İsrail’in iki devletli çözümü reddetmesi ve iki devletli bir geleceğin ortadan kalkması ihtimali hem İsrail’in hem de Filistinlilerin yaşayabileceği, müzakere edilmiş bir çözüme ulaşma konusunda neredeyse aşılmaz bir zorluk teşkil ediyor.

gazze

Hamas’ın 7 Ekim saldırısı İsrail’in kendini güvende hissetme duygusunu paramparça ederken istihbarat ve güvenlik aygıtlarını aşağıladı. Ülkenin İsrail-Filistin çatışmasına yönelik ikili yaklaşımının kullanışsızlığını da gözler önüne serdi. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu yıllarca Hamas’ı Filistin Yönetimi’ne karşı kullandı ve bu yolla Filistin halkını bölünmüş halde tutmaya çalıştı. Ayrıca Arap yönetimlerini, Yahudi devletiyle ilişkilerde Filistinlilerle barış yapma önkoşulunun olmadığı bir normalleşmenin çıkarlarına olacağına ikna etti.

 

İsrail ve Hamas, savaşın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine karşın, İsrail-Filistin ihtilafındaki açmazı kırmaya ve bunu mutlak suretle halletmeye çalışıyor. Hamas, saldırısının İsrail’i kışkırtarak aşırıya kaçmasını sağlayacağını, böylece İsrail-Filistin çatışmasını yeniden uluslararası gündeme taşıyacağını ummuş gibi görünüyor. İsrail’in buna verdiği karşılıksa Hamas’ı Gazze’de hapsetmekten çok Hamas’ın askeri kapasitesini ve Gazze Şeridi’ndeki hükmünü tümüyle ortadan kaldırmaya çalışmak oldu. Bu stratejiyi de “çimleri biçmek” olarak adlandırdı. “Çim biçme” stratejisinin bedeli sarsıcı: Hamas 7 Ekim’de 1.200 İsrailliyi öldürdü ve 200’den fazla kişiyi rehin aldı. İsrail’in Gazze’ye yönelik müteakip saldırılarında ölenlerin sayısı artmaya devam ediyor. Kuzey Gazze’nin büyük bölümü yerle bir oldu, Gazzelilerin üçte ikisinden fazlası yerinden edildi. 2,3 milyonluk nüfusun tamamı temiz su, yiyecek ya da ilaç bulmaya çalışıyor.

 

Hem İsrail hem de Hamas hâlihazırdaki rotalarının dayatıldığını düşünüyor. Hamas ilk zamanlar siyasi bir oyun oynamıştı. Filistin’de 2006’da yapılan seçimlere katılmış, zaferi inkâr edilmişti. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) iktidarı ele geçirme girişimini engelledikten sonra Gazze’nin yönetimini üstlendi ancak İsrail’in boğucu ablukasına maruz kaldı. İzleyen yıllarda İsrail’le birkaç kez savaşan Hamas, her defasında Gazzelilerin içinde bulunduğu durumun sürdürülemez olduğunun uluslararası alanda kabul görmesinin İsrail’in kuşatmayı kaldırmasını sağlayacağını umdu. Bunlar olurken İsrail de 1967’den bu yana işgal ettiği topraklarda askeri yönetim ve yerleşimlerin genişletilmesi yoluyla İsrail-Filistin çatışmasını unutturmaya ya da kendi istediği şekilde çözmeye çalıştı. Ayrıca Filistinlilerin günlük yaşamlarını iyileştirecek ancak kendi devletleri olması isteğini karşılamayacak bir Arap-İsrail barışı aramak yoluyla çatışmayı “küçültme”ye çalıştı.

 

Hamas İsrail’i tuzağına çekmiş gibi görünüyor. Şimdiyse İsrail’in süren askeri harekâtı karşısında planını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Gazze halkının yaşadığı korkunç yıkım ve acıya, kendi savaşçı ve asker kapasitesindeki artan kayıplara rağmen, Hamas’ın yapabileceği taktiksel düzenlemeler bunlar. Buna karşın İsrail Hamas saldırısına hazırlıksız yakalandı, etkili bir yanıt oluşturmak için çabalamak zorunda kaldı. Şu ana kadar da açık bir nihai sonucu olmayan, sadece askeri ve açıkçası oldukça yıkıcı bir yanıt üretti. İsrail öfkesi ve acısıyla sadece Hamas’a değil tüm Gazze halkına saldırdı. Ancak yakında Hamas’ın askeri kapasitesini ve Gazze’nin yönetimini yok etme hedefine ulaşamayacağını görmekle kalmayıp Gazze’yi yeniden işgal etmek ve artık evsiz, çaresiz ve oldukça öfkeli olan bir nüfusu doğrudan yönetmek zorunda da olacak.

 

İsrail bu sorumluluğu üstlenebilir, zira ortada başka bir alternatif de yok. Hamas bölgenin yönetim otoritesi olma rolünden feragat etmiş durumda. Tek amacı Hamas’ı yok etmek olan İsrail ise, mümkün olanın sınırlarını askeri operasyonları belirleyecek de olsa, savaş sona erdikten sonra ne olacağını planlama işini Batılı müttefiklerine devretmiş görünüyor. Batılı liderler ortaya gerçekleşme ihtimali olmayan bir dizi muğlak senaryo attılar. Sonlanacak gibi görünmeyen bu şiddet döngüsünden çıkmanın bir yolu var ancak bugün iki taraf da bu can simidine uzanmaya istekli görünmüyor.

 

Nefesinizi Tutmayın

 

Gazze’de “ertesi gün” için getirilen önerilerden biri, Arap ülkelerinin bölgeyi yönetmek üzere bir barış gücü göndermesi. Bu akıl yürütmeye göre, Arapların hepsi kardeş, haliyle istekli değillerse bile Arap rejimleri akrabalarına göz kulak olmaya hazır olmalılar. Yani Batılı medyada görünürdeki yükümlülük kabaca böyle aktarılıyor. Bahse konu hükümetlerse böyle bir göreve istekli olmadıklarının işaretlerini verdiler. Farklı bölgesel çıkarları ve hedefleri nedeniyle bölünmüş durumdalar. Hepsi İsrail’e karşı yıllarca süren silahlı direnişin sertleştirdiği ve asi bir halkı yönetme yükünü üstlenmekten çekiniyor. İsrail-Filistin çatışmasını çözme yükünü İsrail’in omuzlarından alma konusunda da bir o kadar isteksizler. İsrailliler ve Filistinliler arasındaki çatışma, modern Ortadoğu’nun oluşumunun temelinde yer alıyor ve Arap kamuoyunda başka bir yerde karşılığı olmayan bir biçimde yankı uyandırıyor.

 

Mısır, özellikle Gazze’ye komşu bir Arap devleti olarak, İsrail’in bağımsızlığını kazandığı 1948 Savaşı’nın ardından sadece Gazze’yi değil Sina Yarımadası’nı da kaybettiği 1967 Savaşı’na kadar hoşnutsuz yönettiği bir bölgenin kontrolünü yeniden alma önerisini reddetti (Mısır Sina Yarımadası’nı 1979’da İsrail ile yaptığı barış anlaşmasıyla geri almıştı). Gazze’nin kontrolünü devralmanın, Filistinlilerin kendisini İsrail’in halefi bir işgalci olarak göreceği ve varlığına fiili olarak direneceği bir ortamda, eskisinden daha büyük bir sıkıntı oluşturacağının farkında.

 

ABD de dahil olmak üzere Batılı ülkelerde daha fazla ilgi gören bir diğer fikir ise Gazze’de Hamas’ın yerini Filistin Yönetimi’nin alması. Bunun nasıl işleyeceğini tahayyül etmek zor. İsrail işgali altındaki Batı Şeria’yı yönetiyor görünen Filistin Yönetimi, İsrail ile FKÖ arasında 1993’te imzalanan Oslo Anlaşmaları’nda öngörüldüğü üzere, gelecekte kurulacak Filistin devletini bekleyen bir hükümet olarak güvenilirliğini yitireli epey oldu. Filistinliler bu yönetimi etkisiz, otoriter, rüşvetçi ve İsrail işgalinin bir kolu değilse bile kolaylaştırıcısı (kendilerine göre en kötü suçlama bu) olarak görüyor. Filistin Yönetimi liderleri de Gazze’yi yönetmekle ilgilenmediklerini söyledi. Filistin Yönetimi’nin amiral gemisi FKÖ parçalanmış durumda ve daha popüler olan Hamas’la girdiği iktidar mücadelesinde ayakta kalmaya çalışıyor. Filistin Yönetimi Batı Şeria’yı zar zor idare edebiliyorsa, halkın kendisine karşı daha da büyük bir düşmanlık besleyeceği Gazze’de, dahası İsrail’in emriyle yönetime gelmesi halinde, daha iyisini yapmayı nasıl bekleyebilir?

 

Kimileri bu düzenlemeye göre Filistin Yönetimi’nin sadece sembolik bir rolü olacağını ve halka hizmet sunmak için devlet kurumlarını şu aralar hayatta kalma mücadelesi veren Gazze’nin profesyonel kadrolarının yönetebileceğini öne sürüyor. Hamas’tan geriye kalanlardan yeşil ışık almadan bunu nasıl yapabileceklerini kestirmekse zor. İsrail, Hamas’ın askeri kolu olan Kassam Tugayları’nı yok etmeyi başarsa bile (ki bu pek olası görünmüyor) Hamas militan bir örgüt olmanın ötesinde bir hareket. 2006’dan bu yana Gazze’de iktidarda olan Hamas, önemli kurumlarda ve sivil toplumda varlığını sürdürüyor, halktan da azımsanmayacak ölçüde destek alıyor. Son birkaç yılda kötü yönetimi nedeniyle pek çok Gazzeli Hamas’tan giderek soğumuş olsa da Filistinliler ulusal haklarını İsrail’e karşı savunduğu için artık Hamas’ı takdir ediyor. 7 Ekim’de vicdansızca sivilleri hedef almış olsa da İsrail’e bir darbe indirerek Gazzelilerden (canlarını ve evlerini kaybederek yüklendikleri devasa bedele rağmen) destek aldığını yadsımak mümkün değil. 

 

İsrail, Hamas’ın tünel ağını, roket atma kabiliyetini ve üst düzey komuta yapısını da içeren askeri kapasitesini yok edemezse, perde arkasından da olsa Gazze’yi Hamas’ın kontrol etmeye devam etmesini kabullenmek zorunda kalabilir. İsrail’deki ruh hali göz önüne alındığında böyle bir senaryo akıl almaz görünüyor. Ancak Filistinlilerin Hamas’a karşı bir alternatifi yok. Hamas’ın kendisi de konuyla ilgileniyor gibi görünmüyor. Bazıları alternatif olarak Abu Dabi’de yaşayan, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra ABD’nin de desteğini alan El Fetih’in pek işe yaramayan Gazzeli komutanı Muhammed Dahlan’ı işaret ediyor. Ancak Dahlan yerel destekten yoksun ve bu nedenle Dahlan’ın liderliğini empoze etmeye yönelik herhangi bir girişimin geleceği olmayacak. Kendisi de bununla ilgilenmediğini belirtti.

 

Tekrar İşgal 

 

Peki Gazze’deki liderlik boşluğu bir Arap devleti ya da Filistinli bir aktör tarafından doldurulamıyorsa ne olacak? Netanyahu bir süre önce ya doğrudan yeniden işgal yoluyla ya da bir tampon bölge içinde, çevrede konuşlanacak süresiz bir İsrail güvenlik kontrolünden yana olduğunu açıkladı. Mevcut koşullarda Netanyahu kabinesindeki bazı aşırı sağcı üyelerin Gazze’nin yeniden işgalini ancak bölgenin öncelikle nüfustan arındırılması şartıyla kabul etmesi muhtemel (ki bazıları bu senaryonun İsrail’in Gazze’deki güvenlik sorununa bir çözüm olduğunu ima etti). Biden yönetiminin Filistinlileri Mısır’a itecek bir hamlenin, hatta İsrail’in Gazze’yi yeniden işgalinin kabul edilemez olduğu yönündeki son mesajları İsrailli liderleri, sadece kamuoyu söylemlerinde de olsa, duraksatmış olabilir. Ancak yüz binlerce çaresiz ve panik halindeki Gazzeliyi sınırın ötesine itmesi durumunda ABD’nin İsrail’e aktif bir şekilde destek verip vermeyeceği açık bir soru olarak kalmayı sürdürüyor. Mısır böyle bir mülteci akınına kesinlikle karşı çıkacaktır: Mısır, topraklarından İsrail’e karşı bir isyan başlatması ve böylece İsrail’in misilleme ateşine maruz kalması muhtemel yeni kuşak Filistinlilere bakmakla yükümlü olmayı istemez. Ancak Mısır’ın böyle bir sürgünün gerçekleşmesini engelleyip engelleyemeyeceği belirsiz.

 

Gazzelilerin ikinci kez kitlesel olarak evlerinden sürülmesinin, yani İsrail’in kuruluşuna yol açan 1948 Savaşı sırasında Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesine atıfta bulunan “İkinci Nakba”nın beraberinde diğer cephelerde de şiddetin tırmanmasını getireceğine şüphe yok. Bazı İsrailli liderlerin açık tehdidi ve Filistinlilerinse korkuyla andığı Nakba ya da “felaket”, geçtiğimiz ay şiddetin tırmanışa geçtiği ve Filistinlilerin aynı kadim korkuyla yaşadığı Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te kargaşaya yol açacak; İsrail ile Lübnan Hizbullah’ı, Irak, Suriye ve Yemen’deki İran destekli diğer gruplar ve muhtemelen İran’ın kendisi ile arasındaki gerilimi daha da tırmandıracaktır. Bu gruplar İsrail’in yanı sıra bölgedeki ABD unsurlarını da defalarca roketler ve insansız hava araçlarıyla hedef aldı. Şimdilik ne onlar ne İsrail ne de ABD topyekûn bir savaşa girmeye istekli görünüyor ama yanlış bir hesaplama ya da hatayla savaşa girebilirler. Bu tehdit, İsrail ve Hizbullah’ın birbirlerinin topraklarına daha uzun menzilli füzeler göndermesiyle her geçen gün daha da artıyor.

 

Önerilen bu olasılık dışı düzenlemeler ışığında, Gazze için “ertesi gün” giderek korkunçlaşıyor görünüyor. Hiç de iyi bir senaryo olmamakla birlikte en olası senaryo Birleşmiş Milletler ve diğer insani yardım kuruluşlarının yakıt, gıda, su ve ilaç gibi temel hizmetleri sağladığı, Gazzelilerin çoğunun yerlerinden edilmeye ve İsrail’in ise Gazze’de, muhtemelen uzun bir süre boyunca, belirli bir güvenlik gücü bulundurmaya devam ettiği ve aynı zamanda su ve elektrik sağladığı bir senaryo olacaktır. 

 

Bazı gözlemciler en kötü senaryoyu (Filistinlilerin Gazze’den sürülmesi ve İsrail’in yeniden işgale başlaması) bir adım daha ileri götürüyor. Onlara göre İsrail, Hamas’ı yenilgiye uğratıp Filistinlileri Gazze’den çıkarmakla kalmayıp aynı şeyi Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te de yapmak için başka seçeneği olmadığına ya da yeniden altın bir fırsat bulamayacağına hükmedebilir. Nihayetinde Lübnan’daki Hizbullah’a saldırmayı da seçebilir. Hatta ABD’yi İran’la bir savaşa sürükleyecek kadar ileri gidebilir. Netanyahu uzun zamandır İran’a yönelik bir Amerikan saldırısı için çabalıyor. Ancak 7 Ekim İsrail’in güvenlik duygusunu yerle bir etti ve savaştan kaçınan Biden yönetimi bile bölgesel bir ölüm kalım savaşına girmesi halinde müttefikini açıkta bırakmanın mümkün olmadığını düşünebilir.

 

İsrail’in bu yolu seçmesi ya da Hizbullah ve İran’ın “direniş ekseni” olarak güvenilirliklerini kaybetme korkusuyla İsrail’e saldırmaya karar vermeleri halinde ortaya çıkacak bir savaş, kazananları ve kaybedenleri belirleme çabalarını tartışmalı hale getirebilir. Bölgesel bir savaşın sonucunun Hamas; Filistinliler, genel anlamda ise İsrail; İran ya da herhangi bir diğer ülkeye nasıl bir fayda sağlayacağını kestirmek güç.

 

Korkunç Aynılık

 

Her ne kadar başarılı olma şansı düşük olsa da ileriye dönük başka bir yol da düşünülebilir. Bu yol ertesi gün için bir çözüm getirmeyecektir ancak tarafları bugün için daha iyi bir sonuca ulaştırabilir. Şu anda müzakere edilmekte olan, Hamas’ın rehineleri serbest bırakması karşılığında askeri operasyonların saatler değil günler boyunca ciddi bir şekilde durdurulması ve Gazze’ye yardımın artırılması (ve belki de İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinlilerin serbest bırakılması) gibi insani molalarla başlanmalıdır. Bu aşamadan sonra müzakereler kademeli olarak ateşkese doğru ilerleyebilir. İsrail ateşkesi reddettiğini söylüyor ve rehinelerin büyük ölçüde serbest bırakılmasından ve Hamas’a karşı askeri bir zafer gibi gösterilebilecek bir şeyden önce ateşkesi kabul etmesi pek olası değil. Ancak İsrail’in tutumu Gazze çıkmazından çıkışı mümkün kılacak siyasi bir ufkun sunulması halinde değişebilir.

 

Böyle bir siyasi ufuk da var ancak rehinelerin serbest bırakılması ve insani bir duraklama daha fazla diplomasiye zemin sağlamadıkça bu ufka erişmek mümkün olmayacak ve bir bedeli olacak. Hamas’ın mutlak yenilgisini en önemli önceliği haline getiren İsrail, en çok ihtiyaç duyduğu ve değer verdiği şeyi gözden kaçırdı: Güvenlik duygusunu yeniden tesis etmek. Geçmişte Filistinlilere karşı ezici bir güç kullanması barış ve güvenlik yanılsaması yaratmıştı ancak bunun altında yatan gerçek belirgin bir biçimde farklıydı. Kalıcı bir temelde geniş ölçüde güvenlik sağlamanın daha iyi bir yolu, İsrail-Filistin çatışmasının çözümünü ön plana ve merkeze koyarken İsrail’in normalleşme anlaşmaları veya başka bir mekanizma yoluyla daha geniş bir coğrafyayla uzlaşmaya varması olabilir. Böyle bir yaklaşım İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşimler ve Filistin devleti konusunda büyük tavizler vermesini gerektirecektir ki Netanyahu hükümetinin ya da benzer düşünen herhangi bir halefinin bunu kabul etmesi pek olası değil.

 

ABD’nin devreye girmesi. Eğer Biden yönetimi İsrail’e verdiği karşılıksız destekle -uluslararası insan hakları ve insancıl hukuk konusundaki çifte standartlarını bariz bir şekilde sergileyerek- ABD’nin güvenilirliğine verdiği büyük zararın bir kısmını telafi etmek istiyorsa, İsrail-Filistin çatışmasına kalıcı bir çözüm bulmaya yönelik büyük bir siyasi girişimde bulunmalıdır. Bu, Biden’ın kendi siyasi tabanının ve Arap devletlerinin bir kısmının yanı sıra öfkeli bir küresel kamuoyunun duygularını dönüştürebilir ya da en azından yatıştırabilir. Elbette Biden bu yola girmeye hevesli olmayabilir, ancak bunu yapamaması halinde özellikle Michigan ve diğer salıncak eyaletlerdeki Arap ve Müslüman Amerikalılar ve genç seçmenler gibi önemli seçmen grupları nezdinde gelecek yıl sandıkta zor durumda kalabilir (Elbette bu durum İsrail yanlısı anaakım seçmenler nezdinde de kendisine pahalıya mal olabilir). Şimdilik ABD, İsrail’e en azından savaş kurallarına uyması, insani yardım için ara vermeyi kabul etmesi ve mevcut krizden çıkış yolu olarak Gazze’ye çok daha fazla yardım girmesine izin vermesi konusunda baskı yapabilir. Çözümün İsrail üzerinde bugüne kadar görülenden çok daha güçlü bir ABD baskısı gerektireceğiyse açık.

 

Mevcut dinamik Biden yönetiminin aksini yapacağını gösteriyor. İsrail yönetiminin askeri rotasından sapması da pek olası görünmüyor. Hamas mevzilerine çekildi ve Gazze’nin çok ötesinde büyük bir destek görmeye devam ediyor. İran ve devlet dışı müttefikleri, İsrail ile topyekûn bir savaşa girme konusunda isteksiz olsalar da böyle bir savaşa hazırlanıyor ya da sürükleniyor olabilirler. İsrail’in iki devletli çözümü reddetmesi ve iki devletli bir geleceğin ortadan kalkması ihtimali hem İsrail’in hem de Filistinlilerin yaşayabileceği, müzakere edilmiş bir çözüme ulaşma konusunda neredeyse aşılmaz bir zorluk teşkil ediyor.

 

Ancak denenmemesi halinde İsraillilerin ve Filistinlilerin nesiller boyu aynı dehşeti yaşamaya mahkûm olacağına şüphe yok. İsrail ve Hamas iflas etme kararlılığıyla, çatışmanın ve acıların devamına davetiye çıkarıyor.

 

Bu yazı Foreign Affairs sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.