Gözetim Toplumunda Salgın Üzerine
Korona salgınıyla ortaya çıkan bazı uygulamalar yanlış şekilde kullanılabilir ve bunların kişi hak ve özgürlüklerini zedeleyen sonuçları olabilir. İnsanların, kendileri hakkındaki verilerin izinsiz toplandığı işlemlerin kişi hak ve özgürlüklerini zedeleyici nitelik taşıdığının bilincinde olmaları gerekir.
Korona salgınının Türkiye’de görülmesinden yaklaşık 10 gün sonra bir haber okuduk; bir telefon şirketi telefon sinyalleri ölçümleriyle İstanbul’da yaşayan insanların ne kadar hareket ettiklerine bakarak evlerinde kalıp kalmadıkları üzerine bir harita yayımlamıştı. Bu harita, 25 Mart 2020 günü Twitter’da en çok tartışılan konular arasındaydı. Tartışmadan kastım, haritayı yayımlayan şirketin bu veriyi izinsiz toplayışı ve bu işlem gayet doğalmış gibi kamuya sunması değil; insanların bu durum gayet doğalmış gibi veriyi yorumlamaları ve paylaşmalarıydı. Oysaki bu haber, korona salgınının gerekçe gösterilerek insanların ne derece takip edildiği ve izinsiz şekilde veriye dönüştüğünün göstergesiydi.
Son iki haftadır, özellikle Harari’nin koronavirüs salgını bağlamında dünya üzerine 20 Mart 2020 tarihli Financial Times yazısı sonrası gözetleme (surveillance) hakkında pek çok makale yayımlandı [1]; bunların birçoğu da güçlü devlet imgesine atıfla Hobbes’un Leviathan’ı üzerinden salgın sonrası devletlerin daha çok otoriterleşme riski taşıdıklarını yazıyordu. Bu mecrada Prof. Emre Erdoğan’ın Acemoğlu ve Robinson’un son kitapları Dar Koridor’da kullandıkları üç farklı Leviathan tasviri üzerinden güncel durumu kaleme aldığı yazısı da bunlardan birisi [3]. Bu yazıda, salgın sonrası alınan tedbirlerin kapsamı ve gözetleme hakkında devam eden tartışmayı Michel Foucault üzerinden okumaya çalışacağım.
“İktidarın Kontrol Arzusu”
1975 yılında yayımlanan Hapishanenin Doğuşu’nda Foucault, azap, ceza, disiplin ve hapishaneden bahseder. Özellikle kitabın üçüncü bölümü önemlidir. “Panoptikon” ya da Türkçe çevirisiyle “Görünmeyen Gözetim Altında Tutan Hapishanenin Sistemi” ismini taşıyan bu bölümde Foucault, tarihte geri giderek 17. yüzyılda veba salgınına karşı alınan önlemlerin disiplin tekniği kullanmanın ilk örneklerinden biri olduğunu yazar. Veba salgınının görüldüğü kasabada öncelikle karantina kararı alınır, ortak alanlar kapatılır, dışarı çıkma yasağı uygulanır. Yasağa uymayanlar ölümle cezalandırılır. Kapılar tek tek çalınarak hastalar kayıt altına alınır, ihtiyaçlarını alabilmek için dışarı çıkanlar sert bir kontrol mekanizması ile denetlenir. Ortak kullanım alanları hareketsizleşir ve donmuş bir resimden farksız hâle gelir. Foucault’ya göre, iktidar vebaya düzenle cevap verir; insanları teftiş etmek ve kontrol altında tutmak için ardı sıra bu tedbirler alınır. Böylelikle iktidar, merkezden çevreye toplumun kılcal damarlarına yayılır ve veba metaforu düzen ve disiplin toplumunun bir yansıması gibidir.
Foucault, bu kitabı özelinde, disiplini modern zamanın normu, tüm insanların sorgulamadan parçası olduğu modern söylemin parçası olarak verir. Veba salgını sebebiyle herkes her an hastalanabilir ve devletin toplumu koruma amaçlı tedbirler alması gerekir. Foucault, tam da iktidarın veba salgınını kullanarak aldığı karantina, hasta olanları “arıtma”, sürekli denetim ve kayıt altına alma gibi tedbirlerin aslında bir teknik olduğunu yazar. Tüm bu tedbirlerin ardında “normal olmayanı” denetim altına almanın; sürekli olarak gözetleme, sınıflandırma ve inceleme kisvesiyle kontrol arzusunun yattığını savunur. Amaç, insanlar arasındaki farklılıkların silindiği; herkesin birbirine benzediği ve insanların birer sayıya indirgendiği saf, doğru ve gerçek toplumu norm olarak sürdürmektir. Böylesi görünmez güç ilişkiler ağının olduğu modern toplumda da denetleme mekanizmaları toplumun hücrelerine sirayet edecektir.
Cezalandırma Gücünün Kurumsallaşması
İktidarın kendine özgü bir tekniği olarak disiplin, etkin bir şekilde kontrol edilebilen insanlar yaratır; görünmez bir güç ilişkileri ağının sürekli etkisi altında “yararlı bireyler” yaratma işlevini yerine getirir. Bu anlamda, güçlü veya güçsüz arasında bir fark yoktur, çünkü normun temel amacı güç bölümleri veya güç türevleri değil, disiplinli bireyler yaratmaktır. Nietzsche’nin kullandığı terimle “mesafe pathos”u ortadan kalkar ve toplumda farklılıklar sıfırlanır. Güçlü ve zayıf arasındaki fark kaybolur ve zayıfın ahlaki değer sistemi tek hâkim hâle gelir. Tam da bu sebeple modern toplum, insanlar arasında farklılıkları ortadan kaldırdığı için bir gelişmişlik değil, aksine kayıptır. Bu çağ normali tanımlayarak, deli, homoseksüel, hasta ve suçluları anormal veya sapkın olarak belirler, sınıflandırır ve cezalandırır. Bu normalleşme doğru ya da gerçek eğitim ile başarılır. Aydınlanma çağı “tekillik” getirir; insanları normalleştirerek “homojen” ve “doğru” kılar.
Foucault’ya göre cezaevi, tımarhane, hastane, okul gibi disiplin kurumlarının ortaya çıkışı, cezalandırma gücünün kurumsallaşmasına işaret eder. Görünmez ve somut olmayan güç ilişkileri ağı her yerdedir; sadece öğrenciler, işçiler veya hastalar değil, aynı zamanda öğretmenler, işverenler, doktorlar ve hemşireler de sürekli bu düzende kontrol altındadır. Tüm insanlar, Foucault’nun gözlem ve inceleme dediği görünmez bir gücün sürekli kontrolü ya da “bakışı” altındadır. Bu ağ, sistemin her yerindedir ve hapisten çıkmış olmanız, özgür olduğunuz anlamına gelmez, çünkü gözlem ve bakış her yerdedir. Öğrenciler aynı okullarda, işçiler aynı fabrikalarda, hastalar aynı hastanelerde, kadınlar aynı aile hayatındadır; kısacası tüm bireyler tek bir disiplin mekanizması altında özne olmaktan çıkar ve birer nesne haline gelir; normlara göre hareket etmek durumundadır.
Günümüzde de farklılıkların zahiri olduğunu görmek mümkün. Tüm bu farklardan arınmış bireyler birer beden olarak fiziksel bir nesne hâline gelir ve toplum bedenlerden, dolayısıyla sayılardan oluşur. Nüfus müdürlüğü soyadı, yaş, cinsiyet ve kimlik numarası sorar. Anketlerde sadece sunulan seçenekler arasında seçim yapılır, yorum soruları genellikle boş geçilir. Sınavlar daha çok çoktan seçmelidir. Televizyonlarda duyduğumuz haberler toplam vakaların, ölümlerin, iyileşenlerin sayısıdır; bireyler ve onların hikâyeleri değil. Zaten tüm hikayeler de birbirine benzer, hayatını kaybeden askerin evinin duvarları hep yoksulluğu yansıtır. Disipline edilen toplumun fertlerinden o topluma yararlı birer çark gibi çalışması beklenir. Netice olarak tüm insanlar bu yeni söylemin ve insanların özgürlük iradesini kısıtlayan güç kavramının etkisiyle özgürlüklerini yitirir.
Söylemin Parçası Hâline Gelen İnsan
Sonuç olarak, Foucault’nun bahsettiği güç ilişkileri ağı insanlara o kadar sirayet eder ki, bireyler salt sayılar hâline gelir ve kendileri de iktidar söyleminin bir parçası olur ve onu sürdürür. Aslolansa, bu güç ilişkileri ağının farkında olmak, onun var olduğu bilinciyle yaşamaktır. Yazının girişinde bahsettiğim örnek gibi, korona salgını sonrası duyduğumuz bazı uygulamalar yanlış şekilde kullanılabilir ve bunların kişi hak ve özgürlüklerini zedeleyen sonuçları olabilir. Bu örnek, korona salgını gerekçe gösterilerek insanların ne derece takip edildiği ve izinsiz şekilde veriye dönüştüğünün göstergesidir. Dahası, veriye dönüşen insanların sorgulamadan yaptığı paylaşım ve destek de onların söylemin birer parçası hâline geldiğinin kanıtıdır.
İnsanların, bu verinin izinsiz toplandığı ve işlemin kişi hak ve özgürlüklerini zedeleyici nitelik taşıdığı bilincinde olmaları gereklidir. Dolayısıyla, bana göre Foucault’nun mesajı, insanların verdiği yahut da veremediği tepkilerin ileride doğurabileceği sonuçlar üzerine bilinçli ya da farkında olması gerektiğidir. Korona sonrası gücü elinde tutanların salgının yarattığı kriz ortamına nasıl cevap verdiklerinden ziyade insanların bu uygulamalara verdiği tepkiler önemlidir.
______
[1] “The Politics of the Pandemic”, Joschka Discher, Project Syndicate. 1 Nisan 2020. https://www.project-syndicate.org/commentary/european-union-covid19-politics-by-joschka-fischer-2020-04?utm_source=twitter&utm_medium=organic-social&utm_campaign=page-posts-april20&utm_post-type=link&utm_format=16:9&utm_creative=link-image&utm_post-date=04-01-20
[2] Ayrıca Daron Acemoğlu’nun 23 Mart 2020 tarihli yazısı için: “The Coronavirus Exposed America’s Authoritarian Turn: Independent Expertise Always Dies First When Democracy Recedes” https://www.foreignaffairs.com/articles/2020-03-23/coronavirus-exposed-americas-authoritarian-turn?utm_medium=social&utm_source=facebook_cta&utm_campaign=cta_share_buttons
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.