan edemiyor insan. Her zaman olduğu gibi Washington’da çokça şey konuşuldu ama çözüm önerisi azdı.
Çok değil birkaç yıl önce, liderlerimizin “eşitsizlik salgını” olarak adlandırdığı krizi çözmeye nasıl da kararlı olduğunu hatırlayalım. Toplumlarımızda COVID-19’un “açığa çıkardığı” her yana sinmiş uçurumların üstesinden gelmeyi konuşmuyorlar mıydı?
Toplumun ayakta kalabilmesini sağlayan kilit konumundaki çalışanlara nasıl da methiyeler düzüyor, bakımı ve kolektivizmi göklere çıkarıyor, kamu hizmetlerine ve sosyal güvenlik ağlarına iyi bir ödenek ayrılmasının öneminin nasıl da farkına varıyorlardı, hatırlar mısınız?
Pandeminin başlamasının üzerinden çok değil üç yıl geçmişken, pandemiye verilecek küresel yanıtın daha iyi bir dünyaya açılan bir kapı olmasını sağlayacak anlamlı bir başlangıç umudu ve çağrısı artık geçmişte kalan bir hatıra.
Aslına bakarsanız bugün yeni bir eşitsizlik çağındayız. Hayat pahalılığındaki artış, işsizlik, kamu hizmetlerine az bütçe ayrılması, kamu hizmetlerinin yetersizliği ve yıkıcı sonuçları olan şiddetli iklim olayları, insanların ardı arkası gelmeden genişleyen sorunlar listesinin başında yer alıyor.
Sorun sadece sıkıntı ve yılgınlığın zirve yapmasıyla kalmıyor. İnsanlar giderek, devletlerinin ve koyduğu kurallarla sokaklardaki ekonomiyi şekillendiren uluslararası finans kuruluşlarının kendilerine hizmet etmediğinin de farkına varıyor. Ezici borçların geri ödemeleri kemer sıkma önlemleriyle karşılandığı müddetçe, sıkıntıyı en yoksul ve en çok marjinalleştirilenlerin sırtına yükledikçe, içinde yaşadıkları toplumun sürekli olarak krizde kalacağını, yaşamlarının da güvencesiz olacağını görüyorlar.
Dünya Bankası ve IMF “uzmanları” geçen hafta Washington’da kâr oranları ve yavaş büyümeyi konuşurken, tartışmaları, temel gıdalar için muntazaman sıraya girmeye mecbur bırakılan Zambiyalılar gibi, dünyanın çeşitli yerlerinde hayatta kalma mücadelesi veren insanların sıradan gerçekliğiyle ilgili görünmüyordu. İki sohbetinse nüfuzlu bir çevresi vardı. Bugün Zambiya’da hane halkını perişan eden ezici kemer sıkma önlemleri (dünyanın her yerindeki benzeri politikalar gibi), yerel hükümet tarafından onaylansın onaylanmasın, ideoloji olarak Washington’dan ihraç ediliyor.
Kusursuz Küresel Fırtına
Bugünlerde ekonomik sıkıntılarımızın tümü, eşitsizliğin dört atlısının (yükselen enflasyon, rekor gıda ve enerji fiyatları ve hepsinden önemlisi de Ukrayna’daki savaş) dörtnala üzerimize doğru geldiği “kusursuz küresel fırtına” ile ilişkilendiriliyor.
Rusya’nın saldırısının manzarayı çok daha kararttığına şüphe yok. Ama bizi buraya getiren onlarca yıldır dur durak bilmeden zenginlere hizmet eden, yoksulların perişan olmasına neden olan politikalar ve siyasa oldu. Neticede eşitsizlik yeni değil, bu sistemin bir parçası.
Ama artık krizler öyle vahim bir hal aldı ve halkın öfkesi Londra’dan Lagos’a öyle yayıldı ki liderlerimiz harekete geçmek zorunda kaldı. Meksika, Zimbabve, ABD ve Kenya gibi farklı farklı ülkelerde siyasetçiler “zenginlere vergi koymaktan” bahsetmek zorunda kalıyor. İnsanlar ulusal ölçeğin çok daha ötesine geçerek, küresel ekonomiyi destekleyen sistemlerin kendisini sorguluyor.
Barbados Başbakanı Mia Mottley, iklim krizinin ülkesini ağır bir biçimde etkilemesine karşılık olarak Kasım 2022’de, zengin ülkelerden iklim finansmanı sözünü yerine getirmemelerinin hesabını sormayı hedefleyen Bridgetown Girişimi’ni başlattı. Bu girişim, küresel finansal mimari içinde iklim finansmanına çok daha fazla para ayrılmasını, bu paranın nasıl harcanacağı konusunda ülkelere daha fazla esneklik sağlanmasını, uluslararası finans kuruluşlarının büyük ve daha ciddi bir özel sektör bütçesinin garantörü olarak hareket etmesini sağlamaya yönelik önemli değişiklikler getirmeyi amaçlıyor.
Girişime dahil olmaya heveslenen Emmanuel Macron, Haziran ayında iklim finansmanı konusunda “Yeni Bir Küresel Finansal Pakt” zirvesine ev sahipliği yapacak. Son günlerde Fransa halkının istekleriyle zıt yönde emeklilik yaşını yükseltmek için sendikalara baskı uygulamakta olan Macron’un eş-başkanlığında bir zirve, daha şimdiden mantığa aykırı geliyor. Zirvede Macron’a halihazırda G20’ye başkanlık eden Hindistan’ın Narenda Modi’si eşlik edecek. Bu da tam olarak böyle bir sürecin nereye varacağına dair şüpheleri artıyor.
Bu yaklaşım hakkında sorulması gereken temel bir soru var: Sorunu kalıcı hale getirenler, soruna çözüm üretilmesine ön ayak olabilir mi? Eşitsizlik kriziyle mücadele etmeyi isteyenler, durumdan en çok etkilenenlerin siyasi liderlerin önerdiği çözümlerin bir parçası olarak görülmediği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor.
İçinde bulunduğumuz durum, zenginlerin ve güçlülerin neden en yoksullar ve en marjinalleştirilmişler adına konuşamayacaklarını ortaya koyuyor. Yönetici seçkinlerin, toplumlarımızı çöküşün eşiğine getiren güç dinamiklerine dokunmadan, kuralları pervasızca yeniden yazmalarına müsaade ettiğimiz takdirde bu “kusursuz fırtınadan” çıkmamız mümkün değil.
Siyasetçiler sistemik değişim talebinin büyümekte olduğunu anlamalı. İnsanlar durumun üstesinden kendi çözümleriyle gelmeyi ve süreç içinde yeni bir iktisadi sistem inşa etmeyi istiyor.
Nitekim, Bahar Toplantıları’nda IMF Afrika Direktörü Abebe Selassie’nin kıtada baş gösteren borç kriziyle başa çıkmak için başka bir “Gleneagles anı” (destek ve borçların iptalinin zengin ülkelerin gündeminde olduğu 2005 G8 Zirvesi’ni hatırlatarak) çağrısında bulunduğunda, asıl noktayı kaçırmıştı.
Gemileri yaktık. Zengin ülkelerin önayak olduğu çözümler ve süreçler artık beklentiyi karşılamayacak ve buradan dönüş yok.
Pandemi iyileşmeyecek yaralar bıraktı. Liderlerimiz verdikleri sözleri unutmuş olabilir ama küresel çapta pek çok kişinin hayatını mahveden eşitsizlik krizi bu bellek yitimine karşı koyarak sürüyor. Zenginlerden daha düşük vergi alınmasının ve borç geri ödemelerinin halkların temel ihtiyaçları ve haklarını geri plana atmasının toksik birlikteliği kabul edilemez ve özünde adaletsizdir.
2008 küresel mali krizi sonrasındaki en büyük hatamız, ortaya çıkan ve eşi benzeri olmayan bir sistemik değişim fırsatını değerlendirememek oldu. O zaman iş başında olanların ve krizin sorumlularının önümüzdeki yolu belirlemelerine, daha fazla acıyı ve yıkımı garantilemelerine izin verdik.
Tarihin tekerrür etmesine izin veremeyiz. Bu yolda devam etmenin bedeli fazla ağır.
“Artık Yeter!”
Fransa, Peru, Ekvador ve diğer ülkelerin sokaklarındaki göstericiler bir süredir “artık yeter” diyor. Şiarları, emeklilik yaşının yükselmesine karşı çıkmaktan hükümetin baskılarına direnmeye ve adil ücret ve herkesin erişebileceği çocuk bakım hizmeti talebine kadar çeşitleniyor. Genel mesaj ise net: İnsanlar sistemik bir değişim istiyor.
IMF ve Dünya Bankası gibi neoliberal ekonomi düzeninin muhafızları olarak görülen kuruluşların amacını ve faydasını sorguluyorlar. Neredeyse 80 yıl önce, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerin yeniden inşasına destek sağlamak üzere kurulan bu kuruluşlarda yönetimlerinin her kademesinde zengin ülkeler ağırlıkta. Son yıllarda ilerici bir değişime gitme girişimlerine rağmen, aynı başarısız neoliberal politika çözümlerini dağıtmayı sürdürüyorlar. Bu nedenle de “yardım” teklifleri ve ekonomik müdahaleleri, Arjantin ve Tunus’tan Sri Lanka ve diğerlerine kadar, dünya genelinde halkın öfkesinin artmasına yol açıyor.
İçinde bulunduğumuz krizin temelinde yatanın ne olduğu ve ciddi bir değişimin nasıl olması gerektiğini dürüstçe konuşmanın tam zamanı. Eşitsizlikle Mücadele İttifakı (Fight Inequality Alliance) gibi grupların “Halk için Alternatifler” talebinde bulunmaya başlamasının nedeni de bu.
İçinde bulunduğumuz kriz, sistemik bir değişime ihtiyacımız olduğunu ve bu değişimin hızla gerçekleşmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Ancak ekonomik sistemlerimizin yeniden tasarımını, hâlihazırdaki yıkımın sorumlusu olan hükümetlere ve uluslararası finans kurumlarına bırakamayız. Bu gerçekten de halkın işi.
Bu yazı Al Jazeera tarafından yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.