Fare Deliğe Sığmamış Bir de Kuyruğuna Kabak Bağlamış
Enflasyon yükseldikçe borç stoku artmadan aslında gelecek yıllara ve nesillere aktarılan faiz yükü artıyor. Enflasyonun %60’lara dayandığı bugünlerde biraz sorumluluk duygusu olan karar vericilerin bu ihraçları hızla azaltmaları veya daha kısa vadeli ihraç yapmaları beklenirdi. Sizce böyle mi oldu? Gelecek nesillere karşı böyle bir sorumsuzluk yapmamaları gereken yöneticilerimiz acaba gerçekte ne yaptılar?
Geçtiğimiz Eylül ayında faiz ve faizcilerle mücadele diye başlayan sürecin kazananları enflasyon yatırımcıları oldu. “Enflasyon yatırımcısı diye bir şey var mı?” diye merak edenler yazının içinde detayları bulacaklar. Yazının içinde bulacağınız sadece bu olmayacak. Aynı zamanda enflasyonu yoldan çıkaranların bundan faydalanarak gelecek nesillere nasıl bir faiz yükü bıraktıklarını da bulacaksınız.
Banka Kârları Nasıl Patladı?
Geçtiğimiz hafta ekonomi gündeminde en çok konuşulan konulardan biri, bankaların kârlarındaki olağanüstü artıştı. Prof. Dr Şenol Babuşçu, hazırladığı tablo ile banka grupları bazında artış oranını ortaya koydu.
Sektörün kârının bir yılda üç katına çıkmasının en büyük nedeni, bankaların faiz gelirlerindeki artış oldu. Aşağıdaki tabloda faiz gelirlerindeki bu artışın hangi kalemlerden geldiğini görebilirsiniz.
Tabloda görüleceği gibi bankaların gelirlerinde oransal olarak en çok artan kalem menkul kıymetlerden alınan faizler.
Bu menkul kıymet faiz gelirlerinin önemli kısmı ise (%85’i) Türk lirası cinsi menkul kıymetlerden kaynaklanmakta. Aşağıdaki grafikte bankaların 2021 başından bu yana aylar itibarıyla TL cinsi tahvil ve bonolardan aldıkları faizin gelişimini görebilirsiniz.
Bankaların Ekim ayından sonra artan menkul kıymet faiz gelirleri Aralık ayında rekor kırmış. Yılın son ayında 24 milyar TL’ye ulaşmış. Sektörün 2021 yılı toplam kârının 93 milyar TL olduğunu düşünürsek, sadece bir ayda tek kalemden gelen bu yüklü faiz gelirinin kaynağı nedir?
İlk bakışta bu gelirlerin, yılın son çeyreğinde hızla düşürülen Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) faizine rağmen aynı hızla yükselen tahvil faizlerinden geldiği düşünülebilir. Oysa sanılanın aksine bankaların mülkiyetinde bulunan nispeten düşük faizle alınmış ortalama 2-3 yıl vadeli sabit faizli tahviller, yükselen faizlerden faydalanamazlar. Yükselen faiz ortamı önce bankaların tahvil faiz marjlarına daraltıcı etki yapar. Daha sonra yüksek faizli tahvillerin portföye alınması ile faiz marjları zamanla toparlanır. O halde tahvil faizleri yükselişinin hemen sonrasında bu gelir patlamasını ne yaratmış olabilir?
Yaşasın Enflasyon
Hatırlanacağı gibi Hazine, yurtiçi yatırımcılardan döviz ve altınla borçlanmaya 2017 yılında geri dönmüştü. Türk lirası borçlanmalarını ise üç enstrüman ile yapmakta. Bunlar sabit faizli, değişken faizli ve enflasyona endeksli tahviller. Banka kârlarının rekorlar kırmasının nedeni ise işte bu enflasyona endeksli tahviller. Aşağıda bu dört enstrümanının iç borç stoku içindeki paylarını görebilirsiniz.
İç borç içinde sadece %22 paya sahip olan enflasyona endeksli tahvillerin bankalarda böylesine kâr patlaması yaratmasının nedeni tabii ki zincirlerinden boşalan enflasyon oranı.
Eylül ayındaki faiz indirimi ile rayından çıkan kurlar ve enflasyonla bankaların elindeki bu tahvillerin değerleri de hızla arttı. Aşağıda 2031 vadeli enflasyona endeksli tahvilin son 6 ay içindeki fiyat grafiğini görebilirsiniz.
Bankalar 2021 başında enflasyona endeksli tahvillerden %15 civarında bir faiz geliri elde edeceklerini varsayıyorlardı. Oysa enflasyon 2021 yılını %36 ile kapattı. %15 ile yola çıkıp gerçekte %36 enflasyon oluşunca aradaki %20’ye yakın oluşan kârın hepsini Aralık ayından başlayarak Şubat’a kadar yazdılar (Enflasyona endeksli tahviller, yapıları gereği 2 ay önceki enflasyon oranıyla değerlenirler).
Ancak turpun büyüğü hâlâ heybede. Bu ay %61’e ulaşmış olan enflasyon, yılı %45-%50 civarında kapatsa bile bankalar bu tahvillerden 2022 yılında da önemli bir kazanç sağlayacaklar.
Ver Tahvili, Al Ucuz Parayı.
Yatırımcılar için enflasyona endeksli tahviller enflasyondan korunmak için faydalı bir enstrüman. Bankalar ise diğer yatırımcılarda olmayan eşsiz bir ayrıcalığa; yıllık %50-60 getirisi olan bu tahvilleri TCMB’ye teminat olarak verip %14 ile borçlanma imkânına sahipler. Vade riskini aldıkları sürece bu enstrümanla kârlarını sürekli artırma imkânları var. Bakan Nebati boşuna “Enflasyonun altında faizle kredi kullanıyorsunuz, kendimizi muhteşem başarılı buluyoruz” demedi.
Bankalarda bu kâr patlamasını yaratan enflasyona endeksli tahvillerin faizini ödeyecek olan ise tabii ki vatandaşlar. Kurların ve enflasyonun artmasıyla iç borç stokunun %40’ını oluşturan dövize ve enflasyona endeksli tahvillerin vatandaşlara yükü hemen arttı. Bu da ileride daha çok vergi ödeyeceğimiz veya daha çok borçlanacağımız anlamına geliyor.
Kâr Herkesindir, Zarar Yetimdir
Normalde yazının burada bitmesi gerekirdi. Ancak bankaların bu olağanüstü kazançlarının bir de karşı tarafı var. O da Hazinemiz. Oralarda görünüm nasıl, şimdi gelin ona bakalım.
Aralık ayında 24 milyar TL, sonraki aylarda aylık 15 milyara ulaşan menkul kıymet faiz gelirlerinin ana kaynağının enflasyona endeksli tahviller olduğunu gördük. Aşağıdaki grafikte 2021 başından bu yana Hazine’nin kayıtlarında enflasyona endeksli tahvillerin miktarının ve oranının nereden nereye geldiğini görebiliriz.
Enflasyonda bunca yükselişe karşı enflasyona endeksli tahvillerin borç stokundaki miktarında dişe dokunur bir değişiklik olmamış. Payı da %23’ten %22’ye düşmüş. Bankalar hazineden aldıkları faizlerle kâr rekorları kırarken, faizi ödeyecek olan Hazinemizde gözle görünür bir borç oluşmamış. Bankalar kazanmış, Hazine kaybetmemiş. Çok güzel değil mi?
Sanki bir mucize olmuş bankaların yazdığı onca faiz gelirine karşın devletin borç stokunda bir yükseliş olmamış. Faizin hepsi arada ödenmiştir diye düşünebilirsiniz, öyle bir şey de yok. Bankaların yazdıkları faiz gelirinin neredeyse hepsi henüz tahsil edilmemiş faizlerden oluşuyor.
Muhasebe Mucizesi
Yazıyı buraya kadar takip etmiş olanları daha fazla merakta bırakmaya gerek yok. İşte bu noktada karşımıza bir muhasebe mucizesi çıkıyor. Devletin borç stoku özel şirket veya bankalardan farklı bir şekilde muhasebeleşiyor. Devletin ilk borçlandığı tutar borç stokuna ekleniyor; faizleri ise ödendiği zaman faiz gideri olarak yazılıyor. Dolayısıyla borcun ödenmemiş faizi borç stokunu yükseltmiyor. Bu muhasebe tekniği kuponlu tahviller ve döviz cinsi borçlanmada önemli bir sorun yaratmıyor. Döviz veya dövize endeksli tahvillerde dövizin fiyatı arttıkça alınan ilk borç miktarına etki ettiği için borç stoku otomatik artıyor. Kuponlu tahvillerde ise genelde 3 veya 6 aylık sıklıklarla faiz ödendiği için borç stokundaki tutar ile gerçek borç arasında önemli bir fark oluşmuyor.
Ancak enflasyona endeksli tahvillerde ödenecek enflasyon farkının hepsi, tahvilin vadede ödenecek anapara tutarına ilave ediliyor. Böylece aslında borç stoku artmadan ileride ödenecek faiz yükü kartopu gibi birikiyor.
Yazının başındaki Mayıs 2031 vadeli tahvil örneğine dönelim. Varsayalım ki bugünden itibaren 2031’e kadar yıllık %20 enflasyon oluşsun. O zaman vadeye kadar tahvilin fiyat grafiği aşağıdaki gibi olacak.
Böylece 2021 yılında 100 TL’ye ihraç edilmiş olan tahvilin fiyatı, vadeden bir gün önce 832 TL’ye yükselmiş olacak. O güne kadar da borç stokunda bu tahvile ait borç sadece 100 TL olarak görünecek. Vade günü geldiğinde Hazine yatırımcıya 100 TL anapara ve 732 TL enflasyon farkı ödeyecek. 10 yıllık enflasyonla biriken borcun o gün geri ödenmesi ile devletin bir anda faiz giderleri artacak. Bu da o zaman daha çok borçlanma ya da daha çok vergi ile finanse edilmeye çalışılacak.
Enflasyon yükseldikçe borç stoku artmadan aslında gelecek yıllara ve nesillere aktarılan faiz yükü artıyor. Enflasyonun %60’lara dayandığı bugünlerde biraz sorumluluk duygusu olan karar vericilerin bu ihraçları hızla azaltmaları veya daha kısa vadeli ihraç yapmaları beklenirdi.
Sizce böyle mi oldu? Gelecek nesillere karşı böyle bir sorumsuzluk yapmamaları gereken yöneticilerimiz acaba gerçekte ne yaptılar?
Borçlanarak Faiz Geliri Yaratılabilir mi?
Sevgili Fatih Sezer’in hazırladığı aşağıdaki tabloda, Hazine’nin 2006 yılından bu yana elde ettiği faiz gelirlerini görüyorsunuz.
2018’e kadar makul düzeyde seyreden faiz gelirleri sonrasında artmaya başlamış. 2021’de 41 milyar TL olmuş. Bu yıl sadece 2 ayda ise 28 miyara ulaşmış. 28 milyar çiftçiye verilecek destek büyüklüğünde bir tutar.
“Sürekli borçlanan Hazine nasıl faiz geliri elde edebilir” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. İşte bu faiz geliri, enflasyona endeksli tahvillerin “yeniden” ihracından elde ediliyor. Hazine, bırakın sorumlu bir şekilde gelecek nesillere sahip çıkmayı, 2019’dan bu yana yukarıda açıkladığım muhasebe mucizesinden bir “cinlik” yaparak kısa vadeli olarak faydalanmayı tercih ediyor.
Hazine borç stokunda ihraç fiyatı olan 100 TL’den takip edilen enflasyona endeksli tahvili, belli bir süre sonra aynı vade ve kuponla yeniden ihraç ediyor. Örneğin ihraçtan 1 yıl sonra enflasyonla şişerek piyasa fiyatı 160 TL’ye gelmiş tahvili bankalara 160 TL’den satıyor. Hazine bu satışı yaptığı anda borç stokuna 100 TL ilave ederken, 60 TL de “faiz geliri” elde ediyor. Tabii ki vade geldiğinde hem bugün gelir olarak yazdığı 60 TL’yi hem de vadeye kadar bunun üstüne birikecek enflasyon farkını ödeyecek.
Böylece Hazine borçlanırken bugün yüklü faiz geliri yazıyor, ancak gelecek nesillere acısı sonradan çıkacak yüklü faiz giderlerini de miras bırakıyor.
Kısa vadede rahatlama yaratıp uzun vadede felakete yol açan finansal mühendislik uygulamalarının bir örneğini enflasyona endeksli tahvil ihraçlarında da görüyoruz.
Ankara’da biraz sorumluluk veya vicdan sahibi olanlar kaldıysa, bu yazımızla onları “yeniden ihraç” yöntemi ile borçlanarak faiz geliri yaratma mühendisliğini biran önce terk etmeye davet etmiş olalım.