Gündelik Demokrasi
Türkiye’deki gündelik demokrasi anlayışı, ilkesel değerlerden uzaklaşıp geçici çözümler üreten sorunlu bir yapıya dönüşmüştür. Demokrasiyi sadece seçimlerle sınırlı tutmak, demokratik değerleri göz ardı etmek ve kurumları zayıflatmak, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
Köklü geçmişe sahip bir ülke olarak Türkiye, tarih boyunca çeşitli kültür ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu coğrafyada, farklı etnik gruplar, dinler ve ideolojiler bir arada yaşamıştır. Bu mahiyetiyle birlikte Türkiye, tarih boyunca hoşgörü ve demokrasiye olan bağlılığıyla tanınan bir ülke olmuştur. Ancak, Türkiye’nin demokrasi yolculuğu oldukça karmaşık ve sancılı bir evreden geçmiştir. 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan Türkiye’nin modern demokratik serüveni, Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki hareketle Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü takip eden kaosun ardından yeni bir ülke inşası ve bu kazanımın istikrarını sağlamaya yönelik bir ivme yakalamıştır.
Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda, tek parti dönemi uygulamaları, Demokrat Parti otoriteryanizmi, 1960, 1971 ve 1980 askeri müdahaleleri başta olmak üzere tezahür eden çeşitli demokratik tahribatlar, demokrasinin gelişim süreci önündeki en büyük engelleri teşkil etmiştir. Karşılaştığı demokratik tahribatlara rağmen Türkiye, demokratik gelişimini sürdürmeye çalışan ve hatta bu anlamda bir Avrupa Birliği üyesi olma hedefini gaye edinmiş ülke özelliğini, farklı dönem ve politikalarla her daim korumuştur. Ancak son yıllarda, Türkiye’nin gelişmekte olan demokratik yapısı, ciddi zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. İfade özgürlüğü, medya özgürlüğü ve bağımsız yargı tartışmaları kapsamında ve terörle mücadele gerekçesiyle alınan tedbirler, Türkiye’deki demokrasi tartışmalarını sıcak tutmaktadır. Türkiye’deki demokrasi ilkesi tahrip edildikçe mevcut siyasi kutuplaşma daha da artmakta, artan toplumsal gerilimle birlikte demokratik süreç daha da zarar görmektedir.
Türkiye’nin demokrasi sorununu kıyasladığımızda, benzer sorunlar yaşayan ülkelerin örneklerine rastlanabilmektedir. Ancak, demokratik ilkelerin zayıflığı ve istikrarsızlığı, Türkiye’yi diğer demokrasilerden ayırmaktadır. Örneğin, Avrupa Birliği ülkeleri, demokratik standartları koruma konusundaki daha katı taahhütleri nedeniyle daha sağlam bir temele sahip olmuştur. Türkiye’deki demokrasi tartışmalarının temelinde, sistemsiz bir demokrasi altyapısının varlığı yer almaktadır. Zira modern toplumların temel taşlarından biri olarak kabul edilen demokrasi, belirli bir kurallar bütününe sahip olarak geleceğe dair bir projeksiyon yansıtmaktadır. Ancak sistemsiz bir demokrasi anlayışı, istikrarsız ve geçici çözümler üretmekten öte bir gelecek tahayyülünde bulunamamaktadır. Bu durum da ekonomik ve toplumsal sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır.
Demokrasi, kişiye ve çıkara göre değişkenlik kazanan, gündelik kullanılan ya da kullan-at tarzı bir tüketim metası değildir. Tarih boyunca demokrasi ve otoriter yönetimler arasında sık sık gidip gelen Türkiye, son yıllarda demokrasinin sistemsiz ve sadece bir gündelik uygulama olduğu, ayrıca ilkesel değerlerin ikinci plana atıldığı bir görüntü sergilemektedir. Bu durumun başlıca nedenlerinden birisi, siyasilerin kısa vadeli çıkarlarını, uzun vadeli demokratik değerlerin önüne koymalarından ileri gelmektedir. Demokrasinin ya da son yıllarda sıkça kullanılan ‘‘milli irade’’ kavramının salt seçimle özdeşleştirilmesi ve sadece oy toplama aracı olarak görülmesi, demokrasinin yozlaşmasına ve oy verenlerin gerçekten temsil edilemediği bir ortama yol açmıştır.
Oportünist Demokrasi
Demokrasi, sadece seçimlerle ölçülecek bir kavramsal değere sahip değildir. Bu noktada yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi demokratik kurumlar da demokrasinin işleyişi adına korunmalı ve desteklenmelidir. Ancak uzun bir demokratik geleneğe sahip olan Türkiye, son yıllarda demokrasi anlayışında ciddi bir dejenerasyon yaşayarak “oportünist demokrasi” kavramının vücut bulmasıyla karşı karşıya kalmıştır. Oportünist demokrasi, demokratik kurumların ve değerlerin yüzeysel olarak korunurken, gerçekte demokrasiye zarar veren, kişisel kazançları ve siyasi avantajları öncelikli tutan bir anlayışı ifade etmektedir. Türkiye’de oportünist demokrasinin hayat bulmasındaki temel nedenlerden birisi; siyasi liderlerin ve partilerin demokrasiyi sadece iktidarı ele geçirmek ve korumak için bir araç olarak kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Seçim dönemlerinde demokrasiyi kutsayan siyasi figürler, iktidara geldiklerinde çıkarları doğrultusunda demokratik kurumları zayıflatma eğilimi göstermektedir.
Türkiye’deki bu çıkarcı yaklaşımla pratik edilen ifade özgürlüğünün sınırlanması ve muhalefet üzerindeki baskı, temel demokratik değerlere karşı bir tehdit unsuru oluşturmaktadır. İktidar sahipleri eleştirel sesleri bastırırken muhalifleri sindirmek adına hukuki araçları kullanarak demokratik özgürlükleri sınırlamaktadır. Bu durum, demokratik bir toplumun olmazsa olmazı olan çeşitlilik ve serbest düşünce ortamına yaşam alanı bırakmamaktadır.
Türkiye’deki çıkar siyaseti, siyasi elitlerin kendi menfaatleri için demokratik kurumları manipüle etmesine izin verirken, seçim yasalarının ya da bölgelerinin sınırlarının değiştirilmesi ve siyasi partilere yönelik ayrımcılık tarzındaki uygulamalar, iktidardaki elitlerin seçim sonuçlarını etkileme yeteneğini artırmakta ve demokrasi mefhumunu yaralayarak niteliksizleştirmektedir. Dolayısıyla demokrasi kurumlarının zayıflaması, toplumsal kutuplaşmayı artırırken siyasi istikrarsızlığı teşvik etmektedir. Böyle bir ortamda toplumun güveni sarsılırken demokratik süreçlere olan inancı zedelenmektedir. Türkiye’deki bu sistemsiz gündelik demokrasi anlayışı, demokratik kurumların yüzeysel olarak korunduğu ancak gerçekte zayıflatıldığı bir anlayışın tezahürü olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin demokratik geleceği üzerinde ciddi etkiye sahip olurken demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini engellemektedir.
Kutuplaşma, İfade Özgürlüğü ve Ayrımcılık
Türkiye’deki demokrasi tahribatı, her geçen gün toplumsal kutuplaşmayı da artırmıştır. Siyasi görüş ayrılıkları, toplumun birliğini zayıflatmış ve vatandaşların birbirlerine karşı güvensizlik duymasına yol açmıştır. Bu da demokrasinin temel taşlarından biri olan uzlaşıyı tehdit etmektedir. Demokratik idealin gerçekleşmesi adına nerdeyse her alanda baş gösteren ciddi sorunları aşması gereken Türkiye’de, geçmişten günümüze süregelen iktidarların yürütme organları üzerinde kurduğu tahakküm, yargı bağımsızlığının yanında adaletin sağlanmasını güçleştirirken demokrasiyi de zayıflatmaktadır.
Türkiye’nin demokrasi sorununun bir diğer yönü, medya ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Tarih boyunca süregelen bağımsız medya organlarına yönelik baskılar, gazetecilerin tutuklanması ve sansür uygulamaları, demokratik bir toplumun önemli unsurlarından biri olan açık iletişim ve bilgi akışının engellenmesine yol açmaktadır. Bu da toplumun farklı görüşlere ve bilgilere erişimini doğrudan sınırlamaktadır.
Türkiye’de demokrasiyi tehdit eden bir diğer sorun ise etnik ve dini ayrımcılıktır. Farklı etnik ve dini gruplar arasındaki gerilimler, demokratik bir toplumun olmazsa olmazı olan eşitlik ve adalet ilkesini tehlikeye atmaktadır. Demokrasi, tüm vatandaşları eşit olarak temsil etmeyi amaçladığından, bu tür ayrımcılık ve kutuplaşmanın demokratik değerlere zarar verdiği açıktır.
Benzer sorunları yaşayan diğer ülkelerin deneyimleriyle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin demokratik kurumlarını güçlendirmek ve demokrasiyi daha sağlam temellere oturtmak için daha fazla çaba sarf etmesi gerektiği açıktır. Ancak bu sürecin, toplumsal uzlaşıyı ve farklı görüşlere saygıyı teşvik ederek gerçekleşmesi gerekmektedir. İnsan haklarına saygı, ifade özgürlüğü ve bağımsız yargı gibi temel demokratik ilkelere verilen önem, siyasi partiler arasındaki işbirliği ve uzlaşı, Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda belirleyici olacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye’deki gündelik demokrasi anlayışı, ilkesel değerlerden uzaklaşıp geçici çözümler üreten sorunlu bir yapıya dönüşmüştür. Demokrasiyi sadece seçimlerle sınırlı tutmak, demokratik değerleri göz ardı etmek ve kurumları zayıflatmak, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye’nin demokratik bir toplum olma yolunda ilerlemek için ilkesel değerlere geri dönme ve demokratik kurumları güçlendirme çabalarına odaklanması gerekmektedir. Aksi takdirde demokrasi, Türkiye için sadece bir slogan olarak kalacak ve gerçek anlamını yitirecektir. Ayrıca unutulmamalıdır ki Türkiye’deki demokratik değerleri ve kurumları koruma sorumluluğu, sadece hükümete değil, tüm vatandaşlara aittir.