Giorgia Meloni ve Aşırı Sağın Transatlantik’e Yönelişi

İtalya’nın eski faşist partisi, Amerika’nın Cumhuriyetçileri, Britanya’nın Muhafazakârları ve İsrail’deki Likud Partisi ile aynı yerde duruyor.

meloni

İtalya’da 25 Eylül’de yapılan seçimle Giorgia Meloni ülkenin başbakanı olacak. Seçmenlerin sandığa gitme oranındaki büyük düşüş, İtalya halkının içinde bulunduğu derin hayal kırıklığının işaretlerini veriyordu. İtalya’nın Kardeşleri partisi (FdI), Meloni’nin liderliğiyle tarihsel bir beklentiden avantaj sağladı, zira Meloni İtalya’da hükümetin başına geçecek ilk kadın başbakan olacak gibi görünüyordu. İtalya’nın Kardeşleri, yükselişi daha öncesine tarihlendirilebilirse de, Mario Draghi’nin teknokrat birlik hükümetine muhalif tek parti olmasından da fayda sağladı.

 

Meloni ve FdI’ın başarısında, bu önemli konuların dışında ve bunlar kadar aleni olmasa da, İtalya’nın sınırlarını aşan bir öykünün de etkisi var. Meloni, normal ve endişe verici olmayan bir profil çizmek için partisinin imajını düzeltmeye çalıştı ve her fırsatta Amerika’nın Cumhuriyetçi Parti’si ve iktidardaki diğer muhafazakâr partilerle olan bağlarını ve benzerliklerini vurguladı.

 

Bunun yanında FdI, ülkede ve bir siyasi gelenek içinde (“post-faşizm”) dış politikaya, Amerika’nın öncülük ettiği Avrupa güvenlik düzenine hem oldukça muhalif olan hem de kayıtsız kalan kaba bir transatlantik yaklaşımı savundu. Bu iki gelişme, Avrupa aşırı sağının güzergâhında önemli tarihsel kırılmaların yansıması.

 

Avrupa aşırı sağı geleneksel olarak Amerikan karşıtıydı. ABD sadece tarihsel olarak faşizmi yenilgiye uğratmaktan mesul düşman değil, aşırı sağcı aktivist ve aydınların muhtelif kesimlerince karşı çıkılan kültürel değerlerin de en güçlü temsilcisiydi. Savaş sonrası aşırı sağ, faşizmin hareket noktasındaki antikapitalizmden büyük ölçüde vazgeçmekle birlikte, Birleşik Devletler’i yozlaşmakta olan materyalist kültürün en önemli taşıyıcısı olarak tanımlayarak materyalizmin faşist eleştirisine olan borcuna sadık kaldı.

 

Siyaset bilimciler Fennema ve Pollman, 1989-1994 arasında Avrupa Parlamentosu’ndaki aşırı sağ partilerin ideolojisini analiz ettikleri bir çalışmada, bu partilerde Amerika karşıtı tutumların yaygın olduğu sonucuna vardı. Öyle ki Avrupa Parlamentosu’nun İtalya Sosyal Hareketi’nden (FdI’ın öncülü) bir üyesi yeterince Amerika karşıtı bulmadığı için bir süreliğine partisinden ayrılmıştı. Avrupa Sağı Grubu’nun lideri Jean-Marie Le Pen, 1989’da, ABD ve Japonya’yı Avrupa’ya yönelik en önemli tehditler olarak tanımladığı bir röportaj vermişti. Fransa’nın sömürgeci yönetiminin ateşli savunucusu olan Le Pen sonraları Körfez Savaşlarının ilkine de karşı çıkmıştı.

 

Bugünlerde Hollanda siyasetinin marjinal figürlerinden biri olan Geert Wilders daha transatlantik bir aşırı sağ siyasetine yönelmeye etkisi olan en önemli figürlerden biriydi. Wilders’ın kahramanları faşist ideologlardan ziyade Churchill, Reagan ve Thatcher’dı. En önemli siyasi dostu Martin Bosma 1990’larda New York’ta, New School for Social Research’te öğrenim görüyordu. Bosma, ABD’de geçirdiği zamanda kendini Cumhuriyetçi medya stratejistlerinin ve yeni muhafazakâr düşünürlerin çalışmalarına vermişti. Wilders’ın yoldaşlarından bir diğeri olan Bart Jan Spruyt, geniş bir Cumhuriyetçi Parti seçkinleri ağının içinde olmaktan gurur duyuyordu ve 2005’te Wilders’ı ABD’ye bir seyahate çıkarmıştı.

 

İslam karşıtı filmi Fitna’nın 2008 yılında piyasaya sürülmesi, Wilders’ın uluslararası bir ün kazanmasını sağladı. Muhafazakârlar tarafından filmin gösterimini yapmak üzere ABD Kongresi ve Britanya Parlamentosu’na da davet edilen Wilders, 11 Eylül saldırılarının ardından ortaya çıkan İslamofobik “cihatla mücadele” hareketinde popüler bir sözcü oldu. Pamela Geller, Daniel Pipes ve David Horowitz gibi Amerika sağının aktivistleri, kendisini himayeleri altına almayı ya da doğrudan kendisine mali katkı sunmayı teklif ettiler. Wilders, Foreign Policy’de yayımlanan bir makalede ustaca belirtildiği gibi, “Amerika’nın gözde İslam karşıtı” oldu.

 

Wilders, Yahudileri ve İsrail’i müttefik olarak görüyordu. Diğer aşırı sağ Avrupalılar da Wilders’ın İslam karşıtlığını, İsrail yanlısı duruşunu benimsediler. Bunun en çarpıcı örneği de 2010’da İsrail’e ziyarette bulunan çokuluslu bir aşırı sağ delegasyondu.

 

Wilders’ın ABD’ye yönelmesi böyle oldu. Avrupa Parlamentosu’nda Wilders ve Marine Le Pen arasında kurulan ortaklık neticesinde ortaya çıkan Europe of Nations and Freedom (ENF) grubu Trump’la bir araya gelme umuduyla 2016’da Muhafazakâr Siyasi Eylem Konferansına (CPAC) bir heyet gönderdi. Heyetin seyahati Avrupa Parlamentosu’nun “olgu belirleme görevi” için ayrılan fondan karşılandı. ENF’i oluşturan partilerden biri olan Avusturya Özgürlük Partisi, seçim gecesi Trump Tower’da verilen partiye ve sonra da ABD Temsilciler Meclisi’nin Iowa üyesi Steve King’in davetiyle 2017’de Trump’ın yemin törenine katılarak bu alanı biraz daha genişletti.

 

Bir Zamanların Hararetli Amerika Karşıtları

 

O günden bu yana, bir zamanlar hararetle Amerika karşıtı olan aşırı sağ partiler dahi daha transatlantik bir duruş sergilemeye başladılar. Fransa’nın Ulusal Birlik’i (Rassemblement National) 2018’de Marine’in yeğeni Marion Maréchal Le Pen’i CPAC’a gönderdi. Genç Le Pen burada İngilizce bir konuşma yaparak “Öncelikle Amerika halkı için Amerika, öncelikle Britanya halkı için Britanya ve öncelikle Fransız halkı için Fransa” istediğini iddia etti. Fransa’nın aşırı sağı bir bütün halinde, Amerika’nın temalarına giderek daha da angaje olmaya başladı. Wokeizm’e saldıran kültür savaşı senaryosunu aldılar, asılsız seçimde hile yapıldığı iddialarını ve buna eşlik eden “çalmayı bırak” uyarılarını desteklediler.

 

Giorgia Meloni artık, görüşleri Amerikan aşırı sağına tamamen açık olan Avrupalı aşırı sağ liderler kadrosunu temsil ediyor.

 

Ağustos başlarında televizyon kanalı Fox Business’ta Maria Bartiromo’nun Meloni’yle yaptığı ve Meloni’yi pek zorlamayacak sorulardan oluşan röportajı düşünün. Meloni’nin partisinin karanlık tarihi röportaj boyunca hiç gündeme getirilmedi. Bunun yerine Meloni’nin İtalya’nın ilk kadın lideri olma hedefine, İtalya’nın en genç bakanı olarak yaptığı eski görevine, Avrupa Birliği ve Birleşik Devletler’deki anaakım muhafazakârlarla iş birliği içinde oluşuna vurgu yapıldı.

 

Bartiromo bir yerde Meloni’den yanlışlıkla “Avrupa Muhafazakârları Partisi (European Conservative Party)” başkanı diye bahsetti. Böyle bir parti bulunmuyor. Burada asıl referans şüphesiz “Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri” (ECR) grubuydu. Geleneksel olarak, ECR’ın Hıristiyan Demokratların sağındaki (Radikal Sağ olmasa da) daha yumuşak Avrupa şüphecilerini ve muhafazakârları temsil ettiği bilinir. Karakteristik olarak İngiliz gelenekselcileri ve muhafazakârlarının evi olan ECR son yıllarda önemli ölçüde değişti.

 

Bugün sadece Meloni’nin FdI’ının değil, İsveç Demokratları ve İspanya’nın VOX’unun da yer aldığı grupta artık liberalizm karşıtı Polonya Hukuk ve Adalet partisi ağırlıkta. Grup, 2020 Eylül ayında başkanlığına Meloni’yi seçti.

 

Röportajın sonlarında Bartiromo, “Birleşik Devletler’e dost olduğunuzu biliyorum, birçok kez buraya geldiniz, liderlerle görüştünüz, hatta geçen sene CPAC’deydiniz!” diyerek Meloni’nin Amerika’yla ilişkisinin altını çizdi. Hakikaten de Meloni CPAC’deydi; hem 2019’da hem de 2022’de CPAC’de resmi konuşmacılardan biriydi. Burada yaptığı konuşmalardan parçalar en son 26 Eylül’de, Meloni’nin zaferi netleştiğinde, CPAC Twitter hesabından bolca paylaşıldı.

 

Meloni’nin yakın bir zaman önce CPAC’de yaptığı konuşma birkaç yönden önemli. İlk olarak İtalya ve Birleşik Devletler’deki durum arasında ustalıkla paralellik kurarak, “durumun dünyanın her yerinde aynı” olduğunu ileri sürdü. Daha somut olarak, ABD sınırındaki durumu doğrudan Sicilya’daki durumla karşılaştırdı; Sicilya, teknelerle Avrupa’ya varmaya çalışan kayıt dışı göçmen ve sığınmacıların ana giriş noktası.

 

Düşmanı tanımlarken Meloni, İtalya, ABD ve diğer yerlerdeki “muhafazakârların” çıkarlarına karşı çalışan küresel bir seçkinler grubunu ima ederek “Ve biliyoruz ki, düşmanlarımız küresel olarak faaliyet gösteriyorlar, aynı taktiklere ve aynı ideolojiye başvurarak kimliklerimizi ve bizi biz yapan şeyleri yok ediyorlar” diyordu. Hatta “sözde cumhuriyetçilerden (RINO)” ve “çocuklarımızın eğitimini” tehdit ettiklerinden de bahsetti. Tek eksiği groomer’lara[1] saldırmaması ve Disney’i boykot etme çağrısında bulunmaması oldu.

 

Ukrayna’ya Destek Hamlesi

 

Meloni’nin İtalya aşırı sağ geleneğinden koptuğu belki de en önemli yer, Rusya’nın istilası karşısında Ukrayna’ya güçlü bir destek vermesi oldu. FdI’ın kendini muhalif tek parti olarak konumlamak için Draghi hükümetinin yardımına başvurması daha kolaydı. Ukrayna’ya destek hamlesi, FdI’ın geçmişte aynı koalisyon altında olduğu Putin yanlısı ortaklarından farkını kendi lehine vurgulama yolu olarak yorumlanabilir. Şimdilik Meloni, Avrupa’da Amerika liderliğinde bir güvenlik düzeninden memnun görünüyor. Bu güvenlik düzeni Ulusal Birlik, Avusturya Özgürlük Partisi ve İtalya’nın kendi partisi Lega gibi daha Rusya hayranı partiler için her zaman sorun olan bir şeydi.

 

Meloni’nin kaydettiği ve 10 Ağustos’ta uluslararası medyaya dağılan video da aynı ölçüde dikkate değerdi. Meloni birçok dil biliyor. İtalyanca dışında akıcı bir şekilde Fransızca, İngilizce ve İspanyolca konuşuyor ki bu durum sadece İtalya’nın aşırı sağından biri için değil, bir siyasetçi için de oldukça etkileyici bir beceri. Meloni videoda, bahsettiğimiz dil becerisini, hiç zorlanmadan bir dilden diğerine geçerek çıkarına kullanmaya çalışmıştı. Meloni, videosunda, partisini “İngiliz Gelenekselci ve Muhafazakârları, ABD Cumhuriyetçileri ve İsrailli Likud”un dengi olarak görüyordu. Partisini neo-faşist köklerinden ayırmaya da çalışıyor, “İtalya sağının, demokrasinin yok edilmesini ve Yahudi karşıtı rezil kanunları açık bir biçimde kınayarak, faşizmi artık onlarca yıl geride kalan geçmişinde bıraktığını” iddia ediyordu.

 

Bu gibi çeşitli medya performanslarının mantığı, ulusötesi ilişkileri saygın bir normallik imajı yansıtmaya yarayan bir kaynak olarak kullanmaya dayanıyor. FdI’ın kökleri, İtalya’nın İtalya’ya özgü “post-faşist” siyaset sahnesi geleneğinde de olsa uluslararası sahnede hakkında pek bir şey bilinmeyen olma avantajına sahip. Fransız Ulusal Birlik ve Avusturya’nın Özgürlük Partisi gibi köklü ve oldukça görünür partiler, sürekli olarak idare etmek durumunda oldukları, artık iyice yerleşmiş bir aşırılıkçılık damgası taşıyor. Bu anlamda FdI, ortağı VOX’a daha çok benziyor, yeni yeni tanınmaya başlayan bir parti. Bu da partinin stratejik olarak kendine bir imaj çizmesi ve bu imajın çerçevesini oluşturması bakımından çok daha fazla manevra yapabilmesine imkân veriyor. Bu seçim parti için kritikti ve daha olumlu bir itibar edinmenin getirisinin yüksek olacağını gösterebilir.

 

Bu etkiyi birkaç yıl önce İtalya siyasetine (ve daha geniş anlamda Avrupa siyasetine) büyük ilgi duyan Steve Bannon’un yarattığı farz edilebilirse de aşırı sağın uluslararası bir başarı kazanmasının ardında, perde arkasında operasyon yürüten ajanların karanlık bir komplosunun olduğunu varsaymaya gerek yok. Haklı olarak damgalanmış bu gibi aktörlerin itibarının aklanması da dâhil, aslolan ulusötesi dinamikler, onlar da tam da burada gözümüzün önünde cereyan ediyor.

 

Amerikalı aktörlerin küresel aşırı sağın alanına girişinin tarihsel olarak oldukça önemli bir olay olduğu da doğru. Amerika’nın muhafazakâr hareketinin uluslararası İngilizce medyaya erişiminin eşi benzeri yok. Avrupa’nın en başarılı aşırı sağ partilerini bile gölgede bırakan kurumsal bir aygıta ve savaş sandığına sahip. Cumhuriyetçi Parti ve Amerikan aktivist gruplarının küresel aşırı sağ ağı içinde giderek daha merkezi bir rol oynuyor oluşu, Meloni’nin FdI’ının oldukça açık bir şekilde gösterdiği gibi, aşırı sağın normalleşmesi sürecini hızlandırıyor.

 

Bu yazı Public Seminars tarafından yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.

 


[1] “Groomer” Amerikan siyasetinde muhafazakârların ve Cumhuriyetçilerin liberallere ve LGBTQ haklarını savunanlara saldırmak için kullandığı bir ifade, sözlük anlamı “çocuk istismarcısı”na karşılık geliyor. Disney boykotu ise Disney şirketinin LGBTQ haklarından yana duruşuna ilişkin protestolara göndermede bulunuyor. ç.n.)

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.