Harun Yıldız’ı Unutmayın!
Harun’un çocuk olarak yaşamasına izin verilmedi. Emek sömürüsü, cezasızlık iklimi ve denetimsizlik galip geldi. Üç saat önce üzerine çöken bir asansör sonucu can veren çocuğun yokluğunu, bu zalim dünya, saatlerce umursamadı.
“Neyin eşitlik, neyinse eşitsizlik içerdiği konusu eksik bırakılmamalı.
Çünkü siyasetin açmazını ve felsefesini ilgilendiren bir meseledir bu.”
Aristoteles, Politika
Harun Yıldız… 13 yaşında… Çocuk… İşçi… Van doğumlu, Ankara ölümlü…
Geçtiğimiz hafta haber manşetlerindeydi. Bu hafta muhtemelen ismini anımsayanlar, ailesi haricinde, bir elin parmağını geçmeyecektir.
Ankara’da çocuk işçilerin farklı sıfatlar ve sorumluluklar altında çalıştırılmasıyla ünlü Altındağ’da “çırak” olarak çalıştığı/çalıştırıldığı oto tamir dükkanında üzerine yük asansörü düştü Harun’un.
Eve gelmeyince, yakınları merak edip dükkâna geldiler. Ve ölümü saatler sonra ortaya çıktı.
Harun’un ölüm yolcuğu aslında çalışmaya başladığı gün başlamıştı. “Gitmek ölmektir biraz biraz” der Latin Amerikalı önemli yazarlardan Valeria Luiselli, Kayıp Çocuk Arşivi’nde.
Harun’un yaşıtları okul sıralarında, oyun parklarında, bahçelerde, kırlardayken, kendisi iş cinayetine adım adım gitti.
Harun, 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü’nden bir hafta önce yaşama gözlerini yumdu.
Harun’un çocuk olarak yaşamasına izin verilmedi. Emek sömürüsü, cezasızlık iklimi ve denetimsizlik galip geldi.
Üç saat önce üzerine çöken bir asansör sonucu can veren çocuğun yokluğunu, bu zalim dünya, saatlerce umursamadı.
Harun’un birçok yaşıtı da ya atölyelerde çırak, sokaklarda katı atık toplayıcısı, pamuk tarlalarında tarım işçisi, kaldırım kenarlarında mendil satıcısı ya da kafelerde garson, kuaförlerde stajyer adı altında ücretsiz işçi olarak çalışıyor/çalıştırılıyor. Çoğu karın tokluğuna veya günlük çok düşük bir yevmiye karşılığında…
Çocuk İşçiliği ve İnsan Hakları
Ancak, Anayasa’nın 50’nci maddesini de, İş Kanunu’nun 71 ve 85’inci maddelerini de incelediğinizde, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne de, UNICEF ve Uluslararası Çalışma Örgütü standartlarına da baktığınızda, felsefi tartışmaların içine girdiğinizde, ideal dünyada benzer varlıklar arasında benzer hakların verilmesinin eşitlik ilkesinin gereği olduğunu görürsünüz. Çocukların çalıştırılması ise, açık ve net bir şekilde bir insan hakları sorunu ve çocuk hakları ihlalidir.
Ekonomideki serbest düşüş devam ettikçe, ekonomik büyüme ivmesini yeniden yakalamak adına ucuz işgücü olarak çocuk işçi sayısında bir artış yaşanacağı ise bir sır değil. Çocuk işçiliğinin temel sebebi yoksulluk, ardından eğitimden kopuş, göç, denetimsizlik, mevzuatta eksiklikler ve ucuz işgücü talebi geliyor.
Ama ideal dünyada devletin de görevi, hem taraf olduğu uluslararası sözleşmeler hem uygulamakla yükümlü olduğu ulusal mevzuat gereği, çocuktan işçi yaratan bu karanlığı yok etmektir.
Çocuk işçiliği, sınıfsal bir sorundur. Bunu kabul etmekle işe başlamak gerekiyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin geçtiğimiz sene açıkladığı, son 10 yılda en az 616 çocuğun iş cinayeti sonucu hayatını kaybettiği verisini de her zaman akılda tutarak yola devam etmek gerekiyor. En az 616 çocuk!
Özellikle şu anda içinde bulunduğumuz süreç gibi ekonomik belirsizlik dönemlerinde çocuk işçiliğini önlemek için çok-boyutlu yaklaşımlar gerekiyor. 2018 yılının hükümet tarafından Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı ilan edilmesinin sahada kesin ve sürdürülebilir sonuçlar doğurmadığı, Harun’un ve daha nice akranının iş cinayetlerine kurban gitmesiyle net bir şekilde görüldü, görülmeye de devam ediliyor.
Çocukların İşgücüne Katılım Oranı Artıyor
Sadece resmî verilere bile bakıldığında, çocuk işçi sayısının katlanarak arttığı görülüyor. TÜİK’in Hanehalkı İşgücü Araştırması 2022 yılı sonuçlarına göre; 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma oranı yüzde 18,7 iken, bu oran bir yıl önce yüzde 16,4’tü. Yani, 15-17 yaş aralığındaki 3,6 milyon çocuktan 640 bini bir işe kayıtlı çalışıyor.
Ancak bu verilere, MEB’in Mesleki Eğitim Merkezleri kapsamındaki işyerlerine çırak olarak gönderdiği 1,3 milyon çocuk dahil değil; çünkü her ne kadar bu çocuklar kuaförlerde kanserojen boyaları karıştırsalar veya marketlerde dev portakal kasalarını taşırken hamallık yapsalar da istatistiklerde onlar “öğrenci” olarak görülüyor. Onlar da dahil edildiğinde Türkiye’de her üç çocuktan birinin -zorunlu eğitime dahil edilmek yerine- işgücüne katıldığı görülüyor.
Peki bu kaotik ortamda çocuğun üstün yararını korumak için acilen ne yapılmalı?
Öncelikle, bu zamana dek yapılanların eksik, hatalı ve yetersiz olduğu görülmeli; yeni politikalar geliştirilmeli.
Ancak bir yandan da sahayı yıllardır takip eden ve çocuk işçiliğinin sınıfsal niteliğinin farkında olan, bu eşitsizliği “janjanlı” kavramlar üzerinden değil, saha gerçeklerine dayalı çözüm önerileriyle yok etmeye çabalayan sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliğinden kaçınmamalı.
Dolayısıyla, çocuk işçiliğiyle mücadele, politikalar-üstü olmalı: O sivil toplum “senin”, bu sivil toplum “benim”; “muhalif eğilimli sivil toplum kuruluşunu toplantıma davet etmem” zihniyetinden çıkmak gerekiyor.
Çocuk işçiliğiyle mücadele, kutuplaşmış bir medyada kamu spotlarıyla, akademik tezlerle, sadece birkaç proje uygulayarak veya özel günlerde verilen afili demeçlerle yürütülecek bir mücadele değil.
Çocuk işçiliği akut, kronik ve ciddi bir sorun. Çocuk işçiliğiyle mücadelede, sınıfsal eşitsizlikler ve çocuk haklarına dair umursamazlık üzerinden gidilmesi gerekiyor.
Tarama Çalışmaları Ne Kadar Etkili?
Çocuk işçiliğiyle mücadele, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı mobil ekiplerin yaptığı “sokakta çalıştırıldığı tespit edilen çocuklara yönelik tarama çalışmasının” sistematik ve ülke sathına yayılmasıyla sürdürülür. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre, geçen sene toplam 3.552 çocuk sokakta dilendirilmişse, mobil ekiplerle yapılan tespit çalışması “istatistiksel bir tespit”in ötesine geçemiyor demek ki…
Zira, bir çocuk okul sırası yerine tarlada çalışıyorsa, bir çocuk arkadaşıyla seksek oynayacağı yerde mobilyacı dükkânında koltuk taşıyorsa, onun hayatta kalma mücadelesinin farkında olmak ve ailelerin geçim kaynaklarına dair güçlü bir sosyal destek ve denetim mekanizmasını devreye sokmak gerekiyor.
Ailelere mikro ölçekte sosyal destekler verilmesi ve yıllardır vurgulandığı üzere okullarda gecikmiş de olsa artık ücretsiz bir öğün yemek sağlanması da çocukların yeniden okuma şevkini kazanmasını sağlayacaktır.
Yapboza dönen eğitim politikalarında reforma giderek, sistemde çocuk işçiliğini kolaylaştıran tüm açıklar kapatılmalı, çocuklar -emek sömürüsüne yol açabilecek hiçbir boşluk bırakmaksızın- tamamen eğitim ekosistemine dahil edilmeli.
Eğer bir çocuk ortaokulu bitirir bitirmez çırak olmaya teşvik ediliyorsa -ücretini ve sigortasını kim yatırırsa yatırsın fark etmez- ortada açık ve net bir “çocuk istismarı” vardır; çünkü burada çocuğun ucuz emeği istismar edilmekte, onu emek piyasasına çok erken yaşta dahil ederek kariyer planları da dar bir çerçeveye hapsedilmektedir.
İşletmelerin istihdam uygulamalarını yakından takip eden müfettişlerin devreye girmesi ve sistematik bir izleme ve raporlama sistemi geliştirmesi, caydırıcılığın her zaman vurgulanması gerekiyor.
Eşitlik ve Adalet
Eşitlik, gündelik yaşantımızda en çok üzerinde durduğumuz, geçmişi insanlık tarihi kadar eskilere dayanan, hakkında ciltler dolusu eser yazılan, binlerce konuşma yapılan, adeta dilimize pelesenk olmuş ancak halen tanımında mutabık kalınamamış bir kavram.
Peki tüm insanlar eşit mi? Kâğıt üzerinde evet. Peki ya sokağa çıktığınızda?
Eşitsizliğin kaynağı ne?
Eşitlik olmadan adalet olur mu?
Peki adalet kimin için var?
Neden birilerine daha adil ve eşit davranılır da diğerleri göz ardı edilir?
Eşitliğin ölçütü nedir?
Bu ve daha nice soru yağmuruna tutabilirim sizleri… Ancak şurası bir gerçek ki, insanın cenin olduğu andan itibaren hakları var ve hukuken güvence altına alınan bu hakların adil bir şekilde kendisine verilmesi gerekiyor. Gerek çocuklar gerekse yetişkinler için insan onuruna yaraşır bir yaşam hakkı, bu haklar arasında en temel ve vazgeçilmez olanı. Ve bu sorunların kökenindeki toplumsal eşitsizliklerle etkin bir mücadele etmeden sadece rakamlar üzerinden makyaj yapılabilir.
Charles Dickens’ın Fransız Devrimi’nden sonraki süreci anlattığı ve 200 yıl önce yazılmış romanı İki Şehrin Hikâyesi, şöyle başlar: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana.”
Harun Yıldız… Zamanların en kötüsünde, karanlık bir mevsimde doğdu. Hiçbir şeyi yoktu. Bir yük merdiveninin altında karanlığa doğru yol aldı çığlık çığlığa.
Harun Yıldız… Bu ismi ve o masum yüzü unutmayın.
Ve onu sadece 12 Haziran’da ve 23 Nisan’da değil, çocuklara reva görülen bu acımasız emek sömürüsü ortamına karşı yasalar ve uygulamalarla mücadele edebildiğiniz her platformda anımsayın.
Ufacık bedeni yük asansörünün altında kalan Harun Yıldız’ı asla unutmayın.