Filistin Otoritesi’nin Bakanlarına Ne Kadar Güvenilebilir?
Her kapitalist ülke gibi Filistin Sultası da kapitalist bir otoritedir. İnşaat ve özellikle de telekomünikasyon şirketleri hükümet çevresinden kişilerin ellerinde bulunur. İsrail’in amaçlarına uygun olarak kurulan Filistin hükümetlerinin tamamının en dikkat çeken aktörleri ise hep ekonomi bakanları oldu.
1993 yılında, Oslo Anlaşması’nın imzalanmasının ardından ABD’li General Keith Dayton tarafından eğitilen Filistinli gruplar bir süre sonra Filistin Sultası (Otoritesi) olarak tanımlanmaya başladılar. Bu güçlerin ilk komutanı Yaser Arafat’tı. Onun ölümünün ardından koltuğuna Mahmud Abbas oturdu. İsrail’in amaçlarına uygun olarak kurulan bu hükümetlerin tamamının en dikkat çeken aktörleri ise hep ekonomi bakanları oldu.
Her kapitalist ülke gibi Filistin Sultası da kapitalist bir otoritedir. İnşaat ve özellikle de telekomünikasyon şirketleri hükümet çevresinden kişilerin ellerinde bulunur. Mahmud Abbas’ın çocukları, “Jawal” gibi telekomünikasyon şirketlerinin patronlarıdır. Daha ilginç olanı, Abbas’ın eski Ekonomi Bakanı olan Hali Useyli, bünyesinde birçok iletişim şirketini barındıran “Filistin İletişim Grubu”nun sahibidir ve Filistin’de bulunan en büyük şirketlerden biri olan APEC’in de patronudur. Filistin’in herhangi bir sokağına inip herhangi bir Filistinli’ye “sizi en çok sömüren şirket hangisidir” diye sorduğunuzda “Filistin İletişim Grub” cevabı alırsınız.
Keza eski ekonomi bakanlarından Hasan Ebu Libde bir süre Filistin Merkezî İstatistik Kurumu Başkanlığı’nı yapmıştır. “Filistinli” olmayan yargı sistemi bile 2011’de, Ebu Libde’yi güven ihlali, dolandırıcılık, bilgi ticareti ve kamu fonlarını zimmete geçirme gibi bir dizi yolsuzlukla itham etti.
Filistin Sermaye Otoritesi ve Filistin Borsası Başkanlığı yürütmüş olan Mahir El-Masri de ekonomi bakanlığı yapmıştı. Yani anlaşılacağı üzere bu adamlar Filistin’i ve Filistinlileri yağmalayıp sömürmek üzere bu bakanlığa atandılar.
İthalat-İhracat
Türkiye, İsrail limanlarına gitmeye devam eden gemilerin Filistin Ekonomi Bakanlığı’nın talebi ve izniyle, Filistinlilerle yapılan ticareti canlı tutmak için çalıştığını iddia ediyor.
Örneğin; ticaret yasağına rağmen 9 Ağustos’ta Bartın Limanı’ndan yola çıkan İstanbul merkezli Türk firması PGE Shipping’e ait ticari gemi, İsrail’in Hayfa Limanı’na yükünü boşalttı. Temmuz ayında İstanbul’dan yola çıkan dökme yük gemisinin menzili de Hayfa’ydı.
“İsrail’e ticaret kesildi, şu an sadece Filistin’e ihracat yapılıyor” iddiasını biraz irdelediğimizde karşılaştığımız tablo çok ilginç:
Türkiye’den yapılan ticareti incelediğimizde çelik, çimento, cam seramik, demir ve demir dışı metaller ile makine ve aksam ticaretinin arttığını görüyoruz.
Peki Filistin dünyaya ne ihraç ediyor?
Bu soruya hiç düşünmeden zeytin ve zeytinyağı derim. Ama verilere baktığımızda Türkiye’den “Filistin’e” yapılan zeytin ve zeytinyağı ihracatının da garip bir şekilde arttığını görüyoruz.
Bu tablonun belki en doğru verileri yaş meyve ve sebze ile tütün ithalatı rakamları. 1 Ocak- 31 Ekim verilerine baktığımızda yaş meyve ve sebzenin yüzde 39,2, tütünün ise yüzde 68,3 azaldığını fark ediyoruz. Her iki kalemde yapılan ihracat, Ekim ayında yüzde 100 oranında azaldı. İsrail’in Gazze’ye bir damla dahi su sokmadığını, diğer bölgelerdeki Filistinlilerin hayatlarını zorlaştırmak için elinden geleni yaptığını düşünürsek bu iki kalemdeki azalmayı anlamlandırabiliriz.
Henüz Filistin’de yaşarken, Türkiye’den bize çok bilinen bir firmanın çikolata ve bisküvileri ile tekstil ürünleri ve bazı makinelerin geldiğini hatırlıyorum. Son aylarda Filistinlilerin kullandığı bu ürünlerin ithalatında herhangi bir artış gözlenmiyor.
Filistin’e ithalat yapan işadamlarıyla temasa geçtiğimizde ticaretin bir kısmının İtalya, Bulgaristan ve Mısır üzerinden yapıldığını aktarıyorlar. Gemilerin varış yerinin Filistin olarak belirtildiği evrakın, gemi açık denize ulaştığında “Varış yeri İsrail” olarak düzeltildiğini anlatıyorlar. Yani gemilerin bir bölümünün Türkiye’den ayrılırken Filistin’e gidiyormuş gibi görünüp aslında İsrail’e mal taşıyor olmaları büyük bir ihtimal.
Zaten Filistin’in herhangi bir limanı da bulunmuyor. Filistin’e gönderilen bütün ürünler İsrail kontrolünden geçmek zorunda. Suyu bile bir tehlike olarak gören bir işgal varlığının, çimentoya, demire, çeliğe ve makinelere göz yumacağını zannetmiyorum. Göz yummuş olsalar dahi hangi Filistinlinin çelik fabrikası var? Ya da Filistinlilerin çelik, demir fabrikası kurma ya da maden işletme “şansları” var mı?
Filistin’deki köylülerin önemli bir bölümü inşaatta çalışır. Geçtiğimiz günlerde annemle telefonla konuşurken neredeyse bir yıldır köylülerin işsiz olduğunu, bazılarının parasızlıktan dolayı artık çocuklarını okula dahi gönderemez hale geldiğini öğrendim. Hâl böyleyken, demir ve çeliğin gerçekten Filistin’e gittiğini varsaysak bile bunların nerede kullanıldığı büyük bir muamma haline geliyor.
Filistin piyasasında çalışanların maaşlarının yarısının çok geç yatmasından dolayı bir hareketsizlik yaşanıyor. Türkiye’den meyve ve sebze ihracatının azalmasının nedenlerinden biri de bu. Filistin halkı maddi imkânsızlıktan dolayı kendi tarlasında ekip biçtiğini yemeye çalışıyor. Çünkü dışarıdan mal ithal edecek parası yok.
Filistin’in “sözde” hükümeti, 2022 yılı bütçesinin yüzde 20’sini eğitime, yüzde 14’ünü sağlık sektörüne ayırmıştı. Bütçenin yüzde 21’i ise güvenlik güçlerine ayrıldı. Bu bütçenin dışında güvenlik güçlerine yıllık 4 milyon dolar “bağışlanıyor.” Filistin Otoritesi’nin klasik sorunlarından biri, özellikle sağlıkçıların ve öğretmenlerin maaşlarının tamamının yatırılamaması. Çocukluğumuzda bu nedenden dolayı öğretmenlerimiz greve gider ve okullar tatil edilirdi. Birkaç grevde, öğretmenlerimizin “Grevi bitirmezseniz memuriyetten atılırsınız” diye tehdit edildiğini net şekilde hatırlıyorum.
İsrail’in Güvenliği
Ama durum böyleyken nedense hiçbir zaman hiçbir güvenlik mensubunun maaşı aksamazdı. Diğer memurlar gibi eksik maaş almazlardı. Çünkü biliyorduk ki o maaşlar, Filistin’in değil İsrail’in güvenliği için yatırılıyordu.
Bu tabloyu aktardıktan sonra mevcut Ekonomi Bakanı Mahmud El Amur’un profilinin seleflerinden pek farkı olmadığının altını çizmem gerekiyor. El Amur, Filistin Müteahhitler Birliği Başkanlığı ve Filistin İşadamları Derneği Başkanlığı da yaptı. Filistinli müteahhitlerin ister istemez İsrail ile işbirliği içinde olma zorunluluğunu da hesaba katarsak İsrail’e zarar verme potansiyeli olan birine Tel Aviv’in sıcak bakacağını düşünmek pek de mantıklı olmaz.
Belki de asıl soru şudur: Bu adamların sarf ettikleri veya edecekleri sözlerin doğruluk payı ne kadar olabilir?