Galatasaray: Benim Futbol Rejimim


- BESİM F. DELLALOĞLU
- 2 Şubat 2023
Futbol üzerine yazmaya gelince ben sadece Galatasaray üzerine yazarım. Çünkü sistematik olarak sadece Galatasaray’ın maçlarını seyrederim. Beğenilerimin ve eleştirilerimin konusu Galatasaray’dır. Ancak ifade ettiğim bu limitler sahadaki futbol için geçerlidir. Yoksa kulüpler, markalar, onların arkasındaki kitleler hakkında söyleyecek birkaç sosyolojik tespitim vardır elbette.
Sanırım Perspektif’te ilk kez futbol üzerine yazıyorum. Gazete Duvar’da birkaç yazım olmuştu ama 2022’nin ilk haftasında yazmaya başladığım Perspektif’te bunu hiç denememiştim. Bunun bir sebebi de Galatasaray’ın yakın zamana kadar üzerine yazı yazılacak, fikir beyan edilecek bir oyun oynamamasıydı. Tekrar futbol üzerine yazmayı düşünmemin Galatasaray’ın son zamanlarda oldukça iyi oynamasıyla elbette bir ilgisi var.
Ancak bu işe girişmeden önce, benim futbol ile ilgili tarafımı bilmeyen okurlar için birkaç açıklama yapmak da isterim. Bu konuda yazdığım ve yazacağım bütün yazıların bu verilerle okuması gerektiğini vurgulamak için. Ben Galatasaraylıyım. Yaklaşık 1973’ten beri Galatasaray’ın maçlarını mümkün olduğunca takip ederim. Son 20 yıldır maça gitmişliğim yoktur. Ama canlı yayınlardan sıkı bir biçimde takip ederim Galatasaray maçlarını.
Bir sezonda birkaç istisna dışında Galatasaray dışında hiçbir takımın maçını izlemem. Ama bu durumda bile her takımın en az iki maçını izlemiş olurum zaten. 1974’ten itibaren Dünya Kupası’nı, yine o zamanlardan beri Avrupa Futbol Şampiyonası’nı takip ederim. Aslında takip ederdim demek daha doğru olurdu. Artık eskisi kadar büyük şampiyona maçı izleyemiyorum. Ancak yarı finallerin ve finallerin pek çoğunu izlemişimdir. Bunun bir nedeni de katılan takım sayısının giderek artmasıyla şampiyonaların çok fazla maç içermesi ve bu maçların hepsinin bana o kadar da ilginç gelmemesi.
Piontek’in Danimarka’sı, Socrates’in Brezilya’sı, Maradona’nın Arjantin’i
Ayrıca büyük bir Şampiyonlar Ligi fanatiği falan da değilim. Her Şampiyonlar Ligi finalini izlediğimi bile söyleyemem. Diğer alt Avrupa şampiyonalarını hiç saymıyorum bile. Birçoklarının olduğu gibi, özel bir Premier Lig hayranlığım kesinlikle yoktur. Hatta zaman içinde çok büyük bir dönüşüm geçirmesine, dünya futbolunun merkez ligi haline gelmesine rağmen İngiliz futboluna antipatim olduğunu bile söyleyebilirim. İngiliz milli takımının Avrupa ya da dünya kupalarında oynadığı hiçbir maçı büyük bir ilgiyle izlememişimdir. Ama İtalya, İspanya hatta son zamanlarda Portekiz’i izlemek benim için tercih sebebi olmuştur. Alman takımına ise her zaman belli bir saygım vardır. Piontek’in Danimarka’sı ise benim için şahit olduğum Avrupa futbol tarihindeki en heyecan verici takımdı. Dünya futbolunda Brezilya ve Arjantin her zaman şampiyonlarda ilgiyle takip ettiğim takımlardır. Socrates’in Brezilya’sı ve Maradona’nın Arjantin’i ise seyretmekten en fazla zevk aldığım takımlardı.
Avrupa liglerinden illa bir maç izleyeceksem bu maçın bir Real Madrid-Barselona karşılaşması olmasını tercih ederim. Bana Avrupa’dan mutlaka bir lig tercih edeceksin derseniz La Liga’yı seçerim. Bir Manchester derbisi izlemek hiçbir zaman özel bir ilgi alanım olmamıştır. Liverpool’a artık iyice körelmiş olan ilgim ise futbolundan çok o meşhur şarkısıyla ilgiliydi sanırım. Özellikle meraklısı olduğum bir İtalyan takımı yoktur ama İtalyan ligini oldum olası severim. Bunun nedeni daha çok sert ve terli bir lig olması nedeniyledir. Bayern Münih liginin ise hiç meraklısı olmamışımdır. Ülkelerden ve liglerinden bağımsız bana tek bir takım ismi söyle derseniz cevabım Ajax olur. Bu takımı her zaman belli bir merakla takip etmişimdir.
Milli takıma yönelik de özel bir ilgim yoktur. Hatta bu tercihim çok eski zamanlardan beri geçerlidir. Elbette ender de olsa katıldığı Dünya ve Avrupa şampiyonalarında birçok maçını izlemişimdir milli takımın. Ama milli takımın hiçbir maçını seyretmeye stada gitmişliğim yoktur doğrusu. İşimi gücümü akşam televizyonda yayınlanacak milli maça göre de hiç ayarlamadım. Milli takıma olan ilgisizliğim milliyetçi olmamamla mı, yoksa milli takımı hiç oy vermediğim ve vermeyeceğim bir siyasi parti gibi görmemle mi ilgili onu pek bilemiyorum. Milli takımla Galatasaray oynasa Galatasaray’ı tutarım doğrusu.
Meseleye futbolcu bazında bakarsam eğer benim kişisel futbol tarihimin en büyük oyuncusu elbette Hagi’dir. Bunu fanatik bir yorum olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü ben hiçbir büyük futbolcuyu Hagi kadar izlemedim ömrü hayatımda. Cruyff, Socrates, Zico, Maradona, fenomen Ronaldo, Messi, CR7 elbette çok büyük futbolcular ancak ben onları hiçbir zaman Hagi’yi izleyebildiğim kadar izlemedim. Hagi Galatasaray’da oynuyordu. Benim kişisel futbol hafızamda bir oyuncunun bir takımın oyununa ve skoruna bu kadar sistematik olarak etki ettiği ender örneklerden biridir bu. Bir daha da kolay kolay tekrarlanabileceğini pek sanmıyorum. Benim için elbette.
Ancak futbol üzerine yazmaya gelince ben sadece Galatasaray üzerine yazarım. Bunu nedeni ise oldukça basittir: Çünkü sistematik olarak sadece Galatasaray’ın maçlarını seyrederim. Beğenilerimin ve eleştirilerimin konusu Galatasaray’dır. Akademik, entelektüel hayatta nasıl kendimi yeterince yetkin hissetmediğim alanlarda, konularda yazmıyorsam örneğin Fenerbahçe ve Beşiktaş üzerine de yazmam, yazamam. Çünkü o takımların maçlarını Galatasaray’ın maçları gibi takip etmem. Ancak ifade ettiğim bu limitler sahadaki futbol için geçerlidir. Yoksa bu kulüpler, markalar, onların arkasındaki kitleler hakkında söyleyecek birkaç sosyolojik tespitim vardır elbette. Ama bütün cephanemi bir yazıda tüketmek de istemem! Ayrıca genelde ülke futbolu, federasyonlar, hakemler, futbol basını üzerine diyeceklerim olduğu da doğrudur. Onlar için de ilerideki yazılara bakmanın pek bir sakıncasının olmadığını düşünüyorum.
Önümüzdeki haftalarda ara sıra da olsa Galatasaray ve genelde futbol üzerine yazmayı düşünüyorum. Bu yazıyı da Perspektif okurlarına bir uvertür olsun diye yazdım zaten. Hatta bir turnusol kâğıdı.

BESİM F. DELLALOĞLU
