Ezber Bozmak Zamanı
Memleketin en önemli ülkücü ve milliyetçi partisinin lideri, kendisinin de ifade ettiği gibi yıllarca kavga etmekle bir yere varılamadığından, beklenmedik bir çıkışla Öcalan’a çağrı yaparak ezberleri bozdu. Yıllarca barış için mücadele etmiş, çatışma çözümleri için sivil toplum örgütleriyle hareket etmiş sosyalist bir siyasetçi olarak Bahçeli’den görüşme talep ederek bir ezber de biz bozmuş olmadık mı?
Geçen hafta, 20 Kasım’da Devlet Bahçeli ile yaptığım görüşme konusunda çok yazılıp çizildi; ama aslı astarı olmayan bir tevatür zincirinin tedavüle sokulmasının iyi niyetli bir yaklaşım olmadığı ortada. Belli ki bu konularda adım atılması ihtimali bazı çevreleri tedirgin etmiş.
O yüzden bu süreci yazıya dökmeyi faydalı buldum.
22 Ekim’de Bahçeli’nin “Öcalan’ın DEM Parti’ye Meclis’te açıklama yapması” çağrısı önemliydi ve bir süre gündemi belirledi; ama ardından gelen kayyımlarla sessizliğe dönüştü.
Bahçeli ile benim aramda bir görüşme olmakla birlikte DEM yönetimiyle konunun müzakere edildiğini, DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan’ın “Siyasi özne olarak biz her türlü katkıya hazırız” dediklerini Bahçeli’ye ilettim.
Kendisinin de onayıyla görüşmeyi kamuoyuyla paylaştım.
Erdoğan’ın Ekim başında yaptığı konuşmada “Sorunlarımızı küresel güçler olmadan baş başa çözelim” çağrısının kendisine “Nasıl?” sorusunu sordurduğunu ve Meclis açılışında DEM grubunun yanına gidip, el sıkışıp hatır sorarak bu adımı attığını ifade etti.
60’lardan beri kavga ettiğimizi ve bunun iktisadi, siyasi ve insani faturasının çok ağır olduğunu anlatarak “Artık kavgayı bitirmeliyiz” dedi.
Ben de bu yaklaşımının çok olumlu olduğunu, her türlü katkıya hazır olduğumuzu söyledim. O da sivil toplum örgütlerinin ve aydınların katkılarının bu süreçte önemli olduğunu ifade etti.
Soros değinmesi üzerine de artık hepimizin yeni bir dil geliştirmemiz gerektiğini ve yeni bir sayfa açma ihtiyacının altını çizdim.
Yeni dili ve başka türlü bir ifadenin mümkün olduğunu bir espriyle de aktarmam Bahçeli’nin hoşuna gitti: “Dua ederken sigara içebilir miyiz?” sorusuna hayır yanıtı veren hocaya, “Peki sigara içerken dua mırıldanabilir miyiz?” diye sorulunca evet demiş.
Bu süreçte 50 milletvekiliyle yapacaklarının sınırlı olduğuna, AK Parti’nin burada inisiyatifinin önemli olduğuna işaret etti.
Görüşme kısa ama gayet olumlu bir atmosferde geçti ve ben Devlet Bey’i çağrısında son derece kararlı ve özgüvenli gördüm.
Maksadın hasıl olduğunu görüp Ahmet Türk’le toplantıya yetişeceğim için ileride yine görüşme temennisiyle ayrılırken, sekreterinden taksi talep edince nezaket gösterip geç kalmayayım diye kendi araçlarını sağladılar.
Memleketin en önemli ülkücü ve milliyetçi partisinin lideri, kendisinin de ifade ettiği gibi yıllarca kavga etmekle bir yere varılamadığından, beklenmedik bir çıkışla Öcalan’a çağrı yaparak ezberleri bozdu.
Yıllarca barış için mücadele etmiş, çatışma çözümleri için sivil toplum örgütleriyle hareket etmiş sosyalist bir siyasetçi olarak Bahçeli’den görüşme talep ederek bir ezber de biz bozmuş olmadık mı?
Eller bir kere de barış için yükseltilsin. Ama ne gam?
Sanki bir gazeteci gibi sorular sormaya gittiğimi düşünen bazı insanlar, bir dizi memleket sorununu da konuşup konuşmadığımızı sordular ve sorguladılar. Hayır, Bahçeli’yle görüşme konum onun Öcalan’a yaptığı çağrı üzerineydi. Bu görüşme ile bir diyalog sürecinin başlamasıdır önemli olan. Bu da ancak olumlu bir ilk görüşmeden sonra mümkün olabilir. Bu diyalog sürecinin kendi içinde yeni diyaloglar üretmesiyle, aynen şimdi Ahmet Türk’ün Bahçeli’den görüşme talep etmesi gibi, daha sonra Özgür Özel’in Bakırhan’dan, Bakırhan’ın Erdoğan’dan görüşme talepleriyle bir diyaloglar zemini yaratılarak barışa ulaşılabilir.
Yani benim 30 dakikalık Bahçeli görüşmemden beklenen ve bu yaşadığım abluka, aslında nasıl bir diyalog açlığı olduğunun da göstergesi.
“Neden radikal milliyetçi görüşleri olan bir liderle görüştün” sorusunun yanıtı da belli, tam da bu yüzden! Biz kendi benzerlerimizle konuşmaya alıştığımız için kendimizden farklı olanlarla diyaloğu yadırgıyoruz.
Diyalog her zaman monologdan iyidir. Temas kurmak da temassızlıktan iyidir.
Muhatabınızı siz seçmiyorsunuz, iki taraf açısından da bu böyle. Bir meşruiyet tartışması yürütülerek sonuç almak da kolay değil.
Amaç, bu diyalog zemininin koşullarını oluşturmanın öneminin altını çizmekti. Bunların çoğu zaten kamuoyuna da yansıdı.
Daha sonra yoğun basın ilgisi olunca, kim sorarsa bu bilgileri aktarmak da bu işin diğer bir parçası. Bunu popülarite merakı gibi kodlayanları okurlara havale ediyorum. PR peşinde olmak gibi yakışıksız yaklaşımlar da cabası. Sonuçta elinizi taşın altına koymaya hazır olduğunuzu söylüyorsunuz, barış çağrısına desteğinizi ifade ediyorsunuz.
Başkalarını kendi gibi bilmekten kaynaklanan rahatsızlıklar bunlar; ama bu konunun önemi karşısında bir karşılığı yok. Partileri ve kişilerin komplekslerini aşan devasa bir mesele bu, kamuoyuna her türlü parazite hazırlıklı olmak gerektiğini de göstermiş oluyor.
Bir başka konu da, görüşmeyi özetledikten sonra, kişisel kanaatlerimi soranlara verdiğim yanıtları karıştıranlar ya da birleştirenlerin olması. Bunlar da ne kadar masumane bilemiyorum.
“Somut bir yol haritası olmasa da sizin izleniminiz, beklentiniz nedir?” gibi sorulara da “Üzerinde ciddi çalışma yapılmadan bu konular gündeme getirilemez ama benim kişisel beklentim anayasal değişim ve yasal düzenlemelerde yapısal değişikliklerin olmasıdır” diye kendi yaklaşımımı ve kısmi af düzenlemesi ve resmî dilin yanı sıra anadille ilgi çalışmalar gibi beklentilerimi özetleyen bir yanıt verdim.
Bahçeli ile görüşmemizi aktardıktan sonra yorumlarımı gayet net şekilde belirtmiş olmama rağmen bunları çorba edenlerin yolu barış olmasa gerek!
İşin esası daha önemli, bundan sonra ne olacak?
Gönül isterdi ki memleketimin bazı gazetecileri ve aydınları benim bu görüşmemi eleştirmek, önemsizleştirmek yerine bu soruyu ve yeni soruları tartışmaya başlasalardı.
Keşke yapılan çağrıyı ciddiye alıp kulak verseler, uzatılan eli ne olursa olsun tutmak gerektiğini idrak edebilselerdi. Bu barış eli Erdoğan’a yarar, yine seçilir endişesinin yerine keşke önceliği, onlarca ailenin gençlerinin ölmesi ve öldürmesinin sonlanacağı barış umuduna verselerdi. Keşke bir barış umudunun, yıllardır haksız yere hapiste yatan siyasi mahpusların da umudu olduğunu idrak edebilselerdi.
Maalesef bazen insanın bencilliğinin dozu, insanlığı sığlaştırmaya kadar gidebiliyor ve barış bile öncelik taşıyamayacak hâle gelebiliyor…
Tabii ki bu, gelgitleri olan bir süreç. Ve maalesef savaşı başlatmak kadar da kolay değil barışı başlatmak.
Şu an önümüzde öncelikli bir dizi sorun var. Kayyım uygulamaları gibi kabul edilmez yaklaşımların verdiği hasarı görmek ve bir an önce çözülmesini sağlamak gerekiyor.
Ahmet Türk’ün, Rojava sürekli bombalanırken uzanan nasıl bir barış eli sorusu da bir diğer gerçek.
Başta hukuk teminatının sağlanması gibi temel meseleler konusunda ana muhalefeti de kapsayan bir mutabakatın sağlanması çok önemli.
Biz işin usulünü ve zeminini konuştuk, içeriğin nasıl doldurulacağı siyasi partilerimizin, kamu otoritesinin ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarının harmonisini gerektiriyor. Siyaset, zamanlama sanatı demek aynı zamanda. Buralarda asgari bir uzlaşı sağlamak, katkı sunmak önem taşıyor.
Çekya devlet başkanı olduğunda Vaclav Havel’e, ona acı çektirenlerin listesini sunduklarında, çöpe atıp yeni bir sayfa açmayı seçmişti.
Barışı sağlamak özel bir çaba, empati ve barış dilini gerektiriyor. Barışmayı bir zaaf ve taviz olarak görmememiz lazım.
“Damla, tamamlanınca damlar” demiş Özdemir Asaf.
Umarım ahir ömrümüzde hep beraber bunu sağlar, gelecek kuşakları büyük bir yükten kurtarırız.
Eski paradigmayı değiştirmeye, ezber bozmaya var mısınız?
Yeni ufuklara yelken açmak için ezberlerinizden başka kaybedeceğiniz bir şey yok.
Haydi o zaman, şimdi barış zamanı, şimdi ezberleri bozma zamanı!