FED Fazlasıyla Siyasetin Kontrolünün Dışında

ABD Merkez bankası o kadar bağımsız ki para politikasında artık ne Başkan’ın ne de Kongre’nin sözü geçiyor.

FED Fazlasıyla Siyasetin Kontrolünün Dışında

Başkan Biden, dünyanın en güçlü merkez bankası başkanı Jerome Powell’ı bir dört yıllık görev süresi için daha aday gösterirken “esasen” diyordu “Federal Reserv’de istikrara ve bağımsızlığa ihtiyacımız var.” Galiba bu konuda haklı da. Sorunsa şu; istikrar — ve piyasalarda şiddetli değişimlerin önlenmesi ve bağımsızlık — ihtiyacı merkez bankaları üzerindeki demokratik kontrolün artırılması isteğinin ötesine geçiyor. Planlandığından çok daha güçlü ve enflasyonla mücadelede eleştirel olan ABD Merkez Bankası (FED) artık demokratik kontrolü aştı.

 

Powell’ın enflasyona ilişkin kararları Biden’ın ve partisinin siyasi akıbetini belirleyebilir. Yine de Powell’ın enflasyon stratejisinin, Biden’ın onu yeniden aday gösterme kararıyla neredeyse ilgisi yok gibi görünüyor. Sadece bu da değil, düşünülen tek diğer aday olan ve FED Başkan Yardımcılığı için aday gösterilen Lael Brainard da FED yönetim kurulu üyesi olarak görevde olduğu yedi yıl boyunca para politikası konusunda Powell ile aynı yönde oy kullanmayı hiç ihmal etmedi. Geleceğe yönelik planlarında önemli farklılıklar olsaydı da (piyasa, oldukça belirsiz bir biçimde Brainard’ın tasarruf politikası ve artış oranları konusunda daha az agresif olacağını varsaymıştı), bunlar hiçbir zaman açığa vurulmazdı. Ne olursa olsun, Powell son üç yılda hayallerdeki kadar eylemci ve yatıştırıcıydı. Biden’ın birbiriyle çelişen iki görüş duyabildiği ve bu görüşlerden yola çıkarak bir karara varabildiği şüpheli. Kesin olan şu ki, oy kullanma yetkisine sahip olanlar da yasama meclisi de bunu yapmak zorunda kalmadı.

 

Biden, kurumsal kuşatma algısını önlemek için, belirsizlik riskini çok iyi değerlendirdi; üzerinde düşündüğü adaylar halihazırda bu kuruma yıllarını vermişti. Buraya “taze soluk” getirmeyi denemenin oldukça riskli olacağı ve FED’i yandaş bir kurum gibi bırakacağı kanaatine vardı.

 

Bu konuda muhtemelen haklı. Ancak bu kanaati, FED’in artık seçilmiş siyasetçilerin dokunamayacağı kadar güçlü olduğu anlamına geliyor. Bu da korkutucu. FED’in rolünün, liberter sağ ve popülist solun statükoya karşı işbirliği içinde olduğu birçok güncel meseleden biri olması şaşırtıcı değil.

 

Seçmenler ekonomi politikasının para politikası dışında kalan tüm diğer hususlarında — vergiler, mali strateji, tarifeler ve diğerleri— oylarıyla az çok fikirlerini belirtmeye başlar, ama para politikası konusunda değil. FED başkanına hareket özgürlüğü sağlanmalı tabii, ama her başkanlık döneminde bir kez yakalanan, seçilmiş siyasetçilerin para politikasının doğrultusunu belirlemesi için önemli bir fırsat seçmenlerin katkısı olmadan geldi ve geçti. Bu da demokrasiye tamamen aykırı gibi görünüyor.

 

Bir karşı iddia durumu da söz konusu. Bazılarının daha “demokratik” bir kurum olarak adlandırabileceğini diğerleri “politikleştirilmiş” olarak nitelendiriyor. Zamanının en etkili makro ekonomistlerinden biri olan MIT’den (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) Rudiger Dornbusch 1999’da “sorumlu politikacı diye bir şey söz konusu değil, demokratik para kirli paradır” diyecek kadar ileri gitmişti. Avrupa Merkez Bankası’nın oluşturulmasından bahsediyor ancak merkez bankasının bağımsız addedilmesinin önemini dile getiriyordu.

 

Merkez bankacılığının bağımsızlığı görece yeni bir fenomen. Savaş sonrası yıllarda FED, savaş borçlarının getirdiği yükü hafifletmek için oranları düşük tutmak durumundaydı. Birleşik Krallık’ta, İngiltere Bankası faiz oranlarına ilişkin kritik kararları, 1997’ye kadar mali politikayı da kontrolü altında tutan seçilmiş bir siyasetçiye, Hazine Şansölyesi’ne bırakmıştı.

 

Ancak merkez bankacılığının bağımsızlığının artık oldukça önemli bir işlevi var, zira fiili olarak en ideal değerlendirme aracının yerini aldı. Richard Nixon 1971 yılında doları altına bağlayan son bağı gevşettikten sonra enflasyon aniden artmıştı. Bu artış ancak Paul Volcker yönetimindeki FED’in birkaç demokrat siyasetçinin asla izin vermeyeceği bir yolla faiz oranlarını artırarak, agresif bir biçimde bağımsızlığını ortaya koymasının ardından yeniden kontrol altına alınabildi. İronik bir biçimde, Volcker’ı bu göreve atayan Jimmy Carter seçimde büyük bir yenilgiye uğradı, zira seçmenleri onun enflasyonu kontrol altında tutabileceğine olan güvenini kaybetmişti.

 

O zamandan bu yana bağımsız merkez bankalarının enflasyon hedefi daha önce altının oynadığı rolü üstleniyor. Bağımsız merkez bankaları finansal sistemin dayanağı, istikrarın garantörüdür. Demokratik cereyanlar onların bu görevi yerine getirmesini olanaksız kılacaktı.

 

Bu ay Türkiye, demokratik paranın ne kadar kötü olabileceğini gösterdi. Enflasyon çift haneli sayılara fırlamasına rağmen Merkez Bankası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın baskısıyla, faiz oranlarını üç kez düşürdü. Türk Lirası, sadece bu ay, dolara göre yüzde 16 değer kaybetti. Siyasi müdahale bir krizin ortaya çıkmasına neden oldu. Kimse dünyanın diğer yerlerinin bu duruma gelmesini istemiyor.

 

Merkez bankaları geçen yıl yaptıkları şeyle sistem için bir dayanak olmanın çok daha ötesine geçtiler. Bu nedenle daha demokratik süreçlere başvurmadan Powell’a dört yıl daha görev verilmesini desteklemek güçleşiyor. Columbia Üniversitesi’nden Adam Tooze’un kısa bir süre önce yayınlanan kitabı Shutdown’da ifade ettiği gibi mali krizler merkez bankası yöneticilerinin “sirk sunucularından daima telaşlı likidite hokkabazlarına” dönmelerini sağladı.

 

Tooze’un belirttiği gibi: “Merkez bankaları bu oyunun önemli bir aktörü olarak kalmayı sürdürürken 1970’lerde ve 1980’lerde merkez bankasının bağımsızlığının tesisinin temelinde yasaklanan ne varsa onu yapmaktaydı.” Merkez bankalarının sadece devlet tahvillerini satın almak yoluyla kamu borçlarını satın alamayacakları daima aksiyomatik olarak görülmüştür. Böyle bir uygulama doğrudan enflasyonisttir ve yapmış oldukları şey de budur. Tooze, “merkez bankasının bağımsızlığının kamu borcunu satın almamak üzerine tesis edildiği bir dünyadan, dünyadaki merkez bankalarının trilyonlarca dolar borç depoladığı bir dünyaya doğru değişim”in “şaşırtıcı” olduğunu söylüyor.

 

Powell’in geçen yılki icraatları diğer merkez bankalarınca da örnek alındı ve merkez bankalarının ekonomi konusunda dünyanın en önemli aktörlerine dönüştüğünü gösterdi. Merkez bankaları hareket serbestisine sahipti ve seçmenleri ya da yasamayı beklemesi gerekmiyordu. Bu durum 2008’de Lehman Brothers’ın iflasının ardından Kongre’de Sorunlu Varlıkları Kurtarma Programı’nı (Troubled Assets Relief Program-TARP) sürdürmeme yönündeki ilk oylama piyasalarda çöküşe neden olduğunda da zaten ortadaydı. Sonuç olarak TARP, ABD bankalarına yeniden güven duyulmasını sağlama konusunda önemli bir yeri olduğunu kanıtlayacaktı. Bu esnada, FED’in de siyasetçilerin bıraktığı boşluğa girmekten başka alternatifi yoktu. Avrupalı siyasetçiler 2012’de ulusal düzeyde alınan kötü mali politika kararlarının yönlendirdiği bir borç krizine çözüm bulamadı ve durumu düzeltmek, Avrupa Merkez Bankası’ndan “her ne pahasına olursa olsun” işleri yoluna koyacağına söz veren Mario Draghi’ye bırakıldı.

 

Tüm bu hallerde, merkez bankalarının yöneticileri servet dağılımı ve eşitsizlik meselelerinde kritik kararlar aldılar. FED’in geçen sene piyasaya açılma teşviki bu anlamda çarpıcıydı; ama aynı zamanda da son derece istikrarsızdı.

 

Bu durumu “iktidarı ele geçirme” olarak tanımlamak kolay ama adil değil. Merkez bankası yöneticileri de halihazırda kendilerine biçilen rolü üstlenmede demokratik yetkiye sahip olmadıkları için endişeliler. İngiltere Merkez Bankası’nın eski Başkan Yardımcısı Paul Tucker, “Bu, biraz seçilmiş vekiller yan gelip yatarken, merkez bankalarına ABD’nin süvarileri olarak bir kariyer seçmek dışında pek seçenek bırakmaması anlamına geliyor” diyor.

 

Siyasal sistemlerin kutuplaşmış ve tıkanmış olduğu Batı dünyasında tutarlı bir mali politikanın da bulunmayışı nedeniyle, ayakta kalabilen tek oyuncular merkez bankaları oldu. Sorun şu ki siyasetçiler merkez bankalarına yetki verebilir ancak meşruiyet sağlayamaz. Tucker, merkez bankaları “görevlerini yerine getirme konusunda iyi oldukları ölçüde meşruiyet kazanabilirler” diyordu, “Peki o halde görevleri ne? Ben ve ekibimle baş etmek için kesinlikle onlar aleyhinde oy kullanamazsınız. Bu nedenle de günlük siyasetten izole olan bu kurumlara ne devrettiğimiz konusunda oldukça dikkatli olmamız gerekiyor.”

 

Merkez bankaları yöneticileri artık seçilmiş siyasetçilere yapılan baskıların ve atılan iftiraların benzerlerine maruz kalıyorlar. Avrupa Merkez Bankası’ndan Christine Lagarde bu ay bir Alman magazin dergisinde yer alan, giysi dolabını ve aksesuarlarını inceleyen bir yazıda, “Madam Enflasyon” diye anıldı ve fırça yedi.

 

Merkez bankaları yöneticileri altına çevrilebilecek bir nakde göz kulak olan teknisyenler olsalardı, demokratik meşruiyet olmadan da ayakta kalabilirlerdi. Ekonominin önemli sürücüleri olduklarındaysa meşruiyetten yoksun olmaları daha maliyetli olacaktır.

 

Tucker, bu sorunları ele alma konusunda iddialı bir girişim olan Unelected Power (Seçilmeden Yetki) adlı kitabında, Başkan ve Kongre’nin FED’e açık ve sıralı hedefler verebildiği bir sistemin kurulmasını tavsiye etmişti. Bu olağanüstü bir iş olurdu ve günümüzün kutuplaşmış ortamında gerçekleşmesi imkansız da olabilirdi. Ancak enflasyon ve eşitlik gibi meselelere öncelik verileceği için, merkez bankası yöneticileri de çok daha açık bir biçimde kamu yararını sağlamakla görevli olurdu. Bu da, Michigan Üniversitesi’nin en yakın tarihli tüketici yoklamasına göre, hızla güven kaybeden bir kurumun kaybettiği güveni yeniden kazanmasını sağlayabilirdi.

 

FED’in demokrasi açığını onarma konusunda bir başka şans daha ele geçmeden önce, Powell ve meslektaşlarını bekleyen çok önemli kararlar var. 

 

Bu yazı Bloomberg sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.