Göçmenlik, Asgarî Ücret ve Popülizm
Bilhassa ekonomik gerileme ve refah kaybı dönemlerinde, apolitikleşmiş ve kamusal alandan özel alanına çekilmiş yığınların olayları ne anlamlandırabildiği ne de müdahale edebildiği bir ortamda, popülist yaklaşım gözle görülür sebepler ve failler sunar.
Göçmenlerin kayıtdışı istihdam alanında ciddi bir emek arzı sunduğu, Türklerin tenezzül etmediği işleri yaptığı, bugünlerde sıklıkla söyleniyor. Gerçekten de asgarî ücretin altında, güvencesiz, insanî koşullardan uzak çalıştırılan onbinlerce göçmen bulunmakta.
İktidar sözcüleri ve işveren örgütleri bu durumu itiraf ediyor. Göçmen karşıtları bu durumdan, yerli halkı kışkırtmak ve onların “ekmeğimizi elimizden aldığı”na bizi ikna etmek için malzeme çıkarıyor. Fakat asıl görülmesi gerekeni kimse görmeye yanaşmıyor: Bu ülkede azımsanamayacak sayıda insan asgarî ücretin altına razı oluyorsa ve sanayiciler bunu yapmadan çarkı döndüremiyorsa, ekonomide ciddi yapısal sorunlar var demektir.
“İş” Deyince Neyi Anlıyoruz?
“İş”in tanımı geç modernlikte günden güne değişmektedir. Sanayi kapitalizminde iş, evin erkeğinin çalışarak aileyi geçindirdiği, sabah başlayıp akşam biten, belirli bir meslekte bir ömür geçirmeye dayanan bir faaliyetti. Kişi işçiyse, işçiydi. Ev hayatı ile iş hayatı arasında keskin bir ayrım vardı. Çalışan kişi aynı mesleği 30-40 sene icra ederek emekli olurdu. Refah devletlerinde sendikal hakları ve güvenceleri de vardı. Sanayi işçisi büyük işletmelerde toplanır, dikey bir organizasyon zincirinin en alt halkası olur; meslektaşlarıyla aynı mahallelerde yaşar, aynı şeyleri tüketir, aynı alışkanlıklarla gününü doldururdu.
Sanayi-sonrası toplumunda ise iş, dikey değil yatay örgütlenen küçük işletmelerde, sendikasız, güvencesiz, hatta belirli bir meslekî-niteliksel aidiyete bulaşmadan; çalışanın devamlı kendini yenilemeye ve uyarlamaya mecbur olduğu, sıklıkla işyeri değiştirdiği, üstelik tam-zamanlı çalışmasının gerekmediği; alınan maaşla da aile geçindirmek imkânsızlaştığı için ailenin tüm bireylerinin çalışma hayatına katılmasının beklendiği bir uğraş hâline geldi. Bugün bir çalışanın kendini herhangi bir meslekle tarif etmesi zorlaştığı gibi, “yarınım güvencede” rahatlığını ancak rüyasında görür. Bir zamanların “işçi mahalleleri” çoktan mutenâlaşarak orta sınıfın yerleşim yerlerine dönmüştür; tüketimde ise yekpârelik değil bireysel farklılaşma teşvik edilir. Tek ortak yan, atomize bireylerin özel alana kesin ricâtı ve neyi tükettiği değişse de aynı hazcı-tüketimci yaşam tarzında birleşmesidir.
“İş”ten anlaşılan böylesine değişince, asgarî ücretin işlevi hepten tartışmalı hâle geliyor.
Yukarıda anlatılan değişim tablosu aslında biraz da kurgusal bir tasvirden ibaretti. Evet, sanayi-sonrası geç modernlik böyle bir “ideal” model çizmiştir ama fiiliyatta görülen, belirli bir orta sınıfın bu tabloda yerini aldığı, geniş kesimlerin ise âdeta lüzumsuz, safralaşmış yığınlar olarak gündelik çözümlere terk edildiğidir. Dahası, 2008 sonrası küresel bunalım bugün gelişmiş ülkelerde bile safra yığınları alabildiğine çoğaltmaktadır.
Yapısal Sorunları Örten Asgarî Ücret Çıkmazı…
Tekrar göçmenlere dönelim… Türkiye’de bilindiği üzere yerli nüfusun önemli bölümü hizmet sektöründe veya küçük-orta sanayide cüzî ücretler karşılığı zorlu koşullarda çalışan, mesleksiz ve güvencesiz yığınlardan oluşmaktadır. Bunlar çoğunlukla asgarî ücret alıyor. Diplomalı, “meslekli” gençler de piyasaya ilk adımlarını bu ücretle atıyorlar. Böylece “asgarî” ücretin neredeyse medyan ücret hâline geldiği bir tabloyla karşı karşıyayız: Muhalefetin popülist vaatlerine karşılık veren hükümet asgarî ücreti fahiş biçimde artırınca, çalışanların yarıya yakını asgarî ücretli oluveriyor.
Demek ki asgarî ücretlinin hâlâ tek maaşla evini geçindirmesini bekliyor, o yüzden yükselttikçe yükseltiyoruz. Bu, sanayi kapitalizminden kalma bir anlayış; toplumun ataerkil kodlarına da uyuyor. Öte yandan, bu seviyede ücretler işverene çok geldiği için çareyi kayıtdışı göçmen çalıştırmada buluyor. Küçük-orta işletmelerde verimlilik son derece düşük; teknoloji yatırımıyla kazancı artırmak yerine işçi ücretlerinden kısarak kâr etmeye bakıyor patronlar. Hükümetin de işine geliyor bu: Böylece “üretim” çarkları bir şekilde dönerken, iktidara yakın Anadolulu KOBİ’ler de süreçten kârlı çıkıyor.
Fakat yapısal sorunlar da dağ gibi birikiyor: (1) Üretimin ekonominin dinamosu olduğu doğrudur, fakat bu kadar verimsiz üretime kaynakların tahsis edilmesi genel bir refah açığı yaratıyor. (2) Asgarî ücretin göreli yüksekliği, bu sektörlerde çalıştırılan göçmenler ile yerli nüfus arasında gerilimlere yol açıyor. Yaşadığı yoksulluğu anlamlandıramayan ahali, “benim ekmeğimi elimden alıyor” deyip göçmene diş biliyor. (3) Asgarî ücretin medyan ücret hâline gelmesi çalışanlarda ümitsizliğe sebebiyet veriyor, daha çok çalışarak kazanma hevesi sönüyor. (4) Mesleksizlikten kaynaklanan işsizlik hummâsı, sendikasızlığa ve güvencesizliğe kapı aralıyor, çalışanların haklarını tırpanlıyor.
Neden Ekonomik Problemler Göçmenlere Bağlanıyor?
Burada altının çizilmesi gereken husus, göçmenlik meselesinde doğrunun tek olmadığıdır; muhtelif bakış açılarından yansıyan farklı doğrular var ve bunların kamusal tartışma ortamında özgürce ele alınması gerekiyor. Göçmenleri yerli halka ekonomik tehdit olarak gören anlayış, modern iktisadın karmaşık süreçlerini yadsıyan, basite indirgeyen, olayların sorumluluğunu güya somut faillere yükleyerek günah keçileri üreten bir anlayıştır. Bu, örneğine Avrupa’daki aşırı sağcı akımlarda da rastladığımız popülist yaklaşımın Türkiye’ye ithal edilmesidir.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Bilhassa ekonomik gerileme ve refah kaybı dönemlerinde, apolitikleşmiş ve kamusal alandan özel alanına çekilmiş yığınların olayları ne anlamlandırabildiği ne de müdahale edebildiği bir ortamda, popülist yaklaşım gözle görülür sebepler ve failler sunar. Hâlinden memnun olmayan ama nasıl değiştireceğini bilmeyen, kamusal müzakere ve mücadele gücü zayıf, siyasal katılıma uzak ve sorunların her kişinin kendi sorunu olduğuna, özel alanında çözmesi gerektiğine inandırılmış kitleler de kendi konfor alanlarından çıkmadan, gerçek anlamda siyasallaşmadan, meseleyi onlar adına takip edecek popülist siyasî söylemlere yönelirler. Popülizm burada bir “siyasallık illüzyonu” yaratır.
Popülizmin ortaya çıkması, bir bakıma siyasalın zayıflığının; yani insanların, meseleleri diğerleriyle etkileşime girerek, akılcı argümanlarla müzakere ederek yahut semboller üzerinden his ve tutkuları örgütleyerek konsensüse varma ya da eğer varılamıyorsa çoğunluğun kararı üzerinde geçici mutabakat sağlama iradelerinin körelmesinin tezahürüdür. Kamusal alan çözündükçe, özel alanına sarılan atomize birey ya tamamen dar bireyciliğe gömülür ya da siyasallaşmadan, sözünü ve iradesini “halk adına” kullanacak popülist siyasî seçkinlere devreder. Demek ki problem büyük ölçüde, geç modernliğin hızlandırılmış yaratıcı yıkımından, kontrol edilemez hâle gelmiş dinamiklerinden, atomize bireyciliğinden ve akla sadece araçsal değer veren neoliberal teknokratik mantığından kaynaklanır.
İki Apolitizmin Varacağı Yer…
Göçmenlik bahsinde de durum bundan farklı değil. Bir yanda konuyu kamusalın dışına kaçırmak, siyaset-üstü ahlâkçı perspektiften bakmak, teknik-hukukî bir mevzu hâline getirerek bir avuç “uzman”ın, siyasetçinin, bürokratın uhdesine bırakmak isteyen liberal/sol-demokrat/İslamcı apolitizm var. Bunun karşısında, kitlelerin huzursuzluğunu göçmenlere kanalize etmeye uğraşan, sosyal sorunları basit sebep ve sonuçlara indirgeyen, dahası, mevzuyu yine her yönüyle kamusal tartışmadan kaçırarak “hepsini göndermek gerekir” hükmüne kestirmeden varan popülist (hatta bazen şoven) apolitizm var. Bu iki hat birbirini beslemekte, âdeta biri diğerini güçlendirmektedir.
Ne kadar mültecinin Türkiye ekonomisine katkısı var; ne kadarı Türk toplum hayatına entegre edilebilir; olayın kamu düzeni ve asayişi açısından karşılığı nedir? Bütün bunlar kamusal tartışmanın konusudur. Ve gerçek anlamda siyasal bir tutum, meseleyi topluma rağmen göçmenler lehine ya da aleyhine çözmeyi değil, toplumu katarak ve toplum tarafından çözümü esas alacaktır. Başka bir deyişle sorunu sosyal, politik, kültürel, iktisadî bütün veçheleriyle ele alacak ve nihaî kararı topluma bırakacaktır.