Etik Gazeteciliğin de Günü Olsun mu?
Bir Çalışan Gazeteciler Günü’nü daha geride bırakmışken, gazetecilik mesleğine dair iki vurgu ön plana çıkıyor: Hesap verebilirlik ve insan onurunu ve etik değerleri önceleyen bağımsızlık. Ancak Türkiye’de etik gazetecilik yapmak giderek zorlaşıyor, çünkü haber kaynaklarına erişimin izne, basın kartını yenilemenin de siyasi muhaliflik düzeyine bağlı olduğu bir ortamda türlü baskı dereceleriyle karşılaşmak artık mesleğin bir parçası haline geldi.
Bir Çalışan (!) Gazeteciler Günü’nü (10 Ocak) daha geride bıraktık. Çalışmaya çalışan gazeteciler olarak… Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli araştırmacı gazetecilerinden biri olan Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü ise yakında…
Geçtiğimiz sene 174 davada 263 gazetecinin yargılandığı, bir yılda 13 TV kanalına 58 kez ceza kesildiği, eleştirel ve sorgulayıcı gazeteciliğin önünün dezenformasyonla mücadele adı altında kesildiği, otosansürün yaygınlaştırılmaya çalışıldığı, kutuplaşmanın medyaya yansıdığı ülkemizde, yine hafızalarda geçmişin tortusunu arayacağız, gazeteciliğin yapılabildiği günlere dair anlatıların özlemiyle…
Haberlerin daktiloyla yazıldığı çağdan yurttaş gazeteciliği ve Chat GPT ile yazılan haberlere dek gazetecilik tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de inişli çıkışlı ilerliyor.
Gazetecilik etiğinin -ister internet, ister sosyal medya, ister radyo, ister basılı yayın, ister TV’de olsun- aslında bir meslek ahlakı olduğunu sık sık yinelemek gerekiyor. Bunun için de medya ombudsmanı Faruk Bildirici gibi duayenler devreye girerek sağduyu ve ortak akıl çağrısında bulunuyor.
Dezenformasyonun sıradan hale geldiği hakikat-sonrası bir çağda, bilginin ve gerçekliğin her an sorgulandığı, meslek ahlakının çoğu zaman ayaklar altına alındığı bir ortamda yaşayan ve yazan güçlü kalemler ise, gerçeklerin peşinden etik bir sorumluluk içinde ilerlemeye devam ediyorlar.
Çocuk ve Kadın Hakları Haberciliği
Yıllardır örtbas edilen bir çocuk istismarı haberini gün yüzüne çıkaran cesur bir gazeteci bir anda istismarı aklamak isteyenlerin odağına yerleşebiliyor ve tutuklanması talebiyle sosyal medyada çağrılar gündeme gelebiliyor.
Oysa gazetecilik olmasaydı, BirGün yazarı Timur Soykan gibi cesur kalemler çıkmasaydı, anaakım medyanın umursamazlık şemsiyesi altında bir yanımız hep gölgede, bilinmezlikte kalacaktı. Gerçek gazeteciliğe sahip çıkılması ve kısıtlı imkânlarla “iyi gazeteciliği” sürdürenlerin desteklenmesi gerektiğini, bu haberden sonra bir kez daha anımsadık.
Kadınlar sapır sapır öldürülürken kadın cinayetlerinin siyaset-üstü olduğunu savunan veya Türkiye’nin çocuk nüfusu en yüksek olan ili Şanlıurfa’da sadece bir çocuk onkoloğu varken “Almanya’da ekonomik kriz hastaneleri vurdu” şeklinde güya “ters köşeye yatıran” haberler yapan gazeteciler, köşelerinden aklımızla adeta alay edebiliyorlar.
Veya bir başka gazeteci “Suriyeli simitçi; yaşlı, hasta, engelli ve hamileler için ayrılan koltuğa simitlerini koydu” diye başlık atarak, yaşlı, hasta, engelli ve hamileler hariç herkesin zaten oturduğu bir koltuğa belki de bir dakikalığına yorgunluğunu alsın diye simit tepsisini yerleştiren kişinin milliyeti üzerinden etik-dışı bir haber başlığıyla insanların öfkesini çekebiliyor, nefret suçu işleyebiliyor. Göz göre göre, hiçbir ahlaki çekincesi olmadan…
Tam da okullarda ücretsiz yemeğin bir hak olduğu savunulurken, “İngiltere’de çocuklar açlıktan silgi yiyor” haberleriyle algıları deforme etmeye çalışanlar, dün eleştirdiğini rüzgârın yönü değişince bugün övenler, yoksulun çektiklerini görmeden ve başkası için kaygılanmadan pahalı rezidanslarında masa başından ekonomi haberi yazanlar da cabası…
Kimi gazeteciler Meclis’te çocuk istismarının araştırılması komisyonunun kurulmasını tüm sorunları çözen bir altın formül olarak sunarken, CHP Genel Başkan yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi’nin geçtiğimiz hafta açıkladığına göre, Türkiye’de son 19 yılda 1 milyon 755 bin kız çocuğunun doğum yapması gibi korkunç bir trajediyle karşı karşıyayız.
Görünüşte steril ve benmerkezci dünyalarında onlar da masa başında çalışıyor… Ama geriye kalan bağımsız basın emekçileri, halkın haber alma hakkı için çalışırken türlü zorluklar altında mesleklerinin gereğini yerine getiriyor.
Peki gazetecilik neden önemli? Bu, geçtiğimiz sene Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı tarafından çıkarılan, Gülseren Adaklı çevirisiyle de dilimize kazandırılan Columbia Üniversitesi’nde gazetecilik profesörü Michael Schudson imzalı kitabın da başlığı… Gazetecilik neden önemli?
Gazeteciliğin Önemi
Sorunun yanıtı tüm kitapta gazetecilik sosyolojisi üzerinden çok ayrıntılı işleniyor ve ABD’deki basın kuruluşlarının pratiklerinden yola çıkarak örneklerle açıklanıyor, ancak kitabın son paragrafı aslında yanıtı özetler nitelikte:
“Gazetecilik dünyasında, dürüst/özenli/vicdanlı çaba, dünya çapında daha önemli ve daha sofistike hale geldi. Her ne kadar tehdit altında olsa da, liberal toplumlarda gazetecilik, hem pazar güçlerine hem de kötü niyetli politikacılara karşı koyma gücünü giderek daha fazla elde ediyor. Gazetecilik bu anlaşılması zor dünyada önemlidir ve bu yüzden de onu destekleyerek bir fark yaratabilirsiniz.”
Gazetecilik elbette tüm sorunların çözümü veya tüm kaosların sebebi değildir, ancak insanlık tarihinde olguları anlamlandırmak, aralarındaki ilişkileri kurmak, iktidarları ve güç sahiplerini hesap verebilir olmaya zorlamak açısından temel bir araçtır. Bir üniversitede kadro ilanlarında belli bir kişinin tarif edildiği veya liyakatsiz birinin istihdam edildiğini ortaya çıkarmada gazetecilik kamusal bir görev üstlenir mesela…
Gazetecilik “zanaatında” bir doğruluk ve dürüstlük ölçütü olarak “hesap verebilirlik” (accountability), kamusal ve mesleki bir görevdir. Gazeteci, olguları ve hakikati politik savunuculuk çerçevesinde değil, konunun muhataplarının hesap verebilirliğini sağlayacak düzeyde bir nesnellik ve ideolojik tutarlılıkla vermekle yükümlüdür. Gazeteci, güç merkezlerini ve toplumun farklı kesimlerini yaptıklarından dolayı halka karşı sorumlu tutmak konusunda önemli bir araçtır ve Schudson’ın ifadesiyle “kamusal dili değiştirir, siyasi değişimi zorlar”. Bunu da, gereksiz ayrıntılara girmeden, olayı kristal berraklığıyla ortaya koyarak ve siyasi angajmanlara kapılmadan, kamuoyunu en net şekilde bilgilendirerek yapar.
Dördüncü Kuvvet
Joseph Pulitzer’in 1904’te “The College of Journalism” (North American Review 178, no.570, pp.641-680) başlıklı makalesinde yazdığı gibi, “gazeteciler arasında paraya değil ahlak, eğitim ve karaktere dayalı bir sınıf duygusuna ihtiyacımız var”.
İyi gazeteci, altı yaşında cinsel istismara uğradığını, üzerinden on yıllar geçtikten sonra güç bulup itiraf eden bir kadının çocukluğunu karartan tüm kişileri ve güç odaklarını hesap verebilir kılmak üzere net, tutarlı ve olgulara dayalı bir dil ve iyi belgelenmiş bir çerçeve kullanır.
Gazetecilik bu yüzden önemlidir. Hükümetleri ve güç odaklarını hesap vermeye zorlar. Gazetecilik o yüzden yasama, yürütme, yargının yanında, dördüncü kuvvettir.
Bu açıdan Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı dönemde, kişisel e-posta adresinden yaptığı resmi yazışmaları ortaya çıkaran New York Times muhabirlerinin, bunu tüm politik eğilimlerini ve Trump karşısında Clinton’ı destekleyen bir eğilime sahip bir gazetede çalışmalarını hiçe sayarak yapmaları, tam da bu hakikat arayışının sonucuydu.
Michael Schudson’ın da belirttiği gibi, “doğruluk dürtüsüne sahip olmak”, “hikâyeyi takip etmek” ve olduğu gibi aktarmak, toplum yararını gözetmek, gazetecinin olmazsa olmazlarındandır. Medya uzmanı Karin Wahl-Jorgensen’in tespitine göre ise, gazeteciler haberlerine ne kadar çok duygu katarlarsa, yani izleyicinin kalbine ne kadar ikna edici şekilde seslenirlerse, Pulitzer ödülü kazanma olasılıkları da o denli artar.
Gazeteci Fareed Zakaria’nın dilimize kazandırdığı “liberal olmayan demokrasilere” örnek verilen Türkiye’de ise etik gazetecilik yapmak giderek zorlaşıyor, çünkü haber kaynaklarına erişimin izne, basın kartını yenilemenin de siyasi muhaliflik düzeyine bağlı olduğu bir ortamda türlü baskı dereceleriyle karşılaşmak artık mesleğin bir parçası haline geldi.
Etik Hatalarımız
Bir yandan da çuvaldızı kendimize batırmamız gerekiyor. Yıllardır tüm hak savunucuları ve uzmanların etik gazetecilik konusundaki uyarıları, bir kulağımızdan girip diğerinden çıkıyor. Halen deprem anında enkazdan kurtarılan çocukların perişan hallerini manşetlere taşıyor, babası öldürülen çocukların mutlu günlerine dair fotoğraflarını ve isimlerini çarşaf çarşaf yayınlıyor, eşini veya sevgilisini öldüren caninin yüzünü gizlerken katledilen kadının fotoğraflarını ortalık yere yüklüyoruz.
Oysa, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde şöyle yazar: “Suça itilmiş çocuklarla ilgili suçlarda ve cinsel saldırılarda 18 yaşından küçük olan suç faili ya da mağdurların kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapılmamalı, fotoğraf, görüntü ve çizim kullanılmamalıdır.”
Gazetecilikte kadın ve çocuk haklarını gözeten bir dil konusunda uzmanlar sürekli uyarıda bulunsalar da, etik gazetecilik halen bu noktalarda çağı yakalayamıyor; daha fazla tıklanma almak, reyting peşinde koşmak ve Google algoritmalarında öne geçmek adına, birkaç saat sonra unutulacak haberler uğruna, mesleki etik geri plana atılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Faruk Bildirici’nin de köşesinde dikkat çektiği gibi, Ülkü Ocakları eski Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesinin ardından, ailesiyle çekilen fotoğrafında iki küçük kızının yüzlerinin kapatılmadan yayımlanmasının mahremiyet ihlali olduğu ve gelecek yaşamlarının olumsuz etkilenme olasılığının bulunduğu, artık herkesin öğrenmek zorunda olduğu bir temel ilke olmalı.
Bir Çalışan Gazeteciler Günü’nü daha geride bırakmışken, gazetecilik mesleğine dair iki vurgu ön plana çıkıyor: Hesap verebilirlik ve insan onurunu ve etik değerleri önceleyen bağımsızlık.
Albert Camus’nün o güzel sözünü biraz değiştirirsek, “bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede gazetecilerin ne koşullarda çalıştığına ve etik değerlerine ne kadar bağlı kaldığına bakın”.