Geç Kalmış Bir Milliyetçilik Örneği: “Arabizm”

Arap milliyetçiliği, Fransız İhtilali sonrasında tezahür eden etnisite temelli bir milliyetçilik türü olmanın aksine; daha ziyade dil, kültür ve etnik açıdan bağdaş bir paydanın önderliğinde bağımsız bir devlet savunusunu tasavvur etmektedir.

arap milliyetçiliği

Filistin-İsrail Savaşı’nın yaratmış olduğu ortamla birlikte yeniden gündeme gelen Arap toplumunun Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılma süreci ve bu süreç içerisinde tezahür eden Arap milliyetçiliğinin, tarihi bir arka plana sahip olmakla birlikte süreklilik arz eden çeşitli dinamikleri mevcuttur.

 

19’uncu yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte Arap coğrafyasında, Arapçılık tandansında siyasi bir akım şeklinde ortaya çıkan Arap taraftarlığı, “Arabizm” dönemi olarak adlandırılmaktadır. Arap kültürel uyanışının bir neticesi olarak tezahürü eden Arabizm, milliyetçiliğin temel dinamiklerini teşkil eden dil, kültür ve edebiyat sahalarındaki uyanışın sergilendiği milliyetçilik öncesi dönemi ifade etmektedir. Arabizm’in temelinde; yolsuzluklar ve yozlaşmalar neticesinde bozulan Osmanlı Devleti’nin kötü yönetimine karşı gösterilen bir tepki çerçevesinde, kötü gidişatı düzelterek birtakım siyasi ve sosyal haklar elde etme arzusu bulunmaktadır.¹

 

Fransız İhtilali neticesinde milliyetçilik ideolojisiyle şekillenen 19’uncu yüzyılda ortaya çıkarak Arap vilâyetlerinde görülen Arap hareketi bir akıma dönüşürken, doğrudan ayrılıkçı ve bağımsızlıkçı bir kimlikten farklı bir duruş sergilemiştir. Bağımsızlık amaçlı bir Arap milliyetçiliği hareketi, daha ziyade I. Dünya Savaşı’nda vücut bulmuştur. Zira Arap taraftarlarının çoğunluğu, savaştan önce bağımsız bir Arap devletinden yana olmamıştır. Esasında Arap milliyetçiliği; ortak tarih, kültür, coğrafya ve etnisite anlayışına dayanarak I. Dünya Savaşı sonunda ve post-Osmanlı döneminde gelişirken, sonrasında emperyalist Batı’ya karşı tavır alan bir harekete evrilmiştir.

 

Bugün Ortadoğu coğrafyasının büyük bir kısmını oluşturan Arap vilâyetleri, bölgesel manada Safevi ve Memlûk idaresi sonrasında yaklaşık dört yüzyıl kadar Osmanlı egemenliği altında yönetilmiştir. Osmanlı Devleti, Arap vilâyetlerine sahip olarak elde ettiği geniş toprak ve gelirin dışında, çeşitli dil, kültür ve medeniyet unsurlarını çatısı altına alarak ticari, siyasi ve askerî açıdan kazandığı güçle imparatorluk kimliğini pekiştirmiştir. İmparatorluk, Basra ve Musul’dan müteşekkil Irak vilâyetleri, Lübnan ve Filistin’in de dâhil olduğu Suriye vilâyeti; Mısır’ın fethiyle gelen Halifelik sancağıyla birlikte Hicaz, Kudüs, Necef gibi kutsal şehirlerin yanı sıra Trablusgarp (Libya), Tunus ve Cezayir’den oluşan Garp Ocakları’nın da içinde olduğu Arabistan Yarımadası’na hükmederek Müslüman ve Arap tebaa nezdinde, siyasi ve dini tek otorite halini almıştır. Osmanlı Devleti egemenliği altındaki Arap vilâyetlerini, Portekiz, İspanya, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci güçlere karşı korurken idari, iktisadi ve kültürel açıdan da desteklemiştir. 

 

17’nci yüzyılın sonu ve 18’inci yüzyılın başlarında vuku bulan uzun süreli savaşlar ve toprak kayıplarının bir sonucu olarak merkez ve taşrada hissedilen otorite sorunu, Arap vilâyetlerinde de etkili olmuştur. Bazı aileler ve âyan, bölgede hissedilen otorite boşluğunu doldurmaya yeltenince devlet, buradaki siyasi, idari, askeri ve iktisadi gücünü kaybetmeye başlamıştır.² Bölgedeki nüfuzlu aileler, bölgenin idari kanallarını ele geçirerek merkezi otorite nazarında fiili bir durum yarattıkları gibi, sınır güvenliği hususunda da inisiyatif alarak merkezle taşra arasındaki aracı rolüyle siyasi, askeri ve iktisadi manada bir otorite konuma sahip olmuştur. 

 

18’inci yüzyılın sonlarına doğru tezahür eden Vehhabilik, imparatorluğun bölgedeki nüfuzuna yönelik dini ve siyasi mahiyetli ciddi bir tehlike oluştururken, etnisiteye dayanmadığı gibi çeşitli mezhepsel yaklaşımlarla merkezi otorite ve Osmanlı iradesindeki hilâfete karşı çıkarak dini-kabileci bir milliyetçiliği temsil etmiştir. Bu durum, imparatorluğun bölgede yaşadığı otorite kaybına ivme kazandırırken Vehhabilik hareketinin güç kazanması, “ilk dönem İslâm anlayışını” vurgulayan Selefilik anlayışını da güçlendirerek Arap-İslam tarihi ve kültürü üzerinden yükselen Arabizm’in temel dinamiklerinden birini oluşturmuştur. 

 

Fransa’nın Mısır’a Saldırması

 

İngiltere hâkimiyetindeki Hindistan yolunu kontrol altına almak adına Fransa’nın Osmanlı egemenliğindeki Mısır’a saldırması, Arap vilayetleri adına önemli bir kırılma noktası olmuştur. Vehhabilik hareketinin güç kazandığı dönemde Fransa’nın Mısır’ı (1798), daha sonrasında Cezayir (1830) ve Tunus’u (1881) işgal etmesi, imparatorluğun bölgedeki nüfuzunu kırarken Cezzar Ahmed Paşa ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa gibi isimlerin inisiyatif almaları, bölgedeki merkezi otorite zayıflığını pekiştirmiştir.³

 

Arap coğrafyasındaki hâkimiyetini yitirmeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu, 19’uncu yüzyılda devlet otoritesini merkez ve taşrada yeniden tesis etme ihtiyacı hissetmiştir. II. Mahmud dönemiyle başlayarak Tanzimat reformlarıyla süren merkezileşme politikaları ve Batılı devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde artırdığı nüfuzla paralel olan siyasi ve ekonomik gelişmeler, ilk dönemlerde Arap coğrafyası özelinde milliyetçi ya da ayrılıkçı bir dinamizme zemin hazırlamamış, hatta tam tersi istikametle vilâyetlerin merkezi idareye olan uyumunu hızlandırmıştır. Ayrıca Fransız işgaliyle devletlerarası bir rekabet alanına dönüşen Mısır’da Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın tesis ettiği merkezi otorite dışı/karşıtı nüfuz, dengeleri değiştirmiştir. Tanzimat uygulamaları, farklı iktisadi ve içtimai yapılardaki gruplara tam anlamıyla tesir edemezken, bölgedeki nüfuz sahibi yerel eşrafın tepkisini çektiği gibi yeni oluşturulan yerel meclisler aracığıyla bu zümrenin taşra idaresinde daha da etkili olmasına neden olmuştur.

 

Osmanlı Devleti’nin yükselen Avrupa karşısında siyasi, ekonomik ve askeri açılardan zayıflamasına paralel olarak Avrupa yayılmacılığının Arap vilâyetlerine yönelmesi, Arabizm’in tezahüründeki temel nedenlerden birisini oluşturmuştur. Avrupa yayılmacılığı, Arabizm ve onun bir ileri aşaması olan Arap milliyetçiliğinin gelişmesi adına uygun zemini, Arap vilâyetlerindeki aşiretlere dayalı feodal yapı üzerine inşa etmiştir. Sanayi Devrimi ve sömürgeciliğin yaratmış olduğu ortam, bu dönemde Hindistan iltisaklı Doğu ticareti ve misyonerlik faaliyetleri üzerinden Batı ile gelişen ilişkiler çerçevesinde Arap vilâyetlerinin Avrupa kültürü ve yeni siyasi düşüncelerle temas etmesini sağlamıştır. Fransız İhtilali’nin getirdiği özgürlük ve milliyetçilik fikirleri, Balkanlar’da milliyetçiliğin yükselmesine neden olurken, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’da kurduğu otoritesini III. Selim ve II. Mahmut gibi reformist padişahlara karşı korumak adına modernleşmeyle sağlamaya çalışması bölgedeki Araplara düşünsel manada önemli bir katkı sağlamıştır. Avrupa’da eğitim alan öğrenciler, millet, vatan ve vatanseverlik gibi Fransız İhtilali temelli kavramları kavrarken bu düşün pratiklerini Mısır’a taşımıştır. 

 

Tanzimat uygulamalarına karşı Arap vilâyetlerinde yükselen halk tepkileri, bazı bölgelerde güvenlik sorunlarının ortaya çıkmasına neden olurken, Avrupa’nın sömürgecilik ve misyonerlik faaliyetleri, Arap milliyetçiliğinin yükseliş merkezleri olan Suriye ve Lübnan’da, İngiltere ve Fransa’nın güdümünden medet uman Hıristiyan Araplar ve bilhassa Marunilerden oluşan Avrupa yanlıları ve 1856 Islahat Fermanı’nın getirdiği düzenden memnun olmayan Müslümanlardan müteşekkil Avrupa muhalifleri olmak üzere iki kutup yaratmıştır. 1860 yılında Lübnan’daki Maruniler ile İngiltere güdümündeki Dürziler, Suriye’de ise Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında zuhur eden çatışmalar, Batılı devletlerin bölgeye müdahale ederek Lübnan’ın özerk bir statü kazanmasına ve Batı’nın bölgedeki siyasi, ekonomik ve sosyal nüfuzunu artırmasına neden olmuştur. Zaman içerisinde artan misyonerlik faaliyetleriyle birlikte Arabizm düşüncesi, Beyrut Amerikan Koleji ve Fransız Cizvit Koleji gibi okulları aracığıyla Arap tarihi, Arap dili ve edebiyatı, Arapça eğitim gibi faaliyetlerle Lübnan, Suriye ve Mısır gibi Batı ile ticari ve kültürel ilişkileri yüksek olan ve önemli ölçüde yerli Hıristiyan nüfusun barındığı Arap vilâyetlerinde yayılmaya başlamıştır.⁴

 

Arap milliyetçiliği, Fransız İhtilali sonrasında tezahür eden etnisite temelli bir milliyetçilik türü olmanın aksine; daha ziyade dil, kültür ve etnik açıdan bağdaş bir paydanın önderliğinde bağımsız bir devlet savunusunu tasavvur etmektedir. Arap milliyetçiliği, doğrudan Osmanlı Devleti egemenliğine başkaldırarak bir Arap etnisitesi zümresiyle bağımsızlığa ulaşma şeklinde gerçekleşmemiştir. Arap bilincinin farkındalığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde küçük bir aydın zümresi tarafından Osmanlı’dan ayrı bir “Arap kaderi” düşüncesiyle tezahür ederken, Arap vilayetleri üzerinde ortaya çıkan merkez-çevre ilişkisi kopukluğuyla bölgedeki güç ve egemenlik mücadelesi, Arap uyanışına ivme kazandırmıştır. 

 

I. Meşrutiyet Dönemi

 

Arapçılık, esas hareketliliğini, artan Avrupa müdahalesine paralel biçimde hem milliyetçiliğin hem de yerel reform isteklerinin yükseldiği ve siyasi akımların serbest bir ortam bulduğu II. Meşrutiyet döneminde kazanmıştır. Arabizm, bu dönemde siyasi bir kimliğe bürünürken I. Dünya Savaşı’nın olağanüstü şartlarında bağımsızlıkçı bir dinamik elde etmiştir. İngiltere ve Fransa’nın vaatleri ve imparatorluğun tasfiyesi, meselenin farklı bir boyuta evrilmesine ve Arabizm’in Arap bağımsızlığını de hedef alan ayrılıkçı bir harekete dönüşmesine neden olmuştur. Ayrıca Arap milliyetçilerinin imparatorluktan ayrılmayı istediklerini düşünen Cemal Paşa’nın olağanüstü yetkilerle bölgeye atanması ve bölge üzerindeki yıldırma amaçlı sert politikaları, Arap milliyetçiliğini körüklemiştir. 

 

I. Dünya Savaşı sırasında Arap toplumunun çoğunluğu Osmanlı Devleti ve hilâfete bağlı bir tutum sergilese de Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve ona bağlı bazı çıkar grupları, Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ederek Arap vilâyetlerinde İngiliz ve Fransız yönetimlerinin kurulmasını öngören şartlara hizmet etmiştir. I. Dünya Savaşı’nın sonunda, Arap vilayetleri İngiliz ve Fransız işgaline girerken, bu sürecin sonu, Arap vilayetlerinin Osmanlı Devleti’ne olan bağlılığını tamamen yitirmesine neden olmuştur.

 

__

¹C. Ernest Dawn, Osmanlıcılıktan Arapçılığa, (çev. Bahattin Aydın-Taşkın Temiz), İstanbul 1998.

²Bağdat ve Basra Eyaletlerinde Kafkas kökenli Kölemen valilerin (1704-1831); Musul Eyaleti’nde Celilî ailesinden gelen valilerin (1726-1834); Şam’da köken olarak Türk olup zaman sonra Araplaşan Azmzade ailesine üye valilerin (1725-1807); Filistin’de ise Zeydan ailesi mensuplarının (1710-1775) ve ardından Cezzar Ahmet Paşa’nın merkezi hükümet adına yönetimde egemen olması, mevcut duruma bir örnek teşkil etmektedir.

³Ayrıca Bkz.; Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, (çev. Türkan Yöney), İstanbul, 2003.

⁴Ayrıca Bkz.; Davut Hut, (2016) Osmanlı Arap Vilayetleri, Arabizm ve Arap Milliyetçiliği, Vakanüvis – Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 1, 105-150.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.