Günaha Son Çağrı

Soylu bir kavga, muhteşem bir hikâye, ibretlik bir final vardır Nikos Kazancakis’in Günaha Son Çağrı’sında. Ölene kadar ruhunu gaflete teslim etmeyen devrimci bir peygamber ruhu… Ve şeytanın son saniyeye kadar insanın yakasını bırakmaması.

günaha son çağrı

(Savaşa son çağrının yapıldığı günümüzde insanın zorlu hikâyesini bir kere daha düşünmek için okuma tavsiyesidir.)

 

Mücadele Ne Zaman Başladı?

 

“Bu kitabı yazmama sebep, mücadele eden insana, ulu bir örnek vermek isteyişimdir; acıdan, günaha çağrılardan veya ölümden korkmamasını göstermek istiyorum ona. Çünkü bunların üçü de yenilebilir, yenilmiştir de. İsa acı çekmiştir, o gün bu gün de acı kutsallaştırılmıştır. Günaha çağrı, onu yolundan saptırmak için son anına kadar devam etmiştir, ama çağrıya kulak vermemiştir.” Nikos Kazancakis Günaha Son Çağrı için yazdığı önsözde böyle demişti. Acıya katlanmaya, mücadeleye, insanın şeytana, dünyaya ve arzulara karşı verdiği savaşta onurlu duruşunun timsali olarak Hz. İsa’yı seçmişti.

 

Günaha Son Çağrı yayınlandıktan sonra yazar aforoz edilmiştir. Kitaba adını veren olay ise hakikatte oldu mu olmadı mı kimseler bilmiyor. Müslümanlara göre çarmıhtaki zaten İsa değildi. Hıristiyanlara göre ise İsa çarmıhta tüm iyi Hıristiyanlar için ölmeyi göze almıştı. Ayartıcı karşısında teslim olmuş bir ruh olarak anlatıla geldi. Ne zaman ki Kazancakis Hz. İsa’nın İsa yanına, insan yanına dikti gözlerini, o vakit ermiş, peygamber, melek olmanın aslında o kadar da kolay olmadığının altını bir insanın kanıyla çizdi; İsa ile.

 

İnsan İsa ve Acısı

 

Kazancakis biraz da atamız İbrahim’in yaptığını yapmaya çalıştı kitabında: Hani Hz. İbrahim, Rabbinden öldükten sonra nasıl dirileceğini görmek dilemişti de, Rabbi ona “Şüphe mi ediyorsun?” diye sorduğunda adeta insan İbrahim ortaya çıkmış ve “Kalbimin mutmain olması için; yoksa inanıyorum” yollu bir açıklama yapmıştı ya… İsa, Günaha Son Çağrı’da bir insan olarak, kalbine ve beynine “yüce mücadeleyi” aşılamak için “dirençle savaşan” bir insan olarak çıkar karşımıza. Tüm ayartıcılığına rağmen dünyaya eyvallah demediğinde “göklerin krallığına” ulaşacağını bilmektedir. Onun hükümranlığı gökyüzündedir. Bu yüzden görünen düşmanları ona “kral” demektedirler. Başına takılan dikenli taç da “gökyüzü kralı” olmasının simgesidir.

 

“Dünyayı sen mi kurtaracaksın?”

 

Marangoz Yusuf’un oğludur İsa. Daha Meryem ile nişanlıyken bir kayanın yanında çarpan yıldırımdan sonra kötürüm olmuştur Yusuf. Ve orada Meryem İsa’yı bir nutfe olarak taşımaya başlamıştır. İsa, zaman zaman sara nöbetleri geçirmektedir. Meryem çileli bir kadındır. İsa, evlenme yaşına geldiğinde Maria Magdelana’yı eş seçmek ister kendine. Ancak seçim sırasında sara nöbeti geçirir ve elindeki çiçeği Maria’ya yani Magdalalı Meryem’e veremez. O gün Meryem “yoldan çıkar”. Çünkü hayatta sevdiği tek erkeği elde edemeyeceğini anlayınca kendini satmak için gider. Yazara göre İsa’nın en büyük günahı ve en büyük sınaması burada başlar. Zira iyi olmak için tercihini yapıp dünya nimetlerini elinin tersiyle iten İsa; Magdalalı Meryem’in kötü olmasına sebep olmuştur. Manastıra çekilirken Meryem’in affını almadan gitmek istemez İsa. Ancak sürekli bir iç çatışma vardır: “Burada kal! Dünyaya bir kazık çak! Evlen, çoluk çocuk sahibi ol! Dünyayı sen mi kurtaracaksın?!” diyen bir ses. Dürüst bir insan olarak yaşamanın neresi kötüdür? Hem Meryem’in teninin sıcağı hem de bağışlamış olan ruhuyla bir ömür geçirmek… Caziptir ama İsa üzerinde kanat seslerini hissetmektedir. 

 

Hastalıkların, savaşların, sömürünün, adaletsizliğin ve cinayetlerin kol gezdiği bir dünyanın neye ihtiyacı vardır? Vaftizci Yahya: “Ben, benden sonra gelecek olan için yol açıyorum. Elimdeki baltadır. Çürümüş dünyayı temizliyorum” der. Ondan sonra gelecek olan ise “Mesih”tir. Mesih için dünyayı hazır tutmalı ki sürülmüş, ekime hazır bir tarla gibi; Mesih tohum’u ekebilsin.

 

Tohumu Çatlatmak

 

Tohum; sevgidir. Ancak İsa halkla ilk karşılaştığında, “Bu dünyayı değiştireceğiz!” dediğinde, insanlar galeyana gelmiş, Roma askerlerini ve soyguncu hahamları yok edeceklerini düşünerek İsa’nın peşine düşmüşlerdir. İsa’nın devrimci sevgi anlayışı onlarda savaşa hazırlanmaları gerektiği fikrini doğurmuştur. Hoş, o galeyana gelen insanlar İsa’yı çarmıhta gördüklerinde ise sus-pus olmuşlar, ölümü seyretmişlerdir.

 

Kitapta olaylar, “İsa’nın insan olarak mücadelesi”, Kierkegaard’ın Korku ve Titreme’sindeki dile benzer bir dille aktarılmıştır. Yani, “Dünya mı ahiret mi? Şeytan mı Allah mı? Yüce görev mi yoksa bir ev bekçiliği mi?” şeklinde bir düalitenin ortasında duran İsa… Bu yüzden çöle gittiğinde arkasında bıraktığı havarilerin neredeyse tamamı -Pavlos ve Yahuda hariç- eve dönmek isterler. İsa’nın yolunda bir “başıboşluk” olduğu hissine kapılırlar. Elle tutulacak bir şey göremedikleri için kaytarmak ruhun fiyakası olduğundan olsa gerek ayaklanırlar ki İsa çölden döner! Dönüş anı kitapta keskin bir mucize ile aktarılır: “Alın kardeşlerim! Bu benim yüreğimdir!” deyip, elini kalbine götüren İsa, yüreğini bir kozalak gibi göğüs kafesinden çıkarır! Kalbini söküp havarilerine verecek denli kendini yok etmiş, silmiş bir İsa vardır karşımızda. Hele ki Maria Magdalena’yı taşlayanların ellerinden kurtarıp yeniyle Maria’nın kanlı ayaklarını silecek denli eğildikçe büyüyen bir insan…

 

Günaha Son Çağrı Nikos Kazancakis

 

Dünya, Şeytanla İnsanın Savaş Alanıdır

 

“Onlara bakıyorum ve onlar için üzülüyorum. Her şey için merhamet!” diyen bir peygamber dönmüştür çölden. Sınanmıştır: Önce yılanla; kadın. Sonra aslanla; özbenliği. En sonunda da ateşle; şeytan. Hepsini alt ettikten sonra merhametin en büyük silahı olduğunu bilip, eline eski dünyayı yıkacak baltayı almış ve dönmüştür dünyaya. Çünkü dünya savaş meydanıdır. İnsanın mücadelesi burada olacaktır. İnsanları su ile vaftiz eden Yahya’nın başı kesilmiştir. İsa ise ateş ile vaftiz edecektir… Bu sebepten sonuna dair endişe duymaz; sonunun hiçbir insanın yaşayamayacağı denli muhteşem, unutulmaz, acı ve yalnız olacağını bilmektedir.

 

“Ben sadece ağzımı açarım, konuşan efendimizdir” dediğinde ilk cümleleri: “Ben bir çiftçiyim. Tohum ise sevgidir!” olur ve insanlık tarlasına tohumunu atar. Tabii bir vaiz, bir hoca, bir rahip edasıyla değil; köhnemiş bir dünyanın tam ortasında eski düzenin mimarlarının tam karşısında söyler bu sözleri.

 

Yahuda onu öldürmek için peşinde dolaşır. Lakin İsa’nın o durgun gücünden korkar: “Ben, İsrail’in özgür olmasını istiyorum!” der Yahuda. İsa ise: “Ben insan ruhunun özgür olmasını istiyorum!” der.

 

“Sizi bir kutlamaya davet etmiyorum; sizi bir savaşa davet ediyorum!” der havarilerine. Öyle ki Hz. İsa’nın savaşa girmeyen ender peygamberlerden olduğu söylenegelmiştir. Lakin Efendimiz’in bir hadisinde “Peygamberlik verilmiş bir kul olsun ki savaşa girmesin…” diye bir ifade hatırlıyorum. Bu yüzden yukarıdaki sözler savaşan bir peygamberin sözleri…

 

Kitabın neredeyse tamamında İsa çarpışan, mücadele eden, iyiyi ve doğruyu söylemek isteyen yazarın eline geçmiş bir ruh gibidir. Bu yüzden ne bizim ne de diğer dinlerin Hz. İsa algısına tam olarak oturur. Mistiktir. Yüreğinin sesini dinleyen, “Şeytan dışımızda, Tanrı içimizde. Alın yüreğimi ve savaşın!” diyen bir insan-peygamber vardır.

 

Bir düğüne katıldığında coşku ile dans eden İsa motifi… Bu ise Mevlana’yı çağrıştırır. Öyle ki yazar Mevlevilik hakkında Girit’teki mevlevihaneden epey bilgi ve hikmet devşirmiştir. Sanki İsa o düğünde döne döne dans ederken “Göklerde düğün var!” deyip coşkuyla sema eden Mevlana’yı hatırlatır.

 

Anne, yani insanın görüp göreceği, babasız evlat dünyaya getiren tek ve biricik kadın, Meryem, oğlunu gittiği yoldan, çarmıh yolundan almak diler. Oğlu ise: “Sen kimsin? Hakikatte kimsin?!” diye sorar. Meryem olduğu yerde kalır. Yanındaki kadın: “Görmedin mi?” der. “Neyi?” diye sorar Meryem. “O konuşurken arkasında binlerce kanat, binlerce melek vardı” deyince, Meryem tam bir roman kahramanı olur: “Keşke olmasaydı!” der. İnsanın aklına, “oku, evlen, ev bark sahibi ol, evlatlarının mürüvvetini görelim!” diyen anneler geliyor. Ya da daha acımasızını söyleyeyim. “Pişmiş aşım, ağrısız başım! Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” diyen insanlar…

 

Çarmıhını Sırtına Alan Bu Uçurumdan Atlayabilir!

 

Kendi devrimlerini yapan insanlar kitapta nefs terbiyesini yapmış, dünyayı, yaşamı, şeytanı hatta asıl olanı arzulamayı bile alt etmiş insanlar olarak takdim edilir. Öyle ki burada “fenafillah” makamını işaret eden bir bakış vardır. Bu bakış “peygamberce bir mücadelenin” ancak terki terkle olacağını da hatırlatır.

 

Kelimenin kanattığı, gözlerin oyduğu, elin dokunuşunun can verdiği bir toprak parçası insan! Hele ki bu insan üzerine bir de çarmıh almışsa. Kendi haçını kendi taşıyan insan; mücadele eden, dünyaya, ayartılara teslim olmayan insandır. Bu, İsa’dır.

 

Ne demişti Kazancakis: “Tanrı, zayıf ruhları, gevşek bedenleri sevmez!” İsa, ruhunu kaya gibi sertleştirebilendir. Bedenini dünyaya bırakacak denli kendinden geçmiş olandır. Hele ki o bedeni günaha karşı gevşetmemiş olandır.

 

Manastıra giderken: “Orada bedenimi öldürüp, ruha dönüştüreceğim!” diyen İsa, tam da manastır İsa’sıdır. Yani yazarın iki binyıllık öğrene geldikleridir. İsa, manastır dininin sembolü olmaktadır. Belki de bu yüzden bizler “O İsa, resul olan değil!” diyoruz. Hıristiyanlar ise “Hıristiyanlık manastıra kapatılamaz” dedikleri için Kazancakis’in İsa’sını sahiplenmiyorlar.

 

Şurası bir gerçek ki; soylu bir kavga, muhteşem bir hikâye, ibretlik bir final vardır Günaha Son Çağrı’da. Ölene kadar ruhunu gaflete teslim etmeyen devrimci bir peygamber ruhu… Ve şeytanın son saniyeye kadar insanın yakasını bırakmaması.

 

Peygamberler kitabını açıyorsunuz ama gözleriniz harflerden başka bir şey görmüyor. Harfler, ruhun kendi içinde çığlık çığlığa boğduğu hapishanenin kara demir çubuklarıdır.” Bu cümleler belki Hz. İsa’nın ağzından çıkmadı ama tam da ona yakışan cümleler.

 

Mesih gündüzün ortasında gelebileceği gibi, gece yarısı da gelebilir… Sizi pis, doygun ya da uyurgezer bulursa vay halinize!” Bu cümle ise Mesih’i, Mehdi’yi, kıyameti bekleyen ruhlara söylenmiş olsa gerek. Uyanık olmak üzerine söylenmiş en sıkı sözlerden…

 

“Tanrı bir uçurumdur! At, atabiliyorsan kendini!” “Yakın ateşinizi, yakın kanatlarınızı! O kanatlar sizi uçurumda uçuramayacaksa ne işe yararlar?!”

 

İnsanın özüne dönüşü ile ilgili yazılmış en sıkı metinlerden biridir Günaha Son Çağrı.

 

“Hayatta üç şeye inandım; Tanrı, aşk ve ölüm!” diyen yazarın vaizi şöyle demişti: “İşte yol; uçurum!” “Başka yol yok mu?!” diye sormuştu İsa. “Cennete giden yol uçurumdan geçer. Cehennemin yolu ise güllük gülistanlıktır” cevabını alan İsa, seve seve kanatlarını açmıştır. Çünkü gidecek başka yolu yoktur mücadele eden insanın: Kanatlanmak için dünyadan vazgeçmek ve kendini uçuruma bırakmak!

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.