Hakikat-sonrası Dönemde Siyasetin Sınırları
Siyasi otoritelerin yaymaya çalıştığı ve herkesi “tek gerçek” olduğuna ikna etmek için çaba sarf ettiği olgular kadar, “alternatif” gerçekler de kolaylıkla yayılıyor, hatta bu ikinci türün cazibesi nedeniyle daha hızlı yayıldığını da söyleyebiliriz. Kaybedilen savaşların kazanıldığı sanrısını devlet kontrolü altındaki iletişim kanallarından inşa etmek artık kolay değil, bilakis günümüzde gerçekten kazandığınız her türlü savaşı algıda yitirebiliyorsunuz.
İçinde bulunduğumuz salgın hastalık sürecinin yaşamımızda birçok şeyi etkilediği aşikâr. Artık dünya ne eskisi gibi bir dünya ne de biz eskiden olduğumuz insanlarız. Pandemi sonrası dünyaya dair çok sayıda spekülasyon yaptık ancak nasıl bir dünyanın bizi beklediğine dair bütün öngörüler eşit derecede yanlış olacak, bunu şimdiden söyleyelim. İnsanoğlunun “status quo ante” aşkı bilinir, bir önceki duruma dönüleceğine dair inancı ve isteğini yadsıyamayız. Ancak Heraklites’in söylediği gibi “aynı nehirde iki kez yıkanılmaz”, geçmişin yeniden hayata geçeceğine dair umut, çoğunlukla bir boş inancın ötesine geçmez.
Baştan başa değişen bu alemde, en önemli geri dönülmez değişimlerden biri de “hakikat” ve “bilgi” ile olan ilişkimiz. COVID-19 salgını zaten “hakikat sonrası” [1] olarak adlandırılan, gerçeğin “can çekiştiği” bir döneme denk gelerek dünya hakkındaki algılarımızı kökten bozdu diyebiliriz. Çok bilinen tanımıyla “hakikat sonrası”, nesnel hakikatlerin/gerçeklerin/olguların belirli bir konu üzerinde kamuoyunu/halkın görüşünü belirlemede/oluşturmada duygulardan ve kişisel kanaatlerden/inançlardan daha az etkili olması/olması durumu/olması hâli.
Bu tanıma sadık kalacak olursak dışarıda bir dizi nesnel gerçeklik bulunuyor, kamuoyunun bu konuda görüşü var, bu görüş de nesnel gerçekler değil, kişisel kanaatlerden besleniyor. Dolayısıyla kişisel kanaatlerin hakikate galebe çaldığı bir olumsuz hal kastediliyor. Bu tanımın yerindeliğini/doğruluğunu bir kenara bırakalım, başka bir yerde detaylı olarak tartıştık. Ancak ismi ne olursa olsun bu çağın en önemli özelliklerinden biri her görüşün eşit derecede doğru olarak kabul edilmesini sağlayan bir tür görelilik hali. Suçu post-modernizmin yıkıcılığında bulanların sayısı az değil; öte yandan bazıları da modernizmin söz verdiklerini yerine getirme konusundaki başarısızlığının da vurgulanması gerektiğini savunuyorlar.
Gerçekten de aşırı iddialı bir proje olarak modernizm, insanlığa daha iyi bir gelecek sunma konusunda başarılı olsa da, bu iyiliğin herkesin eşit derece erişebildiği bir hal olup olmadığı meselesi hala tartışmalı, modernizmin eşitsizliği gidermek bir yana meşrulaştırdığını söyleyenlerin sayısı da az değil. Aydınlanma ideallerine inananlar için modernizmin vaatlerinden vazgeçmek kolay değil, Gramsci’nin sözleriyle “aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” içerisinde olduklarını varsayabilir, ya da en azından umut edebiliriz.
Öte yandan modernizmin en güçlü iddialarından biriyse tek ve objektif bir gerçekliğin varlığı ve bu gerçekliğe akıl yoluyla erişilebileceği. Aydınlanma düşüncesini müteakiben kurulan bu iddia, yeterince çaba harcarsak dışarıda var olan ve herkesin kabul edebileceği o nesnel gerçeğe erişebileceğimizi söyler. Modernizmin sürekli ilerlemeye olan “safdil” inancını da göz önünde tutarsak, her geçen gün gözlemlediğimiz iletişim teknolojilerindeki gelişmenin bizi gerçeğe daha da yakınlaştıracağını ve gerçekle aramızdaki duvarların bir gün yıkılacağına inanmak mümkün olabilir(di). Bu iyimser iddianın geçerli olmadığını defalarca gördük ancak pandemi bu modernist cennete erişmekten ne kadar uzakta olduğumuzu açıkça gösterdi. Pandemi, tek bir gerçeklik zemininde buluştuğumuz bir dönemden çok, kendi gerçeklik balonlarında nefes alabildiğimiz bir zaman olarak hatıralarımızda yerini alacak.
Aslında hayatta ölüm kadar hakiki bir şey olmadığını düşünürsek, COVID-19 salgını kadar ölümcül bir tehdidin varlığında hepimizin uzlaşması ve bu virüse karşı mücadelemizde -tedbir ve tedavilerde- birlik olmamız gerekmez miydi? Sonuçta resmi istatistiklere inanalım ya da inanmayalım, birilerinin hastalandığını ve ne yazık ki hayatlarını kaybettiğini biliyoruz.
Sözlerine inanabileceğimiz bilim insanları bu hastalığın varlığı konusunda uzlaşmış durumdalar, binleri aşan akademik çalışma hastalığın nedenleri, bulaşma biçimi ve nasıl önlenebileceği konusunda benzer bulguları sunuyorlar ve hükümetler de hiç olmadığı kadar bilimin sesine kulak veriyorlar/verdiklerini söylüyorlar. Manzarayı böyle sergilediğimizde aslında bir modernist ütopya içerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz, uğraştığımız hemen hiçbir konuda -iktisat politikalarından, küresel ısınmaya; siyasetin biçimlerinden, sosyal politikalara kadar- aklın ve bilimin sesine bu kadar kulak verildiği görülmüyor. Buna rağmen tedbirlere uyum konusundan, aşı olma eğilimlerine kadar çoğumuzun bu “gerçeği” inkâr eden bir hal içerisinde olduğu da aşikâr, ülkemizde tedbirleri yok sayma eğilimi oldukça fazla, bu durum sadece ülkemize de özgü değil üstelik.
Hakikat Sonrasının Mümkün Kıldığı Salgın: İnfodemi
Bizim bu kadar bariz gerçekleri inkâr edebilmemizin, yok sayabilmemizin müsebbibi ne? Burada çok uzağa gitmeden içinde yaşadığımız bilgi ortamının olumsuz etkilerine bakmamız yeterli. Daha salgının başında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) İnfodemi ismini verdiği bir kavramı ortaya attı: “infodemi, insanların bir kriz karşısında güvenilir kaynaklar ve rehberlik aradığı bir dönemde kısmen yanlış ve kısmen doğru çok fazla bilginin bulunması nedeniyle bu arayışın zorlaşması anlamına gelir. Böyle bir anda insanlar kendilerini ve diğerlerini korumak ve krizin sonuçlarını bertaraf etmek amacıyla bir rehberliğe ihtiyaç duyarlar, ancak güvenilir bilgiye erişmelerinin önündeki engeller nedeniyle “infodemi” bir kamu sağlığı sorununa dönüşür.”
Özetle, insanlar panik içinde bilgiye erişmek isterler, ancak ortada o kadar çok bilgi vardır ki; hangi bilginin doğru olduğunu seçemezler, çeşitli nedenlerle yanlış bilgiler daha cazip gelir ve sonuçta yanlış bilgilerin yaygınlaşması da başlı başına bir sağlık sorunu oluşturur. Bu sağlık sorunlarına örnek olarak çamaşır suyu içmenin iyi geleceğine inananların hastanelik olmasını ya da Trump’ı takip ederek maskesiz toplantılar yaparak virüs salgın hızını katlayanlarını sayabiliriz. Ülkemiz örneğinde kelle-paça çorbası efsanesini ya da “Türk geni” iddiasını da ekleyebiliriz, bu iddialara inanmanın ne kadar fazla sağlık sorununa yol açtığını bilmiyoruz.
İnfodeminin bir sağlık sorunu olarak görülmesi, bu soruna karşı ortak mücadeleyi de kolaylaştırdı. Başta DSÖ, UNESCO ve Avrupa Birliği olmak üzere uluslararası kuruluşlar; hükümetler ve ulusal sağlık kuruluşları infodemiyle mücadeleyi ajandalarına aldılar, bu salgının önüne geçilmesi için araştırma çalışmalarını ve müdahale projelerini destekliyorlar. Ülkemizde de bir dizi araştırma çalışması infodeminin nedenlerini keşfetmeye odaklandı, nasıl müdahale edilmesi gerektiği konusunda politikalar önerdi. Ortak bulguları şu şekilde özetleyebiliriz:
Öncelikle infodemi bir mezenformasyon sorunu, yani bu yanlış bilgileri yayanlar kötü niyetle değil; iyi niyetle, çevrelerindekilere iyilik yaptıklarını inanarak yayıyorlar. Tabii ki kötü niyetle yayan, dezenformasyon yapanlar da var, ama bunlar azınlıkta. Bu iyi niyetli davranışın kötü sonuçlanmasının da çeşitli sebepleri var, en önemlisi çoğumuzun doğru bilgi/yanlış bilgi arasındaki farkı ayırt edemiyor olmamız; eleştirel bakış açısının, medya ve sağlık okuryazarlığının olmaması buna yol açıyor. Bazılarımız yanlış bilgiyi yaymaya daha fazla eğilimli; bazı psikolojik faktörlerin yanı sıra bir tür sermaye olarak teknoloji kullanım alışkanlıklarının olmaması da yaşlıları ve diğer kırılgan grupları yanlış bilgi yaymaya sevk ediyor. Özellikle üzerinde durmamız gereken bir konu da komplo teorileri, komplo teorilerine daha fazla inananlar daha fazla yanlış bilgi yayıyorlar. Öte yandan doğrulama yapma konusunda da eksiklerimiz var: Bizim çalışmamıza katılanların sadece %10’u herhangi bir doğrulama kuruluşundan haberdardı.
İnfodeminin bireysel düzeydeki nedenlerinin yanı sıra kurumsal ve sistem düzeyinde de infodemiyi kolaylaştıran faktörler var. Siyasal kutuplaşmanın bir sonucu olarak geleneksel bilgi kaynaklarına güvensizlik, özellikle resmî kurumlar tarafından verilen bilgiyi taraflı bulmak bunlardan biri. Uluslararası kurumlara ve bilim insanlarına güvensizliğin de önemli bir rol oynadığını söyleyelim; DSÖ ve AB’nin pandemi sürecindeki olumsuz performans algısının ve tek başlarına bilim adına konuştuğunu iddia eden çok ünvanlı televizyon kahramanlarının da varlığının bu güvensizliğe yol açtığını söyleyebiliriz. Tabii ki tıklamalardan para kazanan internet siteleri ve bizi fanuslarımıza hapseden sosyal medya platformları da sorumlular arasında. Çok sayıda çalışma sosyal medya platformlarının ve arama motorlarının yanlış bilginin yaygınlaşmasını kolaylaştırdığını gösteriyor. Buna bir de uluslararası siyasette dezenformasyonu bir silah olarak kullanan dış aktörleri de eklemek lazım; pandemi kasıtlı olarak yanlış bilgi yaymayı amaçlayanların işini çok kolaylaştırıyor.
Sorunu iyi tarif edip, sebeplerini belirlediğimizde çözüm üretmek görece kolay oluyor. İnfodemi özelinde birden fazla kurumun gerek ulusötesi gerek uluslararası, gerekse de ulusal düzeyde çözüm üretmeye çalıştığını biliyoruz. Sosyal medya platformlarının kendilerini regüle etmeleri bu çözümlerden bir tanesi. Facebook COVID-19 ile ilgili paylaşımlara özel bir ek yaparak resmi bilgi kaynaklarına yönlendirirken, Twitter yanlış bilgi içeren “tweet”leri işaretliyor, bazen siliyor hatta kullanıcıyı yasaklıyor.
DSÖ, UNESCO ve AB gibi kurumlar ortak politika geliştirmekle kalmıyor, bu konuda sosyal medya platformları ve hükümetlerle işbirliğine gidiyorlar. DSÖ’nün EPI-Win adındaki ortak girişimi bu konuya odaklanmış politikalar önerirken, AB’nin EUvsDisinfo internet sitesi özellikle Rusya ve Çin kaynaklı yanlış bilgi yayılımını kontrol etmeye çalışıyor. Türkiye’de İletişim Başkanlığı’nın kurmakta olduğu “Doğru mu?” uygulaması da bu tür müdahalelerden sayılabilir. Ülkemizde bazı sivil bazı girişimler de bu örnekler arasında. Olumlu bir bakış açısıyla yakın dönemde, belki de COVID-19’a çözüm bulunmadan önce bu sorunun giderildiğini görebiliriz.
COVID-19 İnfodemisi Karşı Karşıya Kaldığımız Son İnfodemi Değil
Nasıl COVID-19 son pandemi değilse; şu anda karşı karşıya kaldığımız İnfodemi de son yanlış bilgi salgını değil. İklim değişikliği ya da aşı karşıtlığı daha önce karşılaştığımız yanlış bilgi salgınlarıydı, sadece ölçekleri küçüktü ve gündelik yaşamımız üzerindeki doğrudan etkisini fazla hissetmiyorduk. COVID-19, kaçınılmayacak kadar somut şekilde yaşamımızı etkiledi, bundan dolayı da idrak ve reaksiyon hızımız daha fazla oldu. Oysa infodemiler sadece sağlık alanıyla ilgili değil, siyasal ve sosyal alandaki yanlış bilgi salgınları da demokrasilerin sürdürülebilirliği, birlikte yaşama arzusu ve hoşgörü üzerinde çok olumsuz etki yaratabiliyor. Bu tür yanlış bilgi salgınları söz konusu olduğunda, COVID-19 örneğine kıyasla çok daha hazırlıksız olduğumuzu ve hatta sorunun varlığı konusunda uzlaşmadığımızı da hatırlayalım.
Modernizmin evladı olan ulus-devletlerin “hakikat” üzerinde de bir tekel iddiaları bulunmaktaydı. Ulusların ve devletlerin kurulma süreci neredeyse geçmişi de kapsayan bir nesnel gerçeklik konusunda bir uzlaşma yaratma çabasıyla iç içe geçmişti, bazı geleneklerin yeniden icat edilmesinden tutun; bütün vatan toprağında insanların aynı gerçeklere maruz kalmalarını sağlayacak iletişim ağlarına ya da her farklı kesime aynı bilinci verecek “milli” eğitim sistemlerinin inşasına kadar bütün bu çaba tek bir gerçeklik algısında uzlaşmayı sağlayabilmekti. Uzun soluklu bir perspektifte baktığımızda ulus devletlerin tektip bir gerçek yaratma çabasında, modernizmin kalkınmayı başarma çabasından daha az başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Öte yandan, modernizmle birlikte ve aynı sebeplerden dolayı bu gerçeklik konusundaki tekel iddiası da içinde bulunduğumuz “hakikat sonrası” çağda berhava oldu.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Siyasi otoritelerin yaymaya çalıştığı ve herkesi “tek gerçek” olduğuna ikna etmek için çaba sarf ettiği olgular kadar, “alternatif” gerçekler de kolaylıkla yayılıyor, hatta bu ikinci türün cazibesi nedeniyle daha hızlı yayıldığını da söyleyebiliriz. Kaybedilen savaşların kazanıldığı sanrısını devlet kontrolü altındaki iletişim kanallarından inşa etmek artık kolay değil, bilakis günümüzde gerçekten kazandığınız her türlü savaşı algıda yitirebiliyorsunuz. Geleneksel medyanın can çekiştiği, alternatif/sosyal medyanın kakofoniden başka bir şey sunmadığı bir ortamda; siyasi otoriteler de bireyler kadar biçare durumdalar. Orwellci bir distopya korkusuyla yetişmiş kuşaklar için siyasilerin bu kadar aciz kalması hoş bir şey gibi gözükebilir, ancak önyargılar, siyasal hoşgörüsüzlük ve dışlamalara uzanan yolun da bir tür yanlış bilgi salgınıyla döşendiğini hatırlamamız gerekir. Anarşinin her türlü siyasi otoriteden daha olumlu sonuçlar doğuracağını düşünmek de bir tür iyi niyetli sanrıdan öteye gitmez.
COVID-19 İnfodemisi ile mücadelede kurumlara çekidüzen verme ve bilgi ortamını düzenleme; yani platformların yanlış bilginin yayılmasının engellenmesinin yanı sıra yanlış bilgi ve komplo teorilerinden para kazanan internet sitelerinin faaliyetlerinin sınırlanması bir müdahale alanı olarak görülebilir. Öte yandan bireyleri yanlış bilgiye karşı güçlendirmek de başka bir müdahale politikası olabilir.
Bireyleri yanlış bilgi konusunda donanımlandırmanın, eleştirel düşünce ve medya okuryazarlığının yaygınlaştırılmasının her tür infodemiyle mücadelede anahtar olduğunu düşünebiliriz. Keza komplo teorilerinden istifade etmek yerine bireylere bu teorilere karşı sağlıklı bir kuşkuculuk vermek daha doğru bir çözüm olabilir. “Hakikat-sonrası” dönemin çoklu gerçeklik evreninde sadece kendi iktidarının bekasını değil, vatandaşlarının iyi olma halini önceleyen siyasi otoritelerin de birinci tercihi vatandaşlarını güçlendirmek olmalı, çünkü artık gerçeklik üzerindeki tekelleri bir daha geri gelmeyecek şekilde sona ermiş durumda. COVID-19 salgınından olumlu ders alacaksak, bu da alınabilecek ender olumlu derslerden biri olmalı.
[1] Bir isim olarak post-truth kelimesini “hakikat-sonrası” olarak çevirmekle birlikte, cümle içerisinde hakikat yerine gerçek kelimesi kullanmayı tercih ediyorum.