Gazze’deki siyasi çıkmaz ve insani felaket meseleyi yeniden gündemin ön sıralarına taşıdığına göre, iki devletli çözüme yönelik bazı kararlı adımlar atılmadan bir çözüm bulunamayacağı açık.

gazze israil

İsrail ve Filistinliler arasında bir barış ihtimali var mı, yoksa her iki tarafı da aradıkları sükûnet ve istikrardan mahrum bırakacak sürekli savaşlara alışmak zorunda mı kalacağız?

 

Kötümser olmak kolay. Bölgenin tarihi, başarısız barış planları, iflas eden diplomatik görüşmeler ve tamamen sükutu hayale uğramış arabulucularla dolu. Her yol denenmiş ama hiçbiri işe yaramamış görünüyor. Kimse bunun sorumluluğunu almıyor, herkes başkasını suçluyor.

 

Oysa diplomasiden vazgeçmek kabul edilemez olanı, yani ebedi savaşı kabul etmek demektir. İşte bu nedenle, Gazze’deki son savaşın yarattığı dehşetin ortasında bile, iki devletli bir nihai çözümden söz ediliyor, hatta bu çözüm daha da ön plana çıkarılıyor. 

 

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 3 Kasım’da Tel Aviv’de düzenlediği basın toplantısında geçmişte olduysa bile uzunca zamandır hiçbir ABD’li yetkilinin yapmadığı kadar ileri giderek kalıcı bir çözümü tarif etti. İki devletli bir çözümün “güvenli, Yahudi ve demokratik bir İsrail’in tek garantörü; Filistinlilerin kendi devletlerinde, eşit güvenlik, özgürlük, fırsat ve haysiyet ölçülerinde yaşama meşru haklarını hayata geçirmesinin tek garantörü; şiddet döngüsünü kesin olarak sona erdirmenin tek yolu” olduğunu söyledi.

 

Blinken haklı. Tek nihai çözüm Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında herkes için “eşit ölçüde güvenlik, özgürlük, fırsat ve haysiyet” sağlamak. Avrupalı liderler de 1980 yılında Venedik Deklarasyonu ile bunu ortaya koymuştur. Avrupa Topluluğu’nun dokuz üyesi “Varlığının bilincinde olan Filistin halkı, kapsamlı bir barış çözümü çerçevesinde tanımlanacak uygun bir süreçle, kendi kaderini tayin hakkını tam olarak kullanabilecek bir düzleme getirilmelidir” beyanında bulunmuştu.

 

Söz konusu tarihe kadar Arap hükümetleri İsrail devletini ortadan kaldırmaya çalışmaktan vazgeçmişlerdi. 1973’teki Yom Kippur Savaşı’ndaki başarısızlıklarının ardından barış yapmayı kabul ettiler. Ancak Venedik Deklarasyonu’nun da teslim ettiği gibi, Filistin meselesi çözülmeden gerçek bir bölgesel barışın sağlanması mümkün olmayacaktı.

 

1990’ların başındaki iyimser ortamda Oslo Anlaşmaları neyin mümkün olduğunu gösterdi. Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanı Yaser Arafat (eski bir terörist) ve İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin (eski bir general) Beyaz Saray’ın bahçesinde el sıkıştılar. Önemli ayrıntılar çözülmeyi beklese de iki devletli bir çözüme giden yol açılmıştı.

 

Ancak hem İsrailliler hem de Filistinliler arasında kaynayan muhalefet nedeniyle Oslo süreci başarısızlıkla sonuçlandı. Önceki iyimserlik yerini Filistin terörizmine ve yasadışı İsrail yerleşimlerine bıraktı. O zamandan bu yana da yokuş aşağı gidiyor. Birbirini takip eden ABD yönetimleri barış sürecini canlandırmak için müteaddit girişimlerde bulunduysa da hiçbiri bunu önceliği haline getirmedi. Joe Biden yönetimi 7 Ekim’e kadar bu meseleyi geri planda tutmuş, kendisi başka konulara yoğunlaşırken bölgenin sakin kalacağını ummuştu.

 

Avrupa Birliği ise Ortadoğu barış sürecine yönelik ileriye dönük taahhüdünü uzun zamandır sürdürüyor. Aralık 2009’da, “bağımsız, demokratik, sınırdaş ve yaşatılabilecek bir Filistin Devleti ile İsrail Devleti’nin barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayacağı iki devletli bir çözüm” çağrısında bulunan ayrıntılı bir bildiri yayınladı. Ancak Avrupa’nın konuya olan ilgisi de zaman içinde sönümlendi. Bunun çeşitli nedenleri olsa da İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun barış görüşmelerini imkânsız hale getirmeye yönelik istikrarlı çabalarının da bunda önemli bir rolü olduğu muhakkak.

 

Dahası, Amerika, Avrupa ve İsrail’deki politikacılar, daha fazla Arap ülkesinin İsrail ile resmî diplomatik ilişkiler kurmaya başlaması nedeniyle kendilerini Filistin meselesinin unutulabileceğine ikna etmeye başladılar. “Arap dünyası bile artık Filistinlileri umursamıyorsa, biz neden umursayalım ki?” diye düşündüler.

 

Şimdi Gazze’deki siyasi çıkmaz ve insani felaket meseleyi yeniden gündemin ön sıralarına taşıdığına göre, iki devletli çözüme yönelik bazı kararlı adımlar atılmadan bir çözüm bulunamayacağı açık.

 

Çözümün Önündeki Engeller 

 

Ancak bu konuda yanılgıya düşmemeliyiz. Önümüzde çok büyük engeller var. Bu engellerden en endişe verici olanı da umutsuzluğa varan bir hayal kırıklığına uğramış Filistinliler arasında şiddete desteğin belirgin bir biçimde artması. Filistin’i ileri götürecek en iyi yolun terör olduğunu düşünen tek örgüt Hamas değil. Batı Şeria’da da Filistin Yönetimi güvenlik ve düzeni sağlaması gereken bazı bölgelerde kontrolü kaybetmiş durumda.

 

Bir diğer büyük engel de köktendinci Yahudi yerleşimcilerin mevcut İsrail hükümetine dahil olması. Gelecekteki bir Filistin devletine ait olması gereken topraklara dağılmış yasadışı yerleşimlerde tahminen 700 bin kişi yaşıyor. Bu yerleşimcilerin çoğu silahlı ve 7 Ekim’den bu yana yüzlerce Filistinliyi evlerinden zorla çıkardılar. Hatta bazıları Kudüs’te (M.Ö. 587’de Babilliler ve M.S. 70’te Romalılar tarafından yıkılan) Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa edebilmek için Kubbet-üs Sahra’yı ve Mescid-i Aksa’yı yıkmayı hayal ediyor.

 

Her iki taraftaki aşırılık yanlıları ne pahasına olursa olsun nehir ile deniz arasındaki tüm toprakları kontrol etmek istiyor. Her iki tarafın da daha fazla zemin kazanmasına izin verilirse, bu savaş şu anda olduğundan daha da ölümcül bir hâl alacaktır.

 

Şu hâlde kilit nokta, her iki taraftaki ılımlı güçleri harekete geçirmek için iki devletli çözüm ihtimalinin yeniden gündeme gelmesini kullanmak, bunu da daha fazla insan kendini çaresizliğe ya da kaderciliğe kaptırmadan hızlıca yapmaktır. ABD, AB ve diğer Arap devletlerinin güçlü ve sürekli uluslararası katılımı olmadan böyle bir yeniden açılımın gerçekleşmesi mümkün değildir. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırarak başlattığı savaşla kendisini dünyadan dışlamış olması nedeniyle uluslararası toplumun önceki Ortadoğu Dörtlüsü’nün (AB, ABD, Birleşmiş Milletler ve Rusya) yerini alacak yeni bir formata ihtiyaç vardır.

 

Önümüzdeki yıl ABD’de ve başka yerlerde yapılacak seçimler dikkatleri başka yöne çekecek olsa da bu konu bundan sonra en önemli öncelik haline getirilmelidir. Diplomasiden asla vazgeçmemeliyiz. Yaşadıklarımız bize alternatifin nasıl göründüğü hatırlatıyor.

 

Bu yazı The Strategist sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.